DÖNÜM NOKTASI

By sihirlisonbahar

1.7M 82.1K 18.7K

Kapı aralığından gözüne çarpan çıplak bedenle olduğu yere çakılı kaldı. Alkolün esir aldığı beyni ona oyun oy... More

|PROLOG|
Dönüm Noktası- İlerleyen Bölümden Bir Kesit
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
KAÇIR BENİ!!!
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. BÖLÜM

23. Bölüm

37K 2K 169
By sihirlisonbahar

23. Bölüm

🍁

Gözlerini açtığında oturma odasında tek başınaydı. Yaslandığı yerde doğrulup geniş omuzlarını esnetti ve elini ensesine atıp ovmaya başladı. Hazan yoktu. Önce lavaboya gittiğini düşündü fakat gece üzerine örttüğü battaniyenin düzgünce katlanıp kanepenin üstüne konulduğunu görünce sessiz bir küfür homurdanarak ayağa kalktı. Genç kızın telefonu ve çantası da yoktu.

Telefonunu eline alıp odadan çıktığında mutfağa geçti. Hazan'ın telefon numarasına basıp arama yaparken de ısıtıcıya kahve suyu koydu. Gece boyunca Hazan'ın ateşini kontrol etmiş, sabaha karşı dalmıştı ve normalde çıt çıksa uyanan adam onun evden gidişini bile duymamıştı.

Arama sonlandığında önce ekrana baktı, sonra yeniden aramak yerine ona mesaj yazmaya başladı. Bu kız hasta hâliyle ne diye işe gitmişti ki?

Gönderilen: Hazan

"Hasta hâlinle neden işe gittin? İlacın birisi aç karnına alınacaktı, onu aldın mı?"

|10.02|

Su kaynadığında kupanın içine boşaltıp kahvesini karıştırdı ve sandalyeye oturup bir yudum aldı. Böyle planlamamıştı. Ona kahvaltı hazırlayacak, ilaçlarını içtikten sonra gönlünü almak için dışarıya çıkaracak ve sonra da özür dileyecekti.

Evet tam olarak böyle yapacaktı çünkü hiçbir şey yapmadan özür dilemek istemiyordu. Gerçi dün gece kaş yapayım derken göz çıkarmış da olabilirdi, zira genç kızı yine tehdit etmiş sinirden köpürmesini sağlamıştı fakat bu seferki tamamen onun iyiliği içindi. Telefonu titreyince gelen mesajı açtı.

Gönderen: Hazan

"Vicdanın ek mesai yapıyor sanırım."

|10.06|

Tufan kahvesinden bir yudum daha alıp arama kısmına basarak bekledi fakat telefonu meşgule düşünce dirseklerini masaya yaslayıp cevap yazmaya başladı.

Gönderilen: Hazan

"Neden açmıyorsun? İyi misin diye merak ettim. Ayrıca ilaçlarını aldın mı diye sordum."

|10.07|

Mesajı gönderip, bir ayağı istem dışı yerde ritim tutarken kahvesini içmeye devam etti. Gözü ise telefonun açık ekranında, mesaj penceresinin üstündeydi. Bakışlarını salonun büyük penceresine çevirip cama vuran damlalara baktığında diğer elinin parmakları şakaklarını buldu. Uykusuz kalmasına karşın yüzünde yorgunluk ibaresi yoktu ama kapalı hava, boğucu kasvetiyle insanın içini karartan cinstendi. Telefon tekrar titredi.

Gönderen: Hazan

"Benim için bu kadar endişelenmen gözlerimi yaşartıyor ama gerçek yüzünü gördükten sonra bu ilgili hallerine sadece gülüyorum. Arama lütfen müsait değilim."

|10.11|

Yanağının içini kemirdiğini fark eden Tufan güler gibi bir ses çıkartıp Hazan'ın profiline giderek onu 'İnatçı Rapunzel' diye kaydetti. Sonra kalan kahvesini içti ve telefonu masanın üstünde bırakıp odasına duş almaya çıktı. Dün gece mekâna gitmemişti. Önce Hamza Bey'in ofisine uğrayacak sonra da Kemal'i arayıp her şeyin yolunda olup olmadığını öğrendikten sonra Hazan'ın iş yerine gidecekti. Belki ayarsızca davranıp kızın çok üstüne gidiyordu ama bir şekilde kendisini affettirmesi lazımdı.

Evden çıkıp garaja indiğinde aracına atlayıp Hamza Bey'in ofisine gitti. Ankara'dan döndüğünden bu yana Hamza Bey ile hiç karşılaşmamışlardı. Buraya erken döndüğü için bozuk attığını biliyordu fakat işi bittikten sonra onu orada kimsenin tutamayacağını da patronunun bilmesi gerekiyordu.

Sarmal merdivenleri aşıp yukarıya çıktığında, kapıyı vurup tüm ciddiyetiyle içeriye girdi. Hamza Bey'in yanındaki iki elemanı dışarıya çıktığında ise büyük masanın önündeki deri koltuğa oturup, başıyla patronuna selam verdi.

Hamza Bey ise, "Oo." dedi abartıyla ve arkasına yaslandı. "Taze damat gelmiş."

