DÖNÜM NOKTASI

By sihirlisonbahar

1.7M 82.1K 18.7K

Kapı aralığından gözüne çarpan çıplak bedenle olduğu yere çakılı kaldı. Alkolün esir aldığı beyni ona oyun oy... More

|PROLOG|
Dönüm Noktası- İlerleyen Bölümden Bir Kesit
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
KAÇIR BENİ!!!
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. BÖLÜM

18. Bölüm

33.8K 1.9K 146
By sihirlisonbahar

Bölüm hakkında ki düşüncelerinizi satır aralarına yazmayı ihmal etmeyin bebeklerim🖤 Keyifli okumalar.

18. Bölüm

🍁

Ilık suyun verdiği rahatlama hissiyle bedeni biraz olsun gevşeyen genç kız, elinde yıkadığı kıyafetlerini sıcak peteğin üstüne asıp, şampuanını valizinin içine koydu. Onun sıcak suyunu bile kullanmak istemezdi ama yapacak bir şeyi yoktu. Allah'tan kişisel eşyalarını koyarken yanına şampuanını da almıştı bu ayrıntı biraz olsun içini rahatlatmıştı. Dedesi her zaman 'ince düşünen incinir' derdi ama Hazan kelimeleri hayatına geçirmeyi ne yazık ki başaramamıştı.

Bir insanın yapısı neyse oydu zaten, oturan karakteri sonradan sonra değişmiyordu.

Sessizliği dinlerken ıslak saçlarını geriye atıp odasından çıktı ve Tufan onun yukarıya çıkmasını istemediği için mutfağa geçip oradan da salonun göz dolduran eşyalarını kayıtsızca inceledi. Mutfağın girişinden bakılınca salonun bu kısmı görünmüyordu. Füme renginde oturma grubu, yine aynı tona yakın halılar ve beyaz mobilyalarla içerisi değişik duygular uyandıran bir atmosfere bürünmüştü. Farklı renklere sahip tek eşyalar ise duvardaki yağlı tablolar ve büyük yemek masasının üzerindeki desenli tül örtüydü.

Dikkatini çeken fotoğrafla masanın yanına ilerleyip, büyük bir vazonun yanına konulmuş çerçeveye baktı. Siyah saçlarını tepesinden toplamış, genişçe gülümseyen bu güzel kızın kim olduğunu bilmese de içine garip bir his yerleşti. Merak duygusuna yenik düşüp fotoğrafı eline aldığında ise uzun bir konsolun üzerinde yine aynı kızın farklı fotoğraflarını gördü. Tufan'ın sevgilisi olabilir miydi?

Kalbinde ki tuhaf duygu biraz daha ağırlaştığında yutkundu ve saçma bir kargaşanın içerisine girdi. Belki de evlenip ayrılmıştı. Belki de kız kardeşiydi ama fotoğrafa bakarken yaşadığı huzursuzluk, aç olan midesinde tokluk hissi oluşturmuştu.

Fotoğrafı yerine koyup mutfağa ayrılmış bölüme geçti. Salonun aksine mutfak dolapları ve masa sandalye takımı siyah beyazdı. Masanın üstündeki parayı gördüğünde ise önce kafası karıştı. Durduk yere ortalığa para bırakmasının sebebi ne olabilirdi ki? Sonra bu parayı onun için bıraktığını düşündüğünde ise farklı bir his patlak verip sinirlerini tepesine çıkardı. Gerçekten bu parayı alacak kadar onun gözünde gurursuz biri gibi mi görünmüştü?

Dişlerini sıkıp gözlerini yumduğunda dudağını dişlerinin arasına alıp bir müddet öylece bekledi. Daha sonra paraya dokunmadan odasına geçip sinirle kanepeye uzandı. Belki de ona bırakmamıştı ama bir insan ne diye ortalık yere para koyardı ki? Belki de onu deniyordu. Artık ondan her şeyi bekliyordu Hazan.

Ama eğer ilk düşüncesi doğruysa ve parayı Hazan'a bıraktıysa Tufan efendi büyük yanılgı içindeydi. Zaten diğer konuda da yanılıyor, onun günahını alıyordu ama bu durum başkaydı. Söylediği onca sözden sonra o parayı alacağını ona düşündüren neydi? Tabii ya nasıl olsa onun gözünde düzenbazın biriydi!

