Monte Kristo Kontu

ClassicsTR द्वारा

8.5K 309 47

Dumas klasik romanın kilometre taşlarından biri olan bu yapıtında, Doğu'ya, klasik mitolojiye ve insan psikol... अधिक

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
54
55
56
57
58
59
60
61

53

45 2 0
ClassicsTR द्वारा

MAXIMILIEN

Villefort bu acı krizine ansızın yakalanmış olmaktan neredeyse utanarak ayağa kalktı.

Yirmi beş yıldır sürdürdüğü korkunç yaşama biçimi onu biraz insana benzetmişti.

Bir an şaşıran bakışlarını Morrel'e dikti.

"Siz kimsiniz mösyö?" dedi, "içinde ölü olan bir eve böyle girilmeyeceğini unuttunuz mu yoksa? Dışarı çıkın mösyö, dışarı çıkın!"

Ama Morrel kımıldamadan durdu; gözlerini karmakarışık bu yatağın ürkütücü görünüşünden ve yatakta yatan soluk yüzden ayıramıyordu.

"Dışarı çıkın, duyuyor musunuz?" diye bağırdı Villefort; d'Avrigny ise Morrel'i dışarı çıkarmak için ona doğru ilerliyordu.

Morrel şaşkın bakışlarla, ölüye, bu iki adama, tüm odaya baktı, bir an duraksar gibi oldu, ağzını açtı, sonunda beynine üşüşen bir sürü kötü düşünceye karşın söyleyecek bir söz bulamayıp ellerini saçlarına daldırıp geri döndü; öyle ki Villefort ve d'Avrigny kısa bir süre düşüncelerinden kopup Morrel'i gözleriyle izledikten sonra "Delirmiş!" der gibi birbirlerine baktılar..

Ama, daha beş dakika geçmeden, merdivenlerin oldukça büyük bir ağırlık altında çatırdadığını duydular ve Morrel'in, insanüstü bir güçle Noirtier'nin koltuğunu kollarıyla kaldırarak, ihtiyarı evin birinci katma taşımakta olduğunu gördüler.

Merdivenin üstüne gelince Morrel koltuğu yere bıraktı ve tekerleklerinin üstünde sürerek Valentine'in odasına kadar getirdi.

Tüm bu manevra genç adamın çılgınca coşkusuyla on katma çıkmış gücü sayesinde gerçekleşmişti.

Ama özellikle bir şey dehşet vericiydi, o da Morrel tarafından itilerek Valentine'in yatağına doğru ilerleyen Noirtier'nin yüzüydü, zekası tüm kaynaklarını kullanan, gözleri başka yetilerinin yerini doldurmak için tüm gücünü toplayan Noirtier'nin yüzü.

Bakışları alev alev bu soluk yüz, Villefort için de korku verici bir görüntüydü.

Babası ile her ilişki kurduğunda, aralarında her zaman korkunç bir şeyler olmuştu.

"Ona neler yaptıklarına bakın!" diye bağırdı Morrel bir elini yatağa kadar sürüdüğü koltuğun arkalığına dayayıp, diğerini Valentine'e doğru uzatarak, "bakın babacığım, bakın!"

Villefort bir adım geriledi ve kendisi için neredeyse yabancı olan ve Noirtier'ye baba diyen bu genç adama şaşkınlıkla baktı.

O anda ihtiyarın tüm ruhu kan çanağına dönmüş gözlerine geçmişti sanki, sonra boyun damarları şişti, saralıların derilerim kaplayan renk gibi mavimsi bir renk boynunu, yanaklarım ve şakaklarını kapladı; insan denen varlığın içindeki bu patlamada sadece bir çığlık eksikti.

Bu çığlık, suskunluğu içinde dehşet vererek, sessizliği içinde yürek parçalayarak tüm gözeneklerinden çıktı sanki.

D'Avrigny ihtiyara doğru atıldı ve ona şiddetli bir kanama önleyici ilaç koklattı.

"Mösyö," diye bağırdı Morrel, felçli adamın duyarsız elini.yakalayarak, "bana kim olduğumu ve ne hakla burada bulunduğumu soruyorlar.. Ah! Siz bunu biliyorsunuz, söyleyin, bunu siz söyleyin!"

Ve genç adamın sesi hıçkırıklar içinde kayboldu.

İhtiyara gelince, sık sık soluk alışı göğsünü sarsıyordu. Ölmek üzere olan birinin geçirdiği krizleri geçiriyordu sanki.

Sonunda ağlamadan hıçkıran genç adamdan daha şanslı olan Noirtier'nin gözlerinden de yaşlar fışkırdı. Başı öne eğilemeden gözleri kapandı.

"Söyleyin," diye devam etti Morrel boğuk bir sesle, "benim onun nişanlısı olduğumu söyleyin!

"Onun, benim bu dünyadaki tek aşkım, soylu dostum olduğunu söyleyin!

"Söyleyin, söyleyin, bu ölünün bana ait olduğunu söyleyin!"

Genç adam paramparça olan büyük bir gücün korkunç görüntüsüyle, tüm ağırlığıyla, kasılmış parmaklarının sımsıkı yakaladığı yatağın önüne diz üstü düştü.

Bu acı o kadar dokunaklıydı ki d'Avrigny heyecanını gizlemek için arkasını döndü, Villefort başka açıklama istemeden, bizi, ağladığımız insanları sevenlere doğru iten bu çekime kapılarak elini genç adama uzattı.

Ama Morrel hiçbir şey görmüyordu, Valentine'in buz gibi elini tutmuştu, ağlamayı ba-şaramadan haykırarak çarşafları ısırıyordu.

Bir süre odada sadece hıçkırıkların, duaların ve bedduaların birbirine karıştığı duyuldu. Ama hepsini bastıran ses, her soluk alışta Noirtier'nin göğsünde yaşam güçlerinden birini kesiyormuş gibi görünen boğuk ve iç paralayıcı sesti.

Sonunda, bir süre yerini Maximilien'e bıraktıktan sonra herkesten daha çok kendine hâkim olan Villefort konuşmaya başladı.

"Mösyö," dedi Maximilien'e, "söylediğinize göre Valentine'i seviyordunuz: onun ni-şanhsıydmız; ben bu aşkı bilmiyordum, bu anlaşmayı bilmiyordum; yine de babası olarak sizi bağışlıyorum, çünkü görüyorum ki acınız büyük, gerçek ve doğru.

"Zaten içimdeki acı o kadar büyük ki kalbimde öfkeye yer kalmadı.

