DÖNÜM NOKTASI

By sihirlisonbahar

1.7M 80.9K 18.6K

Kapı aralığından gözüne çarpan çıplak bedenle olduğu yere çakılı kaldı. Alkolün esir aldığı beyni ona oyun oy... More

|PROLOG|
Dönüm Noktası- İlerleyen Bölümden Bir Kesit
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
KAÇIR BENİ!!!
31. Bölüm
32. Bölüm
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. BÖLÜM

7. Bölüm

37.7K 1.8K 263
By sihirlisonbahar

7. Bölüm

🍁

Hazan, kendisini göz ucuyla süzen Leyla yengesinin bakışları altında çayları dolduruyordu. Geldiğinden bu yana İrem odasından çıkmamış, Baran ise ortalıkta görünmemişti. Dünden bu yana da onu hiç aramamıştı. Hoş arayıp sormasını da istemiyordu.

Çayı doldurup dayısına uzattığında onun düşünceli bir şekilde kır sakallarını sıvazladığını gördü. "Gel hele otur yavrum." dedi dayısı yanındaki sandalyeyi çekerek. "İbrahim abi ile konuştuk ama bir de seninle konuşalım."

Hazan sandalyesine oturdu. "Efendim dayı."

Yengesinin dilinden cık cık gibi ayıplayan sesler çıkarken dayısı başını hafifçe yana eğdi. "Artık dayı mı kaldı yavrum?" dedi yengesi. "Baba desene."

Yerinde huzursuzca kıpırdanan genç kızın içini yeniden kasvet kapladı. İçinden öyle söylemek gelmiyordu. Bir türlü kabullenemiyordu ki.

"Neyse dilin alışsın diye diyor yengen." dedi Hamdi dayısı. "Hem söyleyeceklerim var. Baran söz kesildi ama nişan olsun diyor. Ben de gittim dedenle konuştum. Biraz kem küm etti ama kabul tamam dedi. Haftaya salon tutuyorum. İstediğin bir yer var mı?"

Hazan'ın ciğerlerindeki hava aniden çekildi ve kalbi bir an için atmayı bırakmış gibi şok olmuş gözlerle ikisine baktı. "Daha okulumun bitmesine çok var." diyebildi sadece.

Hamdi dayısı kalın kaşlarını çattı ve cebindeki tespihini çıkarıp çekmeye başladı. "Zaman su gibi akıp gidiyor kızım hem zaten sözlüsünüz. Nişan da olsun çıksın aradan. Baran'ın arkadaşları falan soruyormuş, bir yüzüğünüz bile yok diye. Çocuk içerlemiş, sabah konuştuğumda canı çok sıkkındı."

Kendini kapana kısılmış gibi hissetti ama bunu dışa vurmamak için doğal bir ifade takındı. "Vermem gereken çok önemli derslerim var, oturup onlara çalışmam lazım, dayı." dedi inandırıcı olmasını umduğu bir sesle. "Şimdi nişan kıyafeti bir sürü alışveriş inanın benim onlar ayıracak vaktim yok."

Hamdi dayısının suratı asılırken, yengesi ince dudaklarını büzerek nefesini bıkkınca dışarıya verdi. "Hepsi bir gün sürer kızım, olmadı biz Hatice'yle çıkar geri kalan eksikleri tamamlarız." Çayına bolca şeker atıp karıştırmaya başladı. "Ha bir de dün Hatice'yle konuştuk sana söyledi mi bilmiyorum. Düğünden sonra bir iki sene bizimle oturun da Hamdi'nin emekli parasıyla size bir ev alalım. Kiralarda sürünmeyin."

İkinci bir şoku yaşayan Hazan dereyi görmeden paçaları sıvayan annesinin ve yengesinin fikirleri karşısında eli ayağı boşalmış gibi titredi. Allah'ım nasıl çıkacaktı bu işin içinden?

"Leyla doğru söylüyor. Zaten Baran da beraber oturmaktan yana." dedi dayısı. "Hem çocuk olursa Leyla çocuğa bakar sen de işine gidip gelirsin."