🍁

Gece geç uyumanın verdiği yorgunluk hissi direkt gözlerini hedef almış, yeşil gözlerinin altı hafiften çökmüştü. Saat daha sabahın altısıydı ama namazdan sonra uyumamış, valizinden çıkardığı gri renkli şalını ütülemek için Tufan'ı bekliyordu.

Ütülemeden başına geçirmiş, önce öyle denemişti ama şal kırıştığı için çok çirkin duruyordu. Sorun çirkin durması da değildi fakat iş aramaya gideceği için kıyafetine özen göstermek zorundaydı. Bu durum da hâliyle Hazan'ı Tufan'a mecbur bırakıyordu.

Dünden kalan ekmeğinin arasına domates, peynir koyup kahvaltısını yaptığında dişlerini fırçalayıp şehzadenin yolunu gözlemeye başladı. Daha dışarı çıkması için erkendi, farkındaydı ama onun gelip uyuyacağını bildiği için şimdi resmen nöbet tutuyordu. Sandalyede otururken ağrıyan bedenine bir faydası olmayacağını bilerek sırtını gerdi. Kanepe de yatmaktan mı yoksa üstüne bir şey almadığı için mi bilmiyordu ama beli, boynu kısacası her yeri ağrıyordu.

Çelik kapının açılma sesini duyduğunda ise bedenini dikleştirip dudağının kenarını kemirmeye başladı. Tufan mutfağın kapısına kadar gelip deri ceketini üzerinden sıyırırken göz göze geldiler. Adamın umursamaz hâline alışmıştı ama şimdi bir garip bakıyordu.

Hazan ayağa kalktığında yanına kadar ilerleyip onun ceketi asmasını bekledi. Parmakları, gelişi güzel başına doladığı şalın ucuyla oynuyor, çekimserliğini belli etmemeye çalışıyordu. Sonunda yeniden göz göze geldiklerinde ise, "Bana ütü lazım." dedi. Ondan bir şey istemek zorunda kaldığı için sözler ağzından mırıltı gibi dökülmüştü.

"Nereye gidiyorsun?"

Ondan yayılan içki kokusu genç kızın genzine doluştu. Yüzünü buruşturmamak için kendisini zor tutarken, seni ilgilendirmez demek yerine, "İş aramaya çıkacağım." dedi. Sabah sabah onunla zıtlaşmak istemiyordu.

Tufan ona dümdüz baktıktan sonra hiçbir şey söylemeden yanından geçip mutfağa girdi ve buzdolabını açıp büyük bir bardağa su doldurup içti. Hazan hâlâ kapının önünde onu bekliyordu.

Gözleri masanın üstündeki paraya kaydığında ise başını iki yana sallayıp onun ne kadar inatçı biri olduğunu bir kez daha anladı. Parayı almadı ve bedenini ona çevirdi. Siyah gömleğini koyu renkli kot pantolonunun üzerine bırakmış tıpkı serseriler gibi görünüyordu.

"Merdivenlerin altı kiler gibi bir yer." dedi. "Orada olması lazım."

Bu düzeni Aslı kurmuştu ve zihnine acımasızca dolan anılar yüzünün sert bir ifade almasına neden olmuştu. O yoktu ama bıraktığı her şey yerli yerindeydi.

Hazan, onun sert bakışlarındaki duygusuzluk ve yüzündeki sertlikle ürperdiği an gözlerini kaçırıp merdivenlerin altındaki boşluğa ulaştı. Bakışları tüylerini diken diken ediyordu. Gerçi onun asabi hallerini hatırlayınca, bakışlarındaki sertlikte mantık dışı gelmiyordu ama yine de o buz kütlelerine alışamıyordu.

Kara gözlerin etkisinden kurtulmaya çalışarak, merdivenlerin altına ulaştığında oraya özel yapılan dolabın kapağını açtı ve başını eğip gelişi güzel gözlerini gezdirdi. Kullanılmayan birkaç küçük eşyayı oraya koymuşlardı. Ütüyü aldığında ise duvara dayanmış ütü masasını almadan odasına geçti. İçerinin sıcak oluşu parmaklarının şalına gitmesine neden oldu ve başından sıyırıp aldı. Evin ısısı yeterince fazlayken, bir de ütünün sıcaklığına maruz kalmak istemiyordu.

Şalını kanepenin üstünde ütüleyip kırışmaması için üstüne koydu. Saat henüz çok erkendi, bu vakitte çıksa bile iş yerleri henüz açılmamış olacaktı. O yüzden hazırlanma işini sonraya bırakıp geçici olarak kaldığı odasında biraz daha vakit geçirmek istedi.