"Ama görüyorsunuz, umudunuzu bağladığınız melek dünyayı terk etti: artık o insanların taparcasına sevdiği birinden başka bir şey değil ve o şu anda Tanrıya tapıyor; onun aramızda unuttuğu hüzünlü bedeni ile vedalaşın mösyö; onun beklediğiniz elini son kez tutun ve sonsuza kadar ondan aynim: Valentine'in artık onu kutsayacak papazdan başka birine ihtiyacı yok."

"Yanılıyorsunuz mösyö," diye haykırdı o güne kadar hissettiği acılarından hepsinden daha keskin bir acıyla kalbi parçalanmış Morrel, bir dizinin üstünde doğrularak; "yanılıyorsunuz: Valentine öldüğüne göre sadece bir papaza değil, intikamını alacak birine de ihtiyacı var.

"Mösyö de Villefort, siz papazı çağırtın, intikamı alacak olan benim."

"Ne demek istiyorsunuz mösyö?" diye mırıldandı Villefort, Morrel'in çılgınlığından doğan bu yeni düşünceyle ürpererek.

"Şunu söylemek istiyorum," diye devam etti Morrel, "sizde iki insan var mösyö. Baba yeterince ağladı, şimdi krallık savcısının görevi başlıyor."

Noirtier'nin gözleri parıldadı, d'Avrıgny yaklaştı.

"Mösyö," diye devam etti genç adam gözleriyle orada bulunanların yüzlerinden okunan tüm duyguları dile getirerek, "ben ne dediğimi biliyorum, söyleyeceklerimi de hepiniz en az benim kadar biliyorsunuz.

"Valentine öldürüldü."

Villefort başını eğdi; d'Avrigny bir adım daha yaklaştı; Noirtier gözleriyle "evet," dedi.

"Oysa mösyö," diye devam etti Morrel, "yaşadığımız devirde, Valentine gibi genç, güzel ya da tapınılacak biri olmasa da, bir insan, bu dünyadan nasıl yok olduğunun hesabı sorulmaksızm böyle birden yok olamaz.

"Haydi sayın krallık savcısı," diye ekledi Morrel gittikçe artan bir ateşlilikle, "acıma yok! Size cinayeti ihbar ediyorum, katili bulun!"

Morrel acımasız bakışlarıyla Villefort'u sorguya çekiyordu, Villefort ise yardım ister gibi, bir Noirtier'ye bir d'Avrigny'ye bakıyordu.

Villefort, babasından ve doktordan yardım göreceğine, onların Morrel'inkiler kadar acımasız bakışlarıyla karşılaştı.

"Evet," dedi ihtiyar.

"Kuşkusuz!" dedi d'Avrigny.

"Mösyö," diye karşılık verdi Villefort bu üçlü iradeye ve kendi heyecanına karşı savaşım vererek, "mösyö, yanılıyorsunuz, benim evimde cinayet işlenmez; kader beni vuruyor. Tanrı beni sınıyor; bunu düşünmek korkunç bir şey ama, kimse öldürülmedi!"

Noirtier'nin gözleri çakmak çakmak oldu, d'Avrigny konuşmak için ağzını açtı.

Morrel sessizlik isteyerek kolunu uzattı.

"Ben de burada cinayet işlendiğim söylüyorum!" diye haykırdı Morrel, sesi korkunç titreyişinden hiçbir şey yitirmeden alçalarak.

"Size dört ayda öldürülen dördüncü kurban olduğunu söylüyorum.

"Size daha dört gün önce Valentine'i zehirlemek istediklerini ve Mösyö Noirtier'nin aldığı önlemler sayesinde başarısızlığa uğradıklarım söylüyorum.

"Size dozun artırıldığını ya da zehirin cinsinin değiştirildiğini ve bu kez başarıldığını söylüyorum.

Size bunları benim kadar iyi bildiğinizi, çünkü mösyönün bunu size doktor ve dost olarak haber verdiğini söylüyorum."

"Ah! Siz kendinizde değilsiniz mösyö," dedi Villefort kıstırıldığını hissettiği kapandan

boş yere kurtulmaya çalışarak.

"Ben kendimde değilim!" diye haykırdı Morrel, "Pekala! Bunu Mösyö d'Avrigny'ye havale ediyorum.

"Sorun ona mösyö, Madam de Saint-Meranin öldüğü akşam bahçenizde, bu konağın bahçesinde söylediği sözleri anımsayıp anımsamadığını sorun, o ve siz, ikiniz, kendinizi yalnız sanıp bu trajik ölümden söz ediyordunuz, bunun alm yazısı olduğunu söylüyordunuz, haksız yere suçladığınız Tanrı sadece tek şey için suçlanabilir, o da Valentine'in katilini yaratmış olmaktan!"

Villefort ve d'Avrigny birbirlerine baktılar.

"Evet, evet, anımsayın," dedi Morrel; "çünkü sessizlik içinde yapayalnızken söylediğinizi sandığınız sözler kulağıma geldi. Kuşkusuz o akşam Mösyö de Villefort'un kendi ailesine karşı gösterdiği suçlu hoşgörüyü görünce her şeyi yetkililere açıklayabilirdim; senin öldüğün andaki kadar suç ortağı olmayacaktım Valentine! Sevgili Valentine'im! Ama suç ortağı intikamcı olacak; bu dördüncü cinayet herkesin gözü önünde, gün gibi ortada ve eğer baban seni terk ederse Valentine sana yemin ediyorum, ben katilin peşine düşeceğim, ben."

Bu kez sanki doğa bu amansız düzenlemeye acımış gibi kendi gücünü kullandı, Mor-rel'in son sözleri boğazına takılıp duyulmaz oldu; göğsü hıçkırıklarla doldu, uzun süredir direnen gözyaşları gözlerinden fışkırdı, gücünü yitirdi ve ağlayarak Valentine'in yatağının yanma diz üstü düştü.

Bu kez d'Avrigny başladı.

"Ben de," dedi güçlü bir sesle, "ben de cinayetin adalete yansıtılması konusunda Mösyö Morrel'e katılıyorum; çünkü benim hatır nedeniyle gevşek davranmamın katili yüreklendirdiği düşüncesi ile içim bulanıyor!"

"Aman Tanrım! Aman Tanrım!" diye mırıldandı Villefort yıkılarak.

Morrel ihtiyarın gözlerinde doğaüstü bir ışığın yandığını fark ederek başını kaldırdı.

"Bakın," dedi, "Mösyö Noirtier konuşmak istiyor."