Tufan şaşırsa da ona belli etmedi. Sonuçta yakın arkadaşlarından ikisi bildiğine göre birinden biri söylemiş olmalıydı ama acaba hangisi yemeden içmeden yetiştirmişti. Ali'yi biraz olsun tanıyorsa o değildi ve geriye tek bir kişi kalıyordu.

Ciddi yüz ifadesiyle iç geçiren Tufan kayıtsızca patronuna bakmaya devam ettiğinde, "Hoş bulduk." dedi. "Nasılsınız?"

Hamza Bey hafifçe tebessüm etti ve tombul yüzündeki çizgiler biraz daha belirginleşti. Gözlerinin içi parlıyordu. "İyiyim." derken manidar bir şekilde güldü. "Duyduğuma göre düğün falan yapmamışsınız."

Pat diye onu görür görmez işi gücü bırakıp bunları sorması Tufan'ın garibine gitti. Adamın keyfi gayet yerindeydi ve Tufan onun bu meraklı hâline karşın kaşlarını havaya kaldırdığında, "Ali mi, Kemal mi?" diye sordu.

Kahkaha attığında gömleğini zorlayan göbeği sarsılan Hamza Bey masanın üstündeki içkisinden bir yudum aldı. "Ketum Ali'nin ağzından laf almak için kerpeten lazım. Sağ olsun Kemal daha ilk günden yumurtladı ama ben arayıp tebrik edemedim. O da benim kusurum."

Hamza Bey'in neşesine anlam veremeyen Tufan sert yüz ifadesine rağmen hafifçe gülümseyip, "Sorun değil." diye geçiştirdi. Kemal kadar boş boğaz biriyle hâlâ neden arkadaşlık yaptığını sorgulamadan edemiyordu.

Patronu göz kırptığında başını iki yana salladı. "Kaçırdın mı kızı, Tufan? Ondan mı alelacele döndün?" İmalı bakışları kısılmış; hâli, tavrı hiç de öylesine sorar gibi değildi. "Kusura bakma aklıma başka bir şey gelmedi. Sonuçta bir hafta bile kalmadın. Ne ara buldun, ne ara evlendin merak ettim doğrusu."

Tufan konudan rahatsız olmuş gibi bacağını diğerinin üstüne çaprazlama attığında dirseklerini koltuğun iki yanına koyup parmaklarını birleştirdi ve gergince arkasına yaslandı.

"Biraz karışık mevzular." dedi renksiz bir sesle. "Öyle oturup konuşacak kadar mühim bir konu değil ama evet, aceleye gelen bir evlilik oldu."

Onun yırtıcı sakinliği karşısında Hamza Bey basit bir baş eğme hareketiyle konuyu orada kapatıp, daha fazla soru sorma gereği duymadı. Sonuçta özel hayatıydı ve onu ilgilendirmiyordu. Fakat ilk duyduğunda gerçekten şok olmuştu. Hayatına giren sayısız kadınla yeterince ün salmış bir adamın damdan düşer gibi pat diye evlenmesi kafasını karıştırmış, işin içinde bir bit yeniği olduğunu düşünmüştü. Gerçi hâlâ öyle düşünüyordu ama üstelemedi. Önemli olan Tufan'ın düzelip gelmesiydi. Bunu da bir parça başarmış gibi görünüyordu. Anlaşılan hesapta olmayan bir evlilik Tufan'ı biraz olsun düzlüğe çıkarmıştı. Bunu da zaten Kemal'in ona anlattığı kadarıyla biliyordu ki, şimdi o eski hâlinden eser kalmadığını kendi gözleriyle de görmüş oldu.

"Hayırlı olsun yine de." dedi anlayışlı bir tavırla. "Bir gün tanıştır beni gelinimle."

Tufan teşekkür babında başını sallayıp, "İnşallah." diye konuyu sonlandırdı. "Siz nasılsınız? Hemen yanınıza gelemedim kusura bakmayın."

İçten bir şekilde gülümsemeye devam eden adam başını hızla iki yana sallayıp masanın üstündeki tespihini alıp sallamaya başladı. "Keşke gelseydin ya da arasaydın. Sana nikâh izni verirdim. Sonuçta yeni evlisiniz."

Konu kapanmayacaktı anlaşılan. Çenesinden kurtulamayacağını anlayan Tufan istifini bozmadan ona dümdüz baktı. "Anlayışınız için teşekkür ederim. Zaten birkaç gün geçemedim mekâna, ona sayarız."

Anlayışlı ifadesiyle, "Ben ciddiyim." dedi Hamza Bey. "Gitme mekâna bir hafta izin kullan, eşinle vakit geçir kafan dağılsın."

Hiç aklında olmayan fikirle Tufan kısa bir an düşündü. Hazan akşamları evde oluyor, kendisi ise o vakitte mekâna geçiyordu. Aslında bu durum Hazan'a kendini affettirmesi için iyi bir fırsat olabilirdi. Gerçi onun kendisine olan tutumunu göz önünde bulundurunca, boşa kürek çekiyormuş gibi hissediyordu ama Hazan'ın atladığı bir detay varsa o da daha Tufan'ı tanımıyor oluşuydu. O müsaade etmese bile hatasını telafi edecek, aralarını düzeltmeden onu bu evden göndermeyecekti.