Hazan'ın başı dönmeye başladı. İçi yine efil efil esiyor, teninin karıncalandığını hissediyordu. Öyle ki yengesiyle amcasının daha birçok söylediği sözü bile artık duyamıyordu. Titreyen eli sürahiye uzandı ve bardağa biraz su doldurup tamamını içti. Evlilik dünyanın sonu değildi ama abisi gibi gördüğü biriyle aynı yastığa baş koymak ölümle eş değerdi.

🍁

Dolu dolu olmuş gözlerini dedesine dikip ondan bir tepki bekledi. Sonunda o evden çıkmış kendini aşağıya atar atmaz tüm konuşulanları dedesine anlatmıştı ama o sadece susuyordu. "Dede bir şeyler söylesene!" dedi. "Neden onlara nişan sözü veriyorsun, neden daha okulu var diye başından savmıyorsun?"

Yaşlı adam başını yere eğdi. Senelerdir geçiştirmişti ama kayınbiraderinin inatçı oğlu Hamdi, daha fazla uzatmaya gerek kalmadığını, babasının da ölmeden önce torununun mürüvvetini görmek istediğini söyleyerek onu kısa yoldan tehdit etmişti.

"Ne zamana kadar başımdan savayım yavrum?" dedi. "Gün doğmadan neler doğar sen şimdilik nişana izin ver. Daha okulunun bitmesine çok var."

"Son senem, dede. Neresine çok var?" diye sordu ağlamaklı bir sesle. "Ben onunla evlenmek falan istemiyorum. Yok mu bunun başka bir yolu?"

Yoktu. Zaten olsaydı onu böyle çaresiz bırakıp üzer miydi? Eğer bu evlilik olmazsa torununa etmediklerini bırakmazlardı. Hamdi'nin bir ayağı çukurda olan babası hâlâ arıyor, sürekli Hazan'ın okulunun ne zaman biteceğini soruyordu. Onların içindeki kin biri ölmeden son bulmazdı ve o, torununun ellerinden kayıp gitmesini istemiyordu.

"Ben de istemiyorum, güzel gözlüm. Ama görüyorsun, elimden bir şey gelmiyor." dedi üzgünce. "Keşke vaktinde benim canımı alsalardı. İnan bu kadar zoruma gitmezdi."

Hazan'ın çenesi titrerken artık kendini sıkmayı bıraktı ve ağlamaya başladı. Neden günah keçisi oydu? Neden istemediği biriyle, sırf vaktinde olan bir hadise yüzünden evlenmek zorunda kalıyordu ki? Öfkesi ve çaresizliği gözlerini kör ederken dedesinin nasıl üzüldüğünü bile fark edemedi. Öfke bazen insanın görme yetisini bile etkiliyordu.

"Annemde benden alıyor hıncını." dedi öfkeyle. Konu başka yere sapmıştı ama yaşadığı tüm olayları birbirine bağlantılıydı. "Sanki ben öldürdüm kardeşimi, sanki babamın da doğmamış bebeğin de katili benim!" Elinin tersiyle gözünün yaşını sildi. "Başkası olsa ondan kurtulmak için hemen evlenirdi ama ben onun yaptığı eziyete rağmen dişimi sıkıyorum. Sen de biraz yanımda olsan ne olur?"

Dedesi, kendisinin sebep olduğu olayın ağırlığı altında ezilirken içi kan ağlıyordu ama elden bir şey gelmiyordu. "Yanındayım kızım, sadece zamana bırak diyorum. Allah büyüktür, belki bir-"

"Hiçbir şey olmayacak dede görmüyor musun?" dedi Hazan fevri bir şekilde. "Haftaya nişan olacak diyorlar."

Adamcağız üzgün gözlerle ona baktı. Her şeyin farkında olup da çaresiz kalmak ne kadar kötüydü.

"Ne olursa olsun ben Baran'la evlenmem!" diye devam etti, Hazan. Duyguları o kadar yoğundu ki marketin açılan kapısını bile duymadı. "Sonunda ölüm bile olsa bu evlilik olmayacak. Kimse beni zorla evlendiremez!"