"Evet," dedi Noirtier, zavallı güçsüz ihtiyarın tüm yetileri bakışlarında yoğunlaştığı için daha da korkunç olan bir ifadeyle.

"Katili tanıyor musunuz?" diye sordu Morrel.

"Evet," diye karşılık verdi Noirtier.

"Bize yol gösterecek misiniz?" diye haykırdı genç adam. "Dinleyelim! Mösyö d'Avrigny, dinleyelim!"

Noirtier zavallı Morrel'e gözlerinde hüzünlü bir gülümseme ile, birçok kez Valentine'i mutlu eden tatlı gülümsemelerinden biri ile baktı ve dikkat kesildi.

Önce gözlerini karşısındakinin gözlerine dikti, sonra da kapıya baktı.

"Dışarı çıkmamı mı istiyorsunuz?"diye haykırdı Morrel acıyla.

"Evet," dedi Noirtier.

"Ah! Mösyö, ah! Acıyın bana!"

İhtiyarın gözleri acımasızca kapıya dikili kaldı.

"En azından daha sonra gelebilir miyim?" diye sordu Morrel.

"Evet."

"Dışarı yalnız ben mi çıkacağım?"

"Hayır."

"Kimle birlikte çıkmalıyım? Krallık savcısı ile mi?"

"Hayır."

"Doktor ile mi?"

"Evet."

"Mösyö de Villefort ile yalnız kalmak mı istiyorsunuz?"

"Evet."

"Ama o sizi anlayabilecek mi?"

"Evet."

"Ah!" dedi Villefort soruşturmanın baş başa yapılacağından neredeyse sevinç duyarak, "Ah! Sakin olun, ben babamı çok iyi anlarım."

Tüm bunları biraz önce dediğimiz gibi sevinç ifadesiyle söylerken, krallık savcısının dişleri şiddetle birbirine çarpıyordu.

DAvrigny Morrel'in kolunu tuttu ve genç adamı bitişik odaya sürükledi.

Tüm evde ölünün odasından daha derin bir sessizlik oldu.

Çeyrek saat sonra sendeleyen bir ayak sesi duyuldu, Villefort, d'Avrigny ve Morrel'in bulunduğu salonun kapısında göründü, d'Avrigny düşünceler içindeydi, Morrel'in soluğu kesilmişti.

"Gelin," dedi.

Ve onları Noirtier'nin koltuğunun yanma götürdü.

O zaman Morrel dikkatle Villefort'a baktı.

Krallık savcısının benzi çok soluktu; alnında pas rengi geniş çizgiler oluşmuştu; parmaklarının arasında birçok kez kıvrılmış tüy kalem paramparça olmuş çıtırdıyordu.

"Beyler," dedi boğuk bir sesle d'Avrigny ve Morrel'e, "beyler, bu korkunç sırrın aramızda kalacağına onur sözü vermelisiniz."

İki erkek bir hareket yaptılar.

"Bunun için size çok rica ediyorum!..." diye devam etti Villefort.

"Ama," dedi Morrel, "suçlu!... Katil!... Cani!..."

"Sakin olun mösyö, adalet yerini bulacak," dedi Villefort. "Babam bana suçlunun adını açıkladı; babam da sizin gibi intikama susamış, ama yine de bu cinayet sırrım saklamanız için size benim gibi rica ediyor."

"Öyle değil mi baba?"

"Evet," dedi Noirtier kararlı bir biçimde.

Morrel inanmadığını ve iğrendiğim gösteren bir hareket yaptı.

"Ah!" diye haykırdı Villefort, Maximilien'i koluyla durdurarak, "Ah! Mösyö, eğer babam, bildiğiniz katı adam sizden böyle bir şey istiyorsa bu, Valentine'in intikamının korkunç bir biçimde alınacağını bilmesindendir."

"Öyle değil mi baba?"

ihtiyar 'evet' işareti yaptı.

Villefort devam etti.

"Babam beni tanır, ben ona söz verdim. Bu nedenle emin olun beyler, üç gün, sizden üç gün istiyorum, bu, adaletin sizden isteyeceğinden azdır, üç gün sonra çocuğumu öldürenden alacağım intikam, en duygusuz insanların bile yüreklerini ta derinden titretecek.

"Öyle değil mi baba?"

Bu sözleri söylerken dişlerini gıcırdatıyor, ihtiyarın uyuşuk elini sallıyordu.

"Verilen sözlerin hepsi tutulacak mı Mösyö Noirtier?" diye sordu Morrel, bu sırada d'Avrigny de gözleriyle aynı soruyu soruyordu.

"Evet," dedi Noirtier kötü bir sevinç dolu bakışıyla.

"Yemin edin beyler," dedi Villefort, d'Avrigny ile Morrel'in ellerini birleştirerek, "evimin onuruna acıyacağınıza ve bu onur için intikam alma işini bana bırakacağınıza yemin edin."

D'Avrigny arkasını döndü ve zayıf bir "evet," dedi, ama Morrel elini yargıcın elinden çekti, yatağa doğru atıldı, dudaklarını Valentine'in buz gibi olmuş dudaklarının üstüne koydu ve umutsuzluğa gömülmüş bir ruhun uzun iniltisiyle kaçtı gitti.

Tüm hizmetçilerin ortadan yok olduğunu söylemiştik.

Bu nedenle Mösyö de Villefort, büyük kentlerimizde ölümün, özellikle de bu kadar kuşkulu durumdaki ölümün yol açtığı çok nazik ve çok sayıda başvuruları yerine getirme işini üzerine alması için d'Avrigny'ye rica etmek zorunda kaldı.

Noirtier'ye gelince, bu hareketsiz acıyı, kımıltısız umutsuzluğu, sessiz gözyaşlarını görmek korkunç bir şeydi.

Villefort çalışma odasına girdi; d'Avrigny ölümlerden sonra denetim işlerini yapan ve oldukça yaygın olarak 'ölü doktoru' denen belediye doktorunu almaya gitti.

Noirtier torununun yanından hiç ayrılmak istememişti.

Yanm saatin sonunda Mösyö d'Avrigny meslektaşıyla geri geldi; sokak kapısı kapatılmıştı, kapıcı da öbür hizmetçilerle birlikte ortadan yok olduğu için kapıyı Villefort açtı.

Ama sahanlıkta durdu; artık ölenin odasına girmeye cesareti yoktu.

iki doktor Valentine'in odasına yalnız gittiler.