Kafasında şekillenen planla daha atağa geçmeden zafer kazandığını zanneden tarafı galip gelerek ona ayakta alkış tuttu. Hazan'ın pek hoşuna gitmeyecekti ama zafere giden her yol Tufan için mubahtı. Evet, bu durumu değerlendirip iznini kullanacaktı. Gerçi Hazan onu görünce kaçacak delik arıyor, yan yana kalmaktan bile hoşlanmıyordu ama bunu da önemsememeye çalıştı. Bu his içinde garip bir sıkıntı oluşturduğunda ise hoşlanmadığı duygunun nedenini kendine açıklamak yerine yine kaçmayı tercih etti.

"Kafamda böyle bir şey yoktu ama siz öyle düşünüyorsanız bana uyar." diye sakince konuştu, Tufan. Sonra da buraya gelme nedenlerini konuşmak için sesini temizledi. "Ankara'da durumlar nasıl? Ali ile pek konuşmadık, var mı tatsız bir durum? Size haber veriyordur."

Hamza Bey'in az önce ki güleç yüzü düştüğünde elindeki tespihi biraz daha hızlı çekmeye başladı. Gerginliğini yansıtmaya devam ederken de, "Dün konuştuk." dedi. "Birkaç kişi gelip seninle ilgili sorular sormuşlar, pek tekin birilerine benzemiyorlarmış. Ertesi gün de Ali'nin arabasının lastikleri patlatılmış." Huzursuzca nefes alıp içkisini içtiğinde kaşları çatıldı. "Bizimkiler güvenliği arttırmışlar. Aslında basit bir olay gibi görünüyor ama yine de canım sıkıldı."

Tufan'ın kara bir kuyuyu andıran gözlerinin içi hiddetle parladı fakat duruşu hâlâ sakindi. "Bence değil." dedi. "Yani uzaktan bakıldığında basit gibi ama ufaktan göz dağı veriyorlar gibi geldi." Kalın, kavisli kaşları koyu gözlerinin üstüne yıkıldı. "Hasım sahibi olacak kadar Ankara'da bulunmadığıma göre de bunlar malını yaktığımız adamlar olabilir."

Hamza Bey kafasını salladı. "Bana da öyle geliyor."

Canı sıkılan Tufan elini çenesine götürüp sıvazladı ve kısılan gözleri Hamza Bey'in arkasında ki boşluğa daldı. "Muhtemelen onlardır." Düşünceli bakışları tekrardan Hamza Bey'i bulduğunda, "Ali'yi arayıp konuşurum." dedi. "Ama gerçekten zarar vermek isteseler sadece aracın tekerleklerini patlatmazlardı. Dediğim gibi akılları sıra göz dağı veriyorlar."

"Olabilir. Ama benim canımı sıkan seni aramaları oldu. Hiçbirinize zarar gelmesini istemiyorum, Tufan. Ali'de benim için değerli ama sen babanın emanetisin. Dikkat et, oğlum."

Tufan başını sallayıp keskinleşmiş gözleriyle ona onay verdi. "Ellerinin buraya kadar uzanacağını sanmıyorum. Ufak işler yapan birilerine benziyorlardı."

"Bu daha kötü ya, belki de ellerindeki tüm malı siz aldınız. Her şeyini kaybetmiş insanlar daha tehlikeli olur." Hayıflanmaya benzer bir nefesi bırakıp olumsuzca başını salladı. "Keşke direkt polise haber verseydiniz. Bazen kendi başına iş yapmandan hiç haz etmiyorum."

"Geçti artık. Olan oldu şimdi gözlerini dört açsınlar. Mekâna zarar vermeye kalkabilirler."

Tufan'ın sözleri üzerine Hamza Bey, "Mekân değerli ama çalışanlarım benim için daha kıymetli." dedi. "Bakalım artık dediğin gibi iş işten geçti. Ben arar yine konuşurum olmadı bir görünüp gelirim, Tolga komisere olanlardan bahsettim zaten onların gözü de bizim mekânın üstünde olacak."

Tufan'ın telefonu çalmaya başladığında yerinde biraz geriye kayıp telefonunu çıkardı ve bilmediği bir numara görünce açmaktan vazgeçip tekrar cebine koydu. Arayan her kimse biraz sonra yeniden arayabilirdi.

"Emre nasıl?" diye sordu konuyu değiştirerek. "En son beni aradığında canı sıkkındı." Ağzında ekşi bir tat oluştu ve yutkunmadan edemedi. "İçip içip Aslı'nın mezarına gitmiş, konuşurken pek iyi değildi."

Hamza Bey'in az önceki sert görüntüsüne bu sefer hüzün dolu bakışlar eşlik etti. Zaten esmer olan teni sanki biraz daha karardı ve kadehinde ki son yudumu içip gözlerini Tufan'dan kaçırdı. "Biliyorsun, aynı okulda okuyorlardı. Az çok samimi olmuşlardı ve böyle bir şeyi beklemediği için bu ölüm onu da çok sarstı." Üzgünce tekrar Tufan'a baktı. "Gerçi hepimizi sarstı orası ayrı bir konu ama Emre çok etkilendi."