Arkasını bir hışımla dönüp giderken, bir gün önce görüp özür dilemek istediği adamı da gözü görmedi. Bakışlarını bulandıran gözyaşları kirpiklerinden süzülürken açık olan kapıdan çıktı gitti ve Tufan onun bıraktığı boşluğa düşünceli gözlerle kısa bir an baka kaldı.

Hayır dahil olmayacaktı! Onu ilgilendiren bir durum yoktu. İhtiyaçlarını alıp binanın önüne park ettiği arabasına atladı. Yol üzerinde büfe aramak yerine aşağıdaki markete gitmek istemişti ama daha içeriye girmeden dede, torunun tartışmasına şahit olmuştu. Kızı resmen zorla evlendirmeye çalışıyorlardı.

Kaşları çatıldı. İstemsizce düşündüğü için kendine  kızdı. Kafa yormayı bekleyen birden çok meselesi varken artık gereksiz şeyleri düşünmeyi kesmesi gerekiyordu. Özellikle de o kızı!

Öyle de yaptı. İçinde bir yerlerde bu gereksiz düşüncenin kalıntıları vardı ama onları da zihninin gerilerine atması fazla vaktini almamıştı.

Mekâna vardığında aracını kapalı otoparka çekip, mekânın arka kapısından içeriye girerken telefonu çaldı. Yabancı bir numaraydı. Ağır, metal kapıyı açmayı bırakıp yanan sensörün altında gelen çağrıyı cevapladı.

"Tufan Abi." diye seslendi karşıdaki kişi.

Ağlamaklı mı yoksa sarhoş mu olduğunu anlamadığı ses tonunu kavramaya çalıştı, Tufan.

Rüzgarın uğultusu, hattın ucundaki kişinin derin nefesine eşlik ederken, "Ben Emre." dedi. "Abi Aslı'yı çok özledim. Yanına geldim. Uyanmıyor, kalkmıyor bir türlü."

Tufan, hiç beklemediği sözler karşısında kalbine keskin bir bıçak saplanmış gibi gözlerini yumdu.

"Nasıl yapıyorsun Tufan abi!" diye sordu Emre. Ses tonundan sarhoş olduğu belliydi. "Ben bile onu bu kadar özlerken sen nasıl dayanıyorsun?"

Tufan'ın yanakları, dişlerini sıkmaktan içine göçtü ve gözlerini aralayıp kıpırdamadığı için sönen sensörün altında, karanlıkta öylece durdu.

"Emre evine git." dedi zorlukla. "Yarın ayıldığında konuşalım."

"Olmaz!" Emre hıçkırdı ve burnunu çekti. "Ayıkken seninle konuşacak yüzüm mü var benim?"

Tufan, karanlıkta bir noktaya bakarken kaşlarının ortası derinleşti. Aynı anda metal kapı açıldı ve içeriden gülüşerek çıkan birkaç müşterinin görüntüsü ile sensör tekrar yandı. Onlar yanından geçip gittiğinde, "Niye öyle söylüyorsun?" diye sordu Tufan. İçine garip bir sıkıntı peyda olmuştu.

Emre yine burnunu çekerken ağladığını belli edecek şekilde tekrar hıçkırdı. "Yok abi, yok." dedi. "Benden adam olmaz, benim çevremdeki insanlardan da adam olmaz. Allah hepimizin belasını versin!"

Rüzgarın uğultusu Emre'nin sesini yalayıp yutuyordu ama Tufan onun söylediği tüm sözleri anlamıştı. Anlamıştı anlamasına da, kelimelerine anlam yüklemekte sıkıntı çekiyordu.

Dişlerinin arasından sızan hırıltılı sesiyle, "Emre!" diye uyardı. "Adam gibi konuşsana!" Kalbinin atışı bile değişmişti. Bu çocuk ağzında ne geveliyordu?

"Tufan abi ben çok içtim. Sen beni hiç böyle görmedin değil mi?" Sesi alkolün etkisiyle yalpalanıyor, itiraf etmese bile kendini belli ediyordu.

