just hold me • henry cavill

Por menessdieviete

494K 24.1K 11K

"Ekim ayında aşık olduk, bu yüzden sonbaharı seviyorum." 06.01.2021 TAMAMLANDI henrycavill #1 daddyissues #1 ... Más

hold me - 1
hold me - 2
hold me - 3
hold me - 4
hold me - 5
hold me - 6
hold me - 7
hold me - 8
hold me - 9
hold me - 10
hold me - 11
hold me - 12
hold me - 13
hold me - 14
hold me - 15
hold me - 16
hold me - 17
hold me - 18
hold me - 19
hold me - 20
I WANNA BE YOURS
hold me - 21
hold me - 22
hold me - 23
hold me - 24
hold me - 25
hold me - 26
hold me - 27
hold me - 28
hold me - 29
hold me - 30
hold me - 31
hold me - 32
hold me - 33
hold me - 34
hold me - 35
hold me - 36
hold me - 37
hold me - 38
hold me - 39
hold me - 40
hold me - 41
hold me - 42
hold me - 43
hold me - 44
hold me - 45
hold me - 46
hold me - 47
hold me - 48
hold me - 49
hold me - 50
hold me - 51
ÖZEL BÖLÜM - YENİ HİKAYE
ÖZEL BÖLÜM - II

FİNAL

6.2K 331 118
Por menessdieviete

merhaba, sizi gerçekten çok özlemişim!

bölümü yazarken bunu fark ettim ve bölümü yazmayı bırakamadım bile.

finale yakışır şekilde bol yorum ve oylarla bölümü taçlandıralım lütfen...

keyifli okumalar dilerim.

Doğuma az bir süre kalmıştı ve artık karnımın burnuma değdiğini hissediyordum. Oldukça kilo aldığımın farkındaydım, bu psikolojik olarak beni olumsuz etkilese de doğumdan sonra eski halime hızla kavuşacağıma inanıyordum.

Serin havanın verdiği ferahlık ile uyumaya çalışsam da nefes almakta zorluk çekiyordum. Bunalmışlıkla yatakta doğrulduğumda usulca Henry'nin saçlarına dokundum.

Onu korkutmamaya çalışarak uyandırmaya giriştiğimde kısık bir sesle adını mırıldandım, "Henry?"
Bu onu uyandırmaya yetmediğinde tekrarladım, "Sevgilim?"

Yavaşça olduğu yerde kımıldadığında uyku sersemi ve tok bir sesle, "Bebeğim," dedi, "Sorun ne?"

"Uyuyamıyorum, kalkmama yardım eder misin?" İsteğimle birlikte durup birkaç saniye kendine gelmeyi beklediğinde gözlerini ovuşturdu. Yataktan kalkıp benim tarafıma yürüdüğünde ellerimi tuttu ve beni zor bir duruma düşürmemeye çalışarak nazikçe kaldırdı.

Yönümü banyoya çevirerek yavaş adımlarla oraya ilerlerken Henry hâlâ elimi tutuyordu. "Gelmemi ister misin? Çoğu zaman dengeni kaybediyorsun güzelim..."

Endişesini anlıyordum ama buna gerek yoktu. Gülümseyerek, "Halledebilirim," dedim, "Yuvarlanark yürüsem de..."

"Kapı aralık dursun, hemen buradayım." Yine de dediğim dediklik yapıp son sözü söylediğinde zıttına gitmedim. Tek istediği güvende olmamdı.

Üstümdeki kıyafetleri yavaşça çıkarıp kenara koyduğumda küveti tercih etmeyip direkt olarak duş kabinine ilerledim. Duş başlığının altında durup suyu açtığımda ılık suyun verdiği ferahlıkla güçlü bir nefes verdim.

Sular akıp ayaklarımın dibinde birikirken ellerim şefkatle karnıma indi. Onları artık kucağıma alıp kokularını içime çekmek istiyordum. İyi bir anne olmak için elimden ne geliyorsa yapacaktım. Onlara kalbimdeki tüm sevgiyi verecektim.

Duşta işimi fazla da uzatmak istemeyerek suyu kapatıp havluyu aldığımda kabinden çıktım. Bütün vücudumu kuruladığımda aynada kendime baktım ve hoşnutsuzlukla burun kıvırdım. Bu kiloları verecektim!

Banyodan tamamen çıkıp odaya geçtiğimde Henry'i göremedim. Aşağıda olabileceğini düşünerek odadan çıktığımda merdiven kenarlarından tutunarak aşağı inmeye başladım.

Birkaç adım atmıştım ki yanımda Kal'ın varlığını hissederek gülümsedim. Hamile olduğumu hissediyor gibiydi... Ne zaman şu an için tehlikeli sayılabilecek bir şey yapsam onu yanımda buluyordum. "Sen bana yardımcı mı oluyorsun oğlum?" Sevecen bir sesle konuştuğumda havlamadı fakat boğazdan gelen sevimli bir hırıltı çıkardı.

