DÖNÜM NOKTASI

By sihirlisonbahar

1.7M 81K 18.6K

Kapı aralığından gözüne çarpan çıplak bedenle olduğu yere çakılı kaldı. Alkolün esir aldığı beyni ona oyun oy... More

|PROLOG|
Dönüm Noktası- İlerleyen Bölümden Bir Kesit
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
KAÇIR BENİ!!!
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. BÖLÜM

11. Bölüm

33.1K 1.8K 194
By sihirlisonbahar

11. Bölüm

🍁

Genç kızın her bir zerresi korkuyla sarsılırken, cesaretini toparlayıp dayısına bakmaya devam etti. Hâlâ inanamıyordu. Onu resmen kaçırmıştı! Bu yüzlerini nasıl olmuştu da daha önce görememişti, nasıl içlerindeki düşmanlığı şimdiye kadar kamufle etmeyi başarmışlardı?

Özdenetimini eline almaya çalışarak, "Sen ne kadar vicdansız bir insansın?" dedi. Sinirden eli ayağı titriyor fakat bu adamın karşısında ağlayıp onu mutlu etmek istemiyordu. "İçinizde biraz olsun Allah korkusu yok mu, şu yaptığın zorbalığı kendine nasıl yakıştırıyorsun?"

Hamdi ona iğrenerek baktı. "Sen kendine iffetsizliği nasıl yakıştırıyorsun peki? Oğlumu boynuzlarken hiç utanmadın mı?"

Delirecekti, ramak kalmıştı! Nasıl bu kadar sığ düşündüğünü anlamıyordu. "Ben bir şey yapmadım diyorum anlamıyor musun?" diye bağırdı en sonunda. "Orada düşüp bayıldım. O adamı tanımıyorum bile."

Ona inanmadığını gösteren öfkeli bakışlarını bir süre yüzünde gezdirip yeniden yola döndü, dayısı. Ardından telefonu eline alıp bir numara tuşladı. Hazan ise onun ifadesizliği karşısında neredeyse çığlık atacaktı.

"Leyla." dedi. "Baran'a sahip çık. Kendine bir şey yapmaya kalmasın sakın." Yengesinin çığırtkan sesini Hazan bile duyuyordu ama ne dediğini anlamıyordu. "Sen orasını bana bırak." diye devam etti, Hamdi. "Sadece Baran'a dikkat et diye aradım. Beni bu gece beklemeyin. Şu namussuza haddini bildirip geleceğim."

Hazan korkuyla yutkunup sadece bakmakla yetindi. Onu gerçekten öldürecek miydi? Gözlerinde zerre kadar merhamet belirtisi olmayan bu adam sofrasına oturduğu, küçükken başını okşayan aynı insan mıydı?

Düşüncelerini bölen sözlerle kendine geldi. "Bağırıp durma!" diye çıkıştı, Hamdi. "Ne yaptığımı biliyorum. Sen dediklerimi yap. Kapatıyorum şimdi."

Telefonu kapatıp cebine attı. Hazan ise artık onunla konuşmanın fayda vermeyeceğini anlayarak başını camdan dışarıya çevirip, boş gözlerle dışarıya bakmaya başladı. Ecel gelmişse cihana baş ağrısı bahane derdi, dedesi. Elbette ona sonuna kadar direnecekti ama sayılı nefesi sona erdiyse, kaderine isyan etmek yerine Rabbine tevekkül etmeye devam edecekti. Nefes alıyorsa hâlâ bir umut vardı.

Sonra kendisini unutup dudaklarını ısırdı. Dedesi orada kim bilir ne hâldeydi? Yere yığılışı ve çaresiz gözleri bir türlü aklından çıkmıyordu. "Allah'ım sen yardım et." diye fısıldadı sessizce. Dua etmekten başka çaresi yoktu.

🍁

Başına yapışıp kalan ağrıyla dişlerini sıkıp elinin birini saçlarının arasından geçirdi. Oturduğu koltuk diken olmuştu sanki, yerinde duramıyor, kendini sürekli salonun ortasında volta atarken buluyordu.

"Sanane oğlum." dedi kendine. "Milletin peşine düşmek sana mı kaldı?"

