DÖNÜM NOKTASI

By sihirlisonbahar

1.7M 81K 18.6K

Kapı aralığından gözüne çarpan çıplak bedenle olduğu yere çakılı kaldı. Alkolün esir aldığı beyni ona oyun oy... More

|PROLOG|
Dönüm Noktası- İlerleyen Bölümden Bir Kesit
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
KAÇIR BENİ!!!
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. BÖLÜM

15. Bölüm

33.5K 1.8K 230
By sihirlisonbahar

15. Bölüm

🍁

Genç kızın yüreği ağzına gelirken tedirgin bir hâlde ona baktı. Neydi şimdi bu? Kuytu bir deliğe tünemiş sinsi bir yılan gibi fırsat kollayıp onu mu beklemişti?

Baran ise duraksadı ve elleri ceplerindeyken omzunu duvara dayadı. Akşam olabilirdi fakat sokak lambası yüzlerini biraz olsun aydınlatıyor, onun perişan hâlini gözler önüne seriyordu. Uykusuz olduğu dağılmış saçlarından, feri sönmüş gözlerinin önündeki çöküntüden belliydi. Fakat üzüntüden ziyade o gözlerde, karanlığı bastıran başka karanlık hisler gizliydi. Hazan korkuyla bir adım geriledi. Gözleri kaçamak şekilde etrafı turladı. Soğuk havada kimse yoktu dışarıda.

"Demek gidiyorsun?" dedi kısılmış sesiyle. "O adamla gidip beni bırakıyorsun öyle mi?"

Hazan çaresizce ona baktı. "Baran abi, yapma lütfen. Gider misin?"

Fakat Baran oraya gitmek için gelmemişti. Sorulacak hesabı vardı. Ve kahretsin ki sevdiği kadın ona hâlâ abi demeye devam ediyordu!

"Nasıl yaptın bunu?" dedi fısıltıyla. "Bize hiç mi acımadın?"

Dudaklarını yalayıp bir adım gerileyen genç kız her zaman ki mesafesini yine korudu. "Biz diye bir şey yok. Olmadı ki. Ben sana hiçbir zaman ümit vermedim. Sen kendi kendine gelin güvey oldun."

Baran'ın bakışları değişti ve hüznünün ardına sakladığı öfkesi, bünyesini bir anda sardı. "Biz evlenecektik, Hazan! Haftaya nişanımız vardı." dedi deliye dönmüş yüz ifadesiyle. "Ne demek biz diye bir şey yok?"

Daha fazla konuşmak istemeyen genç kız onunla baş edemeyeceğini anladı. Zaten ne zaman konuşarak anlaşabilmişlerdi ki? Baran takıntılı bir tutumla onu istediğini söylemiş, Hazan da onu hep reddetmişti. Ama karşısındaki adam sanki birbirlerini seven iki insanın ayrılığından bahseder gibi doğal konuşuyor, üstüne üstlük bir de onu korkutacak kadar delirmiş görünüyordu.

"Baran abi lütfen, ben evlendim artık. Çekil git evine rahat bırak beni."

Yönünü değiştirip araca doğru gitmek istedi fakat Baran, iki adımda kızın yanına geldi. Hazan çığlık atarak tekrar uzaklaşmaya çalıştı ancak bileğini kelepçe gibi yakalayan Baran hiddetli nefesini onun yüzüne verdi.

Demek Hatice annesinin dediği doğruydu. Demek o adamla gerçekten evlenmişti ha!? O hâlde günah kendisinden gitmişti. Enayi yerine konulduğunu düşünüp kendini paralayacağına bunun hesabını soracak yerlerde sürünen gururunu kurtaracaktı.

"Demek öyle!" diye hırladı. "Demek gerçekten evlendin?" Gözleri ilkelce parlarken Hazan'ın dehşete düşen gözlerine aldırmadan caddeye doğru çekiştirmeye başladı. "Gelsin de alsın bakalım seni elimden! Neler oluyor o zaman görür!"

Genç kız yaşadığı endişeyle çırpınırken Baran öfkesine yansıyan hızıyla hâlâ onu götürmeye çalışıyordu. Ağzının içinden küfürler sıralıyor, direnen kızın itirazları ona fayda etmiyordu.