Şu an her ne kadar eğilip onu sevmek istesem de bunu merdivenlerden tamamen indiğimde yapmaya karar verdim, hiçbir şeyi riske atamazdım.

Merdivenlerden tamamen indiğimde mutfağın ışığının yandığını görerek oraya yöneldim. Henry ısıttığı sütü kupaya döküyordu. "Yine benim için mutfağa inmişsin." Neşeli çıkan sesime karşı bana döndüğünde yüzünde serseri bir gülümseme oluştu. "Seni memnun etmeye çalışıyorum balım."

"Fazlasıyla memnunum fakat bir eksiğimiz var..." Dudağımı bükerek ona yaklaştığımda elindeki kupayı tezgaha bıraktı. Eli belime uzanıp beni kavradığında aramızdaki mesafe karnımdan dolayı tam olarak kapanmamıştı, bu duruma kıkırdadım.

"Neymiş eksik olan?" Erotik sayılabilecek bir ses tonuyla konuşup tutuşunu sıkılaştırdığında hormonlarım içerde Kürt halayına başlamıştı bile. Hayır, doğulu bir tarafım da yoktu ama işte...

"Sen gayet iyi biliyorsun bence neyin eksik olduğunu?" Sorar gibi cümle kurduğumda boynunu arkaya atarak fazla sesli olmayan bir kahkahayı aramıza düşürdü. Hemen sonra burnunu burnuma usulca sürttü ve dudaklarıma tutkulu bir öpücük bıraktı.

Geri çekilip okyanus mavisi gözlerini gözlerime kitlediğinde öyle bir baktı ki neredeyse kollarında bayılıp gidecektim. "Biliyorum bebeğim, öyle bir biliyorum ki mahvoluyorum. Sen zaten var olan güzelliğine güzellikler eklerken ve vücudunun her bir noktası beni çağırırken-"

Ve o an kasıklarımda çok büyük bir kasılma hissettim. Dudaklarımdan sesli bir inleme kaçtığında Henry'nin şevkle kurmaya başladığı cümleler yarıda kaldı. "Bebeğim?" dedi telaşla, "İyi misin?" Geri çekilip durduğumda ikinci  bir kasılma daha beni yokladı ve dudaklarım can havliyle aralandı. "Aah! Sancılar, sancılar geliyor Henry! Allah'ım, bunlar nasıl sancılar?!"

Hissettiğim acıyla saçma sapan cümleler kurmaya başlamıştım ve derin derin nefesler alıp veriyordum. Henry panikle, "Arya," dedi, "Doğuruyor musun yoksa kafayı yiyeceğim şu an?!"

Kurduğu saçma cümleye karşı kaşlarımı çattığımda elimi karnıma koydum. Bir anda içimde büyük bir balonun patladığını hisseder gibi olduğumda bacaklarımın ıslandığını da aynı anda hissetmiştim. Dudaklarım çığlıkla aralandığında, "Geliyorlar," diyerek sık nefesler verdim, "Vallahi geliyorlar!"

"Tamam bak derin derin nefes alıp ver tamam mı?" Gözlerimin içine bakıyor ve beni ikna etmek istiyor gibi hararetle konuşuyordu. Söylediklerine uyarak onunla birlikte nefes alıp vermeye başladığımda kendi kendine söylenmeye başladı, "Neredeydi bu lanet doğum çantası?!"

"Arabada! Henry gidelim lütfen, lütfen sevgilim..."

"Tamam güzelim, tamam gideceğiz..." Koluma girerek benimle ilerlemeye başladığında arabaya vardık ve Henry beni yavaşça arabaya bindirdi. Arka koltukta kendimden geçercesine inliyor ve ara ara yüksek sesli çığlıklar atıyordum. Arabanın hızlı gittiğinin farkındaydım. Henry arada bir dikiz aynasından dönüp dönüp bana bakıyor, iyi olup olmadığımı kontrol ediyordu.

Ne kadar süre geçmişti farkında değildim ama araba ani bir frenle durduğunda alnımdaki boncuk boncuk terleri hissediyordum. Henry arabadan çıktığında müdahale için doktorlar geldi. Arabadan indirildiğimde tekerlekli sandalyeye oturtuldum. Doktorların ameliyathaneyi hazırlamaları için stajyer doktorlara bir şeyler söylediğini duyuyordum.

Doktorların yüzü silikleşmeye başladığında mırıldandım, "Yüzünüz silikleşiyor..." Bu söylediğimi duymuş olacaklar ki bir doktor bağırdı, "Çabuk oksijen maskesi takın!"

Tam o esnada yüzümde bir fazlalık hissettim, nefes alış verişlerim kolaylaştığında gözlerimin önünde geçmişimin tatlı günleri belirmeye başladı.

21 Haziran 2002

"Babacığım bak, yüzebiliyorum ben!" Kolluklarımın içinde kollarımı çırpıyor babama ne kadar iyi (!) yüzebildiğimi kanıtlamaya çalışıyordum.