Mantığı bu yönde konuşuyordu fakat ağır basan vicdanının sesi sürekli Hazan'ın yanına gitmesini, onu bu çıkmazdan kurtarmasını fısıldıyordu. Kızın dedesinin son sözleri ise sürekli çekiç misali beynini delip geçiyordu. Seri bir hareketle yerinden doğrulup kalktı ve amaçsızca pencereye yürüdü. Daha birkaç saat önce manasız bulduğu düşüncelerin girdabında kayboluyor, kahrolası vicdanını sorguya çekiyordu. Ve yine aynı şey oluyordu. Konuşulanların her biri dönüp dolaşıp reddettiği çağrışımı yaparak geri dönüyordu. Kendini vicdanını sorgularken buluyordu.

Her ne kadar üzerinde durmamaya çalışsa da durum buydu. Mantığı ve merhameti arasında çıkan çatışmanın arasında kalıyordu. Parmaklarını sinirle saçlarının arasından geçirdi. Resmen iki ucu boklu değnekti!

Birçok duyguyu anda anda yaşarken, dalgın gözleri akşamın çöküşünü izledi. Karanlık sokakta her şey yolunda gibiydi ama normalliği bozan bir şey oldu. Sokağın karanlığını dağıtan renkler ve sessizliğini bozan bir ambulans sesi ortalığın sükunetini bozarken Tufan'ın kaşları çatıldı.

Ambulans tam binanın önünde durmuş, bir grup insan marketeten çıkarak ambulanstan inen görevlilerin yanına telaşla ulaşmıştı. Tufan kalbinin sıkıştığını hissedip, hiç düşünmeden dairesinden fırladı. Allah kahretsin! Yoksa dayısı olacak adam dediğini yapıp kızı öldürmüş müydü? Gerçi silah sesi falan duymamıştı ama ona illaki silahla zarar verecek diye bir kaide de yoktu.

Vicdanı ağır bir darbe savururken dudaklarından ağza alınmayacak küfürler döküldü. Neyin hesabıydı bu? Alt tarafı formalite icabı kızla evlenip onu bu sorunun içinden çıkaracaktı. Ama o ne yapmıştı, onları kovmuş, adamın tüm sözlerini hiçe saymıştı.

Zihninden onlarca düşünce aynı anda geçerken, uzun adımları merdivenleri aşıp dışarıya ulaştı. Yanıp sönen srenlerin eşliğinde yönünü markete çevirip hızlı adımlarla hedefine ulaştığında ise telaşlı gözleri, kanlar içinde bir beden aradı fakat sedyeye yatırılan kişi Hazan değildi, dedesiydi. Başında başka insanlarda vardı ama dikkat çeken kişi Hazan'ın yaşlarında, sesli bir şekilde ağlayan genç bir kızdı.

Sedyenin başına gidip, görevliler onu yattığı yere sabitlerken, "İbrahim amca!" diye seslendi. Yarı aralık gözleri kendinde gibiydi ama baygın bakıyordu. "Ne oldu, iyi misin? Hazan nerede?"

"Beyefendi lütfen çekilir misiniz?"

Tufan ambulans görevlisinin sözüne kulak asmadan kulağını ona yanaştırdı. Yaşlı adamın ağzı kıpırdıyordu ama dediğini anlamamıştı.

"Onu götürdü." diye fısıldadı sadece. "Hazan'ımı öldürecek yardım et, oğlum."

Tufan'ın uzun zaman önce endişeyle çarpmayı unutan kalbi tekrar aynı hisle çarpmaya başladı. Kardeşini kaybettiğinde yaşadığı tüm kareler yeniden can buldu ve ambulansın içine yerleştirilen adamın arkasından öylece baka kaldı. Nabzı, o günden beri ilk defa bu kadar hızlanmıştı. Etrafındaki insanların konuştuğunu duymuyor, sadece kulaklarında çarpan kalbinin gürültüsünü dinliyordu.

Aslı'yı kaybetmişti. Şimdi bu kızı kurtarma şansı vardı ama bencilce davranarak onu da ölüme terk etmişti. İçine oturan kasvetle gözlerini yumdu. Her yeri yumruklamamak için kendini zor tutuyor, bir işe yaramayan beynini dağıtmak istiyordu. Eğer bu kadar inatlaşmamış olsaydı Hazan şu an güvende olacaktı.

O sırada dikkatini dağıtan bir ses onu kendine getirdi. "Anne." diye hıçkırdı az önce ağlayan kız. "Dayısı Hazan'ı alıp gitmiş, İbrahim amca da kalp krizi geçirmiş. Nolur aşağıya gel çok kötüyüm. Hazan'ın telefonu, çantası burada kalmış. Ne yapacağız şimdi?"

