DÖNÜM NOKTASI

By sihirlisonbahar

1.7M 82.1K 18.7K

Kapı aralığından gözüne çarpan çıplak bedenle olduğu yere çakılı kaldı. Alkolün esir aldığı beyni ona oyun oy... More

|PROLOG|
Dönüm Noktası- İlerleyen Bölümden Bir Kesit
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
KAÇIR BENİ!!!
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. BÖLÜM

30. Bölüm

37K 2.1K 611
By sihirlisonbahar

30. Bölüm

🍁

Rüzgârın etkisiyle uçuşan kar taneleri genç adamın ayağının dibinde dolanıyor, az bir zaman sonra oluşturdukları beyaz tabakanın üzerinde yerlerini alıyorlardı. Belki de sabah saati olduğu için bu kadar soğuktu ama Tufan, kazağının içine işleyen rüzgâra bile aldırmıyor gibi görünüyor, hissizce duruyordu.

Kısılı gözleri uzakta bir boşluğa dalmış, ağzından verdiği her nefes buharlaşıp sisli havaya karışırken o, düşüncelere dalmış sigarasının uzayan külünün zemine düştüğünün farkında bile değildi.

Bitmeye yakın sigarasından bir nefes daha çekip kül tablasına söndürdü ve gri dumanı dışarıya üflerken ellerini kot pantolonun ceplerine koyup, geniş omuzlarını hareket ettirdi. Üstündeki gerginliği atmak için gece soğuk suyla duş almış, bir faydası olmadığı için de düşünceleriyle boğuşurken sabaha karşı ancak dalmıştı. Ne dalma ama! Hazan Hanım onu rüyalarında bile onu yalnız bırakmamıştı sağ olsun!

Zaten kıza çekildiğinin farkındaydı ama bu kadarını o da beklemiyordu. Üstelik hayatı boyunca böyle şiddetli bir uyarılma yaşadığını da hatırlamıyordu.

Soğuğun nüfuz ettiği bedenini esnetip balkondan içeriye girdi. Çayın demini alan kokusunu içine çekti ve kısa kesim saçlarının üzerini beyaz benekler gibi kaplayan kar tanelerini eliyle dağıttığında başını uzatıp Hazan'ın odasına baktı. Uyuyor olmalıydı.

Kalçasını tezgâha yaslayıp parmaklarını yanan gözlerine bastırdığında iç çekmeden edemedi. Hayatını hiçe saymadan çok önceleri birçok kadını istemişti. İlgi uyandıracak bir sürü kadınla tanışmış da olabilirdi ama hakimiyet hep kendisinde olmuştu. Kontrolünü yönlendiremediği bir durumla karşılaştığını anımsamıyordu. Dün gece ise resmen kendisiyle savaş hâline girmişti.

Hazan'ın odasının kapısı açıldı ve bir önceki günün muhasebesini yapan genç adam parmaklarını gözlerinden çekip onun uykulu, gülümseyen yüzüne baktı. Uzun, siyah saçları ipek şal misali şirin geceliğinin üzerine serilmiş yerleri süpüren pijamasıyla, dün gece ki seksi kadının aksine çok tatlı görünüyordu.

"Günaydın." Genç kız tembel bir sesle konuşup mutfağa girdi.

"Günaydın." Tufan boğuk çıkan sesini temizleyip, "Kahvaltı hazır." dedi.

Hazan'ın gözleri mahcubiyetle sofraya kaydığında ise kolundaki saate kısaca bakıp, "Otobüse yetişmem gerekiyor." diye konuştu. "Daha hazırlanacağım, keşke zahmet etmeseydin."

Tufan onun büzülen dudaklarına, sonra da kuğu gibi beyaz boynuna bakıp nefesini bırakırken gözlerini onun gözlerine zorlukla sabitledi. "Ben seni bırakırım."

"Ne gerek var uyusaydın." dedi Hazan. "Kendim giderdim."

Yaslandığı tezgâhtan ayrılıp masanın önündeki sandalyelerden birini çekti ve oturması için çenesiyle işaret etti. "Gelince yine uyurum merak etme, kahvaltı yapmadan çıkmak yok."

Hazan onun ince düşüncesiyle omuzlarını düşürdü. Niye bu kadar ilgili davranıyordu ki? Onu kendi hâline bıraksa olmaz mıydı? En azından ayrıldıklarında unutması daha kolay olurdu.

"Elimi yüzümü yıkayıp geliyorum."

Hazan arkasını dönüp giderken Tufan onun biçimli vücudundan gözlerini ayırıp dişlerini sıktı. Dün akşamki görüntüler zihninde taht kurmuş Tufan'la kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu.

Gergince elini saçlarının arasından geçirirken arkasını dönüp, "Kahretsin!" diye tısladı. Bir kadına bakarken tahrik olacak yaşı çoktan geçmişti ve dünkü uyarılmanın şokunu hâlâ üzerine taşıyordu.

Üstesinden gelebilirdi değil mi?

İnşallah.

Banyonun kapısı açılıp kapandı. Hazan gülümseyen bir yüzle gelip Tufan'ın çektiği sandalyeye oturdu ve biraz sonra çayı doldurulup önüne bırakıldı. Haşlanmış yumurtası bile soyulmuştu.

Tufan kendine de bir çay alıp onun karşısına geçti. Tabağına kahvaltılık alırken onu izleyen genç kızın tabağına da aynılarından koyup ekmek sepetini uzattı.

Hazan'ın onu izlediğini fark ettiğinde ise hareketi yavaşladı. "Ne oldu?" diye sordu.

