DÖNÜM NOKTASI

By sihirlisonbahar

1.7M 81K 18.6K

Kapı aralığından gözüne çarpan çıplak bedenle olduğu yere çakılı kaldı. Alkolün esir aldığı beyni ona oyun oy... More

|PROLOG|
Dönüm Noktası- İlerleyen Bölümden Bir Kesit
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
KAÇIR BENİ!!!
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. BÖLÜM

10. Bölüm

35.7K 1.7K 242
By sihirlisonbahar

10. Bölüm

🍁

Ortamdaki gerilim elle tutulur bir hâle gelmiş, çıt çıkmıyor; salonda bulunan herkes elinde silah olan adama bakarken, Tufan onun sözlerini idrak etmeye çalışıyordu. Doğru mu duymuştu? Sadece adını bildiği bu kızla kendi nikahından mı bahsediyordu bu deli adam? Kesinlikle kafayı yemiş olmalıydı! Daha onun medeni hâlini bile bilmiyorlardı, bu medeniyetten yoksun kalmış insanlar. Eğer evli olsaydı ne yapacaklardı, kızı kuma mı göndereceklerdi?

Hazan ise dili, dişi kilitlenmiş gibi şok üstüne şok geçirirken, duyduğu şeye tepki dahi veremedi bir süre. Ondan bağımsız hareket eden düşünceleri hadiselerin hızına yetişmeye çalışırken, hâlâ nasıl oluyor da ayakta durabiliyor onu sorguluyordu. Bu saçmalığa gözü kapalı inanan insanlar, kendi akıbeti hakkında kararlar alıyor, sanki o yokmuş gibi hüküm vermeye devam ediyorlardı. Her şerde bir hayır vardı ama böyle bir yanlış anlaşılmanın hayırla zerre kadar alakası olamazdı!

"Siz kafayı yemişsiniz!" dedi Tufan. Yüz ifadesi, sesinin tınısını tasdikler gibi çıkmıştı. "Size son kez söylüyorum, ben bu kıza dokunmadım. Daha fazla saçmalamadan terk edin evimi yoksa gerçekten kötü olacak." Tufan ifadesizliğini korumaya çalışıyordu ancak bunlar adamı katil ederdi.

Hamdi'nin gözleri kısılınca göz çevresindeki kırışıklar arttı. "Sen onu kulâhıma anlat." diye tısladı. "Bu pislik temizlenecek, ya bu kızı nikâhına alırsın, ya da toprağa girer. Merak etme yalnız gitmez, ondan sonra seni de oraya yollarız!"

Tufan, ilkel çağlardan kalma herife kısa bir bakış atıp, onu küçümsediğini gösteren sahte ve tehlikeli bir gülüş sergiledi. Aslında gülmek bile denilemezdi, nefesini verir gibi bir ses çıkarmıştı. Bu tehditlerin adam üzerinde bir anlam ifade etmediğini gören Hamdi ise ağzının içinden homurdandı. Genç adamın sağlam duruşu ve yıkılmaz görüntüsü meydan okuyan cinstendi.

Baran, babasına şaşkın gözlerle bakarken, "Sen ne dediğinin farkında mısın?" diye sordu hiddetle. "Benim sözlüm bu adamla nasıl evlenir?"

Şaka yapıyor olmalıydı. Koca bir şaka ama babasının öfkeyle yanan gözleri öyle söylemiyordu. Öyle ki öfkeden derinleşen kaşları sayesinde gözleri neredeyse arada kaybolmuştu. İrem ise ağzına yüzüne bulaştırdığı dedikodunun aleyhine işlediğine hâlâ inanamıyordu. Şimdi bu dağ gibi adam, Hazan denilen sünepe ile mi evlenecekti? Amacı maksadı bambaşkayken her şeyi mahvetmişti.

"Annen haklı, ben bu kızı gelin diye almam artık." dedi Hamdi, silahın namlusu hâlâ Tufan'ı hedef alırken. "Ya bu adamla evlenir namusumuzu temizler, ya da ölür. Başka seçenek yok." Daha sonra rengi küle dönen yaşlı adama baktı. "Şu namussuzla konuş, eğer evlenmeye ikna olmazsa torununu memlekete götürür köy meydanında bu işi bitiririm."

Hazan, yıkık, dökük perişan bir hâlde dedesine bakarken başını yere eğdi. Başını yere eğdirecek bir şey yapmamıştı fakat her şey onun aleyhine gerçekleşmişti. Kendini öyle dibe batmış hissediyordu ki, o andan sonra konuşulanları bile duymadı. Öyle ki Baran'ın salonu inleten küfürleri arasında, onunla evlenmek için direttiği hastalıklı yakarmalarını bile duymamıştı.