Tufan hiç düşünmeden kızın yanına ulaştı. "Arabanın plakasını ver hemen." dedi, genç kıza. Sonra onun tutukluk yaşadığını görünce elindeki telefonu alıp kapattı ve geri ona uzattı. "Acele et, o adamın plakasını ver hemen!"

Islak kirpiklerini kırpıştıran genç kız ne olduğunu bile anlamadan, "H-hemen veriyorum." dedi. Marketin içine koşarak bir kağıdın üzerine Hamdi'nin plakasını yazdı. Allah'tan ezberi kuvvetliydi de komşularının sürekli kendi arabalarının yanında park edilen arabasının plakasını ezberlemişti.

Kağıdı alıp adamın yanına gideceği sırada onu arkasında görmesiyle sıçradı. Yabancı adamın ürkütücü bakışlarına ev sahipliği yaptığı sert yüzü korkunç görünüyordu. Adam, kalıplı bedeniyle ona bir adım atıp elindekini aldı ve genç kızın afallamış bakışları arasında hızlı adımlarla oradan ayrılıp aracına bindi. Tekerlekleri çığlık attıran cinsten aracını kaldırdığında, Gönül hâlâ arkasından şoka girmiş gibi bakıyordu.

Kabaran saçlarıyla ve yatmaya hazırladığı pijamalarının altına giydiği parmak arası terlikleriyle marketten çıkıp, Hazan'ın bu adamı nereden tanıdığını düşündü. Daha sonra soğuktan sızlayan ayaklarıyla kendine gelip, arkadaşının arkasından dua etmeye başladı. İnşallah bu adamın bir faydası dokunurdu.

Tufan'ın öfkesi ve endişesi ise gaz pedalına yansıdı. Bu yaptığı delilikti. Hiçbir mantıklı yanı yoktu. Fakat susturmadığı vicdanı ondan bağımsız hareket ediyor, son dakikaya kadar tepkisiz kaldığı için kendine kızıyordu. Hiddetle direksiyona yumruk atıp, çenesini kıracak kadar dişlerini sıktı. Onunla evlenmeyi kabul etse ölür müydü? Sanki mükemmel bir hayatı vardı da evlenince mi bozulacaktı? Burnundan sert bir soluk verdi. Ama genç kız da onu istememişti! Ne yapacaktı, bir de onu ikna etmekle mi uğraşacaktı?

Sinirle direksiyonu kavrarken, onun vakarlı duruşu gözlerinin önüne düştü. Bazen gerçekten empati kurmaktan yoksun kalıyordu. Genç kız öyle mağrur, öyle gururluydu ki, geri adım atmaktansa ölmeyi bile göze almıştı.

"İyi halt ettin!" diye tısladı. "Ölsen bile çenen havada kalır!"

Daha sonra telefonunu eline alıp trafik şubeden Halil'i aradı. Telefon ikinci çalmada açılırken, "Oo Tufan efendi." dedi adam keyifle. "Hayırdır oğlum, hangi dağda kurt öldü?"

Uzun zamandır görüşmediği arkadaşıyla daha sonra uzun uzadıya sohbet edecekti ama şimdi değil. "Halil, sana işim düştü. Şu an Ankara'dayım. Bir plakayı aratmanı istiyorum. Çok acil, hemen dönüş yapar mısın?"

"Elbette." Halil bir anda ciddileşti. "Ver plakayı." Sonra yanındaki gülüşmeler, esen rüzgarın uğultusuna karıştı. "Ya da mesaj at, hemen dönüş yaparım."

Tufan dar sokaktan geçiş yapıp işlek caddeye çıktı. "Yolluyorum. Çok acil, Halil. Sakın erteleme bak."

"Yok, kardeşim. Bahçeye indim sigara içmeye hemen çıkıyorum. Yolla sen, bir iki dakikaya dönüş yaparım."

Tufan, plakayı yazıp Halil'e attığında başını sağa sola sallayıp ona bir şey olmamasını umut etti. Neden bu kadar endişelendiği hakkında bir fikri yoktu ama hiçbir günahı yokken, sadece bir yanlış anlama uğruna, birilerinin aptal zihniyetinin kurbanı olmasını istemiyordu.