Tufan patronunun duygu karmaşası yaşayan gözlerine bir müddet kuşkuyla bakıp sessiz kaldı. Yersiz tutumlar sergiliyor olabilirdi ama elinde değildi. Onun gibi hayat dolu bir kızın intihar edişi herkesten şüphelenmesine neden olmuştu. Ya da Hazan'ın dediği gibi şizofren olmuş olabilirdi.

"Bilmiyorum, kendini bu kadar kaybetmesi tuhafıma gitti açıkçası." dedi dürüst davranarak. Yakınlık derecelerini bile bilmediği için abiliğini sorgulaması lazımdı ama neyse.

Hamza Bey dudaklarını büküp, "Daha çok ilgilenmediği için kendine kızıyor aslında." diye açıklama yaptı. "Ne diyebilirim ki? Yanına fazla yaklaştırmıyor bu aralar ama ben yine de konuşurum. Kendine çeki düzen vermesi lazım. Seni arayıp acını tazelemeye hakkı yok."

Tufan bıkkınca soluyup ayağa kalktı. Ofis sanki birden bire küçülmüş ona hava alacak bir alan bırakmamıştı. Dönüp dolanıp aynı şeyleri gündeme getirmesinin de bir faydası yoktu zaten. Bu arada telefonu tekrar çalmaya başlayınca yeniden meşgule attı ve Hamza Bey'e, "Ben çıkıyorum." dedi. "Önemli bir şey olursa ararsınız."

Ayağa kalkan patronu onu başıyla onayladığında ise, "Kafanı dinle." diyerek tembihledi. "Gelin hanıma selamlar."

"Eyvallah."

Tufan ofisten çıkıp aşağıya indiğinde aracını park alanından çıkarıp telefonunu eline aldı. Az önceki numarayı aramayı düşünürken aklına Hazan geldi ve tekrar onu aradı. Hat yine meşgule düştüğünde ise sinirli bir gülüş sergileyip yağmurun ıslattığı caddede aracını sürmeye devam etti. Onu görmek, nasıl olduğunu bilmek istiyordu ama anlaşılan hanım efendi fazla yoğundu. Ya da sesini duymak istemiyordu. Bu düşünceyle yine içinde hoşlanmadığı bir duygu oluştu.

İrdelemedi. Kayıtsızca akıp giden yola kendini vererek aracını doğrudan mezarlığa sürdü. Önce Aslı'nın yanına uğrayacak ardından da market alış verişi yaptıktan sonra Hazan'ı işten alacaktı. Her ziyaret dönüşü ruh sağlığı biraz daha bozulsa da buna alışmak zorundaydı. Onun başucuna vardığında kendisini duyacakmış gibi dakikalarca konuşuyor, toprağının üstünde biten yabani otları özenle temizleyip, götürdüğü çiçekleri bırakıyordu.

Mezarlık dönüşü markete uğrayıp alışveriş yaptıktan sonra eve gidip aldıklarını yerleştirdi. Kafasını biraz olsun dağıtmış evden çıkıp Hazan'ın yanına giderken neredeyse akşam olmuştu. Önce kafeye girip onu görmek istedi fakat Hazan'ı huzursuz etmemek için aracını karşı kaldırıma çekip içinde beklemeye başladı. Gündüz yağan yağmur şiddetini arttırmış, arabanın camlarından akan sular görüş alanını kapatırken silecekler de çalışmadığı için dışarıdan tamamen izole olmuş durumdaydı.

Yaklaşık bir saat kadar orada bekledikten sonra buharlaşan camı aralayıp, kafenin girişini takip etmeye devam etti. Kaçta çıktığını bilmiyordu ama dün akşam karşılaştıklarında saat bir hayli geç olmuştu. Hoş, onun kendisiyle gelmek istemeyeceğini de tahmin ediyordu ama şansını denemek zorundaydı.

Kafenin kapısı açılıp Hazan omzuna astığı çantasıyla dışarıya çıktığında Tufan'ın eli kontağa uzandı ve aracı çalıştırıp ilerideki ışıklardan sağa dönerek onun bulunduğu istikamete doğru sürdü. Durağa doğru hızlı adımlarla yürüyen genç kız kollarını vücuduna sarmış, başını yere eğmiş vaziyette kendini yağmurdan korumaya çalışıyordu.

Durağa yaklaşmadan önce aracı yavaşlatıp camını biraz daha aşağıya indiren Tufan, "Hazan." diye seslendi.

Genç kız yoğun yağmurdan dolayı yüzünü buruşturmuş aracın içine bakıyordu ama hızını kesmedi. Gördüğünden memnun olmamış gibi başını iki yana salladı ve yürümeye devam etti.

Yolun kenarında usul usul ilerlemeye devam eden Tufan ise tekrar, "Hazan." dedi sesini yükselterek. "Seni almaya geldim bin hadi."

Hazan başını çevirip yüzüne çarpan iri yağmur taneleriyle kirpiklerini kırpıştırdı ama hâlâ yürümeye devam ediyordu. Üstü başı ise sırılsıklam olmuştu. "Zahmet etmişsin. Ben Gönül'ü bekleyeceğim git sen." Yüksek sesle ve yine ima dolu bir tınıyla konuşup önünü döndü.