Babam yüzünde geniş bir gülümsemeyle denize doğru koşmaya başladığında heyecanla ellerimi denize vurdum. O bana yüzmeyi ve nasıl daha hızlı koşabileceğimi öğreten bir kahramandı!

Yüzümde heyecanlı bir bekleyişle babama bakarken denize girdi ve bir anda gözlerimin önünden kayboldu. Nereye gittiğini elbette biliyordum... Az sonra denizin altından çıkacak ve bana sürpriz yapacaktı...

Tam da dediğim gibi olduğunda kahkaha attım, "Artık bu bu oyunlara alıştım babacığım..."

Babam çok bilmiş cümleme karşı bilge bir adam gibi güldü. Hayranlıkla ona baktım, ilk kahramanıma...

*

"Arya Hanım! Bilincinizi açık tutmanız gerekiyor!"

Duyduğum sesle bir anda daldığım sahte gerçeklikten sıyrıldım. Sancımla birlikte bağırdığımda artık bir sedyede yatıyor ve bacaklarım iki yana açık şekilde duruyordum. Bunu fark etmemle doktorun, "İtin lütfen Arya Hanım, güçlü bir şekilde itin."

Doktorun yönlendirmesiyle içimdeki canları itmeye çalıştığımda gözlerimdeki yaşların aktığını ıslanan yüzümle anlamıştım.

"Ahhhhh! Allah'ım sana geliyorum ya! Uh, uh, uh!"

Türkçe bir şekilde bağırıp düzenli nefesler verdiğimde ellerimin boşlukta kaldığını ve Henry'nin yokluğunu hissettim. "Henry nerede? Sevgilim nerede?"

Sorduğum soruya cevap alamadım fakat önemli başka bir şey duydum, "İkizlerden birinin başı göründü!"

O an öyle bir şey hissettim ki var gücümle onları ittim. "Son bir kez daha itin!" Çığlık atarak ıkındığımda ikizlerden birinin eksikliğini hissettim. Sonra ameliyathaneyi bir ağlama sesi doldurdu.

"Kız doğdu!"

4 Eylül 2013

Okuldan geldiğimde çantamı odanın herhangi bir yerine fırlattım ve yatağıma yüz üstü yattım. Okuldakiler boktandı. Lise... Boktandı.

Notlarım son zamanlarda düşük geliyordu ve bir de üstüne aldatılmıştım. Galiba hiçbir zaman aşktan yana yüzüm gülmeyecekti. Akademik başarı hayallerim de yarıda kalacaktı...

Aşağıdan annemin sesini duydum, "Arya, gel de bir yüzünü göreyim annem!"

Oflayıp puflayarak yataktan kalktım. Şimdi bin tane soru soracaktı ve benim kafam annemin soruları için fazla doluydu.

Yine de yataktan kalktım ve uzun koridoru geçerek annemin yanına, salona adımladım. "Selam," deyip elimi kaldırıp parmaklarımı kımıldattığımda eliyle gel gel yaptı.

Omzumu yasladığım kapıdan ayırdım ve adımlarımı annemin oturduğu koltuğa çevirdim. Annemin yanına oturduğumda annem bana dönerek diz dize oturmamızı sağladı. "Ne yaptın bugün?"

Ve işte malum soru gelmişti... "Aynıydı anne. Dersler, hocalar ve saçma sapan bir sürü insan..." Cevabımdan sonra parmaklarımla oynamaya başladığımda annem usulca elimi tuttu. "Ne zaman yanımda elinle bu şekilde oynamaya başlasan anlıyorum ki bir şeyler olmuş... Konuşalım mı annecim?"

Annemden bir şeyler saklayabileceğimi düşünmem aptallıktı. İç çekerek gözlerimi kaçırdım, "O kadar belli ediyor muyum?"

Parmağı elimi nazikçe okşadı, "Anneler her şeyi anlar güzel kızım, her şeyi hisseder..."

*

"Anne! Hissediyor musun?"

İçimin acısıyla mırıldandığımda artık o kadar zorlanmaya başlamıştım ki başım dönüyordu. Oksijen maskesini çıkarmışlardı ancak anlıyordum ki tekrar takacaklardı çünkü nefes alış verişlerim gözlerimin kararmasına sebep oluyordu.

"Arya Hanım biraz daha dayanın çok az kaldı. Üç dediğimde itin!"

Tırnaklarımın avuçlarıma batışını hissettim. Şu an doğum acısı o kadar fazlaydı ki avuçlarımın acısını bile daha az hissediyordum.

Kızım doğmuştu fakat oğlum neden bu kadar inatçıydı? Galiba biraz babasına çekmişti ya da... Kesinlikle bana?

"Üç!"

Son gücümle ittim. Öyle bir çığlık attım ki, en uzak yerlerden bile duyulduğundan şüphe ettim. Ses tellerim dahi şu anki durumdan şikayetçiydi.

Bebeğimin içimden alındığını hissettiğimde içimdeki boşlukla rahatlamış bir nefes verdim. Doktorların aralarında bir şeyler konuştuğunu duyuyordum ama sesler tam olarak her değildi.