"Bu kadar kolay mı be!" diye hırladı, onu çekiştirirken. Marketin önünden ayrılmışlar, Hazan'ın çırpınışlarına karşın yolun karşısına geçmeye çalışıyordu. "Seni benim elimden almak bu kadar kolay mı?"

Hazan ise onunla konuşup gücünü tüketmek yerine kolunu Baran'dan kurtarmaya çalışıyor, bir yandan da ona etkisi olacakmış gibi güçsüz yumruklarını koluna indiriyordu. Allah aşkına neden kimse bakmıyordu? Ya da yoldan gelip geçen birkaç kişi neden yardım etmiyor da sanki tiyatro izler gibi kendilerini izliyordu?

İnsanlık bu kadar mı yerin dibine batmıştı? Bir de güya erkek olacaklardı! İşte bunlar gibi insanların vurdumduymazlığı yüzünden onca kadın şiddete maruz kalıyordu!

Ayağı kaldırımın kenarına takılıp dizinin üstüne düşmesi bile Baran'ı durdurmadı. Bir zamanlar tırnağının ucuna zarar gelmesinden korkan adam şimdi onun çırpınışlarını bile görmüyor, kendisinden kaçtığı için gözlerini kör eden öfkenin ardına sığınıyordu.

"Kalk yerden Allah'ın cezası!" dedi hiddetli sesiyle.

Hayır Hazan pes etmeyecekti! Kimsenin gelip onu kurtarmasını bekleyemeyecek kadar aklı başındaydı. Zaten kimsenin de onu kurtarmaya niyeti yoktu. Az önce gelip geçen birkaç kişi de gitmiş onları karanlık, soğuk sokağın ortasında bir başlarına bırakmışlardı.

Dizlerinin acısına aldırmadan gözleri zeminde gezindi. İşine yarayan bir şeyler aradı. Yerde bulduğu bir taş parçasını bulduğunda ise ilerisini düşünmeden alıp doğrudan onun suratına indirdi. Baran, ise ağız dolusu küfürler edip elini yüzüne götürürken, genç kız hızla düştüğü yerden kalkıp markete doğru koşmaya başladı.

Yaşadığı dehşetin etkisiyle kalbi deli gibi gümbürdüyor, kuruyan boğazını yumuşatmak için kendini sürekli yutkunurken buluyordu. Geriden gelen ayak sesleri ise korkusunu hepten zirveye çıkarıyordu. Ne yapacaktı şimdi? Koşuyordu ama nereye kaçacaktı?

Arkasına bakıp marketin dahil olduğu binaya girmeye kalktığı anda çarptığı sert bedene tepki olarak ağız dolusu bir çığlık daha attı. Öfkeli nefeslerin sahibi, arkasından gelen kişinin küfürlerine karışırken kolları çarptığı adam tarafından sabitlenerek derhâl kenara çekildi ve kurtarıcısı ileriye atıldı.

Tufan...

Genç adamın ileriye doğru attığı adımlar neredeyse taş zemini yaracak kadar öfke doluydu. Kendilerine doğru hızını kesmeden gelen Baran'ın suratına yumruğunu geçirdiğinde onu yere sermiş, bakışları anlık kıza kaymıştı. Onun dehşet yüklü ifadesini yakalayıp, büyüyen gözlerinin korkuyla irileştiğini gördüğünde ise artık her şey için çok geçti.

Buz gibi ölüm kusan bakışları yere düşen Baran'a kaydı, burnunun yanındaki kaslar öfkeyle seğirdi. Alt edilmez öfkesini ise frenlemeye çalışmadı. Yerden kalkmasına izin vermeden karın boşluğuna geçirdiği tekmeyle onu tekrar zemine serdiğinde dudaklarından ağza alınmayacak küfürler döküldü. Baran ellerini karnına sarmış, acıyla kıvranırken Hazan, buz kesmiş titrek ellerini ağzına kapamış, irice açılmış gözlerle yere düşen Baran'a bakıyordu. 

Tufan'ın iri bedeni şahlanmış kartal gibi görüş alanını doldururken, acımasız tekmelerini ardı ardına onun vücuduna geçiriyordu. Elinde olmadan ürktü. Tufan'ı doğru düzgün tanımıyordu ama tanıdığı kadarıyla onu ilk kez böyle görüyordu. Adam şu an barut yüklü bir ambar gibi tehlikeliydi.