Allah'ım! Tufan'ın bu kızın inadını nasıl kıracağı hakkında hiçbir fikri yoktu. Camını biraz daha aralayıp direksiyonu kavrarken başını biraz dışarı uzatıp, "Tamam beraber bekleriz." dedi. Trafikten dolayı korna sesleri insanların gürültülü seslerine karışmış, yağmurun şiddetle cama çarpan sesleri onu da yüksek sesle konuşmaya sevk etmişti. "Bin şu arabaya zaten hastasın."

Hazan birden durunca o da durdu. Arkasında tıpkı onun gibi milim milim ilerleyen ve görünüşe göre de beklemekten sıkılan aracın sahibi ise uzunca kornaya bastı. Yanından gaza asılarak geçtiğinde trafiğin felç olduğu sokakta, az ileride ışığın yanmasını bekledi. Başka zaman olsa Tufan ona bu hareketi yedirirdi ama şimdi Hazan yanındaydı ve onu daha fazla korkutmak istemiyordu.

"Senden gelmeni istemedim. Kendi işimi halledebiliyorum, Tufan!" Elini beline koyup başını yana eğdi ve uzun kirpiklerine takılan yağmur damlaları nazlıca tenine süzülürken gözlerini kuşkuyla kıstı. "Hayırdır? Sen neden benim üstüme düşmeye başladın bir anda?"

İsmini ilk defa yalın bir şekilde onun ağzından duyan adam kısa bir an ona baka kaldı. Güzel dudaklarının arasından sinirli bir şekilde telaffuz edilmiş olsa da Tufan'ın kulağında eşsiz bir melodi gibi yankılanmıştı.

Onun aval aval kendisine baktığını gören Hazan ise başını olumsuz bir şekilde sallayıp ona anlam veremeyen bakışlar atarak tekrar yürümeye başladı. Bu adamın akıl sağlığı gerçekten bozuktu.

"Dur!"

Tufan araçtan inip hızlı adımlarla ona yetiştiğinde kolunu sahiplenici bir şekilde tutup durdurdu. Hazan'ın bıkkın ifadesine karşın kendine kızgın olmak ve ona karşı anlayışlı kalmak arasında tuhaf bir tepki verirken de kahkaha atma istediği ile doldu. Fakat kendini frenleyip yaşadığı duygu karmaşasını atlatarak, "Özür dilerim." diye fısıldadı.

Aralarındaki boy farkından dolayı başını kaldırmak zorunda kalan Hazan, duru suların ıslattığı yüzünü garip bir şekle sokup ona ima ile baktı. "Vicdan diyorsun yani."

Tufan onu biraz kenara çekip insanların geçmesini sağlayarak kendine vakit tanıdı. Bunu en sona saklamıştı fakat özür dilemeden ve konuşmadan hiçbir yere varamayacağının da farkındaydı.

"Evet, vicdan azabı çekiyorum." diye fısıldadı. Aslında tüm bu hislerini gölgeleyen ve üstüne çıkan başka bir şey daha vardı ama adını koyması güçtü. "Çünkü seni anlamadan dinlemeden kırdım."

Hazan'ın hilâl kaşlarından birisi alayla havaya kalktı. Sokak lambasının aydınlattığı yeşil hareleri ışıl ışıl parlıyor, gözlerini çevreleyen uzun kirpiklerine rimel kullanmadığı hâlde yelpaze gibi açılıp kapanıyordu.

"Şimdi de hatanı mı telafi ediyorsun?"

Tufan, onun güzel yüzüne hayranlıkla bakmayı kesip, "Evet." dedi fısıltıyla.

Yorgunca nefesini veren genç kızın ise omuzları düştü. Adamın derin bakışlarının farkında bile değildi. Bir parça toparlanmış olsa da hâlâ hastaydı. Gün boyunca ilacını almasına rağmen üstündeki kırıklığı atamamıştı ve bu durum artık ona ağır gelmeye başlamıştı.

"Bana inanman için illa tekrar mı bayılmam gerekiyordu?" dedi kırgınlıkla. "Ya gerçekten bir rahatsızlığım olmasaydı ne olacaktı? Gözünde yalancı, düzenbaz biri olarak kalmaya devam edecektim değil mi?"

Tufan hatasının bilinciyle sessiz kaldı. Hazan ise ayakta duramayacak kadar bitkin hissettiği için bezgince soluyup kolunu çekmeye çalıştı ama beceremedi. Adamın tutuşu ne kadar nazik olsa da, kuvvetli parmaklarının muhalefeti bir kelepçe kadar sıkıydı.

"Bırak kolumu Gönül gelecek birazdan."

Genç adam bir müddet onun inatçı yüzünü süzdü. Maalesef başka seçenek bırakmamıştı. Parmaklarını gevşetti fakat biraz daha aşağıya inerek onun elini buldu. Sahiplenici bir biçimde ince elini kavrayıp, arkasını dönerek yürümeye başladığında ise Hazan bir anda boş bulunarak onun peşinden ilerlemeye başladı.