Hazan buruk gülümsemesini canlı tutmaya çalıştı. "Beni şımartıyorsun." dedi işi alaya vurarak. "Bana böyle davranmaya devam edersen gitmek istemeyebilirim."

Nerede o günler! "İsabetli bir karar vermiş olursun." diye homurdandı. Bunu sesli mi söylemişti?

Hazan'ın kaşlarını havaya kaldırdığını görünce de sesini temizledi. "Yani durumları biliyorsun, senin için endişeleniyorum."

Yine merhamet, yine vicdan. Hazan'ın gülümsemesi yapay bir hâl aldı. Başını olumlu şekilde sallayıp, "Teşekkür ederim." dedi. "Çok iyisin."

Çok iyiydi Tufan! Hatta öyle iyiydi ki dün gece iradesinin kalan parçalarına yapışıp onu izlerken iyilik melekleri bile şapkalarını onun önünde çıkarıp alkış tutacaklardı!

Zihnine yer edinen ayartıcı görüntüleri bertaraf etmek için, "Bugün kaçta çıkacaksın?" diye sordu. Bir ayağının gergince yerde ritim tuttuğunun farkında değildi.

Hazan dudaklarını büzüp çay bardağını eline aldığında, "Dokuz gibi bırakıyoruz işi." dedi sonra çayından bir yudum alıp haşlanmış yumurtasını çatalıyla bölüp ağızna attı. "Niye sordun?"

Onun nazlıca salınmış saçlarına, geceliğinin yakasının açıkta bıraktığı narin boynuna bakmamaya çalışarak, "Hiç." dedi ifadesiz bir sesle. "Belki bir şeyler yaparız diye düşündüm."

Lokmasını yutan kız, "O saatten sonra ne yapacağız ki?" dedi.

Tufan'ın gözleri kısıldı ve yüzü alaycı bir gülümsemeyle kaplandı. "Sinemaya gidemeyeceğimiz kesin." Hâlâ gülüyordu. "Bir de akşam saati, düşünsene sabaha kadar uyursun."

Yüzünü garip bir şekle sokup onun taklidini yapan genç kız, "Aman hiç fırsatını kaçırma." dedi. Sahte bir öfke vardı yüzünde. "Delinin şeyini öğrendiği gibi artık söyler durursun."

Adamın aşık olunası kahkahası kulaklarına melodi gibi yayıldığında ise nefesini inler gibi bıraktı. Gülümsemesi güzeldi ama kahkahasını tarif edecek kelimeler lügatında yoktu.

"Neyini?" dedi Tufan. Yakışıklı yüzü hâlâ gülümsemesinin verdiği aydınlığı taşıyordu.

"Şeyini işte." Öylesine söylediği kelime öbeğinin içeriğini hiç düşünmeden konuşmuştu. "Şimdi detaylara girmeyelim sofra başındayız."

Tüm gerginliğinin tek sahibi olan kişi yine ışık hızıyla üstündeki gerilimi birkaç sözcükle silip süpürmüştü. Allah'ım, onun her hâline bayılıyordu!

Şekersiz çayını yudumlayıp onun pembeleşmiş yanaklarından gözlerini ayırdı. Yoksa Hazan dikkatle kendisine baktığı için kahvaltısını yapmadan aç aç işe gidecekti.

Birlikte kahvaltılarını yaptıklarında Hazan üzerini giyinmek için gitmiş, Tufan sofrayı toparlamıştı. Genç kız elbette yardım etmek istemişti ama Tufan ona geç kalacağını söyleyince yardım etme eyleminden vazgeçmek zorunda kalmıştı.

Hazan üzerini giyinip odasından çıktı. Tufan çelik kapının önünde onu bekliyordu. Başına açık kahverengi tonlarında bir şal takmış, üzerine kot kumaştan uzun bir ferace giyinmişti ama dünkü görüntüsü Tufan'ın beyninde yer ettiği için kapalı kıyafetleri artık onu saklamaya yetmiyordu. Kahretsin! Göreceğini görmüştü!

Sil aklından! dedi içinden homurdanarak. Allah'tan bunu sesli söylememişti. Yoksa bir de bunun izahıyla uğraşacaktı.

Garaja indiklerinde lüks aracın içine geçtiler. Tufan motoru çalıştırıp yola koyulurken klimayı açtı. Genç kız yeni yeni toparlanıyordu ve tekrar hasta olmasını istemiyordu. Kar yağışı hızlanmış kaldırım kenarlarında beyaz bir tabaka oluşmuştu. Böyle yağmaya devam ederse tahminen yarım saate kalmaz tüm sokaklar beyaza boyanacaktı.

Sanki her gün beraber bir şeyler yapıyorlarmış gibi rahat bir tavırla, "Çıkışta seni almaya gelirim." dedi. "Nereye gitmek istersin?"

Hazan parmaklarını ovuşturup bilmem derecesine dudaklarını büktü. "Hava soğuk olur herhalde, nereye gideceğiz ki?"

Tufan binanın bulunduğu sokaktan ayrılıp caddeye geçiş yaptığında silecekleri çalıştırıp, "Yemek yeriz." diye bir teklifte bulundu. "Olmaz mı?"

Onun nadiren güldüğü anlar dışında her daim asık olan çehresine bakıp iç geçiren genç kız, "Olur." diye mırıldandı.

Her ne kadar sert bir mizacı olsa da, yumuşacık bir kalbe sahip olduğunu artık biliyordu. Kötü bir başlangıç yaptıklarında bile ne olursa olsun korumacı tavrını onun üstünden eksik etmemişti.