Sonunda Hazan'ın annesi de dahil orayı terk ettiklerinde üçü baş başa kaldı. Tufan hâlâ belindeki havluyla salonun ortasında duruyor, onlara bakıyordu.

Ne düşündüğünü belli etmeyen sisli bakışları durum tespiti yaparken, "Torununu kapının önünde baygın buldum." dedi açıklama yapma gereği hissederek. "Onların düşündüğü gibi bir şey olmadı. İçiniz rahat olsun."

Hazan, onun nasıl bu kadar soğuk kanlı olduğuna hayret etti. Dakikalar önce evi basılmış, tanımadığı iki adamı sert darbeleriyle yıkmıştı ama o, sanki hiçbir şey olmamış gibi sakindi. Daha sonra esas konuya adapte olup, onun sözlerine inanmasını umarak başını kaldırdı ve dedesinin kırgın gözlerine baktı. Adamcağızın yaşlı yüzü hâlâ kırık dökük bir görüntü sergiliyor, genç kızın içini lime lime kıyıyordu.

Sonunda konuşmaya karar veren adam, "Git üstüne bir şey giyin." dedi Tufan'a. Ardından torununa yöneldi. "Sen de otur şuraya."

Tufan, havlu ile karşılarında yarı çıplak olmasına aldırmadan, donuk gözlerini onların üzerinden çekti ve umursamaz ifadesiyle odaya geçti. 'Ne hâlleri varsa görsünler' dedi içinden. İlgisi olmayan bir olay yüzünden tanımadığı biriyle evlenecek değildi. Valizinin başına geçip küfürler ederken kendine iç çamaşırı ve gömlek, pantolon çıkardı. Kim, kimi öldürüyorsa serbestti. Onu kimse tehditle kullanamaz, istemediği bir şeye zorla yönlendiremezdi. Sonuçta kıza elini bile sürmemişti. İnsanlık yapmak istemişti ama görüyordu ki merhametten maraz doğuyordu.

İçeride ise gergin, ağır bir hava mevcuttu. Hazan, yaşlı gözlerle dedesine bakıp dudağının kenarını kemirdi. Uzanıp elini tutmak istedi fakat dedesi inanmış gibi görünmüyor, hâlâ kendisini suçlu hissetmesine neden oluyordu.

"Sana yemin ederim ki hiçbir şey hatırlamıyorum, dede." diye konuşmaya çalıştı. "Yukarıya çıktım, nasıl oldu bilmiyorum ama gözlerim kararmıştı, sonra başım döndü. Onun kapısına nasıl geldim onu bile bilmiyorum. İnan bana her şey bir anda oldu."

Yaşlı adamın yüzündeki çizgiler, yaşadığı ağır olaydan dolayı sanki daha bir belirginleşmişti. Gözlerini kısıp ona baktı. "Benim yanımdan gideli tam yarım saat oldu. Onca zamanıdır bu evde değil miydin?"

Hazan, ona kendini ifade edemediği için neredeyse inleyecekti. "Ben onlara çıkmadan önce aşağıda biraz oturdum." dedi, konuya açıklık getirmek adına. "Sonra Gönül'ün yanına çıktım ama evde yoktu. Zaten evde olmadığını anlayınca tekrar aşağıya indim ama o sırada başım döndü." Dedesinin gözlerine yalvarır gibi baktı. "Yalan söylemiyorum, dedem. Getir Kur'an'a el basayım. Sen benim yeminime inanmıyor musun?"

Allah'ım, aklını oynatacaktı. Tüm deliller o adamın koynundan çıktığını gösteriyor olabilirdi ama dedesi, torununun böyle bir iffetsizliği yapacağını nasıl düşünürdü? Onu hiç mi tanımamıştı?

O sırada aralık duran kapı açıldı ve Tufan ifadesiz
tutumuyla dışarıya çıktı. Öyle yıkılmaz ve sert bir görüntüsü vardı ki, varlığı salonu bile dolduruyordu. "Kafasını eşikliğe vurmuş sanırım, gördüğümde baygın yatıyordu." dedi ifadesiz bir tutumla. "Başındaki şalı açtım çünkü nabzını kontrol etmem gerekiyordu. Zaten üstümü giyip size haber vermeye gelecektim. Hepsi bu."

Hazan hâlâ saçlarının açık olduğunu fark edip telaşla yerinden kalktı ve şalıyla saçlarını örttü. Kanın vücuduna yaptığı basıncın sıcaklığını yüzünde hissediyordu. Tufan ise bu durum karşısında güler gibi bir ses çıkardı. Zaten görmüştü göreceğini, saklamasına gerek var mıydı? Hem böyle daha güzel görünüyordu.