Yürüyordu ama şaşkın gözleri elini sahiplenerek sıkıca kavrayan ele takılı kalmıştı. Nerede olduklarını, az önce ne konuştuklarını o birkaç saniyelik zamanda unuttu. Hâlâ Tufan'ın, onun elini sahiplenici bir zorbalıkla kavramasına bakıyor, bu adamın yaptıklarına anlam yüklemekte güçlük çekiyordu.

Kurşun gibi sekmeye başlayan yağmur taneleri görüş alanını tamamen kapatmaya başladığında ayağı bir an sendeledi ve çok şükür kendine gelebildi. Elini çekmeye çalıştığı sırada ise, "Ne yapıyorsun?" diye bağırdı. "Bıraksana beni!"

Şiddetle yağan yağmur yüzünden bazı insanlar dükkânların önüne toplanmış bazıları da koşuşturarak bir yerlere yetişmeye çalışıyorlardı. Tufan sonunda durduğunda ön kapıyı açıp yumuşatmaya çalıştığı sert yüz ifadesiyle onun gözlerinin içine baktı. İkisi de sırılsıklam olmuşlar ama bunu umursuyormuş gibi görünmüyorlardı.

Tufan, hatasını kabullenerek, "Tamam haklısın." dedi. "Ama bunlar ayak üstü konuşulacak konular değil." Siyah saçlarından akan iri damlalar kirli sakallarının arasında kaybolup parlak bir görüntü oluşturuyordu. "İçeriye geç, nereye gelecekse beraber bekleyelim."

Genç kızın ufak eli hâlâ adamın kemikli, güçlü eli arasındayken ayağının birini inatla yere vurdu. Onun yüzünü daha net görebilmek adına başını kaldırdığında ise, "Geçsem ne olacak?" dedi. "Onu senin evine götürmeyeceğim."

Kaşının biri alayla havaya kalkan Tufan ise yüzünü onun yüzüne yanaştırıp, "Buna izin vereceğime ihtimal veriyor musun gerçekten?" diye sordu ve başını iki yana salladı. "Bizim evde kalacak, hiçbir yere gitmiyorsunuz."

Ağızlarından çıkan buhar havaya karışıp gidiyor, Hazan ona meydan okurcasına bakıyordu. Bizim ev diye üstüne basa basa söylemesi bir an farklı hissetmesine neden oldu ama irdelememeye gayret gösterdi. Ufacık bir lafına anlamlar yükleyip gereksiz fikirlere kapılmak istemiyordu.

"Senden izin isteyen yok." Elini sonunda onun iri avucundan çektiğinde, omuzlarını dikleştirip, minik burnunu mağrur bir ifadeyle havaya kaldırdı. "Senin evinde kalmayacağız."

Tufan birden onun sinirle büzülen dudaklarına kısa bir bakıp yeniden gözlerine odaklandı. Hazan ise Tufan'ın gözlerinin değdiği yeri fark ettiğinde aralık olan dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini kaçırdı.

"Arkadaşın senin mutsuz olduğunu düşünüp üzülecektir." Hazan'ın çenesini iki parmağı ile tutup gözlerine bakmasını sağladı. "Bunu ister misin?"

Bu kadarcık temas bile genç kızın ürpermesine neden oldu. Bedeninin anlık titremesini hastalığının üstüne yıktı ve onun ılık soluğunu teninde hissederken sadece kirpiklerini kırpıştırdı.

Sonunda mantıklı bir çift lafı kurmaya çalışarak, "Seni kötü tanımasından mı korkuyorsun?" dedi. Gülümsemiş ve onu alaya almak istemişti çünkü dokunuşuna karşı bedeninin verdiği tepkiyi sezmesini istemiyordu.

Sahi ufacık bir temas nasıl bu denli güçlü bir etki oluşturup onu bir anda etkisiz kılıyordu ki?

Tufan kayıtsızca ona bakmaya devam etti. "Yaptığım aptallıktan bahsedebilirsin. Ona olan biten her şeyi anlatabilirsin, benim için sorun değil ama sana değer veriyor. Emin ol başka bir yerde kalırsanız Ankara'ya dönerken aklı hep burada kalacak."

Bocalayan bir tutum sergileyerek başını hafifçe geri çeken Hazan yutkundu ve parmaklarının teninde bıraktı o garip histen kurtuldu. Yeniden gözlerini kaçırarak, "Ben ona güzel bir dille izah ederim." diye mırıldandı. "Kendim yük olmuşken bir de onu getiremem senin evine."

Kaldırımın kenarına park edilen araç yüzünden gelip geçen insanların homurdanmaları Tufan'ı rahatsız ettiğinde, Hazan'ı biraz daha kendine çekti ve ona bir adım daha yaklaşan genç kızla bakışları yeniden kesişti.

Tufan'ın surat ifadesi sertleşirken, "At şunları kafadan." dedi, itiraz kabul etmeyen bir tonla. "Yük falan değilsin. Hem gidince dedene olan biteni anlatırsa o adam da üzülür. Gerçekten benim için problem değil, gerekirse dedenle konuşup her şeyi anlatırım ama insanları telaşlandırdığınla kalacaksın."