Tufan birazdan önündeki metal kapıyı yumruklamaya başlayacaktı. "Emre!" dedi yüksek ve hiddetli bir sesle. "Lan oğlum demin ne dedin, adam gibi söylesene!"

Hattın ucundan yine bir hıçkırık çıktı. Ardından bir şeyler içtiğini belli eden sesler geldi. Peşinden de yutkunma sesi duyuldu. "Benim de, o arka-"

Hat kesildi. "Alo!" dedi Tufan. Aynı anda kapandığını bildiği hâlde telefonun ekranına baktı. Hızla numaraya dokunup geri aradı. Akşam akşam mezarlığa gitmiş, kardeşinin başında içki içiyordu ve uzun zamandır hiç yapmadığı bir şey yapıp kendisini arıyordu.

Telefon hâlâ kapalıydı. Çekmediğini düşünüp yeniden aradı. Ağzında gevelediği her neyse bilmek istiyordu.

Dişlerini sıktığında dudaklarının arasından ağır bir küfür savurdu ve kafası karışık bir şekilde depoya girdi. Ali'ye kısaca bakıp elindeki telefonu cebine attıktan sonra ellerini kot pantolonunun cebine soktu. "Hani bizim misafirimiz?"

Salih yutkundu. "Aradım abi, önce geleceğini söyledi ama gelen giden yok. Şimdi de telefonu kapalı."

Tufan teyit etmek için ifadesizce Ali'ye baktı. Ali ise duruşunu bozmadan kafasını salladı. "Doğru söylüyor. Bir şeyden şüphelendi sanırım. Sağ olsun Salih kekemeler gibi konuşup adamı uyandırdı."

Tufan'ın, kafasını allak bullak eden telefon görüşmesinden arınması gerekiyordu. "Bana sıkı bir şeyler getirin." diye emretti içeride ki diğer adama. "Salih'de bizi arkadaşına götürsün."

Zavallı Salih iplerin morarttığı bileklerini ovarak karşısında dev gibi dikilen adama baktı. Bu işin sonunda canını kurtarırsa iyiydi. "Evini biliyorum sadece. Eğer bulamazsak ortak arkadaşları devreye sokar yine buluruz."

"Ayaklan o zaman." dedi, Tufan. Daha sonra Ali'ye bakıp, "Götür şunu." dedi, ardından aracının anahtarını Ali'ye fırlattı. "Gelirim birazdan."

Ali, anahtarı havada yakalayıp, Salih'i depodan dışarıya çıkardı. Tufan'da gidecekti ama öncelikle kafasının biraz bulanmasına ihtiyacı vardı.

O sırada korumalardan içki almaya giden adam Tufan'ın viskisini getirdi. Tufan elindeki kadehi alıp tamamını içerek depodan ayrıldı. Araca geçip motoru çalıştırdı ve kısa süre sonra kapalı garajdan çıktılar.

Salih'e dikiz aynasından bakarak, "Nereye gidiyoruz?" diye sordu, Tufan.

"Doğantepe abi." dedi kısık bir sesle.

Dakikalar sonra Salih'in tarif ettiği adresle gecekonduların hâkim olduğu bir mahalleye giriş yaptılar. Çöp toplayan ufak arabalar neredeyse her evin önünde mevcuttu. Evlerin bakımsızlığı ise gecenin bu saatinde bile kendini gösteriyordu.

"Şu mavi boyalı ev." dedi Salih.

Tufan Ali'ye kısa bir bakış attı. Üçü birlikte araçtan inerken soğuk hava tenlerini yırtıp geçecek kadar şiddetliydi. Yüksek kesime sahip olan yerde esen rüzgara karşı Tufan, deri ceketinin yakasını yukarıya kaldırıp başıyla onlara gelmeleri için komut verdi.

Kimsenin olmadığı dar sokakta sadece köpekler dolanıyordu. Menteşesi gıcırdayan tahta kapıyı açıp bahçeye girdiler ve bahçenin içinde bağlı olan bir köpek havlamaya başladı.