Halil'den haber beklerken ne yapacağını düşündü. Nereye götürmüş olabilirdi? Sakin kalmaya çalışarak beynini zorladı ve  adamın son sözleri kulağında çınladı. Tabii ya onu memlekete götürüp öldüreceğini söylemişti. Kahretsin! Memleketleri neresi onu bile bilmiyordu. Yine de şehir merkezine doğru sürdü aracını. Dikiz aynasından yolu kontrol etti ve bir kez daha geç kalmamak sola sinyal verip gaza yüklendi. Her ne cehenneme gidiyorsa o adama yetişecekti!

Aradan kaç dakika geçmişti bilmiyordu ama telefon çaldığında saniyesinde cevap verdi. "Dinliyorum."

"Beyaz renk, 96 model Opel Vectra. Mevlana bulvarı üzerinden ilerliyormuş." Kısa bir es verdi. "Hayırdır Tufan, bir sorun mu var?"

Bu şans mıydı? Onun şansı pek yoktu ama kızın şansı olabilirdi. Çünkü ilerlediği güzergâhtan ikinci sağa girdiğinde istikameti yakalamış olacaktı.

"Sonra anlatırım." dedi. "Senden bir ricam daha var. Emniyetten Volkan'a komisere ulaşır mısın? Bir ekip çıkarıp o aracın yolunu kessinler. Adamın silahı var, dikkatli olsunlar, yanında genç bir kız var. Sıradan, rutin bir kontrol süsü versinler, adam panik yapıp kıza zarar verebilir. Ben o zamana kadar yanlarına varmış olurum."

Halil, durumun ciddiyetini kavradığında, "Gelmemi ister misin?" diye sordu. "Yanıma bir iki kişi alıp ben de çıkarım istersen."

"Gerek yok. Konum paylaşıyorum seninle, onlara ilet. Aracı nerede çevireceklerse bana haber ver."

"Tamamdır."

Tufan, yan aynalardan yolu kontrol etti. Önündeki aracı silme geçip, arkasından yükselen klakson sesleri arasında araya dalarak sağdaki ikinci yol ayrımından Mevlana bulvarına geçiş yaptı. Aralarındaki mesafeyi kapatmak için son sürat yoluna devam etmek zorundaydı. O adamın memleketine gitmeden, Hazan'a bir şey yapmayacağının garantisi yoktu. Belki köy meydanında öldürmek yerine yol kenarında bir yere atardı. Öldüreceğinden o kadar da emin değildi ama işini sağlama almak zorundaydı.

Hızını kesmeden, onların istikametinde dakikalarca ilerledi. Yola ne zaman çıkmışlardı bilmiyordu. Keşke biraz daha erken inseydi aşağıya. Belki bunlara gerek kalmadan onu bu kargaşanın ortasından alıp çıkarabilirdi. Artık geçmişti. Şimdi hedefine kilitlenmesi gerekiyordu. Zaten altındaki makina o adamın süratini çoktan yakalamış olmalıydı. Onları geçme ihtimali yoktu. Hissediyordu. Ne kadar uzaklarında olduğunu bilmese de yaklaştığını kestirebiliyordu. Direksiyonu tutan ellerinin terlediğini hissettiğide ise ne zamandır bu vaziyette olduğunu anlayamadı. Bedeni kasılmış, uzun zamandır ilk defa endişe duygusunu iliklerine varana kadar hissediyordu.

Derin bir soluk alıp camı araladı. Beynimi rahatlatmaya, doğru düzgün düşünebilmeye ihtiyacı vardı. Dışarıdan gelen soğuk hava yüzüne çarptıkça, kasları biraz olsun gevşedi ve derin bir nefes alarak, "Neredesiniz?" diye mırıldandı, kendi kendine.

Geçen her dakika da gerginliği katlanarak artıyordu. Kalp krizi geçiren yaşlı adamı bile unutmuştu. Allah bilir markette ne olmuştu da adamcağız fenalaşmıştı? O, ayarı bozuk herifin, yaşlı adamı o hâlde bırakıp gittiğine kalıbını bile basabilirdi. Merhamet, vicdan gibi unsurların onun gibilerde bulunmadığını uzun zaman önce öğrenmişti. Yaşı yirmi sekiz olabilirdi ama yaşadığı tecrübeler onu gereğinden fazla olgunlaşırmış, insanlar hakkında bilgi sahibi edinmesini sağlamıştı.

Telefon yeniden çaldığında, Tufan hemen cevapladı. "Efendim."

"Senin bir kilometre ötende çevirme var. Hepsi durumdan haberdar, tedbirli yaklaşacaklar."