Topuzunu açıp saçlarını dağıtarak biraz olsun ferahladığında ise Tufan'ın yatmış olacağını düşünerek odadan çıktı. Ütüyü yerine bırakırken resmen parmak uçlarında yürüyordu. Ses soluk olmadığına göre beyefendi çoktan uyumuş olmalıydı.

İnce penyesinin yakasından tutup bunaltıcı sıcaktan kurtulmaya çalışırken Tufan'ın mutfaktan çıkmasıyla birlikte sıçradı ve güzel gözleri kocaman açıldı. Dün, bugün sürekli ona yakalanıyor olması renginin değişmesine sebep olurken yanan bakışlarını ondan çekip odasına geçmek için hareket etti. Bu adamın uykusu yok muydu Allah aşkına! Ne diye evin içinde hayalet gibi dolanıyordu?

"Numaranı ver bana."

Arkasını dönüp henüz açmadığı kapının ağzından ona baktı. Tufan'ın derin bakışları onu odaya itmek istese de kavisli kaşları hafifçe çatılmıştı.

"Neden?" diye sordu gayri ihtiyari. "Ne yapacaksın?"

Tufan, Hazan'ın anlamsızca bakan gözlerine karşın telefonunu cebinden çıkardı ve beklediğini belli edercesine ekran kilidini açıp usul adımlarla yanına kadar geldi. Kayıtsızlığını koruyordu.

"Aradığımda ulaşmak istiyorum. İstanbul'da hiçbir yer bilmiyorsun."

Genç kız onun karşısında açık olduğunu bile unutup, kaşlarını havaya kaldırdı. "Kaybolursam kısa yoldan kurtulmuş olursun işte, daha ne istiyorsun?"

Onun kinayeli ses tonu Tufan'ın üstünde hiçbir etki oluşturmadı. Hâlâ telefonu parmaklarının arasında, ekranı açık bir şekilde bekliyordu. "Kurtulmak istersem kaybolmana gerek kalmaz merak etme. Ver şu numarayı, başım ağrıyor yatacağım."

Onun emreden ses tonu ve bıkkınlıkla konuşup kendisini omuzlarında yük gibi hissettirmesi Hazan'ın gururunu bir kez daha kırdı. Kırılan gururunun yanında bir de yüreğinin kırgınlığı vardı.

"İş bulduğum an bu evden gideceğim." dedi kendine hâkim olamadan. İlk tanıdığı Tufan'la şu an ki adamın uzaktan yakından ilgisi yoktu ve bu durum Hazan'ı üzmekten başka bir halta yaramıyordu.

Tufan'ın kılcal damarları belirginleşmiş gözlerinden, karanlık bir parıltı geçti. "Dene." Soğukça gülümsedi. "Ciddi olduğumu anlaman için denemen lazım tabii. Ama bu sefer dedenin yüreğine inebilir. Benden söylemesi."

Gözleri iki ateş parçasına dönen Hazan'ın bakışlarındaki kırgınlık bir anda öfkeyle sarsıldı. Daha beyni vücuduna komut göndermeden, ellerinin ne zaman ileriye atıldığını anlamadan genç adamın üstüne yürüdü.

"Seni adi şerefsiz!"

Tufan'ın boşluğuna denk gelen güçsüz yumruklarını bir anda onun göğsüne geçirmeye başlamış, çıldırmış gibi saldırırken uzun, ipeksi saçları sağa sola savruluyordu.

Genç adam ise ummadığı hamleler karşısında neye uğradığını şaşırırken telefonunu yere düşürüp göğsüne kadar yükselen kahkahaya zorlukla engel oldu. Genç kızın hareketi o kadar aniydi ki, normalde sezgileri kuvvetli olan Tufan'ı gafil avlamış ona sinirlenememişti bile. Hazan ise bir yandan hakaret ediyor bir yandan gözü dönmüş gibi yumruklarını adamın göğsüne indiriyordu.

Tufan, kendisine hiçbir şekilde acı vermeyen o yumrukları yakalayıp yukarıya kaldırdığında Hazan'ı kapı ile kendi bedeninin arasında sıkıştırdı. Bileğini tutarak onun hareketini kısıtladığında ise onun delirmiş hâli garip bir şekilde hoşuna gitse de sert ifadesini korumayı başardı.