Kapıya vurdular ve az sonra dağınık saçlı, zayıf ve esmer bir kadın kapıyı açtı.

Onları çatık kaşlarla süzen kadın başını iki yana sallayarak, "Siz de kimsiniz?" diye sordu.

Tufan onun tedirginliğini yüzüne yansıyan çizgilerden anlamıştı. "Orhan'ı arıyorduk." dedi. "Evde mi?"

Kadın kaşlarını çatarak, "Uyuyor." dedi. "Ne diyecekseniz sabah gelin."

Kapı tam kapanacağı sırada Tufan ileriye atılıp, kadının sıçramasına neden olacak şekilde kapıyı tuttu. Onun korktuğunu anladığı an ise, "Biz arkadaşlarıyız." dedi. Sesi hâlâ tonunu koruyordu ama ifadesinde ki sertlik için yapacak bir şeyi yoktu. "Rica etsem uyandırır mısınız?"

Tufan onu korkutmak istemiyordu. Yeniden kadına baktığında, "Tedirgin olacağınız bir durum yok. İki dakika konuşup gideceğiz." dedi. "Eşinizi çağırın gelsin."

Kadın kısa süre düşündükten sonra, "Bekleyin." dedi. Sonra kapıyı kapatıp kendi de içeriye girdi.

Kapı az sonra tekrar açıldığında uykudan yeni uyandığını belli eden Orhan gözlerini ovuşturarak önce adamlara sonra Salih'e baktı. Görüntü karşısında uykusu sanki birden dağılmıştı. Panikle elini göbeğinin altıda duran eşofmanının cebine attı ama yanında emanet falan yoktu.

Tufan'ın hükmedici bakışları kısıldı onu atletinden yakalayarak dışarıya çekti ve kulağına yanaştı. "Evdekileri korkutmadan çık dışarıya!" dedi kısık, keskin bir sesle. Sonra ayağının dibindeki terlikleri giymesi için ayağıyla ona itekleyip deri ceketini kenara çekerek belindeki silahı gösterdi.

Bahçe kapısından çıkıp aracın yanına geçtiler. Ali'nin eli belindeki silahta, gözleri ise hem Salih'in hem de Orhan'ın üzerinde gezerken bir yandan etrafı tarıyordu.

"Benden ne istiyorsunuz?" dedi Orhan.

Gecenin, karanlığını kıran sokak lambası tepelerinde onları aydınlatırken Tufan'ın gözleri keskinleşip çenesi gerildi. "Aptal numarası yapma, Salih her şeyi anlattı. Bizim mekâna uyuşturucuyu sokan herif sensin. Şimdi tek tek anlat benim vaktimi alma."

Orhan dişlerini sıkarak Salih'e baktı. "Bizim öyle büyük bir işimiz yok." diye başladı söze. "Elimizde biraz mal vardı. Sizin mekânın da işleri güzel diye satmaya çalıştık ama yanlış yere gelmişiz, abi. Affola."

"Patronun kim?" dedi Tufan. Bunu cevap olarak kabul etmediğini belirten bakışları adamı delecek gibi bakıyordu.

Orhan denilen adam yeniden Salih'e baktı. Daha sonra sesini temizledi. "Patron falan yok. Bir abi var." dedi. Salih'in ağzı sıkı zannederdi ama anlaşılan iki yumruk yiyince bülbül gibi ötmüştü.

Tufan'ın sinirleri gitgide geriliyordu. "Taksit taksit anlatma, vaktim yok benim." dedi, robot gibi vurgusuz bir sesle.

"Bakın Salih ne anlattı bilmiyorum ama dediğim gibi öyle büyük bir iş değildi bizimki."

Eh Tufan'ın sabrı da buraya kadardı. Zaten kafası kazan gibi olmuştu, bir de bunun nazını çekemezdi. Hiç düşünmeden bir adımda yanına vardığında, onun atletini zorlayan göbeğine güçlü bir yumruk attı ve Orhan'ın soluğu kesildi.

"Bana patronunun adını ver!" diye tısladı, Tufan.