Alayla karışık öfkeli parıltılar geçen yeşil gözler, anlayış bekleyen koyu kahverengi gözlerin sahibine bakarken, "Ciddi misin?" dedi, kendine hakim olmaya çalışarak. "Bulduğu her fırsatta beni dedemle tehdit eden adam mı söylüyor bunları?"

O koyu gözler yumuşayıp genç kızın güzel yüzünü iç çekerek süzdü ve başını hafifçe yana eğdi. "Ama dün gece ki çok masumdu." Fısıltıyla konuşup dudaklarını yaladı. "Öyle inatçısın ki sırf ilaçlarını içirmek için beni mecbur bıraktın."

Hazan'ın yüz ifadesi boşalır gibi oldu ama kendini tutmayı başardı. Bu adam ne tür bir deliydi böyle?

Kaşları çatıldı ve onu analiz etmeye çalıştı. Amacı neydi? Madem gerçekten pişman olmuştu neden bunu samimi bir ifadeyle dile getirmiyor da saçma sapan yollara başvuruyordu? Gerçi dilediği özür bile ona olan kırgınlığının geçmesine müsaade etmiyordu ama yine de daha açık olmasını beklerdi.

"Her neyse." Düşünmeyi bırakıp bezgince soluk aldı. Nefes aldıkça genzi hâlâ sızlıyordu. "Bırak kolumu, kız beklemekten ağaç oldu."

İfadesinde hiçbir değişiklik olmayan genç adam, "Ona düşündüğün gibi davranmayacağım." dedi üstüne basa basa. "Sen bayılıp hastaneye gitmesen bile asla kötü davranmak gibi bir niyetim yoktu." Ciddileşen bakışlarını onun inatçı gözlerine dikti. "Çocukluk etme lütfen, bin hadi şu arabaya. Eğer yanlış bir davranışımı görürsen o zaman arkadaşını alıp gidersin ama ne onu ne de dedeni durduk yere telaşlandıracağın bir mesele yok ortalıkta."

Hazan tartan gözlerle bir müddet onu izledi ve derin bir nefesi verirken mağrur omuzları çöktü. Adam çelik gibi bir iradeyle bakıyor, gayet mantıklı konuşuyordu. Onun haklı olduğunu düşünerek bir kez daha sözünü çiğnediğinde ise zaten daha fazla mücadele edecek gücü kendinde bulamadığı için pes ederek araca geçti.

Tamam kendisi inatçı biri olabilirdi ama Tufan'ın da ondan aşağı kalır yanı yoktu, dediği olmayınca geri adım atmıyordu. Zaten eğer binmezse yağmurun altında beklemeye devam edecekler, bu konuşma da sabaha kadar uzayıp gidecekti.

Aracın kapısını kapatan Tufan hızlı adımlarla dolanıp sürücü koltuğuna yerleşti ve kontağı çalıştırıp ilk işi klimayı açmak oldu. Eliyle sık saçlarındaki damlaları sıvazlayıp silecekleri çalıştırdığında ise, "Nereye gelecek arkadaşın?" diye sordu. Milim milim ilerlerken Hazan'a bakıyor ama genç kız onunla ilgilenmiyordu.

"Kafeye gelecekti ama otobüs yolda kalmış." dedi Hazan, ağzının ucuyla. "Bir önceki durağın orada bekliyormuş, konum attı."

Tufan sadece başını salladı ama Hazan ona bakmadığı için bu hareketi görmedi.

Genç kız, "Ayrıca." diye devam ederken kısa bir an ona bakıp tekrar önüne döndü. "Bir daha benimle ilgili kararlar alma." Gün boyu aklındaydı ama hesap sormak için yüz yüze gelecekleri anı beklemişti. "Ebeveynim gibi hasta olduğumu söyleyip işe gelmeyecek demişsin."

Tufan, Hazan'ın mesafeli ifadesini şöyle bir süzüp, "Kocanım." dedi onun damarına basarak. Tekrar sıkışık trafiğin hüküm sürdüğü caddeye döndüğünde ise, "Ayrıca sen de hasta hâlinle gitmemeliydin." diye devam etti. "Evde kalıp bir iki gün dinlenmene kimse ses etmezdi."

Kocası olduğunu her fırsatta dile getirmesi garip bir hissin ona musallat olmasına neden olsa da öfkesi daha ağır basıyordu.

Gözleri hâlâ çakmak çakmak yanarken, "Seni ilgilendiren bir durum yok." dedi ve sesini kontrol altına almaya çalıştı. "Lütfen hayatıma müdahale etme."

Genç adam onun ıslanmış yüzünü süzerek içinde hissettiği şefkat dolu bir dürtüyle gülümsedi ve torpidoya uzanarak peçete kutusunu çıkarıp Hazan'a uzattı.

"Fena ıslanmışsın, al kurulan."

Hazan elindeki peçeteyi almadı. Hâlâ kıvılcımlar saçan gözleriyle kısa bir bakış atıp önüne dönerken de narin omzunu sarstı ve zaten ıslak olan koluyla yüzünün nemini almaya çalıştı.