"İkizlerden birinin erkek olması gerekmiyor muydu?" Şaşkın ama yine de sevinçli sesler... "Evet fakat ikisi de kız."

"İkisi de kız mı?" Bilincim kapanırken sorduğum son soru bu oldu.

Onları görememiştim bile.

Henry Cavill - 06.21

Güzelimin çığlıkları neredeyse tüm hastaneyi inletirken ameliyathanenin önünde bir sağa bir sola yürüyor, korkudan kıvranıyordum.

Bu kadar acı çekmesi normal miydi? Bütün kadınlar bu kadar acı çekiyor muydu?

Başımı ellerimin arasına aldım ve beni içeri almayan doktorlara az da olsa sövdüm. Onun yanında olmak istiyordum, elini tutup acısını dindirmek...

Adımı bağırdığını duyduğumda çılgına dönmüştüm fakat hijyen kuralları yüzünden oraya girmemin imkansız olduğunu söylemişlerlerdi.

Canından can gidiyor gibiydi. Doğum risklerini saymıyordum bile, ona bir şey olsa ben de ölürdüm. Ruhen, fiziken... Fark etmezdi.

Ve ben bunları düşünürken bir an ameliyathanenin kapısı açıldı ve hemşirelerden biri elinde bebeklerimizden biriyle çıktı.

Gözlerim o küçücük, el kadar şeyde takılı kaldığında hemşirenin yanıma hangi ara geldiğini fark etmemiştim bile. "Tebrik ederim kızınız sağlıkla doğdu, tutmak ister misiniz?"

Titrek ellerim kızıma uzandığında gözlerim dolduğu için onu net olarak göremiyordum. Sonunda onu kollarımın arasına aldığımda gözlerim hemen saçlarına kaydı. Annesi gibi kızıldı. Şimdilik gözlerini açamıyordu ancak renkli gözleri olacağına şimdiden emindim.

"Çok güzelsin..." Kendimin bile zor duyacağı bir fısıltı dudaklarımdan çıktığında yanağımdaki ıslaklık çenemden kayarak boynuma indi.

"Alabilir miyim?" Hemşire kızımı almak istediğinde itiraz etmedim. Onu nazikçe hemşireye uzattıktan sonra ellerimle yüzümü sildim.

Geriye şimdi sadece oğlum kalmıştı ve sabırla onu bekleyecektim.

Bir de güzel bebeğimi.

*

Yeşil dümdüz bir arazi... Yer yer papatyalar mesken tutmuş, yer yer günebakanlar. Güneş tepede, hava ılık ılık esiyor.

Ellerim bacaklarıma kadar uzanan yeşil bitkilerde nazikçe dolanıyor ve sonra o sesi duyuyorum, "Anne!"

Olduğum yerde arkamı dönüyorum. Masmavi gözleri, kumral saçları var... Babasına benziyor ve bir erkek.

O işte, eksik kalan yanım, ilk canım.

Dudaklarım usulca yukarı kıvrılıyor.  Sesim çatlıyor ve dizlerimi yere koyup onun boyuna iniyorum. Kollarımı genişçe açıyorum. "Bebeğim?"

Koşarak yanıma geliyor ve bana öyle bir sarılıyor ki, çektiğim bütün acılar o anda diniyor. Bu bir mucize olabilir mi diyorum kendi kendime...

"Kardeşlerim doğdu mu?"

Heyecanlı sesine karşı onu daha çok kendime bastırıyorum ve kokusunu içime çekiyorum. Sanki ondan ayrıldığım anda bu yaşadığımız an tamamen yitip gidecekmiş gibi...

Dolu gözlerimle kollarından tutuyorum ve onu sıkıca ama incitmeyerek kavrıyorum. Gözlerine baktığımda aynı babasında olan haylaz parıltıları görüyorum.

Ellerim saçlarına kayıyor, dilim tutulmuş gibi sadece onu izliyorum... "Doğdular bebeğim, birinin erkek olacağını sanıyordum biliyor musun? Fakat o da kızmış."

Çocuksu kahkahası kulaklarıma dolduğunda ellerini çırptı, "Ben onların abisi miyim yani? Kız kardeşlerimin?"

Bu sefer kahkaha atan benim, "Evet oğlum, sen onların abisisin..."

"Beni kız olarak düşündüğünü biliyorum anne, kız olsaydım ve doğsaydım bana vereceğin bir isim vardı değil mi?"

Bunu nasıl bildiğini sorgulamadım, başımı salladım. "O ismi lütfen doğan kız kardeşlerimden birine koy, olur mu?"

"Ama bebeğim-" Sözümü kesti, "Lütfen anneciğim..."

Kabullenmişlikle başımı salladım. Beklemeden başka bir soru yöneltti, "Babama onu çok sevdiğimi söylersin değil mi?" Yanağına küçük ve kokulu bir öpücük bıraktım, "Söyleyeceğim birtanem."