Genç kızın düşüncelerini doğrulayan genç adam nefesini soğuk havaya bırakırken kendisini sakin olmaya zorladı. Biraz daha devam ederse o serserinin eceli olacağı kesindi. Baran'ın acı dolu inlemelerine aldırmadan, ıslak zemine dizinin birini yaslayıp diğerini havaya diktiğinde tek eliyle onu montunun yakasından kavradı. Birbirine kenetlenmiş kuvvetli çenesinin içinde birbirine sürten dişlerinin arasından nefesini verdiğinde ise, "Seni burada öldürürüm!" diye konuştu. "Yemin olsun gözümü bile kırpmadan nefesini keserim." Gözlerinin odağını kaybeden Baran'ın yüzüne biraz daha eğildi. "Hazan artık benim karım! Onu unutacaksın anladın mı? Eğer biz yokken dedesine bir zarar verdiğini, ya da en ufak bir eylemde bulunduğunu duyarsam hiç üşenmeden gelir yarım bıraktığım işi tamamlarım!"

Baran onu duyuyordu ancak tepki verecek kadar kendinde değildi. Aldığı darbelerle sersemlemiş, midesi bulanıyor, başı dönüyordu.

"Beni anladın mı?" Sesi, eğer anlamadıysa birazdan onu öldürecekmiş gibi çıkmıştı.

Sadece başını sallayan Baran, güçsüz bir sesle, "A-anladım." dedi. Boşa tehdit savurmadığı belli olan bu adamın yaptığını yanına koymayacaktı ama şimdilik canını kurtarması gerekiyordu.

Tufan onun yakasını bırakıp hiçbir şey olmamış gibi ayağa kalktığında deri ceketinin yakasını düzeltip arkasını döndü. Hazan hâlâ bıraktığı yerde, kocaman olmuş ürkek göz bebekleriyle onları izliyordu.

Yanına varıp ifadesindeki sertliği silmeye çalışarak yüzünü yumuşattı ve anahtarın olduğu uzaktan kumandayı ona vermek için elini uzattı. "Valizimi alıp geliyorum. Aracın içine geç ve kapıları kilitle sen açmadığın sürece dışarıdan açılmayacak."

Hazan, yaşadığı dehşetli anları geride bırakmaya çalışıp başını salladı ve Tufan'ın dediğini yaptı. Aracın içine geçip kumandanın bir tuşuna bastığında kapılar kilitlendi. Tedirgin bakışlarını çevirip Baran'ın zorla ayağa kalkmasını izlerken, gözleri buluştuğunda ise bakışlarını kaçırıp derhâl önüne döndü. Ömrü boyunca yüzünü görmek istemiyordu. Ne onun ne de ailesinin.

Tufan ise hızlı adımlarla yukarıya çıkıp valizinin yanına bıraktığı toprak dolu kavanozu içine koydu. Gevşemek nedir bilmeyen bedeni belki Aslı'nın hatıraları sayesinde dinginlik bulurdu. Doğruldu ve çerçeveyi de alarak önce cam yüzeyi öpüp, sonra kavanozun yanına dikkatle yerleştirdi.

Her şey bir anda olmuştu. Valizi zaten hazırdı. Tek yapması gereken kardeşinin hatıralarını içine yerleştirmekti fakat dışarıdan gelen çığlığı işittiğinde elindekileri bırakmış, akşam saatinde ıssız sokakta yankılanan sesin sahibini tanımasıyla birlikte derhâl salonun penceresine ulaşmıştı. Karşılaştığı görüntü ise nevrini döndürmeye yetmiş, büyük bir öfke bulutu tüm benliğini sarmıştı.

Hazan birisi tarafından sürükleniyordu. Tabii o birisinin Baran denilen hergele olduğunu anlaması uzun sürmemişti. Valizi almadan bir hışımla aşağıya indiğinde ise Hazan'ı kapının önünde bulmayı hiç beklemiyordu. İtiraf etmesi gerekirse Hazan gerçekten çok cesur bir kızdı. Bunu da zaten Baran denilen o itin alnından akan kan sayesinde net bir şekilde anlamıştı. Artık kafasına neyi geçirdiyse başarılı olmuştu ama bu, Tufan'ın öfkesini dindirmeye yetmemişti. Daha fazlasını hak ediyordu. O da gereğini yapmıştı.