Neredeyse iç sesine küfür edecekti. Ona neydi ki kızın güzelliğinden, ister kapatırdı ister açardı. Milletin inancını sorgulamak ona mı kalmıştı?

"Ben bunların hiçbirini hatırlamıyorum ama söylediklerimin hepsi doğru ne olur inan bana." dedi genç kız.

Hazan'ın üzgün ifadesi ve adamın sakinliği, dedesini biraz olsun ikna etti. Dahası torununun böyle bir şey yapmayacağını o da biliyordu ama bir anlık gaflete düşmüş, Baran'la evlenmemek için böyle bir yola başvurduğunu sanmıştı. Şimdi onlara baktıkça gerçeği daha iyi görüyordu.

Sonunda torununun suçsuz olduğuna kanaat getirdiğinde ona en başından inanmadığı için kendine kızdı. "Tamam kızım üzülme, ben inandım." dedi, Hazan'ın içine su serperek. "Ama onlar inanmıyor." Bakışları adamın parmağını buldu, yüzük falan yoktu. Bekâr gibi görünüyordu. "Eğer evlenmezseniz dayın dediğini yapar. Bunu ne yapacağız?"

Gözleri Tufan'ı buldu ama adam kaya gibi sert bakışlarıyla zaten buna onay vermeyeceğini belli ediyordu. Adamın yapılı vücudunun kasıldığını oturduğu yerden bile anlamıştı.

"Öyle bir şey mümkün değil." dedi, Tufan.

Sert, soğuk yüzü müsamahasızdı. Net bir şekilde konuşup, az önce kızı yatırdığı yere oturdu. Allah aşkına dağ başında mı yaşıyorlardı? Bu devirde böyle şeyler kalmış mıydı? Hem kalsa bile tanımadığı bir kızla evlenecek değildi. Hepsi kocaman bir saçmalıktan ibaretti ve onun bu saçmalığa ayıracak vakti yoktu.

"Onu gözlerini bile kırpmadan öldürürler oğlum." dedi, yaşlı adam. "Gel insaf eyle kıyalım şu nikâhı."

Hazan, her şeyin bilincinde olmasına rağmen, "Dede ben bu adamı tanımıyorum bile." diye konuştu. "Nasıl olur da evlenirim, aklın alıyor mu? Ha Baran abi, ha bu adam aralarında ne fark var? Ben ikisini de istemiyorum!"

Başını yere eğen dedesi çaresizce düşündü. Ya ölecek ya da evlenecekti. Başka çare yoktu. Oğlundan sonra bir de onu toprağa koymayı yorgun yüreği kaldıramazdı. Eğer bir fidye verilecekse kendi kellesini çoktan ortaya koyardı fakat onlar Hazan'ın canını istiyordu. Onunkini değil.

Başını yerden kaldırıp torununa baktı. "Ben oğlumu gömdüm, seni de o toprağa koyarsam yaşayamam. Evlenmekten başka çare yok, güzel gözlüm."

Tufan, kızın istememesine karşın kaşlarını kaldırdı. İyi de o zaten hiç istemiyordu ki! Böyle bir evlilik olamazdı.

Daha mantıklı olmak adını sakince nefes aldı. Kavisli kaşlarını çattığında, "Beni ne kadar tanıyorsunuz da torununuzu gözü kapalı bana veriyorsunuz?" dedi. "Onu buradan alıp götürürsem hiç mi merak etmeyeceksiniz? Belki bir daha haber bile alamayacaksınız. Şu önerdiğiniz teklifin akla yatkın bir yanı var mı?"

Yaşlı adam çaresizlikten ne yaptığını biliyor muydu? Elbette bunları o da düşünmüştü ama eli kolu bağlıyken başka alternatifi yoktu. Sustu.

Tufan'ın ise daha fazla sabrı kalmamıştı. "Bakın." diye devam etti, mesafeli bir şekilde. "Benim yola çıkmam lazım. Kabalık etmek istemiyorum ama sorununuzu kendiniz halletseniz nasıl olur?" Saatine baktı ve sıkıldığını belli eden nefesini dışarı verdi. "Konunun benimle bir ilgisi yok. İnsanlık yapayım dedim ama kabağın benim başıma patlayacağını bilseydim torununuzu içeriye bile almazdım."

Hazan, bir an için içinde bulunduğu durumun vahammiyetini unutup ona dişlerini sıkarak baktı. Bahar gözleri koyulup içinde şimşekler çakmaya başladı. Haklı olabilirdi ve kesinlikle mantıklı konuşuyordu ama adamın tavırları sinirlerinin en hassas uçlarıyla oynayıp duruyor, dedesi ona yalvardığı için kendini berbat hissediyoru. Kendinde olsa o da zaten içeriye girmezdi, hatta elinde olsa onun kapısında bile bayılmazdı ama olan olmuştu. Ne diye şimdi dedesini üzecek kelimeler konuşuyordu ki?