Ona bakmak için başını geriye atmak zorunda kalan Hazan, "Bırak beni pislik!" diye bağırdı. Çırpındıkça hızlanan soluğu sayesinde göğsü hızla inip kalkıyor, öfkeden koyulaşan gözleri Tufan'a nefretle bakıyordu.

Hiçbir zaman şiddet yanlısı biri olmamıştı. Kolay kolay sinirlenen bir insan da değildi ama bu adam ona inanmayıp peşin hükmünde ısrarcı oldukça, genç kız daha fazla hırslanarak hırçınlaşıyordu. Sonuç olarak da onu çileden çıkarmayı başarmıştı. Pislik! Bir kamyon dayak atsa yine içi soğuyacak gibi değildi. İkide bir dedesini öne sürüp onu tehdit etmesinden nefret ediyordu, tabii Tufan'dan da!

"Bana bu kadar hakaret edip hâlâ sağlam olan tek insansın." Kaşının biri kibirle havaya kalktığında koyu kahve gözleri kızın öfkeli yüzünde bir tur attı. Nefesleri birbirine karışıyor, genç kızın öfkeli solukları Tufan'ın tenini arşınlıyordu. "Büyük cesaret doğrusu, taktir ettim."

Hazan açılmayı bekleyen dudaklarını birbirine bastırıp, başını yana çevirdi. Kuvvetli avuçlarının bileklerinde bıraktığı his tuhaf bir titreşimle tenini karıncalandırıyor, bu denli yakın olmalarının dehşetini sanki yeni idrak ediyordu. Ne ara bu konuma gelmişlerdi?

"Çek ellerini üzerimden, geri zekâlı!" Hazan dişlerinin arasından tıklayarak konuştu ve soluğu hâlâ düzene girmediği için birkaç kez yutkundu. "Uzak dur diyorum sana!"

Tufan'ın gözleri onun ince boynuna, ardından siyah bir pelerin gibi omuzlarından süzülüp aşağıya sarkan saçlarında dolandı. Bembeyaz yüzünün pembeleşmesine neden olan öfkesi hâlâ durulmadığı için de onu bırakmadı. Aslında onu bırakıp bu saçma yakınlaşmayı sonlandırabilirdi ama bırakmak istemedi. Genç kızın bedenindeki titremeyi kendi bedeninde hissediyor, bunun korkudan değil salt öfkeden kaynaklı olduğunu net bir şekilde biliyordu. Demek ki minik panter dişlerini göstermeye başlamıştı!

"Ağzın amma bozukmuş." dedi garip bir ses tonuyla. "Sana yakışmıyor derdim ama olanlardan sonra ne yazık ki diyemiyorum."

Hazan başını çevirip ona öfkeyle baktı. Fakat adamın gözlerinin dudaklarına düştüğünü fark ettiği an soluğu boğazında düğümlenip ona ne söyleyeceğini unuttu. İsmi gibi büyük fırtınalar çıkaran bakışları hafızasını silip süpürmüş, beklenmedik bakışlar Hazan'ın içini bir hoş etmişti.

Hâlbuki lafını ağzına tıkamak için düzinelerce dizili kelimeleri vardı. Şimdi ise sözcüklerin hepsi uçmuş onun biçimli dudaklarına, tıpkı onun yaptığı gibi hipnoz olmuş gibi bakıyordu. O değil ne zaman yakınlaşsalar kalbi bozuk saat gibi tekliyor, gümbürtüsünü onun duymasından korkuyordu.

Yarı aralık dudaklarının arasından sığ nefesler verirken, kıvrımlı kirpikleri kelebeğin kanadı gibi titreşti. Erkeksi dudaklarından gözlerini ayırıp, tekrar onun gözlerine yöneldiğinde ise yutkunmamak için kendini zor tuttu. Tufan'ın ayartıcı bakışlarının hedefi olan dudaklarını kıpırdatıp, "Çekil." diye yineledi.

Genç adamın kararmaya yüz tutan gözleri dudaklarından yavaşça ayrıldı ve aralarındaki büyü bozulurken sessiz bir iç geçirmenin ardından ürkek gözlerini buldu. Sanki zorlukla ayrılıyormuş gibi bileklerini tutan ellerini gevşetip onu serbest bıraktığında ise bir an için ona ne dediğini o da unuttu. Neyse ki beyninin çarkları tekrar dönmeye başladı da kontrolü eline alıp, yeniden o ruhsuz ifadesine büründü.

Yere eğilip düşen telefonunu aldığında ise gözlerinden hiçbir ifade geçişi yansımıyordu. Sanki az önce derince bakıp içine işlemek isteyen o değilmiş gibiydi.