Yol boyunca fazla bir şey konuşmadılar. Hazan başını cama çevirip yağan karı izlemiş, Tufan'da trafikten fırsat buldukça onu seyretmişti. Birazdan ayrılacaklar ve onu akşama kadar göremeyecekti. İşe gitmese olmaz mıydı?

Kafeye gidene kadar birkaç kez ağzı açılıp kapandı ama ona bu düşüncesinden bahsetmedi. Eğer kendi parasını kazanmak istiyorsa elbette buna saygı gösterirdi ama paraya ihtiyaçları yoktu ki! Neticede evlilerdi ve onun olan her şey zaten Hazan'a aitti.

Her ne kadar yolun sonunda ayrılık olsa da sonuç buydu.

Kafenin önüne geldiklerinde Hazan'ın eli kapının kulpuna gitti ve inmeden önce, "Teşekkür ederim." dedi.

"Ne demek görevimiz." Çapkın bir şekilde göz kırptı, Tufan.

Genç kız ise istem dışı aralanan dudaklarını kapayıp, göz kırpmasına tepkisiz kalmaya çalışarak araçtan indi. Soğuk havanın bedeninde oluşturduğu rahatlatıcı etkisiyle derin bir nefesi koyverdi ve; "Görmezden gel!" diye mırıldandı. O nasıl olacaksa artık?

Tufan ise onu içeriye girene kadar izledi. Daha sonra eve gitmekten vazgeçerek aracı kabristana sürdü. Gün içinde yine uğrayabilirdi ama şimdilik eve gitme fikri hiç cazip gelmiyordu.

Kardeşinin ziyaretinden sonra istemese de eve döndü. Sessizliğin esir aldığı daireye girdiğinde ise ceketini asıp, uykusu olduğu hâlde yukarı çıkmaktan vazgeçerek mutfağa yöneldi. Su ısıtıcısının düğmesine basıp boş gözlerle etrafa bakarken kocaman ev gözüne bomboş gelmişti. Aslında her şey yerli yerindeydi ama eksiklik vardı.

Kahretsin! Alt tarafı işe gitmişti ve akşam dönecekti ama Tufan bunu bildiği hâlde yine de içini daraltan o hissi atamıyordu. Onu takıntı hâline mi getirmişti?

Elini ense kökünde gezdirip gürültülü bir nefes çekti. Kendisi gece mekâna gidiyor sabaha karşı gelip rutin işlerini hallettikten sonra uyuyordu. Uyku bir kaçış değildi ama en azından yüreğini delen o acıdan biraz olsun sıyrıldığını hissediyordu. Sonrası da hep aynıydı.

Ta ki Hazan pat diye hayatına girene kadar!

Genç kız adımını bu eve attığı günden bu yana her şey başkalaşmıştı. Hazan'ın varlığı onu girdiği karanlık dünyadan biraz olsun soyutluyor nefes almasını sağlıyordu. Önceleri içindeki ön yargılarla ona cephe almış, sonra da gerçeği öğrenince onu kazanmaya çalışmakla geçmişti tüm vakti.

Kafasını onunla öyle doldurmuştu ki, sadece Hazan odaklı bir hayat yaşamaya başlamıştı. Ona alıştığının farkındaydı ama benliğini bu denli işgal edeceğini tahmin etmemişti. Ahh bir de dün gece gördüğü görüntüler vardı!

Allah'ım, onu istiyordu! Saçlarını okşamayı, sarılmayı yanağında ki çukura dokunmayı... En çok da yatağında olmasını deli gibi arzuluyordu.

Isıtıcının görevini tamamladığını belirten sesle dişlerini sıkıp düşüncelerini savuşturmaya çalıştı. Kaynayan suyu kupasına koyup kahveyi eklediğinde, sinir bozucu sessizliğin içinde sandalyeyi çekip oturdu ve arkasına yaslandı. Hayır. Sadece yatağında istemiyordu. Belki bencilce bir davranıştı ama hep yanında olsun istiyordu.

Yaslandığı yerden öne eğilip başını ellerinin arasına aldığında yüzünü sertçe ovaladı. Acaba ne istediğinin farkında mıydı? Hazan ayrılacakları günün çetelesini tutarken kendi duygularına neredeyse gülecekti.

Olmayan iştahı büsbütün kaçtı. Ayağa kalktığında kahveyi evyenin içine boşaltıp kupayı makinenin içine koydu. Uyuması gerekiyordu. Doğru düşünebilmesi için kafasının boş olması lazımdı. Yoksa hortuma kapılıp uzaklara saçılan mantıklı düşüncelerine ulaşması oldukça zor gibi görünüyordu.

🍁

Öğle paydosuna sırayla çıkma sırası Hazan'a geldiğinde genç kız yemeğini yemek için mutfağa geçti. İçerisi hâlâ çok kalabalıktı ve henüz akşam bile olmamışken, yorgunluktan ölüyordu. Yine de gocunmadı, kimse kimseye oturduğu yerde para vermiyordu ne yazık ki. Alnının teriyle kazandığı para için Rabbine her daim şükretmesi lazımdı.

Yemeğini yemeğe başladığında masanın üstüne koyduğu telefonunun şarjının bitmeye yakın olduğunu görüp yüzünü buruşturdu. Şarj aleti evde kalmıştı. Oturduğu yerden ayağa kalkıp etrafına göz gezdirdiğinde tost makinesine bağlı olan üçlü prize baktı ve şarj aleti olduğunu gördü. Sevgi'nin olabilir miydi?