Orhan aldığı darbeyle ona dişlerini sıkarak baktı ve ona doğru bir hamlede bulundu. Ali müdahale etmeden Tufan aynı yere bir yumruk daha indirdi. Orhan'ın öne doğru bükülen beli doğrulamamıştı ki, ani öksürüğüyle birlikte dışarı çıkmaya çalışan kan boğazını tıkadı. Ardından Tufan, onun öne eğilen başına sertçe dizini geçirdiğinde ise kendine geriye çekilmesini telkin etti.

Sert bir soluk aldığında kenetlenen dişlerini araladı. Gözleri buz kütlesi kadar soğuk, ifadesi donuktu. "Anlat, patronun kim? Neden bizim mekânı seçti?"

Orhan yere yığılmış kendine gelmeye çalışıyordu. Başını yana eğip hâlâ öksürürken tükürdü ve ağzının içinde kırılan iki dişi asfalta yuvarlandı. Nefesi kesiliyor, olduğu yerde doğrulmaya çalışıyordu.

"Şuna bir yudum su ver geberip gidecek şimdi." dedi Tufan. Sesinin sabırsız tınısı gerçekten beklemek istemediğini haykırıyordu.

Ali aracın kapısını açıp arka koltukta gözüne çarpan pet şişeyi aldı ve Orhan'ın dudağına dayayıp birkaç yudum suyu içmesine izin verdi.

"Sinan abi sizin mekânı özellikle seçmedi." dedi yutkunarak. Sanırım darbenin etkisiyle burnu da kırılmıştı çünkü ağrısı dayanılmaz bir boyuttaydı. "Gidin satabildiğiniz kadar satın dedi. Valla biz o kadar büyük bir iş yapmıyoruz."

Tufan, hâlâ Sinan denilen adamın kim olduğunu tam anlamıyla bilmiyordu ama iyi bir ders vermesi için tanıması gerekmediğine kanaat getirdi. "Peki bu gece bize getireceğin mallar nerede şimdi."

Orhan kayan gözlerini sabit tutmaya çalışarak karşısında dev gibi duran adama baktı. "Evin yanındaki kilerde." dedi dürüstçe. Bunu niye söylemişti bilmiyordu ama sanırım aldığı diz darbesinden sonra ufak çaplı bir travma geçirmişti. Yoksa bu boş boğazlılığının başka bir açıklaması olamazdı.

"Güzel." Tufan, Ali'ye baktı. "Arkadaşla alıp gelin malları. Hepsi yakılacak."

Orhan'ın gözleri fal taşı gibi açıldı. Sinan abisi malların yakıldığını duyunca asıl onu yakacaktı. "Yapma etme, köpeğin olayım. Ben gider söylerim bir daha sizin mekânın yanından bile geçmeyiz."

Saçları rüzgarın etkisiyle sağa sola savrulan Tufan, güler gibi bir ses çıkardığında gözlerinden sadist bir parıltı geçti. "Bu zaten ilk hatanız için. Tekrarı olursa bu sefer soluğu hapiste alırsınız."

🍁

Continue Reading

You'll Also Like

491K 26.6K 35
Gerçek aile kitabıdır. Bitter aşığı kızın hikayesi... #yeni 1 #yeniaile 1 #hata 1 #zengin 1 #karışma 1 #hayat 1
50.8K 1.9K 17
Mirzah Arslan 3 yıldır aşık olduğu kızı yanına almak isterse ne olur? Mirzah Arslan ❤️ Gizay Çetin Not: -Arkadaşlar bu kitap benim kendi yazdığım k...
347K 18.8K 43
Şanlıurfa ☞ Muğla 0546****; Fotoğraf* 0546****; Belli ki bu yoldan yürümüşsün... 0546****; Yoksa etraf böyle çiçeklenmezdi. İlsu; Var öyle marifet...
66.4K 919 9
DADDY ISSUES KİTABIDIR !!! "Yanına oturabilir miyim?" Gelen kişiye baktım. 30'lu yaşlarında takım elbiseli marka giyimli bir adamdı. Çikolatalı sütüm...