"Söyle numarayı."

Gözlerini kaldırıp kıza baktı. Hazan'ın gözlerinde gördüğü karmaşık ifade, hemen ardından gelen öfke ve buna eklenen meydan okuma o kadar belirgindi ki, yine kelimelerden önce narin yüzü tüm hislerini açık etmişti.

Hazan, kollarını aşağıya indirmiş ufak yüreğinin kıpırtıları arasında kendini güçlükle toparlarken ona numarayı verdi. Daha önce hissetmediği garip duygularla odaya girip kapıyı kapattığında ise arkasına yaslanıp bir müddet bekledi. Yaşadığı hislerle boğuşurken karnında tuhaf bir titreşim baş göstermiş, yakınlıktan oluşan bu his hiç hoşuna gitmemişti.

O değil dün bir bugün iki sürekli adama saçları açık yakalanıyor, nikâhlı kocası olmasına rağmen yine de bu durumdan çekinmeden edemiyordu. Sahi neden bu kadar kendini geriyordu ki? Sahte olabilirdi ama sonuçta nikâhları kıyılmıştı. Elbette aralarında bir şey geçmesi söz konusu bile değildi fakat yine de onun için hâlâ yabancı biriydi.

Silkelenip kendine gelmeye çalışırken ellerinin tersini yanan yanaklarına koyup alt dudağını ısırdı. Tufan'ın dudaklarına olan bakışı öyle derindi ki daha önce aynısını Baran yaptığında midesi bulanmış, nefret duygusu tüm benliğini sarmıştı. Şimdi ise aynı duyguları beklediği hâlde istese de ondan tiksinmemişti.

Kapının önünden çekilip omuzlarını düşürdüğünde kanepeye oturdu. "Çok yakışıklı olman senden nefret ettiğim gerçeğini değiştirmiyor ne yazık ki." dedi kendi kendine.

Daha onun yakınlığının şiddetli hissini atlatamadan, gururunu deşip biçen sözleri ve tavırları yeniden hafızasına yüklendiğinde ise kızılımsı bir bulut gözlerinin önünü tekrar kapladı. Tam da ona saldırmadan önce olduğu gibi hücrelerine varana kadar öfkeyle doldu. Bu adamın küstah tavırlarına ne kadar daha dayanabilirdi, bilmiyordu.

Eli ayağı hâlâ tekrar titrerken derince bir nefes aldı fakat kalbinin göğüs kafesinde büyüdüğü hissedince panikle verdi soluğunu. Oturduğu yerde başı hafiften döndüğünde ise başını usulca önüne eğip tişörtün üstünden bile belli olan kalp çarpıntısıyla yutkundu.

Kulaklarına tırmanan kalp atışları öyle kuvvetli çarpıyordu ki bir an bulanıklaşan bakışları kapıyı buldu. Fakat Tufan'ın ona karınca kadar değer vermediğinde hatırladığında yüzünü buruşturup ondan medet umduğu için kendine kızdı.

Kesik kesik almaya çalıştığı soluğu boğazında kalıyormuş gibi hissederken kanepeye uzandı. Odada yankılandığını hissettiği kalbinin gürültüsüyle baş başaydı ve gözlerinin önünde uçuşan beneklere kendinden geçmiş gibi bakarken eli ayağı çekilmeye başlamıştı sanki. Kalbi bulunduğu ortamda biraz daha genişlemişçesine içi efil efil esiyor, birazdan bayılacağını haber veriyordu.

Fakat korktuğu gibi olmadı. Birkaç dakika içinde normal ritmine kavuşan kalbi ve düzene giren soluğu ile rahat bir nefes alırken gözlerinin önündeki minik noktalar yavaş yavaş kayboldu. Gözlerini kapatıp aynı pozisyonda biraz daha yattığında ise en kısa zamanda bir hastaneye gitmeye karar verdi. Hazan tüm bunların stresten olduğunu düşünüyordu ama ihmalkâr davranmak da istemiyordu.

Gerçi kalbi onu yarı yolda koyarsa buna en çok Tufan efendi sevinirdi galiba. Kendisinden kısa yoldan kurtulmuş olur ve koca bir paket kınayı dilediği yere yakardı!