"Kalk dede gidiyoruz!" Fevri bir hareketle ayağa kalktı, başına yapışan ağrı ile dişlerini sıkıp gözlerini kapattı. Yeniden onun koltuğuna oturmayacaktı. "Yeter artık gidelim, ne olacaksa olsun."

Dedesi de onunla birlikte kalktı. Tufan ise yıkılmaz ifadesiyle ve ilgisiz gözleriyle onları süzerken, soğuk kanlı bir şekilde hâlâ oturmaya devam etti. Ne zaman bitecekti bu dram?

Yaşlı adam bir iç çekişi bastırarak, torununun sinirden titreyen elini tuttuğunda, "Bu işi halletmeden gidemeyiz yavrum." dedi, yalvaran gözlerle. "Anlamıyor musun seni yaşatmazlar."

"Yaşatmasınlar!" Güzel gözleri sinirden çakmak çakmak olmuş, artık o kibirli kas yığınına bakmıyordu. "Ben kimseyle evlenmek istemiyorum. Gidelim hadi."

Güler gibi ses çıkaran adam rahatça arkasına yaslandı. "Sanki ben seninle evlenmek için can atıyordum."

Hazan ona sert bir bakış attı. Ağzını açarsa hiç hoş şeyler söylemeyecekti. Edebi buna müsaade etmediği gibi dedesi de yanındaydı. Ama bu isteği gerçeğini de değiştirmiyordu. O yüzden bakışlarını yumuşatıp dedesine döndü. "Dede lütfen gidelim. Başım ağrıyor, Allah aşkına çıkalım şu evden. Gerekirse Baran'la abiyle bile evlenirim ama yeterki gidelim."

Aklını yitirmiş olmalıydı. Bu taş kalpli, duygusuz adamın itici konuşmaları yüzünden öyle bir sinirlenmişti ki, ne dediğini kendisi de bilmiyordu. Baran'ı abisi olarak görürken onunla evlenmek istemesi aklım selim birinin yapacağı bir şey miydi? Ama yerlerde sürünen gururunu toparlamak için saçmalıyordu işte.

Tufan'ın yüzünden anlık bir ifade geçti. Neye olduğunu bilmediği bir sıkıntı baş köşeye kurulmak üzereyken ipleri derhâl eline alıp o da ayağa kalktı ve sesini temizledi. Daha fazlasına tahammülü kalmamıştı.

"Torununuz da benimle evlenmek istemediğine göre artık gider misiniz? Akşam yola çıkacağım, izin verirseniz biraz daha uyumak istiyorum."

Kesin ve net bir şekilde kovulan Hazan gözlerini yumup sabır diledi. Sığır! Görgüsüz, dağ ayısı! Adamın ayarsız konuşmaları tahammül seviyesini çoktan aşmıştı. Haklı olabilirdi ama keşke biraz da kibar olmayı deneseydi. Her ne olursa olsun karşısında bir kadın ve yaşlı bir adam vardı. Kendisi sakin olduğuna karar verdiğinde ise çantasını yerden alıp hızlı adımlarla evi terk etti. Dedesi oturup onunla sohbet edebilirdi ama o, kovulduğu yerde bir saniye bile durmaya niyetli değildi.

Yaşlı adam Tufan'ın yüzüne bakarken, onun inatçı sesinin geri adım atmayı istemediğini gördüğü hâlde, "Onu öldürecekler." diye fısıldadı sadece. Sonra da arkasını dönüp yavaş adımlarla ilerledi. Tufan ise hâlâ ifadesiz bir tutumla onu izliyordu. Kapıdan çıkacağı sırada ise duraksayıp arkasını döndü. "İnşallah senin ciğerinden bir parça toprağa girmez, oğlum. Sen de böyle büyük bir acıyı yaşamak zorunda kalmazsın. Ben yaşadım, inan çok zor."

Yaşlı adam çıkıp gittiğinde Tufan onun son sözleriyle çakılı kaldı. Ciğerini, canından bir parçasını toprağa vermişti. Yüreği yeniden acıyla kavrulurken bedeni kas katı kesildi. Aslı şimdi cansız bedeniyle kara toprakta çürürken o hâlâ nefes alıyordu. İçini çekip kalıplı bedenini yeniden koltuğa bıraktı. Hazan'ı gerçekten öldürürler miydi?