Eğer onunsa izin alıp kullanacaktı. Zira dedesi ya da Gönül arayabilirdi. Dudağının kenarını ısırdığında avucunun içindeki telefonu istemsizce sıktı. Kendini kandırıyordu. Bal gibi de Tufan'ın ona mesaj atmasını ya da aramasını bekliyordu işte.

Siz arkadaşınız, kendine gel! dedi iç sesi. Bu nasıl arkadaşlıktı onu da aklı almıyordu ya neyse...

Bunları düşünmek istemedi. Eğer düşünmeye kalkarsa yine kendi kafasında kurmaya başlayacak, onun kendisine gerçekten ilgisi olduğunu zannedecekti. Ama ne yazık ki onun duyduğu hisler merhametten öteye geçmiyordu.

Yanağının içini havayla doldurup dışarı üflediğinde şarjda ki telefonun güç düğmesine basarak Sevgi'nin telefonu olup olmadığını kontrol etti. Ekran aydınlandığında ise kaşları çatılıp gördüğünden emin olmak ister gibi dikkatle baktı. Bu kızı hatırlıyordu.

Yutkunup mutfağın kapalı kapısına gözleri değdiğinde tekrar ekrana yöneldi. Ezberi iyiydi ve gördüğü yüzü unutacak biri değildi. Tufan'ın evinde gördüğü fotoğraftaki kızın ta kendisiydi.

Telefonu yerine bırakıp, kendi telefonunun ihtiyacını unutarak tekrar yerine oturdu. İçinde çok tuhaf duygular belirmişti ama en baskın olanı meraktı. O kızın, Miraç'ın telefonunun ekranında ne işi olduğunu ve en önemlisi Tufan'la yakınlık derecesini düşünmekten kendini alıkoyamıyordu.

O sırada mutfağın kapısı açıldı. Hazan öylesine dalmıştı ki istemsizce sıçradığında Miraç ona kaşlarını kaldırarak baktı. İfadesiz suratı belki de ilk kez kendisine karşı bir tepkide bulunmuştu.

"Korkma benim."

İş dışında ilk kez ağzından birkaç kelime duyan genç kız, "Yok korkmadım, boş bulundum sadece." dedi. Sonra da onun yanağında ki morarmaya yüz tutmuş kızarıklık dikkatini çekti.

Yalandan tebessüm ettiğinde göz temasını kesti ve yemeği ile ilgileniyormuş gibi yaparken Miraç telefonunun başına gitti. Hazan göz ucuyla onu izliyordu. Eğer aralarında birazcık samimiyet olsa ona, o kızı nereden tanıdığını sorardı ama Miraç etrafındaki herkesle arasına kalın bir duvar örmüş, kimseyi kendi alanına dahil etmiyordu.

Miraç, telefonunu şarjdan çıkarıp mutfaktan ayrıldığında Hazan hareketsizce bir müddet bekleyip dalgınlıkla yemeğini yedi. Tufan'a bu olaydan bahsetse miydi?

Ama öncelikle o kızın kim olduğunu öğrenmesi gerekiyordu. Belki de bilmeden bir yanlış anlaşılmaya sebebiyet verebilirdi. Ne olduğunu anlayamasa da, içgüdüleri onu ihtiyatlı davranmaya itiyordu.

Çok vakit harcamadan yemeğini yedi ve telefonunu şarja takmadan içeriye geçti. Daha kapıyı açar açmaz içerinin farklı kokuları sıcak bir hava eşliğinde yüzüne çarptı. Derhâl not defterini alıp Sevgi'nin verdiği talimatlarla masalara yönelirken aklı hâlâ ekranda gördüğü kızdaydı.

Bir yandan not alıp bir yandan servis yaparken de gözü sürekli Miraç'a kayıyordu. Sigara molası vermek için dışarıya çıktığında, içeriye girdiğinde, müşterilerle ilgilenirken Hazan kendini hep ona bakarken buluyordu ve Allah'tan Miraç kimseyle ilgilenmediği için bu bakışları yakalayamıyordu. Yoksa yanlış anlayabilirdi. Ama Hazan kesinlikle istem dışı davranıyordu. Bu konuya neden bu kadar taktığını ise kendi de bilmiyordu.

Çıkış saatine doğru yorgunluktan ayaklarına kara sular inen genç kız masaların üstünü silip, temizlik yapan Sevgi'ye yardım etti. Genelde bu temizlikte Miraç'da rol alırdı fakat Leman Hanım onu yanına çağırmış neredeyse yarım saattir konuşuyorlardı.

Paspas atılan cilalı zemin kurumaya yüz tutarken sandalyeleri masaların etrafına dizmeye başladılar. Leman Hanım konuşurken Miraç başını öne eğmiş, uzaktan bile olsa gerginliği yüz hatlarından okunuyordu. Hazan'ın gözü sürekli o yöne kayarken merakı ağır bastı ve; "Bir sorun mu var?" diye sordu, Sevgi'ye. "Miraç niye öyle durgun."

Sevgi, Leman Hanım'a ve Miraç'a bakıp umursamazca omuz silkti. Diğer masaya geçtiğinde Hazan'da yanındaki masaya geçti. "Dün sen yoktun. Miraç dışarıda biriyle kavga etti." diye fısıldadı. Onlara bakıp daha sessiz olmaya çalışırken, "Sarışın bir adamdı. Bunun üstüne yürümüş." diye devam etti. "Ben daha sonra gördüm. Miraç kendini niye tuttu bilmiyorum ama adam buna yumruk attığı hâlde bizimki sadece aval aval bakmakla yetindi. Sonra küfürler hava da uçuşmaya başlayınca bu da ona saldırdı."