Mutfağa geçip bir bardak su içtiğinde lambaları söndürdü. Sinirleri hâlâ yatışmamıştı. Valizini alıp daireden çıktı. Burada bir saniye bile fazladan kalmak istemiyordu. O sırada karşı dairenin kapısı açılıp yavaşça kapandığında Tufan, çelik kapıyı kilitlemiş gayri ihtiyari başını arkaya çevirmişti.

Sürpriz! Bu seferde iki elini beline koyup sanki dövüşmeye hazır gibi bekleyen İrem denilen kız ona düşmanca bakıyordu. Aldırmadı. Bu ailede tek bir akıllı kişi olmadığına artık emindi. Hepsi barbar, hepsi birbirinden çirkefti.

Adımını attığı sırada, "Göründüğün kadar akıllı değilmişsin." dedi genç kız. Dudakları sinirden titremesine rağmen onları ustaca saklamayı başarıyordu.

"Anlamadım."

İrem'in gözleri sinsice kısılmadan hemen önce sinirli bir soluk çekti içine. "Hazan seni iyi kullandı diyorum. Neyini anlamadın?"

Tufan'ın kaşlarının ortası derinleşti. Kafası bir anda karıştı ama böyle bir saçmalığa ayıracak vakti yoktu. "Bana bak acelem var. Senin zırvalıklarını dinleyemeyeceğim."

"Zırvalık mı?" Kaşları havaya kalkan genç kız elindeki telefonun ekranını açıp Tufan'a gösterdi. "Al kendin oku. Hazan bu mesajı abime yollamıştı. Hem de bil bakalım ne zaman?" Gözlerini kocaman açıp sesini fısıltıya kadar düşürdü. "Ne tesadüfse senin kapında bayılacağı tuttuğu zaman."

Gözleri istemsizce telefona kayan Tufan mesajı okuyup tekrar ona baktı. "Ne var bunda? Zaten istemiyordu senin abini."

Hayret ettiğini belli eden yüz ifadesine bir de sahte gülüş ekledi, İrem. "Ne demek ne var? Sırf abimden kurtulmak için senin kapında bayılma numarası yaptı o şeytan! Sen de saf gibi inanıp onunla evlendin." Adamın yüz ifadesinden doğru yolda olduğunu anlayan genç kızın gülümsemesi duruldu ve yüzü kınayıcı bir bakış aldı. "O abimi hiçbir zaman istemedi. İstemediği biriyle evlenmemek için de seni kullandı. Anlıyor musun? Kullandı. Bayılma numarasını yuttuğuna inanamıyorum!"

Aklı karışan Tufan mesajı yeniden okudu. Öyle bir ihtimal olabilir miydi?

"Nişan oluyor diye sakın ümitlenme, Baran abi. Bu evliliğe asla rızam yok. Bak hâlâ abi diyorum! Umarım seni istemediğimi bir gün anlarsın. İnşallah anlarsın da beni bir delilik yapmaya mecbur bırakmazsın..."

Kurnaz planına devam eden İrem, "Bahsettiği deliliği yaptı işte." dedi onun kafasını bulandırarak. "Sen de onun yüzünden abimi dövdün. Hâlbuki görünürde de akıllı birine benziyorsun. Nasıl yuttun bu numarayı?"

Genç adam birden zihninde canlanan seslerle geriye gittiğinde Hazan'ın dedesine sarf ettiği kelimeleri anımsadı.

'Ne olursa olsun evlenmem.' Demişti değil mi? 'Sonunda ölüm bile olsa bu evlilik olmayacak. Kimse beni zorla evlendirmez.'

İrem, kurnaz düşüncelerini yansıtmayan ses tonuyla devam ederken, "Hiçbir hastalığı da yok." diye devam etti. "Ne tesadüfse gelmiş senin kapında bayılmış. Allah Allah, hem de nişan alışverişi yapılacağı gün. Hepsi rastlantı mı sence bunların?"

Tufan'ın zaten gergin olan sinirleri düğüm düğüm olduğunda tüm bedeni buz kesti. İrem denilen kız hâlâ konuşuyordu fakat onu duyamayacak kadar derine dalmıştı. Duygularını kontrol etmesi gerekiyordu! Benliğini esir almaya hazırlanan fırtınaya kapılmadan kendisi sakinleştirmesi gerekiyordu.