Noirtier ölü gibi solgun, ölü gibi sessiz ve kımıltısız, yatağın yanındaydı.

Ölü doktoru ömrünün yarısını kadavraların yanında geçiren bir adamın aldırmazlığı ile yaklaştı, genç kızı örten çarşafı kaldırdı ve sadece dudaklarını araladı.

"Ah!" dedi d'Avrigny içini çekerek, "zavallı kız, öldü, öldü, haydi."

"Evet," diye yanıt verdi doktor kısaca Valentine'in yüzünü örten çarşafı yerine bırakarak.

Noirtier'den boğuk bir hırıltı geldi.

D'Avrigny geri döndü, ihtiyarın gözleri alev alevdi, iyi yürekli doktor, Noirtier'nin torununu görmek istediğini anladı; onu yatağa yaklaştırdı, ölü doktoru ölünün dudaklarına değdirdiği parmaklarını klorlu suya batırırken, o uyuyan bir meleğe benzeyen bu solgun ve dingin yüzü gördü.

Noirtier'nin gözünün ucunda görünen bir damla yaş iyi yürekli doktora bir teşekkürdü. Ölü doktora Valentine'in odasında, bir masanın köşesinde tutanağını düzenliyordu, bu son formalite bitince doktorun arkasından dışarı çıktı.

Villefort onların aşağı indiklerini duydu ve çalışma odasının kapısında göründü. Birkaç sözcükle doktora teşekkür etti ve d'Avrigny'ye döndü:

"Şimdi papaz çağırmalı değil mi?"

"Valentine'in yanında dua etmesini özellikle istediğiniz bir din adamı var mı?" diye sordu d'Avrigny.

"Hayır," dedi Villefort, "en yakmdakine gidin."

"En yakındaki sizin evinize bitişik evde oturan, iyi bir İtalyan rahip. Geçerken ona haber vermemi ister misiniz?" dedi ölü doktora.

"D'Avrigny," dedi Villefort, "beyle birlikte gitmenizi rica edebilir miyim?

"istediğiniz gibi girip çıkmanız için işte anahtar.

"Rahibi getirin ve onu zavallı kızımın odasına yerleştirme işini üstlenin lütfen." "Onunla konuşmak ister misiniz dostum?"

"Yalnız kalmak istiyorum. Beni bağışlarsınız değil mi? Bir rahip tüm acılan, babaların acısını da anlamalıdır."

Ve Mösyö de Villefort d'Avrigny'ye bir maymuncuk vererek yabancı doktoru son kez selamladı, çalışma odasına girdi ve çalışmaya koyuldu.

Bazı durumlarda çalışmak tüm acıların ilacıdır.

İki doktor sokağa indiklerinde bitişik evin kapısında rahip giysili bir adam gördüler, "işte size sözünü ettiğim rahip," dedi ölü doktoru d'Avrigny'ye.

D'Avrigny din adamının yanma gitti.

"Mösyö," dedi ona, "kızını yeni kaybetmiş zavallı bir babaya, krallık savcısı Mösyö de Villefort'a büyük bir iyilikte bulunmak için zamanınız var mı?"

"Ah! Mösyö," diye yanıt verdi rahip çok belirgin bir Italyan vurgusuyla, "evet, bu evde ölüm var, biliyorum."

"O zaman sizden ne tür bir hizmet beklediğini anlatmam gerekmiyor."

"Ben de bu hizmeti yapmak için gidiyordum mösyö," dedi rahip; "görevlerimizi istenmeden yerine getirmek bizim işimizdir."

"Bu bir genç kız."

"Evet, bunu biliyorum, evden kaçtıklarım gördüğüm hizmetçilerden öğrendim. Adının Valentine olduğunu öğrendim ve onun için dua ettim bile."

"Sağolun, sağolun mösyö," dedi d'Avrigny, "kutsal görevinizi yapmaya şimdiden başladığınıza göre devam etmek lütfunda da bulununuz. Gelin ölünün yanında oturun, yasa gömülmüş tüm aile size minnettar kalacaktır."

"Oraya gidiyorum mösyö," diye karşılık verdi rahip, "hiçbir duanın benimkiler kadar yürekten olmayacağını söyleyebilirim."

D'Avrigny rahibin elini tuttu, çalışma odasına kapanmış Villefort ile karşılaşmadan onu Valentine'in odasına kadar götürdü, kefenleme işi ancak ertesi akşam yapılacaktı.

Odaya girerken Noirtier'nin gözleri rahibin gözleriyle karşılaştı ve kuşkusuz orada özel bir şey gördü ki, bir daha gözlerini ondan ayırmadı.

D'Avrigny rahibe sadece öleni değil, yaşayanı da emanet etti, rahip, d'Avrigny'ye hem ölen için dua edeceğine hem de Noirtier'ye özen göstereceğine söz verdi.

Rahip törensel bir biçimde işe koyuldu ve kuşkusuz dua ederken rahatsız edilmemek için, Noirtier de acı içinde iken tedirgin olmasın diye, d'Avrigny odadan çıkar çıkmaz sadece doktorun çıktığı kapıyı değil, Madam de Villefort'un odasına giden kapıyı da kilitledi.

DANGLARS IN İMZASI

Ertesi gün hava bulutlu ve sıkıcıydı.

Kefenleyiciler gece boyunca cenazeyle ilgili işlerini tamamlamışlardı, yatağın üstüne uzatılmış bedeni, ölülere, ölümün karşısında eşitlik denen, yaşamları sırasında sevdikleri lüksün son tanığı olacak bir şeyler vererek onları acı bir biçimde sanp sarmalayan kefenin içine koydular.

Bu kefen, genç kızın on beş gün önce satın almış olduğu harika bir patiska parçasından başka bir şey değildi.

Akşam bu iş için çağrılan adamlar Noirtier'yi Valentine'in odasından kendi odasına taşıdılar ve tüm beklenenlerin tersine ihtiyar, torununun bedeninden ayrılırken hiçbir güçlük çıkarmadı.

Rahip Busoni sabaha kadar beklemişti, sabah olunca kimseye bir şey demeden evine çekilmişti.

Sabah sekize doğru d'Avrigny gelmişti; Noirtier'nin odasına giden Villefort ile karşılaşmış ve ihtiyarın geceyi nasıl geçirdiğini öğrenmek için onunla birlikte gitmişti.

Onu aynı zamanda yatak görevini gören büyük koltuğunda tatlı bir uykuda ve neredeyse gülümseyerek dinlenirken buldular.

İkisi de şaşırarak eşikte kalakaldılar.