İçi biraz olsun ferahlayan Tufan, "Sağ ol, Halil." dedi. "Ben seni sonra ararım."

"Olur, dikkat et kendine."

Telefonu deri ceketinin cebine atıp, yumuşamak bilmeyen surat ifadesiyle gaza yüklendi. Her saniyenin onun için hayati önemi vardı. Polisleri gördüğünde adamın nasıl bir tepki vereceğini kestiremiyordu ama panik yapıp kızı tehdit edebilirdi. Peki Hazan bu durumda ne yapacaktı? İnşallah kendini tehlikeye atacak bir delilik yapmaya kalkışmazdı.

Sabırsız soluğunu verdiğinde araçları sollayarak yola devam etti. Bir kere geç kalmıştı ve en değerlisini kaybetmişti. Belki bu kızı tanımıyordu ama işin ucunda masum bir insanın hayatı yatıyordu. Eğer yetişemezse ölene kadar keşkelerinin arasına bir yenisini daha eklemek zorunda kalacaktı. Onu neden sorumluluğu altında görmüştü orası da ayrı bir meseleydi.

Daralan yüreğini ferahlatmak adına gömleğinin üstten birkaç düğmesini açtı. Bunları daha sonra düşünmek için beyninin gerilerine aktardı. Şu işi sağ salim atlatırsa düşünmek için bayağı bir zamanı olacaktı. Şimdi sadece onu kurtarmaya odaklanmalı, sakin kalmalıydı. Önemli olan kızın yaşıyor olmasıydı.

Kılıç misali keskinleşen gözleri hedefi yakaladığında içerisinde garip bir duygu oluştu. Rahatlama hissi değildi ama o duygunun minik bir ışığı parlamıştı. Çok şeritli yolun sağ şeridi dubalarla ayrılmış, polis araçlarının tepe lambalarından yansıyan mavi, kırmızı ışıklar çevreyi etkisi altına almıştı. Çevrilen araçlar ise arka arkaya dizilmişti.

Sinyal verip sağa yanaştığında çevrilen araçların ardına aracını bıraktı ve derhâl inip adımlarını atmaya başladığında birkaç polis memuru ile göz göze geldi. Polis memurları önce araca daha sonra ona baktıklarında sadece onun anlayacağı şekilde başlarını salladılar. Tufan'ın kalbi her adımda biraz daha hızlı atıyor, sıraya giren araçların arasında kızın içinde olduğu arabaya yaklaştıkça yüz ifadesi daha da sertleşiyordu.

Polisler öndeki araçları gönderdiğinde hepsi tedbirlerini almış, birinin verdiği emirle silahlarını o araca doğrultmuşlardı. Tufan belindeki silahı çıkarıp iki eliyle sıkıca kavradı. İçeride ne olup bittiğini bilmiyordu. O yüzden temkinli yaklaşmaya karar verdi. Fakat daha o yaklaşmadan yan taraftaki kapı açıldı ve genç kız kendini hızla dışarıya atıp kendisine yaklaşan polis memuruna doğru koşmaya başladı. Tufan şaşkındı. Adamın silahı yok muydu? Hâlbuki o, kızı rehin alıp işi zora koşacağını düşünmüştü.

Onun sağ salim çıktığını gördükten sonra, polislerin müdahalesine kalmadan sürücü kapısına yaklaşıp, onu neyin beklediğini bilmeden, polisin ikazına rağmen kapıyı sertçe açtı. Aynı anda sesler yükselmiş, aracın etrafı sarılmıştı. Eğilip, yırtıcı bir ifadeye bürünen koyu gözleriyle adamın suratına baktı. Adam şok olmuş bir vaziyette beylik tabancasını koltuğun altına saklamaya çalışırken, onu görünce gözleri fal taşı gibi açıldı. Alnında biriken ter sicim gibi aşağıya kayarken bedenini doğrultamadan Tufan onun kabanından tutarak hiddetle dışarıya çekti.

"Hayırdır nereye gidiyordunuz?" diye tısladı.

Etrafı sarılan aracın içi aranırken, trafik polisleri yolu kontrol ediyor, polis memurları ise Tufan'ın elinden Hamdi'yi almış tepesine binmişlerdi bile. Onu yere yatıran polis memurlarına hızla göz gezdirip telaşlı bakışları kızın olduğu yönü buldu. Göz göze geldiler. Ürkek gözleri kendisine minnetle bakıyor, kollarını vücudunun etrafına dolamış soğuktan korunmaya çalışıyordu. Anlamlandıramadığı bir duygu anlık uğrayıp geçerken, içi sızladı. Tanımadığı biri için ilk defa bu kadar endişe duymuş, uzun zaman sonra telaşın tüm benliğini esir aldığını hissetmişti.