Silkinip kendine gelmeye çalıştı ama gözlerinin önüne, yerde kanlar içinde yatan genç kızın hayali görüntüsü düşünce daha dibe batıp düşüncelerinin arasında kayboldu. Gencecikti. Tıpkı kız kardeşi gibi yeni açan bir goncadan farksızdı. Düşündü. Yapabilir miydi? Sevmediği, hiç tanımadığı biriyle evlenebilir miydi?

Kavisli kaşlarını kabaca çattığında, "Saçmalama!" dedi kendi kendine. O kimsenin kurtarıcısı falan değildi. Belki sözlüsü ailesini ikna edip kızı kurtarırdı fakat Tufan'a göre yine sorun vardı. Hazan onunla evlenmek istiyor gibi durmuyordu. Üstelik ona abi diyor, evlenmek istemediğini söylüyordu. Sıkıntıyla nefes aldı. Kızı zorladıkları belliydi. Baran denilen hergele kıza takıntılı olabilirdi ama Hazan'ın gözlerinde zerre kadar sevgi belirtisi görmemişti.

Tufan, bir eliyle yüzünü sertçe ovuşturdu. Umursamaması gerekiyordu. Rica minnetle dahi olsa kimse ona istemediği bir şey yaptıramaz, yönlendiremezdi. Hayatını aniden değiştirmek gibi bir planı da yoktu. Tarihe gömmeden önce dolu dizgin yaşadığı ilişkilerinde bile ciddi düşünmediyse, şimdi evlilikle hiç işi olmazdı!

🍁

Bedeni titremeye devam eden genç kız binanın önüne inmiş, dedesini bekliyordu. Soğuk hava dişlerinin birbirine çarpmasına neden olurken görmeyen gözlerle etrafına bakındı. Ne yapacaktı şimdi? Kendini nasıl aklayacaktı? İşin garip tarafı ise onların yanlış anlaması bir bakıma işine yaramış olmasıydı. Güzel. Artık onu istemiyorlardı, bu iyiydi ama dayısının şakası da yoktu. Bir yerlere kaçsa bile onu bulur, bir parçası olarak gördüğü davaları yerini bulsun diye onu gözünü kırpmadan öldürürdü. Polise gitmek bile çözüm değildi, belki geriye kalan ömrünü bir karakolun bahçesine kamp kurarak tüketse bir şansı olabilirdi ama bu da olağanüstü bir düşünceydi.

Dizlerinin dermanı kalmadığında adımlarını sürükleyip markete ilerledi. Dedesine nasıl haber verdilerse adamcağız kapıyı bile kapatmadan çıkmıştı. İçeriye girip kapıyı kapattı. Eve gitmek istemiyordu. Annesi onların yanında ağzını açmadığına göre zehirli diliyle sokmak için onun eve gitmesini bekliyordu. Zaten üstüne gitmek için yer arıyordu bu da bahanesi olurdu.

Çantasını yere bırakıp ekmek dolabının biraz ilerisinde duran ufak tabureye bitik bedenini bıraktı. Başının bir kısmı deli gibi ağrıyor, elini o noktaya dokundurmaya çekiniyordu. Düşerken kafasını bir yere çarpmış olmalıydı. Acıyan gözlerini yumup burnundan derin bir nefes aldı. Tanımadığı adamın kapısında bayılmasına ne demeliydi? Sanki bilerek seçmiş gibi o kapıyı hedef almış, bir de onu münasebetsiz bir zaman diliminde yakalamıştı.

Onların nasıl haberleri olmuştu onu da bilmiyordu. Kafası karışık bir vaziyette düşünürken kapının açılmasıyla birlikte, huzursuzluğun sardığı gözlerini yavaşlıkla araladı. Dedesi üzgün bir vaziyette içeriye girince bakıştılar. Onun üzgün duruşu kızın hüznüne hüzün kattı.

Kasanın arkasına geçip omuzlarını düşürdüğünde, "Akşama kadar bekleyeceğiz." dedi. "Belki insafa gelir de seninle evlenmeyi kabul eder."

Hazan neredeyse ağlayacaktı. "Onu tanımıyorum!"

Torununun çıkışı yaşlı adamın fikrini değiştirmedi. "Tanışırsınız kızım." dedi.

Latife etmek için söylememişti ama sözleri Hazan'ın sinirlerini bozdu ve güler gibi bir ses çıkardı. "Bu görücü usulü evlilik bile değil. Hayatımın geri kalanını yabancı bir adamla geçirmemi istiyorsun. Aklına, mantığına yatıyor mu?"

"Ben aklımı değil kalbimi dinliyorum." dedi yaşlı adam. "Ve benim bu yorgun kalbim, babandan sonra seni toprağa vermeye dayanmaz."