Sanki o anı yaşıyormuş gibi yüzünü ekşitti. Bir yandan anlatırken bir yandan işlerini yapıyorlardı. Diğer masalara geçtiklerinde, "Sonra müşteriler polisi aramış işte." dedi kısık bir sesle. "Bir de üstüne onlar gelince Leman Hanım köpürdü. Biraz konuştular ama esas konuşma şu an gerçekleşiyor sanırım."

Hazan son sandalyeyi yere koyduğunda, "Üzüldüm." diyebildi. Olayın ne olduğunu bilmiyordu ama Miraç'ın vaziyeti hiç iç açıcı değildi. "Ne olacak şimdi?"

Sevgi, bilmem dercesine dudaklarını büzüp, "Hayırlısı olsun." diye yanıtladı, onu.

Bütün işler tamamlanıp kafe kapanırken Hazan üzerini giyinmiş dışarıya çıkmıştı. Kar artık yağmıyordu ama esen rüzgârla beyaz minik taneler yüzüne çarpıp hızla eriyor, bedeninin titremesine mâni olamıyordu. Kollarını vücuduna sararak etrafına bakınırken az ileride bekleyen Tufan'ı gördü. Dişleri birbirine çarparak araca ilerlerken Tufan sigarasından bir nefes daha çekip ayağının ucu ile ezdi ve gri dumanlar akşamın karanlığına karışırken Hazan'ın ona yaklaşmasını izledi.

Ayağının altında sert sesler çıkaran karlara basıp sonunda aracın yanına ulaşan Hazan, Tufan'a ufak bir tebessüm yollayıp derhâl aracın içine geçti. Şu kısacık mesafede bile donmuştu.

Tufan'da sürücü koltuğuna yerleştiğinde bir eli direksiyonu buldu ve titreyen kıza baktı. Onu arayıp ulaşamadığı için evden vakitli çıkmış, yaklaşık bir saattir burada bekliyordu.

Ona bir merhaba bile demeden, "Daha güzel bir aksesuarla tamamlamalısın süs eşyanı." dedi. Sesi alaycı değildi, gayet ciddi çıkmıştı.

Aracın sıcaklığı Hazan'ın üşüyen bedenini yavaş yavaş gevşetirken, "Hı?" Döküldü dudaklarından. "Hangi süs eşyası?"

Tufan başını iki yana sallayıp aynadan yolu kontrol ettiğinde tüm gerginliği onun masumca açılan gözlerini gördükten sonra buhar olup uçtu. Aracı park ettiği yerden çıkarıp caddede ilerlemeye başladığı sırada tekrar ona kısa bir bakış atarak, "Telefonun diyorum." dedi. "Nasıl olsa aradığımızda ulaşamıyoruz, en iyisi güzelce süsle püsle yanında biblo niyetine taşı."

Sırt çantasını çıkarıp kucağına alan genç kız gözlerini devirip, "Şarjım bitmişti." diye açıklama yaptı. Aklına gördüğü görüntüler geldi ama pat diye söylemeyi de uygun bulmadı. Yeri ve zamanı gelince elbette söyleyecekti. En azından birazcık bilgi sahibi olduğunda... "Şarj aleti evde kalmış. Burada da vakit bulamadım takmak için." diye devam etti. "Yoğunduk."

Tufan ışıkları geçip başka bir yola saptığında günün hiçbir vaktinde azalmak bilmeyen trafiğin içine girdi. "Yoruluyorsun." diye konuştu. Sanki ona değil kendi kendine konuşuyor gibi çıkmıştı düşünceli sesi.

"Hâliyle." Hazan'da önüne dönüp sıcaklığın onu sarmalamasına izin verdi. "Para kolay kazanılmıyor. Mesleğimi elime alana kadar idare etmem lazım."

Tufan daha fazla duramadı. "Neyi idare ediyorsun ben de onu anlamıyorum." dedi. "Maddi durumum ortada, çalışmana gerek var mı sence?"

Hazan'ın yüzü garip bir hâl aldığında gözlerini ona çevirdi. Milim milim ilerleyen trafikte Tufan'da Hazan'a bakıyordu. Önce onun düşünceyle kırışan alnına, ardından da gözlerine baktı. "Bana ne ki senin parandan?" dedi şaşırmış bir sesle. "Sen bugün varsın yarın yoksun. Benim kendi ayaklarımın üstünde durmam gerekiyor."

Tufan onun düşüncesi karşısında dişlerini sıktı. Ayrılık fikri artık diken gibi batmaya başlamıştı. "Biz evlendik, Hazan." dedi sakin kalmaya çalışarak. "Yalan ya da gerçek, sonuçta evlendik. Karım olduğuna göre benim olan her şey zaten senin! Sanki hemen yarın ayrılacakmışız gibi konuşuyorsun."

Genç kızın dudakları aralandı. Karım sözcüğünün üstünde bıraktığı etkiyi görmezden gelmeye çalışarak, "Yarın ya da değil sonuçta ayrılacağız." dedi. Ayrılık kelimesi canını acıtıyordu ama Tufan onu arkadaşı ilan ettiği için bu hissi yok sayması gerekiyordu. "Boşanınca da çalışacağım. Ne fark ediyor?"

"Çok şey fark ediyor." derken düşünmeden konuştu, Tufan. "Şu an evliliğimiz devam ediyor. Ne meraklıymışsın ayrılıp gitmeye!"