On dakika kadar beyaz tavanı seyrederek yattı. Daha sonra iyi olduğuna kanaat getirdiğinde ise yavaşça ayaklanıp üstünü giyindi. Daha erkendi ama soğuk hava belki iyi gelirdi. Odadan çıktığında ise Tufan ortalıkta görünmüyordu. Onunla tekrar karşılaşmamak adına aceleyle ayakkabısını giyindi. Beyefendinin kibri öylesine zirveye tırmanmıştı ki, ben ne dersem o olur kafasıyla yaşarken, Hazan'ın aralarına koyduğu sınırı bile yok sayıyordu.

Kontrol budalası!

Bezgince içini çekip daireden ayrıldı ve asansörü es geçip merdivenleri kullanmaya karar verdi. Belki çok yol yürüyecekti ama şimdilik hareket etmeye ihtiyacı vardı. Sabah sabah yaşadığı adrenalin tüm vücuduna elektrik yüklemiş gibi hissederken yürümek kesinlikle iyi gelecekti.

Farkındalık zihnini delip onu gerçeğe döndürdüğünde ise yüzünü buruşturup, bir yandan merdivenlerden aşağıya inerken elini çantasının içine attı. Bir gazete alıp ilanlara bakması gerekiyordu. Malûm civardaki iş yerlerini dün gezmiş hiçbir şey bulamadan dönmüştü. Cüzdanından bozuk parasını çıkarıp avucuna sıkıştırdı, aşağıya indiğinde ise bir iki bina ilerideki bakkala girerek kendisine gazete aldı.

Hava kapalıydı ama şansından yağmur yağmıyordu. Yol boyunca ilerleyip, Tufan'ın evini bayağı bir geride bıraktı ve ufak bir parka oturduğunda iş ilanlarına bakmaya başladı. Allah'ım daha hangi semtte olduğunu bile bilmiyordu ki! Tamam iş ilanları vardı ama buraya yakın mı uzak mı bundan bile bihaberken hangisinden başlayacaktı?

"Yenge."

Hazan kafasını kaldırıp kelimenin muhatabı olmayacağını bile bile yanından gelen sesin sahibine baktı. Hayır, kelimenin muhatabı oydu ve gelen kişi dün gördüğü adamdı.

"Valla sen misin emin olamadım ama..." Genişçe gülümsedi. "Evet, senmişsin."

Hazan yerinde huzursuzca kıpırdanıp ona cevap vermedi. Zaten o da soru sormamıştı. Ama nezaketen bile olsa bir merhaba diyebilirdi değil mi? Demedi.

Teklifsizce yanına oturan Kemal başını uzatıp gazeteye baktı. "İş mi arıyorsun?"

Hazan başını sallayıp tekrar önüne döndü. Şimdi baktığını da, okuduğunu da anlamıyordu. Adam ne kadar rahatsa Hazan bir o kadar huzursuzdu. Ee netice de Tufan Bey'in arkadaşıydı. Belki de o haber vermişti.

Sonra o iç sesine kızıp kendini azarladı. Bir de Tufan'a önyargılı diyordu, ondan ne farkı kalmıştı?

Kemal oturduğu yerde öne doğru biraz kayıp ellerini kot pantolonunun cebine soktuğunda burnunu çekip sağa sola baktı. Konuşmak istiyor ama kızdan yeterli elektriği alamadığı için boş boş bakınıyordu.

"İstanbul'da hiçbir yeri bilmiyorum." dedi Hazan, sonunda konuşmaya karar vererek. "Dolayısıyla iş aramaya da nereden başlayacağımı bilmiyorum." Gözleri hâlâ gazetedeydi ama muhatabı yanındaki yabancı adamdı. Bir yerden başlaması gerekiyorsa birilerinden yardım almasının bir mahsuru yoktu. Tabii yardım ederse!

"Var mı kafanda bir şey?" Kemal kıza baksa da, kız ona bakmıyor çok mesafeli davranıyordu. "Yani daha önce bir işte çalıştın mı?"

Hazan narin omuzlarından birini silkti ve gözlerini boş parkta bıkkınca gezdirdi. "Hemşirelik okuyorum ben. Yani okuyordum, ara vermek zorunda kaldım. O yüzden hiç çalışmadım ama dedemin yanında markete yardım falan etmiştim." Adama kısa bir bakış atıp tekrar boşluğa baktı. "İş tecrübem yok."

Adamın dudaklarından bir hmm sesi geldiğinde Hazan, yan gözlerle onun çenesini sıvazladığını gördü. "Kafede çalışır mısın?" dedi normal bi tonlamayla. "Eğer tamam dersen bir arkadaş var, yardımcı olur."