Hayalleri, umutları bir bir yeri boylayan Hazan nefesini sesli bir şekilde verdi. Akşam olmasına neredeyse bir saat kalmıştı. "Hadi ben kabul ettim diyelim. Peki o suratsız adamı nasıl ikna edeceksin? İstemiyor dede, zaten kim ister ki? Baksana çok saçma bir durum."

Adamın yüzünde manidar bir gülümseme belirdiğinde başını iki yana salladı. "Çıkmayan candan umut kesilmez, kızım. Cenabı hakkın lütuf ve ihsanı pek fazladır. Biz tevekkül edelim, elbet bir çaresi bulunur." Daha sonra oturduğu yerden ağırca ayağa kalktı, ona umut dolu bit gülümseme gönderdi. "Telaştan ikindiyi de kılmadım. Sen kıldın mı?"

Hazan, kimyasını bozan olaylardan kendini arındırmaya çalışarak toparlandı. "Kılmadım, dedem. Sen kıl sonra da ben kılayım."

Dedesi marketin içindeki lavaboyu kullanıp büyük tezgahın arkasında namazını kıldıktan sonra, Hazan da aynı yerde abdest alarak namaza durdu. Dedesi haklıydı. Bazen nasıl oluyor da Rabbinden Ümit kesebiliyordu, nasıl nefsine yenik düşüyordu, anlamıyordu. Namazını bitirip dua etti, af diledi ve bir çıkar yol için Rabbine yalvardı. Şüphesiz ki Allah'u Teala kullarının yakarışını duyardı.

Namazdan sonra uzun süre dedesinden de Hazan'dan da ses çıkmadı. İçerideki hava sanki ağırlaşmış, kararmaya başlayan gökyüzü gibi onları da o koyuluğa esir etmişti. Dedesi koltuğuna oturmuş, Hazan ise ufak tabureye bitkin bedenini bırakmış öylece bekliyorlardı. Bu sessizlik az sonra kopacak olan kıyametin ilk alâmetiydi. Neredeyse gelmek üzerelerdi, Tufan denilen adamdan ise hâlâ ses soluk çıkmamıştı. Belli ki ikna olmamıştı.

Aslında o da kendince haklıydı. Kim tanımadığı bir kızı sırf yanlış anlaşılma oldu diye nikahına alırdı ki? Yine de şansını denemişti, yaşlı adam. Gözlerine gördüğü kararlılığa rağmen yine de onun vicdanını yoklamıştı ama olmamıştı işte. O da son çare olarak, polisi arayacaktı.

Öyle ya, eli kolu bağlı duracak hâli yoktu. Şimdiden aramak fayda vermezdi. Onları görünce gidip, daha sonra yine gelirlerdi. O yüzden sabredip işini sağlama alacaktı. Eğer burada müdahale edemezse plakasını verip onları yolda yakalatırdı.

Belki uzun vadeli bir çıkış yolu değildi ama yine de onları bir süre oyalamak için yeterliydi. Daha sonrasını, sonra düşünecekti. Gerekirse marketi satar onunla başka bir şehre giderdi. Ömrü yettiğince onu korumak boynunun borcuydu. O, oğlundan kalan tek emanetti. Eğer bu emanete de sahip çıkamayacaksa bunca yıl boşa ekmek yemişti.

Duvardaki saatin tıkırtıları içeride ufak gürültüler çıkarırken, marketin geniş camının önünde Hazan'ın dayısının silueti belirdi. Genç kızın korkulu bakışları dedesini bulduğunda yaşlı adam sükunetini koruyarak ona güven veren bir bakış attı. Yine de Hazan'ın kalp atışlarının yükselmesini önleyemedi. Vücudunu saran dehşeti hissediyor fakat bunu bertaraf edecek gücü kendinde bulamıyordu.

Kapı gürültüyle açıldı. Koyulmuş nefret yüklü bakışlarını, önce Hazan'a ardından dedesi olacak yaşlı adama iğrenerek çevirdi. Üzerine giyindiği kalın paltosundan gitmeye hazır olduğu her hâlinden belliydi. "Ne o kukumav kuşu gibi oturmuşsunuz. Evlenmeye ikna olmadı mı torununun aşığı?"

Hazan, dedesine yardım dileyen gözlerle bakıp ayağa kalktı ve güvende olmak istercesine yanına gitti. Onun korkması dayısının egosunu şişirip, zalimliğini kabartırken sadistçe güldü. "Ee eğlenmek istediği bir kızla kim evlenmek ister ki? Herkes bizim gibi enayi mi? Bizim gözümüz körmüş, görememişiz torununun içindeki hayasızlığı. Kanı bize çekmiş olsa böyle mi olurdu, senin mayana çekmiş demek ki."