Kahretsin! Hazan onu gerçekten aptal yerine mi koymuştu? O masum bakışlarının altında bu denli kurnaz planlar barındırmış olabilir miydi?

Elindeki valizin ağırlığı ona nerede olduğunu hatırlatınca düştüğü şüphe çukurundan başını kaldırmayı başardı. Ancak bir sorun vardı. Kuşkunun serpiştirdiği tohumlar hızla büyüyen bir filiz gibi beyninde yeşermeye başlamış, dört bir yandan hücrelerini kuşatma altına almıştı.

O an önem vermediği başka bir ayrıntı daha şekil bulup gözlerinin önüne düştüğünde dişlerini sıktı. Salona girdiğinde onun gözlerinin açık olduğunu görmüş şaşırmıştı ama işin bu boyutu hiç aklına gelmemişti. Hepsi numara mıydı?

Kendini zorlayıp sağlıklı düşünmeye çalıştı. Olmuyordu. Zehir gibi çalışan beyni boş bir çöp tenekesine dönüşmüştü sanki. Yitirmek üzere olduğu sağ duyusuna kulak vermeye zorladı kendini. Bu kızın doğru söylediği ne malûmdu? Belki de abisinin canını yaktığı için kendi çapında plan yapmış onun kafasını karıştırmaya gelmişti. Şu an düşünceleri öyle bir boyuttaydı ki, dolaşmış yumak misali neresini tutsa ortalık biraz daha karışıyor, asıldığı her ilmek kördüğüme dönüşüyordu.

Bedenini dikleştirirken, dişlerini sıktığını ona belli etmedi. Yüzüne yerleştirdiği umursamaz ifadesi ile İrem'e küçümseyen bir bakış attığında ise başını hafifçe iki yana sarstı. Söyledikleri doğru bile olsa ona istediğini verecek değildi.

Onu arkasında bırakıp aşağıya inerken, "Dede, torun sana oyun oynadılar!" diye bağırdı genç kız. "Aç gözünü aç. Hazan seni kullandı diyorum! Sen sadece piyonsun!"

İrem son sözünü söyleyip içeriye girdiğinde dairenin kapısını kıracak kadar güçlü bir şekilde çarptı. Ses binanın eski duvarlarında yankılanırken, Tufan'ın beynini delip, yankı uyandıracak başka sözler vardı. Attığı adımları bile görmüyor, sadece onun gerçekten oyun oynayıp oynamadığını sorguluyordu.

Dişlerini sıkıp binanın kapısından dışarıya çıktı ve suratına çarpan soğuğa aldırmadan yürüdü. Damarlarından kan yerine lav akıyor, tüm bedeni öfkesinin ateşiyle yanıyordu.  Eğer Hazan, ona ikna edici bir şeyler söylemezse gerisini düşünmek bile istemiyordu.

Uzun adımları aracın yanına ulaştığında aracın kapılarının açılma sesiyle birlikte genç kıza hiç bakmadan valizini arka koltuğa bırakıp sürücü kapısını açtı. Anımsadığı tüm sözler zihninde uçuşurken serin kanlı olup sakin kalması gerekiyordu fakat İrem denilen o kızın gösterdiği mesajlar, Hazan'ın ağzından duyduğu kelimeler terazinin ağır kefesinde kalıyordu.

Yerine yerleşip, Hazan'ın uzattığı anahtarı aldığında genç kıza dönüp bir kere bile bakmadı. Kendi emniyet kemerini takarken, "Kemerini tak!" dedi sadece. Kafası öyle bulanıktı ki, nezaketten yoksun sesinin ürkütücü tonu kendi kulağına ulaşmıyordu.

Yanında donmuş vaziyette ona bakan afallamış genç kızın hareket etmediğini gördüğünde ise, bu sefer sertçe bakıp, "Tak şu kemeri!" diye emretti.

Direksiyonu kırmaya niyetlenen ellerine hakim olmaya çalıştı ve etkisinde kaldığı kelimelerle dişlerini sıkıp nefesini burnundan sertçe verdi. Tufan fevri hareket eden bir adam değildi. Hayır, onu dinlemeden hüküm vermeyecekti. Aracı çalıştırdı ve kendini telkin etmeye çalıştığı sözcüklere tezat, tekerleklere çığlık attıran cinsten aracı sürmeye başladı.