Umutsuzluğun taht kurduğu gözleri ışıldarken onun sıcacık tebessümünü gördü. "Gerçekten mi?"

Başını sallayan Kemal, "Elbette." dedi gülerek. "Seni oraya aldırabilirim."

Yüreği iş bulmanın sevinciyle kıpırdanan Hazan dudaklarını yalayıp yerinde dik bir konuma geldi ve gözlerini yeniden kaçırdı. Belki haddinden fazla sevinmişti ama onun ilgisiyle sersemlemiş, ihtiyacı olan iş imkânını sağladığı için mutluluğu davranışına yansımıştı.

Kemal ise onun çocuksu sevincine karşın gülümsemeden edemedi. Aslında tamamen tesadüfen oradan geçiyordu. Aracın camını indirmiş, onun dünkü kız olduğunu görünce bu saatte neden dışarıda olduğunu merak etmişti. Allah biliyor ya Tufan'ın onu sokağa attığını bile düşünmüştü ama kızın elindeki gazeteye içli içli baktığını görünce içinde bir yerler sızlayarak aracı park etmiş yanına gelmişti.

"İstersen hemen gidelim ama daha saat erken." Erken olduğunu bile bile saatine baktı ve elini cebine tekrar soktu. Sabahın soğuğu da bir başka oluyordu ve kıza belli etmek istemese bile kıçı donmuştu. "Bir iki saat sonra gidelim olmazsa." Kaşlarını indirip sevimli bir çocuk gibi ona baktı. "Sizde bir çay içeriz o zamana kadar."

Hazan onun bakışlarını gördüğünde gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Kalkıp rulo yaptığı gazeteyi eline aldığında ise çocuksu heyecanı yüzüne yansımıştı.

"İnşallah alırlar beni." dedi kendini tutamayıp. "Bu işe ne kadar ihtiyacım var bilemezsiniz."

Kemal oturduğu yerden kalkıp atıştırmaya başlayan yağmurla yüzünü buruşturdu. "Benim de sıcak çaya ihtiyacım var." Eliyle aracı işaret etti. "Hadi hemen gidelim, hızlanacak gibi görünüyor."

Hazan onun arabasına binmekle binmemek arasında kalırken Kemal onun çekindiğini anlayıp, "İnsan eti yemiyorum artık." dedi alayla. "Hele kadın eti boğazımda kalıyor."

Ona güvenmeli miydi? Emin değildi. Neticede Tufan'ın arkadaşıydı ama şimdilik reddetmek gibi bir lüksü yoktu. En fazla ne olabilirdi ki? Gerçi onda bu şans varken belki bu adam da evrim geçirir ben de sana oyun oynadım diyebilirdi.

Kendi kendine gözlerini devirip suizan ettiği için dilini ısırdı. Tufan'ın yanında birkaç gün kalmış, iyice paranoyak olmuştu!

Saçma bulduğu düşünceleri aklından kovup onunla birlikte araca yürüdü. Kemal'in tahmini doğru çıkmış, bir anda bastıran yağmur onlar araca bindiğinde kurşun gibi cama çarpmaya başlamıştı.

"Hey mübarek!" Kemal silecekleri çalıştırıp aracı hareket ettirdi. "İyi ki gelmişim yenge valla verilmiş sadakan varmış." Bir eli direksiyondayken diğeriyle saçında ki ıslaklığı dağıttı. "Bu arada ben Kemal."

Hazan onun içten davranışları karşısında biraz daha gevşemiş olarak, "Ben de Hazan." dedi. Dereyi görmeden paçaları sıvamaya daha erkendi ama tanıştığına cidden memnun olmuştu. En azından şimdilik bir umut doğmuştu içine.

Bir iki dakika sonra aracı kaldırımın yanına park eden Kemal araçtan indi. Aynı zamanda Hazan'da inmiş çabucak binaya girmişlerdi. Girişte beklerken ikisi de birbirine baktı ve Kemal sanki onu yıllarca tanıyormuş gibi samimiyetle göz kırpıp, "Açsana kapıyı." dedi. "Anahtarın yok mu?"

Hazan'ın kaşları hayır dercesine havaya kalktı ve Tufan'ı uyandıracağı için bir an tedirgin oldu. Zaten fazlalık gibi hissediyordu şimdi de onu uykusundan ettiği için iyice sinirlendirecekti. Bunun ondan korumasıyla uzaktan yakından alakası yoktu, sadece daha fazla gözüne batmak istemiyordu.