Genç kızın yanına gitmeden önce üzeri aranan adama eğilip, "Eğer ona bir şey yaptıysan elimden çekeceğin var!" diye hırladı.

Ardından gerek kalmayan silahını beline yerleştirip, uzun adımları kızın yanına doğru ilerlemeye başladı. İri, yeşil gözleri rengarenk ışıklar arasında buğulu bakıyordu. Kurtulmuş olması yüzündeki telaşlı ifadeyi silmeye yetmemiş gibi görünüyordu.

Yanına yaklaştığında, "İyi misin?" diye sordu yumuşak bir sesle. "Bir şeyin var mı?"

Kız sadece başını iki yana salladı. Soğuktan mı yoksa korkudan mı bilinmez, titriyordu. Hiç düşünmeden deri ceketini çıkarıp onun omuzlarına örttü. "Birazdan gideceğiz, korkma tamam mı?"

Hazan yine başını salladı. Genç kızın dişleri birbirine çarpıyor, gözleri o sırada polis aracına bindirilen dayısına korkuyla bakıyordu. Onun gibi Tufan'da Hamdi'nin bakışlarında ki tehdidi görmüştü. Bilenen bakışlarla adama karşılık verdi ve Hazan'ı, yiğit yapısının yansıması olan geniş sırtının arkasına alarak bakışmalarını önledi. Yanındaki kadını, öyle korkutarak bakmak biraz sıkardı. Artık istese de istemese de işin içine girmişti. Kızın haberi yoktu ama o noktayı koymuştu.

Bedenini ona çevirip yüzündeki korkunç ifadeyi silmeye çalıştı. Onu daha fazla ürkütmek istemiyordu. Hazan ise artık dayısına değil kurtarıcısının gözlerine bakıyordu. İlk defa gözlerini kaçırmadan...

Titrek bir nefes verirken, "Nasıl buldun beni." diye fısıldadı. "Yani sen nasıl öğrendin?" Gözlerinde minnet ışıkları çakıyordu. Sesi ağlamaktan çatallaşmış, kendine bile yabancı gelmişti.

Tufan ise onun hâlâ şokta olduğunun bilincinde olarak, "Sonra konuşuruz." dedi ve titreyen kıza elini uzattı. "Düşünme şimdi bunları."

Hazan refleks olarak bir anda geri çekildi ve ürkerek deri cekete biraz daha sıkı sarıldı. Aynı anda sessizce başını salladı. Bilerek yapmamıştı, belki de bilerek yapmıştı, emin değildi. Fakat şu an bildiği şey bedeninin kontrolünü sağlayamadığıydı. Bir gün içinde yaşadıklarından sonra ondan sağlıklı tepkiler vermesini kimse bekleyemezdi.

Tufan ona anlayışla baktı. O sırada yanlarına gelen başka bir memur, "Sizin de ifadeniz alınacak." dedi. "Bizimle mi geleceksiniz yoksa kendiniz mi gelirsiniz?"

"Bizim hastaneye gitmemiz lazım. Yarın gelip ifade veririz. Volkan komisere selamımı ilet, yanına uğrayacağım."

Polis memuru olumlu anlamda başını sallayıp araca ilerlerken, Hazan hâlâ Tufan'a bakıyordu. "Dedem?" dedi kendini tutamadan. Şüpheli gözlerini saran endişe bir anda oraya yerleşti. Yere yığılan dedesi yol boyunca aklından çıkmamıştı ama yaşadığı adrenalinle onu sormayı unutmuştu.

Tufan sıkıntılı bir nefes aldı. "Kalp krizi geçirmiş." dedi ve genç kıza bakarken ifadesi değiştiğini korku dolu gözlerinden anladı.

Hazan'ın kalbi endişeyle hızlanmaya başladı. Ona doğru bir adım attığında, "Yaşıyor değil mi?" diye sordu telaşla.

"Yaşıyor. Benimle konuştu, iyiydi."

Hazan içinden şükürler ederken, gözlerini yumup rahatlamış gibi soluğunu verdi. "Peki hangi hastaneye kaldırdılar?"