"Görüyorsunuz," dedi d'Avrigny uyuyan babasına bakan Villefort'a; "görüyorsunuz, doğa en büyük acıları dindirmeyi biliyor; kuşkusuz Mösyö Noirtier'nin torununu sevmediği söylenemez, ama yine de uyuyor."

"Evet, haklısınız," diye yanıt verdi Villefort şaşırarak, "uyuyor ve bu çok garip, çünkü en küçük kızgınlık onu geceler boyu uyanık tutar."

"Acı onun gücünü tüketti," diye karşılık verdi d'Avrigny.

Sonra ikisi de krallık savcısının çalışma odasına gittiler.

"Bakın, ben uyumadım," dedi Villefort dokunulmamış yatağını d'Avrigny'ye göstererek, "acı benim gücümü tüketmez, ben iki gecedir yatmadım, buna karşılık, masamı görüyorsunuz, yazdım, aman Tanrım! Bu iki gün iki gece!... bu dosyayı karıştırdım, katil Benedetto'nuiı iddianamesine açıklamalar koydum!... Ah çalışma, çalışma! Benim tutkum, neşem, öfkem, benim tüm acılarımı öldürmek senin işin!"

Ve d'Avrigny'nin elini çırpınır gibi sıktı.

"Bana ihtiyacınız var mı?" diye sordu doktor.

"Hayır," dedi Villefort, "yalnız sizden saat on birde gelmenizi rica ediyorum; öğlen saat on ikide... gidiyor... Tanrım! Zavallı kızım! Zavallı kızım!"

Ve yeniden insan olan krallık savcısı gözlerini göğe kaldırdı ve içini çekti.

"Siz konukların karşılandığı salona gelecek misiniz?"

"Hayır, bu üzücü onuru üstüne alan bir kuzenim var. Ben çalışacağım doktor; çalıştığım zaman her şey yok oluyor."

Gerçekten de doktor daha kapıya gelmeden krallık savcısı yeniden çalışmaya başlamıştı.

Sekinin üstünde d'Avrigny, Villefort'un sözünü ettiği, aile içinde olduğu gibi bu olayda da önemi olmayan, dünyaya yararlı bir rol oynamak için gelmiş özverili insanlardan biri olan akrabaya rastladı.

Dakikti, siyahlar giymişti, kolunda bir yas bandı vardı, kuzeninin evine olması gereken, ihtiyaç olduğu sürece taşıyacağı, sonra da bırakacağı bir görünüm ile gelmişti.

Saat on birde cenaze arabaları avluya girdi, Faubourg Saint-Honore sokağı, zenginlerin sevinçlerine de yaslarına da aynı derecede meraklı, gösterişli cenazelere de bir düşesin düğününe olduğu kadar aceleyle koşan kalabalığın fısıltıları ile dolmuştu.

Yavaş yavaş ölü evinin salonu doldu, önce eski tanıdıklarımızın bir bölümü, yani Debray, Château-Renaud, Beauchamp, sonra yargıçlar kurulunun, yazın dünyasının, ordunun ünlüleri, çünkü Mösyö de Villefort toplum içindeki konumundan çok kendi kişisel nitelikleri nedeniyle Paris sosyetesinin en ön sıralarından birinde bulunuyordu.

Kuzeni kapıda duruyor ve herkesi içeri alıyordu, duygusuz insanlar için burada bir babanın, bir kardeşin ya da bir nişanlının yaptığı gibi gelenlerden yalancı bir yüz ifadesi ya da sahte gözyaşları beklemeyen duygusuz bir yüz görmek büyük bir rahatlık oluyordu.

Daha önceden tanışanlar bakışlarıyla birbirlerini çağırıyor ve gruplar halinde toplanıyorlardı.

Bu gruplardan biri Debray, Château-Renaud ve Beauchamp'dan oluşuyordu.

"Zavallı genç kız!" dedi Debray sonuçta herkesin elinde olmadan yaptığı gibi bu acı olaya hayıflanarak, "zavallı genç kız! Bu kadar zengin, bu kadar güzel! Château-Renaud, buraya ne kadar zaman önce gelmiştik ?... üç hafta ya da en çok bir ay önce sözleşme imzalamak için gelmiştik de sözleşme imzalanmamıştı, o zaman bunu düşünebilir miydiniz?"

"İnanın, hayır," dedi Château-Renaud.

"Onu tanır mıydınız?"

"Madam de Morcerfin balosunda onunla bir iki kez konuşmuştum; biraz hüzünlü biri gibi olsa da, bana çok sevimli görünmüştü. Üvey anne nerede biliyor musunuz?"

"Bizi içeri alan şu saygıdeğer beyin karısının yanma gitti."

"O da kim?"

"Kimden söz ediyorsunuz?"

"Bizi içeri alan mösyöden. Bir milletvekili mi?"

"Hayır," dedi Beauchamp, "ben bizim saygıdeğer beyleri her gün görmeye mahkumum ve o beyin yüzü bana yabancı."

"Gazetenizde bu ölümden söz ettiniz mi?"

"Yazı benim değil, ama bundan söz edildi; hattâ bunun Mösyö de Villefort'un hoşuna gideceğinden kuşkuluyum. Sanırım yazıda, eğer art arda dört ölüm sayın krallık savcısının evinden başka bir yerde olsaydı, sayın krallık savcısının kesinlikle daha fazla heyecan duyacağı söyleniyordu."

"Zaten annemin doktoru olan Doktor d'Avrigny onun çok umutsuz olduğunu söyleyip duruyordu."

"Ama siz kimi arıyorsunuz Debray?"

"Mösyö de Monte Kristo'yu arıyorum," diye yanıt verdi genç adam.

"Ona, buraya gelirken bulvarda rastladım. Yola çıkmak üzere olduğunu sanıyorum, bankacısına gidiyordu," dedi Beauchamp.

"Bankacısına mı? Bankacısı Danglars değil mi?" diye sordu Château-Renaud Deb-ray'ye.

"Sanırım o," diye yanıt verdi özel sekreter hafifçe ürpererek; "ama burada eksik olan sadece Mösyö de Monte Kristo değil. Morrel'i de göremiyorum."

"Morrel mi! O onları tanıyor muydu?" diye sordu Château-Renaud.

"Sadece Madam de Villefort ile tanıştırıldığını sanıyorum."

"Ne önemi var? Gelmesi gerekirdi," dedi Debray; "bu akşam neden söz edecek? Bu cenaze, günün haberi, ama şşşt, susalım, işte adalet bakanı, şimdi kendini gözü yaşlı kuzene küçük bir nutuk çekmeye zorunlu hissedecek."