Onları aşağılarken yüzünden geçen ifade, iğrendiğini gösteren bir tutumdu. Bilerek yapıyor, gitmeden önce yılların biriktirdiği öfkeyi böyle kusuyordu. Babası bunların yüzünden hasta olmuştu. Dedesi bu adam yüzünden ölmüştü. Bunca yıl kendisini geriye çekip öfkesini hep gizlemişti ama artık nefretini yüzlerine çarpmamak için hiçbir sebebi yoktu. Hele ki oğlunun bu pespaye kız için yukarıda duvarları yumrukladığını, ağlayıp perişan olduğunu gördükten sonra susacak değildi. Bu kızı köye götürüp kendisini elbette rezil etmeyecekti ama iyi bir korkuyu hak ediyordu. Gerekirse adam tutup vurdurur yine elini kana bulamazdı!

Hazan ve dedesi susmaya devam ederken, kalın kabanını kenara çekip, belindeki beylik tabancasını gösterdi. "Nikâh olacak mı olmayacak mı?" diye sordu. "Eğer adam evliliğe yanaşmadıysa gerisi beni bağlamaz. Tutar kolundan götürürüm."

Hazan dehşete kapılarak yutkundu. Nefesi ciğerlerinde donup kalırken, çaresizlikle dedesine baktı. Nabzı, nasıl bir kuvvette atıyorsa, kalbi sırtını delip çıkacak gibi çırpınıyordu. İnsaf, merhamet, vicdan dayısında getirisi olmayan yegâne hislerdi. Ne yapacaktı şimdi? Korku, yavaşça zirveye doğru tırmanıyor, kalbine yapışıyordu.

Dedesi sonunda konuşmaya karar verdiğinde, "Hazan onun kapısında bayılmış." dedi. Nefretini kusması, onu aşağılaması umurunda bile değildi. Tek derdi torununu rahat bırakmalarıydı. Son bir çare konuşup, olanları anlatması gerekiyordu. "Adam da Hazan'ı içeriye almış. Zaten bana haber vermeye inecekmiş. Yani sizin düşündüğünüz gibi bir şey yok." diye devam etti, sakince. "Ben torunuma inanıyorum."

Hamdi'nin kaşları alayla havalanmasına rağmen yüzündeki öfke yerli yerindeydi. "İyi senaryo, valla neredeyse ben bile inanacaktım ama benim kızım yalan söylemez." dedi. "Yarım saatten fazla içeride kalmışlar, niye inip sana haber vermediler? Ya da o adam niye ambulansı aramış?" Alaylı yüzü kinle sarsıldı. "Böyle ucuz oyunlara sen inanırsın ama ben inanmam." diye, devam etti, alçak bir sesle. Daha sonra fel fecir okuyan gözlerini Hazan'a çevirdi. Birkaç adımla yanına ulaşarak onu kolundan tuttu. "Yürü, gidiyoruz!"

İrem mi? Afallayan genç kız duyduklarına inanamadı? Bunlar nasıl bir aileydi böyle, hepsinin içinde fesatlık kol gezerken Hazan nasıl olmuştu da hiçbirini görememişti? Madem bayılırken görmüştü, öyleyse neden müdahale etmek yerine o adamın içeriye almasına göz yummuştu?

Bin bir duygunun içerisinde yüzerken kendine gelemeye çalıştı. Allah'ım başına daha neler gelecekti? Endişe, usul usul yüz ifadesine yansırken kolunu hışımla geri çekti. Ona sertçe bakarak, "Ben bir şey yapmadım!" dedi, adeta tıslayarak. Dayısının silahı olması, onun kuzu kuzu gideceği anlamına gelmiyordu! Gerekirse burada çekip vurabilirdi, pes etmeyecekti. Ona böyle davranmaya hakları yoktu! "Hem yapsam bile sizi ilgilendirmiyor. Senin oğlun benim hep abimdi, abim olarak kalacak. Ona hiç ümit vermedim. Beni hep siz mecbur ettiniz." dedi. Tüm birikmişlerini kusmak istiyordu. "Ne hakla benim üstümde hüküm kuruyorsunuz, dayı? Neyin davası bu? Daha ben dünyada yokken olan biten bir hadiseyi omuzlarıma yıkmak vicdanınızı rahatsız etmiyor mu? Bu yaptınız zorbalıktan başka bir şey değil!"

Hamdi, duyduğu kelimeler karşısında önce şoka girmiş gibi kala kaldı. Daha sonra silkelenip kendine geldiğinde, gözlerinden ateş fışkırıyordu. "Sen dayınla ne biçim konuşuyorsun?" diye bağırdı, onun üzerine yürüyerek. Dedesinin araya girmesine bile izin vermeden tekrar koluna yapıştı. "Ben sana saygı nasıl olur göstereceğim. Düş önüme!"