Zaman durmuş gibiydi, biz burada sıkışıp kalmış gibiydik. O anın boşluğunda dilimin ucuna daha önce hiç düşünmediğim bir isim geldi ve dudaklarımdan öylece çıktı, "Ali?"

Karşımda duran ve tıpa tıp babasına benzeyen küçük bebeğim afalladı, neden böyle olduğunu anlayamadım.

Sonra küçük elleriyle oynamaya başladı, "Benim adım Ali mi anneciğim?" Hâlâ elleriyle oynamaya devam ediyordu, gülümsedim. Bu huyunu benden almıştı.

"Ali, senin adın Ali."

"Burada bir adım yoktu, sen bunun için mi geldin yoksa anne? Hissettin mi?"

Karşımdaki küçük adamın cümlesi kalbimi öyle bir kırdı ki, onu kollarının arasına tekrar çektim ve uzun uzun ona sarıldım. Saçlarının üstünü ona doyamamış gibi uzunca öptüm. Kokladım, sarıldım, öptüm.
Tekrar tekrar.

"Anneler her şeyi hisseder güzel bebeğim, her şeyi..."

*

Gözlerim açılmak istemiyordu ancak zorla da olsa aralandılar. Uyanır uyanmaz yaşlar gözlerimden akmaya başladı.

O gördüğüm bir rüyaydı ama neden o kadar gerçek hissettirmişti? Canım öyle yanmıştı ki, öyle bir yanmıştı ki... 

Henry'nin beni sarmaladığını hissettim. "Güzelim... Şşh ağlama, ağlama..." Kollarına tutundum ve hıçkırıklarımın arasında mırıldandım, "Onu gördüm, adını verdim, kardeşlerini nasıl sahiplendiğini izledim..."

Henry'nin kalbi bir anda hızlandı, kollarının arasından çıktım. Gözlerine baktım, "Düşen bebeğimiz erkek olacakmış, bana kendini gösterdi sevgilim. Onu gördüm, onunla konuştum."

Elleri yanaklarımı buldu ve sertçe yutkundu. Yüzünde bir gülümseme vardı. "Onun hakkındaki bütün acıların geçmiş gibi..."

"Seni sevdiğini söylememi istedi, seni çok seviyormuş böyle söylememi istedi."


Henry ona söylediğim şeyden sonra kafasını tavana çevirdi ve gözlerini kapatarak çenesini sıktı. Ağlamak istemiyordu, kendini tutuyordu.


"İsmi, Ali." Söylemem gereken son şeyi söylediğimde bana arkasını döndü ve bir şeyler mırıldandı. Bir kısmını duydum, "Ben de seni oğlum... Çok."

Yönünü tekrar bana döndüğünde o ama kadar söylemeyi unuttuğu bir şey varmış gibi yatağın kenarına oturdu ve elimi tuttu, "Birazdan bebeklerimiz gelecek. Son anda olan sürprizi de biliyorum ve sen sormadan söyleyeyim ikisi de çok güzel, güzel kızım..."

Heyecanla elimi tuttuğu elini ben daha da kavradım. "O kadar merak ediyorum ki onları..."

Tam cümlem bittiğinde kapı çalındı. Henry kendisi kapıyı açtığında küçük cam yatakların içinde ikizler geldi ve tam yatağımın yanında durdu.

"Geçmiş olsun Arya Hanım, nasıl hissediyorsunuz?"

Kısık sesimle mırıldandım, "Onları kucağıma alırsam daha iyi olacağım..." Hemşire bunu duydu ve gülümsedi. Ikizlerden birini alıp kucağıma verdiğinde onu ilk başta nasıl tutacağımı bilememiş bocalamıştım.

Hemşire nasıl daha düzgün tutacağımı gösterip ikizlerden diğerini de kucağıma bıraktı. Onlar şu an kucağımda birer mucize gibi yatıyorlardı...

"Nasıl emzireceğinizi göstermemi ister misiniz?" Bu aslında bir sorudan cok, öyle olması gerektiğini belirten bir ricaydı. Memnuniyetle kabul ettim, "Evet, lütfen."

Hemşire bebeklerimi nasıl emzireceğime dair detayları verdiğinde onları hemşire gözetiminde ilk defa besledim. Beni emmleri bittiğinde hemşire odadan çıkarak bizi baş başa bıraktı.

"Aklında bir isim var mı?" Henry'nin hayran sesine karşı şefkatle ona baktığımda usulca başımı salladım ve bebeklerimize baktım.

"Oğlumuzu gördüğümde bana kız kardeşlerinden birine ilk başta düşündüğüm ismi koymamı istedi. Bunu yerine getirmek istiyorum..."

Henry keyiflice güldü, "Küçük adama bak sen..."

Kıkırdadım ve bebeklerimize baktım. Onlardan sadece biri kızıl saçlıydı. Galiba Çilek ismini hak eden tarafı bulmuştum.