Ve üç genç, adalet bakanının küçük nutkunu duymak için kapıya yaklaştılar. Beauchamp doğru söylemişti; ölü evinin davetine gelirken Chaussee-d'Antin sokağına, Danglarsin konağına doğru giden Monte Kristo'ya rastlamıştı.

Bankacı pencereden kontun avluya girmekte olan arabasını fark etmiş ve üzgün ama nazik bir yüzle onu karşılamaya gelmişti.

"Pekala kont," dedi elini Monte Kristo'ya uzatarak, "bana başsağlığı dileklerinizi sunmaya geldiniz. Gerçekten evimde uğursuzluk var; öyle ki sizi fark ettiğimde kendi kendime şu zavallı Morcerflere mutsuzluk dileyip dilemediğimi anlamaya çalışıyordum, çünkü buna uygun bir atasözü vardır: etme bulursun, inleme ölürsün! Ama inanın Morcerfin kötülüğünü istemedim, benim gibi sıfırdan başlamış, her şeyi kendisine borçlu bir insan için, belki de biraz fazla kibirliydi, ama herkesin yanlışları vardır. Ah! Kendinize dikkat edin kont, bizim kuşağın insanları... Ama bağışlayın, siz bizim kuşaktan değilsiniz, siz genç bir adamsınız... bizim kuşağın insanları bu yıl hiç mutlu değiller: kanıtı, ilkelerine aşırı bağlı krallık savcısı, kanıtı Villefort, o şimdi de kızını kaybetti. Şöyle özetleyin: dediğimiz gibi, Villefort tüm ailesini garip bir biçimde yitirdi; Morcerf onurunu yitirdi ve öldü; ben, şu Benedetto alçağı tarafından gülünç duruma düşürüldüm ve sonra..."

"Sonra ne?" diye sordu kont.

"Heyhat! Demek bilmiyorsunuz."

"Yeni bir felaket mi?"

"Kızım..."

"Matmazel Danglars mı?"

"Eugenie bizi terk ediyor."

"Aman Tanrım! Bana ne söylemek istiyorsunuz?"

"Gerçeği sevgili kontum. Tanrım! Karınız ve çocuğunuz olmadığı için ne kadar mutlusunuz!"

"Öyle mi sanıyorsunuz?"

"Ah! Tanrım!"

"Siz şimdi Matmazel Eugenie'nin..."

"O sefilin bize yaptığı hakarete, yüz karasına dayanamadı ve benden yolculuğa çıkmak için izin istedi."

"Ve gitti mi?"

"Geçen akşam."

"Madam Danglars ile birlikte mi?"

"Hayır, bir akraba ile... Ama bu onu, sevgili Eugenie'yi yitirmiyoruz demek değil, çünkü bildiğim kadarıyla o karakterle hiçbir zaman Fransa'ya dönmeyecektir."

"Ne istiyorsunuz sevgili baronum," dedi Monte Kristo, "tüm serveti çocuğu olan zavallı biri için ezici olan acılar, aile acılan, bir milyoner için dayanılır acılardır. Filozoflar ne derlerse desinler pratik insanlar bu konuda onları yalanlarlar: para birçok şeyi avutur ve siz, kim olursa olsun başka birinden daha çabuk avunursunuz, eğer bu büyük avuntunun erdemini kabul ederseniz: siz, finans dünyasının kralı, tüm güçlerin kesişme noktasısmız." Danglars alay mı ettiğini yoksa ciddi mi konuştuğunu anlamak için konta şöyle bir baktı.

"Evet," dedi, "eğer servet avutuyorsa, avunmuş olmalıyım, çünkü zenginim."

"O kadar zenginsiniz ki sevgili baronum, servetiniz Piramitlere benziyor; yıkmak isteseler cesaret edemezler, cesaret etseler başaramazlar."

Danglars kontun bu safça güvenine gülümsedi.

"Bu bana, siz içeri girdiğinizde üç küçük bono hazırlamakta olduğumu anımsattı," dedi, "ikisini daha önce imzalamıştım, geri kalan üçünü imzalamama izin verir misiniz?" "İşinizi yapın sevgili baronum, işinizi yapın."

Bir an sadece bankacının kaleminin sesinin duyulduğu bir sessizlik oldu, bu sırada Monte Kristo tavandaki yaldızlı süslemelere bakıyordu.

"İspanya bonoları mı," dedi Monte Kristo, "Haiti bonolan mı, Napoli bonoları mı?" "Hayır," dedi Danglars, kendini beğenmiş gülüşüyle gülerek, "hamiline bonolar, Fransız bankasından hamiline bonolar. Bakın, sayın kontum," diye ekledi, "ben nasıl finans dünyasının kralıysam, siz de o dünyanın imparatorusunuz, her biri bir milyon değerinde bu büyüklükte önemsiz kağıt parçalan gördünüz mü hiç?"

Monte Kristo, Danglars'ın ona gösterdiği beş önemsiz kağıt parçasım tartmak ister gibi eline aldı ve okudu:

Sayın banka genel kurul üyesinden, tarafımdan yatırılmış fonlardan hesabımdaki bir milyonluk tutarın ödenmesini rica ederim.

BARON DANGLARS

"Bir, iki, ûç, dört, beş," dedi Monte Kristo; "Beş milyon! Vay canına! Bunu nasıl yapıyorsunuz Sinyor Cresus!"

"İşte ben işlerimi böyle hallediyorum," dedi Danglars.

"Bu olağanüstü bir şey, özellikle de bu tutar peşin olarak ödeniyorsa ki bundan hiç kuşkum yok."

"Peşin ödenecek," dedi Danglars.

"Böyle bir kredi sahibi olmak güzel; gerçekten de böyle şeylere ancak Fransa'da rastlanır: beş milyon değerinde beş önemsiz kağıt parçası, buna inanmak için insanın gözleriyle görmesi gerek."

"Bundan kuşkunuz mu var?"

"Hayır. "

"Bunu öyle bir tonlamayla söylediniz ki... Bakın, isterseniz deneyin: benim memurumu bankaya götürün, onun bankadan aynı tutarda hazine bonolanyla çıkacağım göreceksiniz." "Hayır," dedi Monte Kristo beş kağıdı katlayarak, "inanın istemem, bu iş çok garip ve ben kendim deneyeceğim. Benim sizdeki kredim altı milyondu, dokuz yüz bin frankını almıştım, bana daha beş milyon beş bin frank borçlu olmalısınız. Sizin imzanız olduğu için geçerli olan şu beş önemsiz kağıdı alıyorum, hesabımızı düzene sokacak altı milyonluk makbuzu buyrun. Bunu önceden hazırlamıştım, çünkü bugün paraya çok ihtiyacım olduğunu size söylemeliyim."