"Bilmiyorum." dedi, Tufan. Bu sefer elini uzatmadı, başıyla aracını gösterdi. "Gel hadi yolda giderken birilerini arayıp öğreniriz."

Genç kız düşünmeden onu takip etti. Lüks araca bindiler ve Tufan kontağı çalıştırıp dikkatle trafiğe girdi. Kızın ısınması için klimayı açıp, telefonununu kıza uzattı. "Kimden öğrenebilirsin?"

Hazan'ın dişleri artık çarpmıyordu ama çenesi kilitlenmiş gibiydi. Telefonu eline aldığında, "Bilmiyorum, kimler vardı ki orada?" dedi. "Sen birilerini gördün mü?"

Birçok kişiyi görmüştü ama hiçbirini tanımıyordu. "Bindiğiniz aracın plakasını bir kızdan aldım. Tanıdığın biri sanırım, senin için ağlıyordu. Annesini aşağıya çağırdı. O binada oturuyor gibiydi."

"Gönül!" Genç kızın heyecanlı sesi inler gibi çıkmıştı.

"Bilmiyorum. Kabarık saçları vardı. Fazla dikkat etmedim."

Eğer morali bu denli bozuk olmasaydı, onun tarif ediş şekline gülebirdi ama eğlenecek durumda değildi. Hiç vakit kaybetmeden, Gönül'ün ezbere bildiği numarasını çevirdi. Bir yandan da yanağının içini kemiriyordu.

Telefon ilk çalmasında açıldı. "Efendim."

"Gönül." diye fısıldadı. "Benim Hazan."

"Allah'ım! Neredesin Hazan? Öldüm meraktan, o adam sana bir şey yapmadı değil mi? İyi misin?"

Onun ciyaklayan sesini Tufan bile işitmişti. "Hayır bir şey yapmadı iyiyim, bir arkadaş..." Tedirgin gözlerle kaçamak bir bakış atıp, yanındaki adama baktı. Daha adını bile bilmiyordu. "Yani şey, bir tanıdığımız yardım etti. Dayımı da polisler aldı."

Tufan'ın duruşunda bir değişiklik olmamıştı. Yüz ifadesi hâlâ sertliğini koruyor, gözleri akıp giden trafiği takip ediyordu.

"Çok korktum Hazan anlatamam. Sana bir şey yapacak diye aklım çıktı. O adam her kimse Allah razı olsun. Valla boyunun posunun hakkını vermiş. Aslanım benim!"

Allah'ım! Rezil olmuştu. Gönül öyle bir bağırıyordu ki adamın duymama şansı neredeyse yok gibiydi. Ama o, duyuyormuş ya da umursuyormuş gibi görünmüyordu. İkilinin konuşmasına en ufak bir tepki vermiyor, ifadesizce aracı kullanıyordu.

Hazan sesini temizledi. "Ben seni başka bir şey için aradım canım. Dedemin yattığı hastaneye gitmemiz lazım. Sen biliyor musun? Nereye götürdüler?"

İbrahim amcasının durumu bir önceki konuşmayı gölgede bıraktığında Gönül heyecanla, "Biliyorum, biliyorum!" dedi. "Annem aşağı inince sizin marketi kapattık o sırada Hayri amca da yanımızdaydı. Ambulans görevlileri ile konuşmuş, biz de ondan öğrendik. Ankara Şehir Hastanesi'ne kaldırmışlar."

"Tamam Gönül, çok teşekkür ederim. Eve gelince ben seni ararım olur mu şimdi kapatmam lazım?"

"Dur kapatma bir şey soracağım..." Duraksadı ve artık bağırmayı kesti. "Bu numara o adama mı ait?"

Bu kız böyle bir durumun içinde bile bu kadar meraklı nasıl başarıyordu. "Evet." diye yanıtladı kısaca. "Biz hastaneye geçiyoruz şimdi. Bir şey olursa bu numaradan ulaşabilirsin."

"Tamam canım haberleşiriz."

Hazan telefonu kapatıp adama uzattı. "Ankara Şehir Hastanesi'ne kaldırmışlar." dedi. "Yakın mıyız?"

Tufan ona bakmadan telefonu alıp cebine attı. "On beş, yirmi dakikaya varmış oluruz."

Hazan başını salladı ama adam bunu görmedi. Daha sonra bilinçsizce adamın ceketine biraz daha sarıldı. Dayısıyla giderken, yol boyunca kendini düşünmeyi bırakmış, dedesi için dua etmişti. Şükürler olsun ki yaşıyordu. İşin inanılmaz yanı ise dayısının elinden kurtulmuş, kendiside yaşıyordu.