Hazan'ın güzel gözleri irileşti. Ondan böyle sert bir çıkışı hiç beklemiyordu. Dudakları birkaç kez açılıp kapandığında, "Bunun merakla ne ilgisi var?" diye sordu. Telefon mevzusundan geldikleri yere bak! "Sen değil miydin, kısa süreli bir evlilik olacak diyen? Bunu şart koşmamış mıydın?"

"Dilimi si-" Tufan, dişleri arasından süzülen kelimeyi son anda yakalayıp, "Ama o zaman seni tanımıyordum." diye saçmalayarak durumu toparlamaya çalıştı ve gözlerini kısa bir an ona çevirip kafası karışık gibi görünen yüzüne baktı. "Kısa sürecek dediysek, mevcut sorundan tamamen arındığında bitecek dedik. O zamana kadar çalışmana gerek yok demek istiyorum. Boşuna yoruluyorsun."

Hazan nefesini yorgunca üfleyip önüne döndü. Hislerinin karşılıksız oluşuyla omuzları yenilgiyle düşerken, "Boşa değil." dedi mırıltıyla. "Evinde kalıyorum diye yan gelip yatamam. Hem..." Gözlerinin düştüğü parmaklarını gergince ovuşturup yutkundu. "Yemek içmek neyse de, benim de kendime göre ihtiyaçlarım var. O yüzden senin paranı istemiyorum."

Gücenmiş sesi somut bir varlık gibi aracın içini doldurduğunda Tufan'ın gözleri, onun yaralı bakışlarını buldu. Ne kadar affettiğini söylese de için de bir yerlere hâlâ onarılmayı bekleyen bir yaranın var olduğunu kavramıştı.

Onu ne kadar incittiğini hatırladıkça kafasını sert bir yere vurma isteği ile doluyordu. Öyle ki bir araba dayak yese yine içi soğumazdı. Öylesine karmaşık hislerle boğuşuyordu ki kendine olan kızgınlığı ile ağız dolusu bir küfür savurup kornaya asılırken, genç kızı ne kadar ürküttüğünün farkında bile değildi.

"Ne yapıyorsun?" diye sordu Hazan. Hilâl kaşları çatılmış, sesi yüksek çıkmıştı. "Trafik var görmüyor musun? Sen kornaya basınca adam uçarak mı gidecek?"

Tufan kendisine olan öfkesini bünyesinden söküp atamadığı için bu sefer de selektör yaparak, tekrar kornaya bastı. Tüm hiddetini aracın sahibine yöneltip, "İki saattir önümde bekliyor, şerefsiz!" dedi dişlerinin arasından. "Uçsun! Ayakta uyumasın!"

Hazan öndeki araca ve onun önündeki araçlara kısaca bakıp, "Sakin olur musun?" diye konuştu yüksek bir tonlamayla. "Trafik sıkışık görmüyor musun?"

O sırada önlerinde bulunan beyaz araçtan Tufan'ın yaşlarında takım elbiseli bir adam indi ve sinirli suratıyla araçlarına doğru yürümeye başladı.

Burnunun yanındaki kasları öfkeyle hafifçe seğirirken, "Gel bakalım, gel!" diye tısladı, Tufan.

Kapıya asılıp çıkacağı zaman Hazan endişe dolu bir sesle, "Ya ne yapıyorsun?!" diye bağırdı. "Kavga mı edeceksiniz? Nereye gittiğini sanıyorsun?"

Tufan benliğini esir alan öfkesi sayesinde Hazan'ın gözündeki endişeyi bile göremedi. Hırsını başkasından almak için kolunu çekip aşağıya indiğinde Hazan, milim milim ilerleyen trafikte hemen kendini aşağıya atıp doğrudan iki adamın yanına vardı. Bedeni birden adrenalinle yüklenmiş kalbi hızlanmaya başlamıştı.

"Kör müsün trafiği, birader?" dedi adam sinirli sesiyle. Takım elbisesinin ceketini kenara itip elini beline koydu. "Ne basıp duruyorsun kornaya?"

Yanlarından usul usul ilerleyen araçların farları Tufan'ın öfkeli yüzüne yansırken, "Asıl sen ne sallanıp duruyorsun lan!" diye bağırdı. Aynı anda adamın üstüne yürüdü fakat Hazan onun koluna yapışmıştı. Trafiğin orta yerinde kalmış olmaları Tufan'ı zerre kadar etkilemiyordu. "Ne diye her gelene yol veriyorsun? Sabaha kadar senin ilerlemeni mi bekleyeceğiz?!"

"Çattık ya!" Adam etrafına bakınıp dudaklarını yaladı. "Herkes gibi ben de bekliyorum. Arada boşluk bulan dalıyor. Sen de dal."

Tufan kırmızı görmüş boğa gibi burnundan solurken, "Ben şimdi sana dalacağım!" diyerek tekrar üstüne yürüdü fakat koluna yapışan beden buna müsaade etmiyordu. Onu savurup gidemeyecek kadar da mantığının bir parçası hâlâ yerindeydi çok şükür!

Hazan onun kolunu sıkıca tutup kendisine bakmaya zorladı fakat Tufan sadece adama bakıyordu. Sert bakan gözlerinin kararmış hâliyle içi ürperirken, "Bin arabaya Tufan, herkes bize bakıyor!" diye konuştu. Soğuktan ve yaşadığı gerginlikten dolayı titriyordu.

Diğer adam, genç kıza şöyle bir baktı. İçinden sabır çekerek, aynı anda da gülerek başını iki yana salladığında Tufan bu bakışları çok yanlış anladı ve vahşilik kuşanmış gözlerinden bir an tehlikeli şimşekler geçerken adamın üstüne yürüdü.