Ve Monte Kristo bir eliyle beş kağıdı cebine koyarken öbür eliyle de bankacıya makbuzu uzattı.

Danglars'ın ayaklarının dibine yıldırım düşseydi onu bundan daha fazla ezemezdi. "Ne!" diye kekeledi, "Ne! Bu parayı alıyor musunuz sayın kont? Ama durun, durun, bu parayı güçsüzler yurduna vermem gerek, bu bir emanet ve bu sabah ödeyeceğime söz verdim." "Ah!" dedi Monte Kristo, "O zaman başka. İlle de bu beş bono olsun demiyorum, bana başka biçimde de ödeme yapabilirsiniz. Ben bunları meraktan, herkese, Danglars bankasının hiç sormadan, benden beş dakikalık bir süre bile istemeden, bana peşin beş milyon ödediğini söyleyebilmek için almıştım! Bu çok ilginç olacaktı! Buyrun bonolarınızı; size yine söylüyorum, bana başka biçimde ödeme yapın."

Ve beş senedi benzi solan Danglars'a uzattı, Danglars önünden çekilen eti yakalamak için kafesinin parmaklıklarından pençesini uzatan akbaba gibi elini uzattı.

Birden fikir değiştirdi, büyük bir çaba harcadı ve kendini tuttu.

Sonra gülümsediği ve altüst olmuş yüz çizgilerinin biraz yumuşadığı görüldü. "Aslında elinizdeki makbuz paradır," dedi.

"Ah! Tanrım! Evet! Eğer Roma'da olsaydınız Thomson ve French bankası hiç güçlük çıkarmadan ödeyecekti.

"Bağışlayın sayın kont, bağışlayın."

"O zaman bu parayı alabilir miyim?"

"Evet," dedi Danglars, saçlarının dibinde parlayan teri silerek, "alın, alın."

Monte Kristo beş bonoyu yüzünde "Bakın, iyi düşünün! Eğer pişmansanız vazgeçmek için hâlâ zamanınız var," demek ister gibi anlaşılamaz bir ifade ile cebine koydu.

"Hayır," dedi Danglars, "hayır, gerçekten imzaladığım kağıtları alın. Ama biliyorsunuz, hiç kimse parayla uğraşan biri kadar biçimci değildir; ben bu parayı güçsüzler yurduna ayırmıştım ve onlara bu parayı vermezsem kendimi onları çalmış gibi hissedecektim, sanki o ekü yerine başka bir ekü konamazmış gibi. Bağışlayın."

Ve gürültülü bir biçimde, elbette sinirden, gülmeye başladı.

"Bağışlıyorum," diye yanıt verdi Monte Kristo kibarca, "ve alıyorum."

Ve bonolan cüzdanına yerleştirdi.

"Ama," dedi Danglars, "daha yüz bin franklık bir hesabımız yok mu?"

"Ah! Onun hiç önemi yok," dedi Monte Kristo. "Acyo aşağı yukarı bu kadar tutar; o sizde kalsın, ödeşmiş olalım."

"Kont," dedi Danglars, "ciddi mi söylüyorsunuz?"

"Bankacılarla hiç şaka yapmam," diye karşılık verdi Monte Kristo saygısızlığa yaklaşan bir ciddilikle.

Ve kapıya doğru ilerledi, tam o sırada özel uşak haber verdi:

"Mösyö de Boville, güçsüzler yurdu genel tahsildarı."

"Doğrusu," dedi Monte Kristo, "imzaladığınız kağıtları almak için tam zamanında gelmişim, yoksa aramızda çekişme olacaktı."

Danglars ikinci bir kez sarardı ve ayrılmak için konttan acele izin istedi.

Monte Kristo Kontu bekleme odasında ayakta duran Mösyö de Boville ile aşırı nazik bir biçimde selamlaştı ve Boville, Monte Kristo çıkar çıkmaz hemen Mösyö Danglarsin çalışma odasına alındı.

Kontun, güçsüzler yurdu tahsildarının elinde tuttuğu cüzdanı görünce, o kadar ciddi ifadeli yüzünden nasil bir gülümsemenin gelip geçtiğini görmek gerekirdi.

Kapıda arabasına bindi ve hemen bankaya gitmesini söyledi.

Bu sırada tüm heyecanını bastıran Danglars genel tahsildarı karşılamaya geliyordu. Kuşkusuz yüzünde her zamanki basmakalıp gülümsemesi ve nezaketi vardı. "Günaydın sevgili alacaklım," dedi, "gelenin alacaklım olduğuna bahse girebilirdir!. "Doğru tahmin ettiniz sayın baron," dedi Mösyö de Boville, "güçsüzler adına ben geldim; dullar ve yetimler sizden beş milyonluk bağışı istemek için beni görevlendirdiler." "Yetimlerin acınacak durumda oldukları söyleniyor!" dedi Danglars şakayı sürdürerek; "zavallı çocuklar!"

"İşte ben de onlar adına geldim," dedi Mösyö de Boville. "Dün akşam benim mektubumu almış olmalısınız değil mi?"

"Evet."

"İşte makbuzum."

"Sevgili Mösyö de Boville," dedi Danglars, "dullarınız ve yetimleriniz, olabilirse, yirmi dört saat bekleme nezaketini gösterecekler, çünkü buradan çıktığım gördüğünüz Mösyö de Monte Kristo... onu görmüştünüz değil mi?"

"Evet, ne oldu?"

"işte Mösyö de Monte Kristo onların beş milyonlarını aldı!"

"Aldı da ne demek?"

"Kontun bende Roma'daki Thomson ve French bankası adına sınırsız kredisi vardı. Gelip benden bunun beş milyonunu hemen ödememi istedi: fonlarımı ona aktardım; anlıyorsunuz ya, bankanın genel kurul üyesinden aynı gün içinde on milyon çekmekten korkanm, çünkü bu garip görünebilir.

"Ama, iki gün içinde," diye ekledi Danglars gülümseyerek, "olabilir."