Hazan kolunu çekip ona sertçe baktı. "Ne hakla diyorum ya! Dayım olman bana hükmedeceğin anlamına mı geliyor? Bana ne sizin verdiğiniz sözlerden! Defalarca konuşmaya çalıştım ama beni anlamadınız! Ben senin oğluna hiç ümit vermedim."

Dayısı yeniden koluna yapışıp, "Hâlâ konuşuyor." diye tısladı. "Hem iffetsiz hem isyankâr!"

Yüzünde tutmaya çalıştığı sert ifadeye karşın, kalbi serçe misali naif bedeninde çırpınmaya başladığında kolunu yeniden çekti fakat bu sefer başarılı olamadı. Dayısının zedelenen gururu davranışlarına yansımış, tutuşunu kelepçe misali sıkılaştırmıştı. Dedesi ise araya girmeye çalışırken kalbinde hissettiği keskin bir sızıyla elini göğsüne götürüp yüzünü buruştururken kısa bir an duraksadı. Torununun çırpınışlarını görüyor fakat müdahale edecek gücü bedeninde bulamıyordu. Sesler silikleşip kulağı çınlamaya başladığında ise bedeninde ki tüm güç çekildi ve yere yığılıp, gözlerini karanlığa yumdu.

"Dede!" diye bağırdı, genç kız telaşla. "Dedeme bir şey oldu dursana!"

Dayısının o kadar gözü dönmüştü ki adamın cansız gibi görünen bedenine bile aldırmadı. "Gebersin, umurumda bile değil." Onu, çığlıklarının arasında marketten çıkarıp, hemen ilerideki beyaz renkli aracına bindirip sürücü koltuğuna geçti. Yaşına göre hantal olması gerekiyordu fakat öfkenin vücuduna salgıladığı adrenalin ile canlanmış gibiydi.

Hazan kapıyı açıp tekrar çıkacağı an belindeki silahını ona doğrultup, "Seni burada vururum!" diye tehdit etti. "Sonra da gider ölmediyse bile dedeni ortadan kaldırırım. Ant olsun ki yaparım. Otur şuraya sakın beni kışkırtacak bir hareket yapma."

Kendisi umurunda bile değildi ama dedesini öldüreceğini duyunca genç kız olduğu yerde taş kesildi. Gözü dönmüş dayısının cinayet işlemeye ne kadar müsait olduğunu gözlerindeki kararlılıktan anlamıştı.

Hamdi, aracı çalıştırıp hareket ettiğinde dişlerini sıktı. Baran onun aşkından deliye dönmüş, evde kendini kahrederken bu kız onu istemediği nasıl söylerdi? 'Dur sen' dedi içinden. Utanmadan karşısına geçip nefretini kustuysa edepsizliğinin cezasını da çekecekti. Bir daha böyle konuşabiliyor muydu bakalım. O değil, bu hafta sonu yüzükler takılacak diye eşe dosta haber salmışlardı, ne anlatacaktı şimdi millete, gelinim başka adamlarla düşüp kalkıyor mu diyecekti? Karanlık sokaktan caddeye çıktığında vitesi artırdı. Öfkeyle gaza yüklendi. Hayır, onu öldürmeyecekti! Bu kız için elini kana bulamayacaktı ama memlekete götürüp kullanmadıkları evlerinin bir odasına kilitleyip, aç susuz bırakarak haddini bildirecekti. Daha fazlasını da hak ediyordu ama gerisini oraya gidince düşünecekti. Şu an öfkeyle hareket ederse katil olması an meselesiydi!

🍁

Bildirimlerden haberdar olmak için profilimi takibe alabilirsiniz 🖤 sihirlisonbahar

Continue Reading

You'll Also Like

114K 3.1K 46
Arkadaşı tarafından para için ihanete uğrayan bir kızzın adama mahküm edilmesi ön izleme : 3.bölüm Helin ben çok özür dilerim pişman oldum gerçektenn...
570K 35.8K 12
Melis, annesinin kaderini yaşayan bir genç kızdı. Babası ve abisi tarafından evin hizmetlisi gibi görülür ve onlar için para kaynağı olmaktan ileri g...
3.5M 79.6K 26
• Daddy issues • || Mardin'den Kaçış Serisi: I || * Kurgu ve isimler değiştirildi. "Bazen evler, dört duvar olmaz." Kadın küçücüktü fakat adamın k...
129K 8.2K 30
Savcı ve asker hikayesidir aynı zamanda bir gerçek aile hikayesidir kitabıma bir şans verin lütfen