"Ne bakıyorsun lan karıma?!"

Hazan'ın elinden kurtulan kolu ileriye atıldığında adamın yüzüne yumruğunu geçirip, Hazan'ın çığlığı arasında, "Gözlerini oyarım senin!" diye kükredi. Etraftan gelip geçen araçların içindeki insanlar da film izler gibi onları seyrediyordu.

Tufan adamın üstüne tekrar yürüyeceği an, iki gergin bedenin arasına giren genç kız ellerini Tufan'ın sert göğsüne dayayıp, "Saçmalamayı keser misin artık?!" diye bağırdı. Hemen arkasını dönüp korkulu gözlerle adama çabuk bir bakış atıp tekrar Tufan'a yöneldi. Araç farlarının yansıdığı yüz hatları sanki daha da keskinleşmiş, sert yüz ifadesiyle korkutucu görünüyordu. "Durduk yere neden kavga çıkarıyorsun?"

Durduk yere değildi. Karısına gülümseyen o ağzı parçalayacaktı. Kontrolünü kaybetmiş gibi burnundan sert soluklar alırken, "Araca geç Hazan!" diye tısladı.

"Hayır!"

Çenesini ovan adam, Tufan'ın belinde parlayan metali gördüğünde sırf olay daha fazla uzamasın diye onun yumruğuna karşılık vermek yerine elini telefona attı. "Dur sen!" dedi kendi kendine. Polisi arayacaktı. Olayın şokuyla niye baktığını, neye güldüğünü o da hatırlamıyordu ama bildiği bir şey varsa bu adam kesinlikle manyaktı!

Gerçi hepsi az önce çıplak bacaklarının fotoğrafını atan kız yüzünden olmuştu ama neyse... Onunla da araca geçince ilgilenecekti.

Hazan'ın kalbi ise uzun zaman sonra gümbürdeyerek ritmini şaşırdığında Tufan'ın göğsüne yasladığı elleri aşağıya kayar gibi oldu. Sesler anlamsızlaşıp kulağına boğuk boğuk gelmeye başladığında ise, "Lütfen gidelim." diye fısıldadı. Onun gözlerine tutunan gözleri odağını kaybederken sesi varla yok arasında gelir gibi belirsizdi.

Tufan'ın gözlerine inen kara perde, Hazan'ın bitkin sesiyle yavaş yavaş kalkarken onun solgun yüzüne baktı ve tüm öfkesi, yerini endişe dolu bakışlara bıraktı. "Neyin var, İyi misin?"

İçinden bir güç çekilip kalp atışlarını neredeyse boğazında hisseden genç kız sarsak bir adımla Tufan'ın ceketinin yakasına zorlukla yapıştı ve Tufan bir anda ceketine asılan narin bedeni kollarının arasına aldı.

"Hazan iyi misin diyorum?!"

Başı dönen genç kız hem yorgunluktan hem de yaşadığı gerginlikten dolayı bitkin çıkan sesiyle, "Su verir misin?" diye mırıldandı. Kalbi göğsünü yarıp dışarı çıkmakla tehdit ediyordu onu.

Tufan kolunu karısının beline sarıp araca yönlendirdiğinde artık hiçbir şey umurunda değildi. Onu, sürücü koltuğuna oturtup arka kapıyı açarak su aramaya başladı. Kahretsin yoktu!

Kapıyı sertçe kapatıp yeniden yanına varmadan önce hâlâ tıkalı olan trafiğe baktı. Hareket etse dahi oldukları yerde saymaya devam edeceklerdi. Aracı kenara çekme gibi bir şansı da yoktu. O da başka seçeneği olmadığı için dörtlü lambaları yaktı ve dizlerinin üstüne çökerek Hazan'ın yüzünün her santimini endişeyle süzdü. Nasıl bu kadar düşüncesizce davranabilmişti?

"Burada bekle." dedi telaşı sesine yansırken. "Su alıp geleceğim."

Tam kalkacağı sırada Hazan onun koluna tutunup kalkmasını engelledi. "Beraber gidelim, lütfen." dedi ve başını kaldırıp Tufan'ın arkasındaki adama kaydı bakışları. "Uzamasın, bin hadi şu arabaya."

Tufan koluna dolanan parmakların üstüne elini koyup, kendisinden beklenmeyen bir sakinlikle. "Uzatmayacağım." dedi, "Hemen su alıp geleceğim."

Tufan omzunun üstünden uzanan elin farkına vardığında önce su dolu pet şişeye sonra da arkasına baktı. Az önce yumruğundan nasibini alan adam, ondan beklemediği bir davranışla su getirmişti.

Sanki az önce Tufan'a kinlenen kişi kendisi değilmiş gibi, "Hata bendeydi kusura bakmayın." dedi mahcup bir sesle. Kıza da çok acımıştı. "Telefonla konuşuyordum dikkatimi yola veremedim. Ama hanımefendiye de art niyetle bakmadım, yanlış anlaşılma olmasın."

Tufan, tartan bakışlarını adamın yüzünde gezdirip ağzını açacağı an yumuşak bir elin, yanağına dokunduğunu hissetti. Bedeni bu dokunuşla taş kesilip çehresi yavaşça Hazan'a döndüğünde ise onun güzel yüzüyle karşılaştı.

"Özrü kabul etmek erdemliktir." diye fısıldadı Hazan. Saçma bir şekilde gelişen olayın daha fazla büyümesini istemiyordu. "Ki, sen de hatalısın, farkındasın değil mi?"