Kemal zile uzanıp bastığında başını iki yana sallayıp kıza bir anahtar bile vermediği için Tufan'a içinden küfür etti. O ne anlatırsa anlatsın, bu kıza karşı olumsuz düşünemiyordu. Onu daha tanımıyordu ama duydukları yeterliydi. Kaldı ki anlattıkları doğru olsa bile, Hazan böyle bir işe kalkışsa bile yine de onun gözünde haklı durumdaydı. Allah aşkına bu devirde beşik kertmesi mi kalmıştı!

Kapı açılmadı ve Kemal zile tekrar bastı. Hazan'a güven verircesine bakarken onun tedirginliği adeta tenine çarpıyor, kızı bu kadar korkuttuğu için Tufan'a sövmeye devam ediyordu.

Binanın kapısından açılma sesi duyuldu. Kemal kapıyı açıp abartıyla eğildiğinde elini uzatıp Hazan'a yol verdi ve Hazan sessizce güldü. Arkadaşı hiç de Tufan gibi hödük değildi. Gerçi ilk zamanlar da Tufan Bey'de biraz centilmenlik yapmıştı ama sonradan gelişen olaylarla ne yazık ki davranışları değişmişti.

Asansöre binip birlikte yukarı çıkarken, "Kesin hırlayacak bizim ki." dedi Kemal ve güldü.

Hazan ise onun sözlerine karşın gülmemek için direndi. "Uykudan uyanınca çok huysuz oluyor." diye devam ettiğinde asansörün kapısı iki yana açıldı ve Hazan bu sefer gamzesi belirginleşecek kadar gülümseyip başını iki yana salladı.

Dairenin kapısı açılmış Tufan'ın asık bir suratla onlara baktığını fark ettiğinde ise genç kızın gülüşü yavaş yavaş soldu. Üzerinde hiçbir şey olmayan genç adam yine eşofman altı giyinmiş, geniş göğsünü gözler önüne sermişti. Dağılmış saçları ise sert yüzünde hırpani bir görüntü oluştururken, delici bakışlarını genç kızın ürkek gözlerine kilitlemişti.

"Sana da merhaba." Kemal Tufan'ın omzuna vurup güldü. "Ve günaydın."

Tufan tepki vermedi. Arkadaşı yanından geçip içeriye girerken o hâlâ kıza bakıyordu. Hazan ise öldürücü bakışlara sahip gözlerle temasını kesti ve onu uykudan uyandırmalarının verdiği sinirle böyle baktığını düşünerek içeriye girdi.

Girerken, Tufan kenara çekilmediği için Hazan'ın narin omuzları onun kalın kollarına sürtünmüş, bedenindeki gerilimi kendi bedeninde hissetmişti.

Yutkundu ve ayakkabısını çıkarırken onunla tekrar göz göze geldi. Tufan'ın bakışları mutfağa geçen Kemal'e yavaşça dönmüş, çenesindeki kasları dalgalanırken ardından tekrar Hazan'ı bulmuştu.

Hazan ise onun geniş göğsüne bakmamaya çalışarak, daha kötüsü gözleriyle de fazla temas kurmamayı başarıp arkasını dönüp mutfağa ilerledi. Allahım, öyle soğuk, gaddar ve öfke dolu bakışları vardı ki, dilinden önce gözleri azarlıyordu.

İyi de bu adam sırf uykusundan uyandığı için mi bu kadar kötü bakıyordu?

🍁

Continue Reading

You'll Also Like

188K 8.9K 23
İki gözü de farklı renk olan bir kız düşünün. 12 yıl boyunca yetimhanede kalmış ve çocukluğunu doğru düzgün yaşayamamış bir kız... Gerçek ailesi geli...
2.1M 50.9K 51
Tam sınıftan çıkıcaktım ki gelen sesle dikildim kaldım."sen kal ada yapamadığın son soruya bakalım" OLUR OLUR HOCAM BAKALIM. Dırırııırıırıfırı Canı...
176K 7.5K 40
Lina'nın sarı saçları kömür siyahına bulanmıştı. Lina bağırdı 'yapma' dedi kaç kez fakat hiç bir şeye yaramadı çığlıkları Çınar Aden Lina'ya bir çok...
39.7K 1.5K 30
Melin; Kaç kez diyeceğim seninle davete gelmeyeceğim diye, hediye yollayıp durma! Ekin Soner; Kabul edene kadar yollayacağım. Melin; Desene o zaman p...