Allah'ım! Direksiyonu yumruklamak istiyordu. Onca evlenmem ayaklarının hepsi hep yalan mıydı? Peki ya dedesi? Yaşlı hâliyle kendini acındırıp onlara baskı yaparken gerçekten onu oyuna mı getirmişti? Tüm bunlar aslında bu ikisinin kurduğu basit bir tezgahtan mı ibaretti? En önemlisi Tufan bu oyuna nasıl gelmişti?

Yanındaki kızın varlığını unutmaya çalışıp caddeye geçtiğinde gaza yüklendi. Eğer İrem'in söylediklerini yalanlayıp kendini aklamayı başaramazsa elinden çekeceği vardı. Soracaktı. Birazdan soracaktı ama önce sakinleşmesi gerekiyordu. Başa çıkamadığı öfkesinin sayesinde damarlarında akan kan çağlayarak beynine sıçrıyor, onu deliliğin sınırına getiriyordu.

Hazan ise onun neye öfkeli olduğunu bilmiyor, kaynağının Baran olduğunu sanıyordu. İyi de yukarıya çıkana kadar gayet sakindi. Tabii Baran'ı benzettiği anları saymazsa. Peki yukarıda ne olmuştu da bu adam barut yüküne dönmüştü?

Kulakları uğuldatan rahatsız edici sessizliğin içinde ilerlerken, "Bir şey mi oldu?" diye sordu.

Akıp giden trafiğe aldırmayan genç adam ona cevap vermek yerine aynalardan yolu kontrol etti ve aracın dörtlü lambalarını yakarak direksiyonu sağa kırdı. Elleri direksiyonu sıkıca kavramış, parmak boğumları hiddetinden beyazlamıştı. Ardı ardına kulaklarına dolan korna sesleri Hazan'ı yutkunmaya sevk ederken araç ani bir frenle yol kenarında durdu. Eğer emniyet kemeri takılı olmasaydı Hazan çoktan kendini ön cama yapışmış olarak bulacağına emindi. Ne yapıyordu bu manyak herif!

Tufan başını arkaya yaslayıp gözlerini kapadı. Sakin olacaktı. Eğer kendini tutmazsa onun kalbini kıracağı aşikârdı. Her ne halt dönüyorsa bunu sakince öğrenecekti fakat benliğini işgal eden soru işaretleri sakinliğini yırtıp geçiyordu.

Sertleşen çehresini ona çevirdiğinde, "O itten kurtulmak için numara mı yaptın?" diye sordu pat diye.

Hazan'ın kaşları önce havalandı. Sesinde ki bastırılmış hiddetti hissedip, sözlerine bir anlam yükleyemeyince havalanan kaşları çatıldı. "Ne?"

Bu kız ya aptal numarası yapıyordu ya da çok güzel bir oyuncuydu. Ya da gerçekten ne dediğini anlamamış masum biriydi. Ama üçüncü şık şu an Tufan'ın kafasında direkt eleniyordu.

İçinden sabır çekip, nefesini kontrollü bir şekilde dışarı verdi. "O gün kapımda yatarken gerçekten baygın mıydın, diyorum sana!" Tane tane üzerine basarak söyleyip ona cevap hakkı sundu.

Şaşkına dönen genç kız ne demesi gerektiğini bilemedi. Cümle basitti aslında, sıradan bir soru niteliğini taşıyordu. Fakat adamın itham eden suçlayıcı tonu Hazan'ın başını hafifçe yana eğmesine neden olmuştu.

Afallamanın verdiği tepkiyle hilâl kaşları biraz daha çatılırken, "Anlamadım?" dedi.

O nasıl saçma bir soruydu öyle? Bayılmanın gerçeği sahtesi mi vardı?

Sabrını sınıyordu. Kesinlikle sabrını sınıyordu ama Tufan kopma noktasındaydı. "Ondan kurtulmak için bilerek mi yaptın? Hepsi numara mıydı!?" dedi bağırarak. Sakinlik falan kalmamıştı işte.

Kelimeler, salise zarfında aklında gezindi ve Hazan'ın kafasına balyoz gibi indi. Kurşun yemiş gibi irkilmişti. Karşı şeritten gelen araçların farları içeriyi aydınlatırken gözleri kocaman açıldı.