Tufan, yanağında şekillenen narin elin yumuşak dokusuyla sertçe yutkunurken aklındaki her şey silinip gitti. Onun bahar yeşili gözlerine kenetlenip kalmışken ve elinden yayılan ten kokusu algılarına yerleşirken ardı ardına yükselen korna sesleri dağılan zihnini biraz olsun toparlamasına yardımcı oldu.

"Bana yemek sözün vardı." diye fısıldadı, Hazan. Sonra gülümsedi ve Tufan tekrar yutkunurken yanağında ki elin hiç çekilmemesini arzu etti. "Bu suyu alacağım." Hazan'ın sesi her ihtimale karşın ihtiyatlı çıkmıştı. "Sen de, eğer birazcık hatırım varsa üstüne düşeni yapacaksın. Anlaştık mı? Sofranın başında konuştuklarımızı hatırla lütfen."

Elinde ısısını bırakan tenden uzaklaşıp suyu aldığında birkaç yudum içip adama teşekkür etti. Kalbi hâlâ çarpıyordu ama az önceki güç gösterisi biraz olsun yerini daha sakin atışlara bırakmıştı.

Aklı biraz olsun başına geldiğinde, "İyi misin?" diye sordu Tufan. "Kalbin mi hızlandı yine?"

Hazan başını salladı. "Geçti sayılır, iyiyim çok şükür." Tıpkı onun gibi endişeyle kendisine bakan diğer adama kısaca bakıp, "Biraz daha iyi olmamı istiyorsan lütfen hatanı kabul et." diye fısıldadı.,

Tufan, kontrolsüz davranışı yüzünden onu bu hâle soktuğu için kendine küfürler ederek ayağa kalktı. Hazan, anlayışlı bir şekilde gözlerini usulca yumup açtığında ise ne kadar isteksiz olursa olsun, olumlu bir baş sallamanın ardından yönünü adama döndü.

Hayatında ilk defa dövdüğü bir adamdan -gerçi dövmek de sayılmazdı ama yumruk atmıştı işte- ilk defa özür dileyecekti. Tüm hıncını bu adamdan almıştı. Ama yine de işin ucunda Hazan'ın hatırı olmasa kimse Tufan'a bunu yaptıramazdı! Bunda adamın olgun yaklaşımı da vardı fakat en önemlisi Hazan'ı asla kıramayacak olmasıydı. Allah'ım! ipler ne ara onun eline geçmişti, ne ara Hazan'ın ağzından çıkacak iki kelimeye bakar olmuştu, bilmiyordu.

Zaten sıkışık olan trafik onların yüzünden kilitlenip milletin ileriye gitme çabasıyla fazladan gürültü oluştururken Hazan'ı bu gergin alandan bir an çıkarmak maksadıyla sesini temizledi. Aslında hatalı olanın kendisi olduğunu da biliyordu ama bunun üstüne adamın basit bir gülüşü ve bakışıyla kendini tamamen kaybetmişti. Sıradan bir insana göre abartılacak bir şey de yoktu zaten. Ama Tufan sıradan bir insan olmayacak kadar manyaktı!

Karşısındaki adam sessiz sakin öylece beklerken, "Sen de kusura bakma." dedi, kendine bile yabancı gelen bir sesle. "Ben de hata vardı." Vay be gerçekten söylemişti!

Adam anlayışla başını sallayıp, onların yanından uzaklaşırken Hazan oturduğu yerden usulca ayaklandı. Parmak uçlarında yükselip, Tufan'ı yeni bir şokun etkisinde bırakarak yanağını öptüğünde ise, "Teşekkür ederim." dedi fısıldadı.

Tufan başını ağırca ona çevirdi ve kalbi alışık olmadığı bir hızla çarpmaya başladı. Genç kızın gözleri rüzgârın dokunduğu mum ışığı titrekliğinde parlıyor, sanki çok başka bakıyordu.

🍁

Lütfen oy vermediysek verelim. Hiçbir maddi kazancım olmayan bu platformda oylarınız ve yorumlarınız beni acayip mutlu ediyor. Bu da bana yetiyor❤️

Lütfen oy vermediğiniz bölümlere oy verin. Eğer bu bölümden başlayıp geriye doğru giderseniz sizi rahatsız eden reklamlarla karşılaşmayacaksınız.

Yeni bölüm bildirimleri ve ufak spoiler için de profilimi takip etmeyi unutmayın😘  sihirlisonbahar 🖤

Çok ama çok, çok seviliyorsunuz♡♡♡♡♡♡

Continue Reading

You'll Also Like

53.9K 931 35
İstediğini elde eden ruh hastası şımarık bir ağa çocuğu Kendisini seven psikopat ruh hastasından kurtulmaya çalışan masum kızımız DURHAN~TUTKU NUN...
16.9K 773 51
Küçükken âşık olduğu çocukla yetişkin olduktan sonra anlaşmalı olarak evlenen Aleyna'nın hikayesi. İlk olarak anlaşmalı bir evlilik olarak görünse d...
40.1K 1.5K 30
Melin; Kaç kez diyeceğim seninle davete gelmeyeceğim diye, hediye yollayıp durma! Ekin Soner; Kabul edene kadar yollayacağım. Melin; Desene o zaman p...
355K 21K 21
Falcı numarası yerine Rus Mafyasına yazmak hayatın bana oynadığı bir oyun muydu? Belki de aşkın tatlı olmayan bir tesadüfüydü... Mafya Bey; Küçük bi...