"Kızıl saçlı olan Çilek..." duraksadım ve diğer kızımıza baktım. O Çilek'in aksine sarışındı ve yine Çilek'in aksine biraz daha saçlı doğmuştu. Saçlarını sarmaşığa benzettim ya da ilerideki hali gözümün önüne geldi... "Ivy," dedim işaret parmağım ince saç tutamında gezinirken, "Sarışın olan Ivy..."

Henry'nin gözleri parlarken mutluluğunu dudaklarının o güzel kıvrımından da anlıyordum. Ivy isminin fikrini en başta o vermişti ve şimdi ikimizin de isim konusunda birbirimizde hatrı kalmamıştı...

Henry oturduğu yerde bebekleri izliyorken ilk önce Ivy'i ve daha sonra Çilek'i ona verdim.

Şefkatle onlara bakarken mırıldandı, "Ailenize hoş geldiniz güzellerim."

*

5 Ağustos 2025, Datça, Türkiye

Henry yatın yelkenlerini açtığında ikizler onların dizlerinin dibinde babalarını izliyodu. Ona öyle hayran bakıyorlardı ki bazen kıskandığım bile oluyordu. "Çilek, kardeşinin elinden tut kızım."

"Ama baba o hep elimi bırakıyor! Baksana benden hep kaçıyor!" Çilek ayağını yere vurarak konuştuğunda Ivy kollarını birbirine bağladı, "Bu sıcakta el mi tutulur Çilek?!"

"Ablanım ben senin, Çilek abla diyeceksin..."

Aralarındaki hararetli tartışmaya karşı kıkırdadığımda Ivy koşarak bana doğru geldi ve kendini pat diye kucağıma bıraktı. "Çilek gerçekten ablam mı anneciğim?"

Ses tonu bunun aksini söylemem için yalvarır gibi çıkmıştı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım hemen sonra Henry'e baktım. Göz ucuyla bana baktığı sırada göz göze geldik, bana göz kırparak Çilek'in elini tuttu, onunla yatın içerisine doğru ilerledi.

"Beş dakika arayla ablan sayılır bebeğim ama abla demek zorunda değilsin..."

"Beş dakika çok mu ki?" Ellerine bakarak beş parmağını açtı ve parmaklarını saydı, "Bir, üç, beş, altı..."

Elini avucumun içine aldım, "Parmaklarımızı saymayı unutmuş muyuz aşkım?"

"Ama anne sayıyorum sayıyorum aynı çıkıyor, sonra birini sayıyorum o daha fazla çıkıyor!"

Söylediği şeyi anlamadığımda sorgular şekilde ona baktım, "Nasıl yani kızım?"

"Blue teyzem orta parmağımızı iki kez saymamız gerektiğini söyledi..." Kaşlarımı kaldırarak Ivy'e baktığımda Blue için içimden çok güzel cümleler kurmuştum...

"Blue teyzeyi bu konuda dinlemiyoruz anlaştık mı bebeğim? Kardeşine de mi aynısını söyledi?"

Ivy uysalca başını sallayarak iki sorum için de beni onayladı. "Koş kardeşine bu söylediğimi söyle ve yeniden birlikte sayın tamam mı anneciğim?"

"Tamam anneciğim..." Ve bir başka onaylama cümlesinden sonra yanağımda hissettiğim öpücük sonrası Ivy hızla yanımdan uzaklaştı, koşarak yatın içine girdi.

Yaklaşık yarım saat sonra Henry tek başına yattan çıktığında yanıma gelerek güneşin altında uzanan bedenimin yanına bedenini attı.

"Kızlar nerede?" diye sorduğumda serseri bir şekilde güldü, "Parmak sayarken uyuyakaldılar..."

Sesli bir kahkaha attığımda uzunca yüzüme baktı. Gülüşüm arasında ona baktığımda, "Ne oldu ki?" dedim, "Neden öyle bakıyorsun?"

Tek kaşını kaldırdı, "Nasıl bakıyormuşum?"

Kulağına yaklaşarak fısıldadım, "Benimle burada sevişmek istiyormuşsun gibi."

Bu sefer gülen o oldu. O an gözüme öyle güzel geldi ki bir an bile düşünmeden o gülerken dudaklarımı dudaklarına bastırdım. Anlık olarak şaşırsa da hemen karşılık vererek dudaklarıma en güzel öpücükleri sıralamaya başladı. Gülümseyerek kucağına çıktım, elleri vücudumda dolanmaya başladığında saç telleri arasında parmaklarımı gezdiriyordum.

"Doğru, seninle burada sevişmek istiyorum, seni sırılsıklam bırakana kadar..." Derin soluklarının arasında tok sesiyle konuştuğunda o an buna asla karşı koyamayacağımı bir kez daha fark ettim. Buna karşılık olarak aceleyle bikini üstümün iplerini çözmeye başladım.

Bikinimin iplerini çözdüğümde şu an burada bunu yapmamızın çocuklar açısından sıkıntı olabileceğini düşündüm, uyanabilirlerdi ve buraya gelebilirlerdi. "Çilek ve Ivy uyanabilir, bizi o şekilde görmeleri iyi değil, Henry..."