Bunu nasıl sorardı ona? Yaşadıklarına birer birer şahit olmuşken nasıl numara yaptığını düşünürdü?

Adamın dışarıya süzülen öfkesine aldırmadan dişlerini sıkarken, "Numara mı?" dedi. İtham edildiği üç beş cümle nefesini hızlandırmış, bakışları bile değişmişti.

"Benim sorularıma soruyla karşılık verip durma, Hazan! Bana mantıklı bir şey söyle çabuk, açıkla!"

Bu adamın ağzından çıkanları ya kulağı işitmiyordu, ya da... Ya da ne? Nesini açıklayacaktı? Bayılmıştı işte mantık bunun neresindeydi? Hem durduk yere böyle saçma bir fikir nereden aklına gelmişti ki?

"Ben numara falan yapmadım!" dedi, tıpkı onun gibi sesini yükselterek. "Bayıldım işte, hem sadece o anlık bir şey değildi ki, daha önce de birkaç kez olmuştu. Bunun nesini açıklayayım?"

Tufan onun çıkışı üzerine bedenini tamamen ona çevirdi ve dehşet uyandıran koyu kahverengi gözlerini Hazan'ın gözlerine dikti. Hiçbir şekilde tatmin olmuş gibi görünmüyordu.

"Öyleyse bir hastalığın var." dedi, biraz daha sakin kalmaya çalışarak. "Tamam, anlat hadi seni dinliyorum."

Onun aldatıcı sakinliğinin aslında bastırılmış bir hiddet olduğunu hissediyordu fakat bundan zerre kadar korku duymuyordu. Zira Hazan'ın bedeni üç beş cümleye tepki göstermiş, öfkesinden dolayı eli ayağı boşalmış gibi titriyordu.

"Hasta falan değilim! Sadece bayıldım anladın mı? Ba-yıl-dım! Ve sen karşıma geçmiş numara yaptığımı söylüyorsun."

Sakin olması gerekiyordu. İçinde kaynayan bir öfke kazanı varken o nasıl olacaktı bilmiyordu ama sakin olacaktı. Tufan'ın çenesindeki seğiren kasları, hiddetinin ne denli fazla olduğunu ele veriyordu fakat kendini frenlemeyi başarması gerekiyordu.

Ona doğru hafifçe tehditkâr bir şekilde eğildi. "Eski sözlüne attığın mesajı okudum. Ondan kurtulmak için her deliliği yapacağını yazmışsın." dedi. Az önceki gibi bağırmıyordu ama sesi buz gibi dondurucu, gözleri kızgınca parlıyordu. "Bana bak insan gibi anlat, yaptıysan yaptım de. Düzgünce konuşalım. Beni insanlıktan çıkartma!"

Ah, tabii ya İrem! İkisini görüp basılmalarını sağlayan vicdan yoksunu yaratıktan başka kim böyle bir saçmalığı ortaya atabilirdi ki? Üşenmeden attığı mesajı mı göstermişti?

Aralarındaki mesafeye aldırmadan meydan okuyan salt bakışlarıyla ona tavrını koyarken, "Sana o mesajı kim gösterdiyse doğru okumuşsun." dedi. Yeşil gözleri karanlıkta koyulmuş, içinde karşı yönden gelen araçların canlı far ışıkları parıldıyordu. "Ama ben kurtulmak için senin veya bir başkasının yardımına muhtaç değildim. Üstelik seninle evlenmek için ağzımdan tek kelime bile çıkmadı. Sana gelip benimle evlen mi dedim? Beni kurtar mı dedim?"

"Sen değil deden yaptı zaten." Tufan'ın kuşkulu gözleri kısıldı. Sesinin tonu kalınlaşmış, kelimeler sert bir vurguyla dudaklarından dökülüyordu. "Onu mu öne sürdün? Hanginizin planıydı bu?"

Hazan birazdan imdat diye çığlık atacaktı. Bu adam dedesiyle, onu ne sanıyordu? Gururuna kızgın ok gibi saplanan sözlerini sineye çekip susmayacaktı. Ne olursa olsun ona böyle davranma hakkına sahip değildi.

"Bana bak, kimsenin sana oyun oynadığı falan yok. Seninle evlenmeyi ben istemedim dedem seni nasıl ikna ettiyse beni de öyle ikna etti." Yerinde dik bir konuma geldiğinde mağrur çenesini havaya dikti. Boşalan sinirlerinden dolayı damarlarındaki kan daha hızlı akmaya başlamıştı. "Eğer inanmıyorsan derhâl boşanırız. Senin korumana falan ihtiyacım yok!"