Yolda ki çevirmeyi gördüklerinde dayısının eli ayağı birbirine dolanmış, konuşursa onu orada öldürmekle tehdit etmişti. Komikti. Çünkü bu tehdit Hazan için yeterli olmamıştı. Ha burada ha orada ne fark ederdi ki? Neticede sonuç aynı olacaktı. Ona tamam demişti fakat sıra kendi araçlarına geldiği an kaçırıldığını söyleyip hemen yardım isteyecekti. Dayısı kan ter içinde kalmış, önündeki araçların gitmesini beklerken Hazan sakindi. Gerekirse o kurşunu yiyecekti ama yine de son şansını kullanacaktı.

Fakat o sırada bir şey olmuştu. Beklemedikleri bir şey... Bir anda önlerindeki tüm araçlar çekilmiş polislerin ellerindeki silahların hedefi olmuşlardı. Dayısı ağız dolusu küfürler savurup bir yandan Hazan'ı tehdit ederken, bir yandan silahını saklamaya çalışıyordu. Hâlbuki Hazan, onun kendisini silahla rehin alacağını düşünmüştü. Korkak! Silahı saklamaya çalışırken bile onu tehdit etmesine aldırmadan kapıyı açıp aşağı inmişti. Belki kör bir kurşunun hedefi olacaktı fakat bunu bile düşünmemişti. O an sadece hisleri tarafından yönetiliyordu. Ve doğruyu yaptığını, onu koruma altına alan bir polis gördüğünde daha iyi anlamıştı. Beklemediği ve onu şoka sokan başka bir ayrıntı ise bu adamdı. Nasıl öğrenmişti ve en önemlisi o kadar diretirken neden son anda onu kurtarmaya gelmişti?

Birden fazla soru işareti kafasında dolanırken sonunda ince bir detayı hatırlayıp minnet dolu gözlerlerini adama çevirdi. "Teşekkür ederim." dedi kısık bir sesle.

Tufan ifadesini bozmadan ve gözlerini yoldan ayırmadan başını hafifçe eğip ona karşılık verdi.

Onun için belki önemsizdi. Kimdi, neyin nesiydi, ne iş yapıyordu, hiçbirini bilmiyordu. Belki günlük hayatında karşılaştığı bir olay olabilirdi ama Hazan için önemliydi.

Ondan kısa bir cevap alamayınca, bu sefer, "Neden geldin?" diye sordu. "Neden tanımadığın biri için hayatını tehlikeye attın?" Öyle ya, evinden kovmuştu. Onun hayatının kendisi için bir önem teşkil etmediğini vurgulamıştı. Peki onu buraya getiren neydi?

Tufan, kırmızı ışık yandığında kafasını Hazan'a doğru çevirdi. Sert yüzünden hiçbir ifade geçidi okunmuyor, onun huzursuz yüzünü dikkatle inceliyordu. Gözleri kısılırken, başını hafifçe yana eğdi.

"Deden için."

O, ifadesini kolayca saklayabilen biri olabilirdi ama aynı şey Hazan için geçerli değildi. Kaşları hafifçe havalandı ve daha o ağzını açmadan yüzü konuşmaya başladı. Dudakları aralandı ve sonra tekrar kapanarak birbirine bastırdı. Yüzünü ön tarafa dönerek gözlerini dışarıya çevirdiğinde ise, "Tekrar teşekkür ederim." dedi sadece. Ne bekliyordu ki? Onun için gelmesini falan mı?

🍁

Continue Reading

You'll Also Like

1.6M 35.8K 44
Tam sınıftan çıkıcaktım ki gelen sesle dikildim kaldım."sen kal ada yapamadığın son soruya bakalım" OLUR OLUR HOCAM BAKALIM. Dırırııırıırıfırı Canı...
247K 981 12
Her bölümde farklı bir seks hikayesi olacaktır. ona göre okuyunuz
829K 37.7K 28
Not: Kitapta +18 unsurlar mevcuttur.. ........................................ ~ZS~....................................... Kına yakmak kendini adama...
364K 23.9K 26
Açelya hiç hatırlamasa da henüz 5 yaşındayken ailesinin düşmanları tarafından kaçırılmış ve gözlerini bir yetimhanenin revirinde açmıştı. Ailesi sen...