Öpücükleri boynuma indiğinde bikini üstümü tek tutan şey bikinin ikimizin arasında kalmış olmasıydı. "Çok derin uyuyorlar bebeğim, emin ol uyanmayacaklar..."

Nefes nefese onun söylediği şeyi dinledikten sonra artık dayanamayacağımı anlayarak bikini üstünü aramızdan çekip attım. Elleri boynumu bulup oradan göğüslerime indiğinde onları yoğurdu ve rotası son olarak kalçamda durdu.

Kucağında kaykılarak tam o noktada erkekliğini hissettiğimde dudağımı ısırarak gözlerimi kapattım. "İçinde olmamı istiyorsun, değil mi?"

Ahlaksız cümleleri onu daha fazla istememe sebep olurken inledim. "İçimde olmak istiyorsun, değil mi?"

Dudağı iddialı bir şekilde kıvrıldı. Eli arkamdan kadınlığıma değdiğinde, "Lütfen..." diye mırıldandım.

Parmakları durmuyordu beni okşuyordu. Parmaklarını mı içimde istiyordum yoksa gerçeğini mi artık karar bile veremiyordum. Kızgınlıkla durmasını sağladığımda altındaki şortun içinde erkekliğini kavrayarak dışarı çıkardım ve okşamaya başladım. Dudakları dokunuşlarımla birlikte aralandığında gırtlaktan gelen bir hırıltıyla inledi, "I'm gonna fuck you so bad!"

Hırslı sesini duyduğumda kıkırdadım, "That's what I want, daddy."

Sabrı kalmamış gibi bir anda beni altına aldığında, "Odamıza gidelim," dedim, "Sahil güvenlik gezebilir."

Sinirle söylendiğinde hızla beni kucağına aldı ve çocukları uyandırmamaya dikkat ederek odamıza girmemizi sağladı.

Beni yatağın üstüne bıraktığında altındaki şorttan kurtuldu. Gözlerim erkekliğine kaydığında yatakta emekleyerek ona yaklaştım, yaklaştım ancak omuzlarımdan iterek sırrının tekrar yatakta buluşmasını sağladı. Dizlerinin üstünde durup kendini bacaklarımın arasına göre hizladığında erkekliğini kışkırtıcı şekilde kadınlığıma sürtüyordu.

"Hadi..." diye mızmızlandığımda durdu ve gözlerimin içine bakarak kendini içime itti. Aynı anda inleyip birbirimizin dudaklarına saldırdığımızda deli gibi öpüşüyorduk. Bir yandan Henry'nin yakıcı varlığını içimde hissediyordum bir yandan ise arsız arsız inliyordum.

"Adımı söyle bebeğim!" Henry sertçe içime çarptığında zevkle ismini inledim, "Henry... Ahh!" O ismini söylememi istemeseydi bile bu vuruştan sonra kesinlikle büyük bir inlemeyi hak etmişti.

Aniden yer değiştirip üstüne çıktığımda onun üzerinde oturup kalkıyordum. Elleri göğüslerimde gezip kalçama inip oraya küçük fiskeler atıyordu.

Ne kadar devam ettiğimizi takip edemediğim anlardan sonra ikimiz de sarsılarak birbirimize karıştık. Nefes nefese kendimi yana attığımda yatağın yanındaki sudan birkaç yudum içtim. "Zevkliydi Bay Cavill, bir daha ne zaman tekrarlarız?" Sırıtarak konuştuğumda yandan yandan bana baktı.

Bakışları göğüslerimde kaldığında  duşu gösterdi, "Hemen şimdi Bayan Cavill."

*

30 Ağustos 2025 Ankara, Çankaya

Ankara'nın güzel yollarında Anıtkabir'e doğru gidiyorduk. İki arabaydık ve arkadaki arabada kızlar vardı. Tabii ki onların da bize katılmasını istemiştim.

Anıtkabir'i ilk ziyaret edişim değildi ancak ilki gibi heyecanlıydım.

Özellikle önemli güzel bir günde Anıtkabir'e gitmek istemiştim çünkü Henry'nin böyle bir günde burayı görmesini istemiştim. Sokaklar bayraklarla doluydu, Atatürk'ün en güzel fotoğrafları büyük ekranda sergileniyordu... Ah, ne de güzeldi.

"Anne! Atatürk o değil mi?" Çilek parmağını büyük ekrana doğrulttuğunda hızlıca başımı salladım, "Evet anneciğim, birazdan anıtına gireceğiz."

Arabalar peş peşe park edildiğinde aslanlı yoldan dümdüz yürüyerek ana alana ulaştık. Tabii o sürede ikizler aslanları zor bırakmışlardı ama yapacak bir şey yoktu...

Henry hayranlıkla etrafı inceliyordu dikkatini bir şey çekmiş gibi nöbette duran askerleri gösterdi, "Onlar bal mumu mu yoksa gerçek mi?"

Sorduğu soruyu gülerek karşıladım, "Gerçek sevgilim, birçok insan ilk başta bunu merak ediyor."