Hem dedesinin hem de kendi izzeti nefsini yaralayan onur kırıcı ithama kayıtsız kalamazdı. Gerekirse geri döner, verdiği savaşa kaldığı yerden devam ederdi.

Tufan'ın alaycı bakışını gölgede bırakan öfkesi fokur fokur kaynarken kaşları havaya kalktı. Koyu kahveleri gözleri siyaha çalmış, harelerinden ateş çıngıları çıkıyordu sanki.

"Benimle işin bitti yani?"

Biraz daha sıkmaya devam ederse Hazan'ın dişleri ağzının içine dökülecekti. Gözlerini sinirle yumup açtığında, "Allah'ım!" diye yakardı.

Bu adam onu neresiyle dinliyordu?

Onun hâlâ aynı düşüncelere sahip olan bakışlarını gördüğünde ise, "Ben öyle üç kağıtçı biri değilim. Biten bir işim de yok." dedi. Ama adam inanmadığını belli ediyordu. Bu da Hazan'ı tamamen çileden çıkardı. "Dön geri ya, dön ve beni eve bırak!" diye isyan etti en sonunda. "İstemiyorum seninle gelmeyi falan! Götür beni evime hemen!"

Tufan, genç kızın bu karanlıkta bile gözlerinin nasıl öfkeyle parladığını görebiliyordu. Doğru söylüyor olabilir miydi? İki arada bir derede kalırken kızın sözlerine inanmak istiyordu fakat kanıtlar öyle kuvvetliydi ki sağ duygusunu kaybetmiş, onun dediklerine resmen sağır olmuştu.

Tereddütlü gözleri biraz daha kısıldı bünyesini saran öfke bulutu gözlerinin önüne yeniden serildi. Nasıl olsa nikâh olmuştu değil mi? Eski sözlüne göz dağı vermiş, peşine düşmesini engellemişti. Ee kız da kendi çapında plan yapmış olmalıydı. Ondan kurtulduğuna göre Tufan'a da ihtiyacı kalmamıştı. Belki de eve gidip onlara görünmeden ortadan kaybolacak, eski sözlüsü de Tufan'ın korkusundan ona yaklaşmayı aklına bile getirmeyecekti.

O değil bir de kızın inancının temiz olduğuna gözü kapalı inanmıştı. Nasıl böyle bir ahmaklık yapıp onlara kanardı ki? Uzun zaman önce susturduğu vicdanı ortaya çıkmasa, onu kardeşiyle vurup harekete geçirmese aptal yerine konmayacaktı.

Genç kızın bakışlarında, tavırlarında Tufan'ın ithamlarını kabul eden ve boyun eğen tek bir ifade yoktu ama yine de ona inanmadı. İnanması için de hiçbir sebebi yoktu çünkü onu tanımıyordu.

Kalan bir parça aklına hızla tutunup önüne döndüğünde aracı çalıştırdı. "Yok öyle yağma!" dedi, renksiz bir tonla. "Kimden kurtulup kime bulaştığını bir anla bakalım. Sonra ben izin verirsem gidersin."

🍁

Continue Reading

You'll Also Like

ASYA By Su

ChickLit

297K 16.8K 34
Abi kitapları kıtlığı çekiyorsanız doğru yerdesiniz. Bölümleri yazdıkça atacağım. "Onu istemiyorum." Nefret dolu bakışları bendeyken babamdan uzakla...
602K 22.1K 31
Arkadaşımın abisine aşık olmak yapacağım en büyük saçmalıktı ama bazen işler bizim isteğimiz dışında gerçekleşebiliyordu. Serhat; Anlamıyorsun kızıl ...
441K 29K 25
17 yıl önce bir kötülük yapıldı, bu kötülük herkesin ruhunda unutulmayacak yaralar bıraktı. Yara alanlar, asıl yaralıya yeni yaralar açmayı umursama...
368K 24.2K 26
Açelya hiç hatırlamasa da henüz 5 yaşındayken ailesinin düşmanları tarafından kaçırılmış ve gözlerini bir yetimhanenin revirinde açmıştı. Ailesi sen...