Tufan onun inadı karşısında inlememek için kendini zor tuttu. Birbirinden uzak iki dünyanın insanı gibiydiler. Aynı anda birbirinin yörüngesine giren fakat farklı gezegenleri andıran iki zıt kişilikti. Tamam Tufan'da inatçı biriydi ama Hazan gibisini ilk kez görüyordu. Eğer inadını kıramazsa bunu takıntı hâline getirecek onun kendisini gerçekten affettiği zamana kadar peşinde dolanıp duracaktı.

Peçeteyi yerine koyduğunda bir sonraki durağa kadar hiç konuşmadılar. Karşı şeritte bekleyen bir otobüs yolu resmen trafiğe kapatmış korna sesleri eşliğinde hâlâ tampon tampona ilerliyorlardı. Trafik resmen felç olmuştu. İleride bir trafik polisi araçları yönetiyordu fakat otobüsün arızalanması gittikleri güzergahı etkilediği gibi bu yoldaki araçları da olumsuz etkilemişti.

Bu sırada Hazan eline telefonunu alıp arkadaşını arayarak karşıya geçmesini istedi. Aracı tarif edip onu gördüğünde ise arabaya yaklaşan ıslak bir figürün gülerek geldiğini gördü. Eli de direkt kapının kulpuna uzanmış, inmek için aracın tamamen durmasını bekliyor gibiydi.

Tufan Hazan'ın gülümseyen yüzüne bakıp tuhaf duygulara bezenirken, onun inmek istediğini fark etti ve aracı durdurup ineceği sırada "Bekle burada." dedi, emreden bir tınıyla. "Ben hallederim."

Eli aracın kulpunda kalan genç kız sırf ona muhalefet olsun diye inebilirdi ama yanından geçen aracın kendi bulunduğu kapıya fazla yakın geçtiğini görünce bu eyleminden vazgeçti. Zaten bu kısacık zaman diliminde arka kapı açılmış Gönül gürültülü nefesler alarak binmişti.

"Ben geldim bebeğim." dedi başını öne uzatıp ıslak bir suratla ona gülümseyerek.

Hazan da arkaya dönmüş az önceki ruh hâlinden bir anda sıyrılıp hasret dolu gözlerle arkadaşını izliyordu. "Çok bekledin mi?"

Tufan bagaja Gönül'ün valizini koyup sürücü koltuğuna yerleşti ve araç hareket etti.

"Aksilik işte." Gönül, krem renkli kaşe montunun ceplerini yoklayıp yüzünü buruşturarak, "Peçete falan var mı?" diye sordu. "Resmen fare gibi oldum."

Hazan çantasını kontrol etmek için önüne döndüğünde Tufan az önce onun almadığı peçete kutusunu Gönül'e uzattı. Gönül minnet dolu bakışlarla teşekkür edip Hazan'a baktığında ise gözlerinden haylaz parıltılar geçiyordu.

"Madem arabayla gelecektiniz otogara gelseydiniz ya." dedi gülerek. "Daha ince olmanızı beklerdim."

Hazan ona uyarı dolu bakışlar atarken, Tufan dikiz aynasından Gönül'e samimi bir gülümseme yolladı. "Haberim olsaydı oradan alırdık seni. Bir daha ki sefere artık."

Bir daha ki sefere mi? Hazan istemsizce ona baktı. Gönül'e olan sıcak tavrı içinde bir yerlerin kıpırdamasına neden olurken tekrar arkaya döndü. O kadar uzun süre birlikte yaşayacaklarını sanıyorsa yanılıyordu.

"Dedem nasıl iyi mi?"

Hazan'ın sesine karışan telefon melodisi Gönül'ün sevecen bir göz yummasıyla son buldu. Tufan ise kendisini gündüz de arayan numaraya sonunda cevap verip, karşı tarafı dinlerken kaşları çatıldı ve gözleri Hazan'ı buldu. Hazan'da istemsizce ona bakmıştı.

"Seni dinliyorum, Hamdi efendi." dedi soğuk bir sesle. "Neymiş o karımla konuşmak istediğin önemli mesele?"

🍁

Güzellerim kitabı beğeniyorsanız lütfen vote vermeyi unutmayın🌹O minik yıldıza basın ki kitabımız daha çabuk büyüsün.

Küçük de olsa yorum bırakırsanız beni çok sevindirirsiniz.

Yeni bölüm duyurusu almak için profilimi takibe alabilirsiniz sihirlisonbahar 🖤

Continue Reading

You'll Also Like

29.9K 3.2K 43
Boşanan bir çift birlikte kurdukları işlerini ayrılmalarına rağmen devam ettirmek zorunda kalır.
5.8K 429 17
Berdel temalı bir şeyler... Bxb ve mpreg içerir!!!!!!!!! İptila: düşkünlük, tiryakilik
383K 26.2K 32
" Lan madem Türklerle bu kadar ilgilisiniz . İnsan azıcık Türk tarihine bakar it herif." Sinirle bir yumruk daha çaktı ama ben hala gülüyordum... ***...
189K 8.9K 23
İki gözü de farklı renk olan bir kız düşünün. 12 yıl boyunca yetimhanede kalmış ve çocukluğunu doğru düzgün yaşayamamış bir kız... Gerçek ailesi geli...