"Güneşin altında saatlerce o kıyafetlerle beklemek zor olsa gerek." Kendi kendine konuşur gibi mırıldandığında, "Nöbet değişimleri var," dedim, "Ama yine de tabii, zor olmalı..."

Şu an burası o kadar kalabalıktı ki çocukları kaybetmemek için aramıza almıştık ve ellerini sıkı sıkı tutuyorduk. Pınar, Özge ve Aleyna hatıra fotoğrafı çekiyorlardı. Anlık olarak arkamı onlara döndüğümde Özge'nin sesini duydum, "Pişt, kızıl!"

Yönümü tekrardan onlarla çevirdiğimde elindeki fotoğraf makinesini kaldırdı ve fotoğraf çekmek istediğini belirtti. Henry ve ikizlerin o tarafa dönmesini sağladım. İkizlerden birini birimiz diğerini de birimiz kucağımıza aldığımızda o an hiç bitmeyecekmiş gibi gülümsedik. Özge fotoğrafı çekti ve o anı hep orada kaldı.

Akın akın ziyaretçiler geliyorken içeri girip müzeyi gezdik ve en sonunda Atatürk'ün kabrine geldik. Bilerek bunu sona bırakmıştım çünkü burada fazla durmak istemiştim, yine de zordu çünkü söylediğim gibi her yer çok kalabalıktı.

Anıtkabir ziyaretimiz bittiğinde Ankara'nın güzel yerlerini akşama kadar gezdik. En sonunda soluğu Gençlik Parkı'nda almıştık. Geç bir vakitte rezervasyon yaptırdığımız otele giriş yaptığımızda ikizler artık yarı uyuklar haldeydi.

Hızlıca onların üstünü değiştirdim ve odalarına götürdüm. İkisini de yataklarına yatırdığımda en sevdikleri masalları okuyup üstlerini hafifçe örttüm. Saçlarına birer küçük öpücük kondurduğumda odadan çıktım ve kendi odamıza geçtim.

Henry üstünü değiştirmiş yorgunlukla yatağa uzanmıştı. "Kızları öpmedin, gece uyanıp gelecekler..." Ona bakmadan konuştuğumda güldü, "Öyle mi dersin?"

Ona dönerek tek kaşımı kaldırdım. "Öptün mü?"

"Evet, öptüm karıcığım?" Kullandığı kelime ve cümleyi söylerkenki tonlaması beni güldürdüğünde üstümü hızlıca değiştirdim ve kendimi pamuktan bile daha yumuşak olan yatağa attım. Yüzümde kocaman bir gülümseme vardı.

"Bir de beni öp." Yanağımı göstererek tatlı tatlı baktığımda ellerini yüzüne kapattı ve sırıttı, "Hiç değişmeyeceksin, değil mi?"

Hayır dercesine omuzlarımı kaldırıp indirdim. Ellerini yüzünden çekip yanağımı kavradığında beklediğim yumuşak dokunuş yanağıma değil de alnına baskılandı. Gözlerimi huzurla kapattım, öyle güzeldi ki...

"Dünyadaki en şanslı kadınım biliyor musun? Senin gibi yumuşak kalpli bir adama ve mükemmel çocuklara sahibim... Yüzüm gülüyorsa sadece sizin sayenizde."

Gözlerinin içine bakarak kurduğum cümle harelerinin şefkatle bana bakmasını sağladığında gülümsedi.

"İyi ki varsın güzel kızım."

Ve o an, o cümleden sonra  birbirimize sarmaşıklar gibi sarıldık. Hikayemizin başlangıcı bir kitabın hızlıca akıp gitmesi gibi gözlerimin önünden geçti. Ya onunla çarpışmasaydık diye düşündüm... Böyle güzel bir hikayemiz olabilir miydi?

O olmasaydı başka birine bu kadar çok aşık olabilir miydim? İçimden bu soruyu geçirmek bile beni rahatsız etti, kendime kızdım. Bütün bunlar aklımdan geçerken başımı göğsüne yasladım ve beni sarmalamasına izin verdim.

"Gökten iki elma düşmüş," dedi Henry kadife gibi sakin bir sesle, "Biri sana ve diğeri bana verdiğin geriye kalan bütün güzel şeylere..." 

SON

Seguir leyendo

También te gustarán

87.2K 10.3K 47
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
23.8K 1.3K 8
güneşi ararken peşini bırakmaz ay * Eğer kaçırılan Alaz olsaydı ve Asi sokakta büyümeseydi. *Aslaz role reversal*
263K 18.6K 13
Tek başına bebeğiyle Seule taşınan omega jeon jungkook ve komşusu safkan alfa kim taehyung . Omegaverse! SafkanAlfatae! Omegakook! Text&Düzyazı!
121K 7.8K 32
'Bilinmeyen numara. Diyorum ki, o güzel kalçalarını biraz daha camının önünde sallaya sallaya odada tur atarsan boxer denen bir şey kalmaz üstünde. ...