"Haydi canım siz de!" diye haykırdı Mösyö de Boville büyük bir inanmazlıkla; "biraz önce buradan çıkan ve beni sanki onu tamyormuşum gibi selamlayan o beye beş milyon ha?" "Siz onu tanımasamz da o sizi tanıyabilir. Mösyö de Monte Kristo herkesi tanır."

"Beş milyon!"

"işte makbuzu. Siz de Aziz Thomas gibi yapm: bakm ve dokunun."

Mösyö de Boville Danglars'ın ona uzattığı kağıdı aldı ve okudu:

Roma'da Thomson ve French bankasında istendiği anda ödenmek üzere Mösyö Baron Danglars tarafından verilmiş beş milyon beş bin frank tutarındaki makbuzdur.

"Vallahi doğru!" dedi Mösyö de Boville.

"Thomson ve French bankasını biliyor musunuz?"

"Evet," dedi Mösyö de Boville, "o bankayla bir zamanlar iki yüz bin franklık bir iş yapmıştım, ama o zamandan bu yana ondan söz edildiğini duymadım."

"Avrupa'nın en iyi bankalarından biri," dedi Danglars Mösyö de Boville'in elinden aldığı makbuzu önemsemeden çalışma masasının üstüne atarak.

"Üzerinde sizden aldığı beş milyon mu vardı? Ah! Bu Monte Kristo Kontu bir Hint prensi mi?"

"İnanın ne olduğunu bilmiyorum, ama sınırsız üç kredisi vardı: biri bende, biri Rothschild'de, biri de Laffitte'de," diye kayıtsızca ekledi Danglars, "gördüğünüz gibi yüz bin franklık bir acyo bırakarak bana öncelik tanıdı."

Mösyö de Boville'in büyük bir hayranlık duyduğu her halinden belli oluyordu.

"Onu ziyarete gitmeliyim," dedi, "bizim için ondan bir vakıf istemeliyim."

"Ah! Bunu olmuş bilin; sadece yaptığı bağışlar ayda yirmi bin frankı geçiyor."

"Bu harika; zaten ona Madam de Morcerf ile oğlunu örnek gösterebilirim."

"Ne örneği?"

"Onlar tüm servetlerini güçsüzler yurduna verdiler."

"Hangi serveti?"

"Kendi servetlerini, merhum General de Morcerfin servetini."

"Hangi nedenle?"

"Bu kadar alçakça kazanılmış bir paradan yararlanmak istemedikleri için."

"Neyle yaşayacaklar?"

"Anne Paris dışında yaşayacak, oğlu da gönüllü askere gidiyor."

"Bak hele," dedi Danglars, "demek utanıyorlar."

"Bağış sözleşmesini dün yaptım."

"Ne kadar paraları vardı?"

"Ah! Fazla bir şey değil: bir milyon iki yüz bin, bir milyon üç yüz bin frank kadar. Ama gelelim bizim milyonlara."

"Elbette," dedi Danglars dünyanın en doğal şeyiymiş gibi, "bu para size acele mi gerekiyor?"

"Evet, kasalarımızın denetimi yarın yapılacak."

"Yann! Hemen demiyorsunuz. Yanna kadar bir yüzyıl var! Denetim saat kaçta olacak?" "Saat ikide."

"Görevlinizi saat ikide gönderin," dedi Danglars gülümseyerek.

Mösyö de Boville fazla bir şey söylemedi, başıyla 'olur' dedi, cüzdanını karıştırıyordu. "Ama düşündüm de," dedi Danglars, "daha iyisi siz şöyle yapın."

"Ne yapmamı istiyorsunuz?"

"Mösyö de Monte Kristo'nun makbuzu para yerine geçer; bu makbuzu Rotschild'e ya da Laffitte'e götürün; onlar bunu sizden hemen alacaklardır."

"Roma'da ödenecek olsa bile mi?"

"Elbette; size sadece beş altı bin frank az öderler."

Tahsildar geriye sıçradı.

"Hayır olmaz, yarma kadar beklemeyi yeğlerim. Sizin dediğiniz gibi!"

"Bir an öyle düşünmüştüm, beni bağışlayın," dedi Danglars büyük bir utanmazlıkla, "tamamlamak zorunda olduğunuz küçük bir açığınız olduğunu sanmıştım."

"Ah!" dedi tahsildar.

"Dinleyin, durum anlaşıldı, bu durumda bir özveri göstermek gerekiyor."

"Tanrıya şükür! Hayır," dedi Mösyö de Boville.

"O zaman yarın görüşüyoruz, değil mi sevgili tahsildarım?"

"Evet yarın, ama bir yanlışlık olmaz değil mi?"

"Elbette, ama yoksa eğleniyor musunuz! Görevlinizi öğleyin gönderin, bankaya haber verilmiş olacak."

"Ben kendim geleceğim."

"Bu daha iyi, çünkü bana sizi yeniden görme mutluluğunu verecek."

El sıkıştılar.

"Ha," dedi Mösyö de Boville, "bulvardan gelirken rastladım, şu zavallı Matmazel de Villefort'un cenaze törenine gitmeyecek misiniz?"

"Hayır," dedi bankacı, "Benedetto davasından beri biraz gülünç durumdayım, ortalarda görünmemeye çalışıyorum."

"Pöh! Yanılıyorsunuz, bunda sizin bir suçunuz var mı?"

"Dinleyin sevgili tahsildarım, benimki gibi lekesiz bir isminiz varsa alıngan oluyorsunuz."

"Emin olun herkes sizin için üzülüyor, özellikle de herkes kızınız matmazel için üzülüyor."

"Zavallı Eugenie!" dedi Danglars derin bir iç geçirerek, "onun manastıra gireceğini biliyor musunuz?"

"Hayır, öyle mi?"

"Heyhat! Bu ne yazık ki doğru. Olayın ertesi günü arkadaşlarından bir rahibe ile gitmeye karar verdi. İtalya'da ya da Ispanya'da katı bir manastır arayacak."

"Ah! Bu korkunç bir şey!"

Ve Mösyö de Boville bu sözler üzerine babaya birçok kez üzüntülerini bildirerek ayrıldı.

Ama daha o odadan çıkar çıkmaz, Danglars ancak Frederick'in Robert Macaire'i oynadığım görenlerin anlayabilecekleri enerji dolu bir hareketle, "Budala!!!" diye haykırdı.

Küçük bir para cüzdanında Monte Kristo'nun makbuzunu sıkarak:

"Öğlen gel bakalım," diye ekledi, "öğlene ben çok uzaklarda olacağım."

Sonra kapısını iki kez kilitledi, kasasının tüm çekmecelerini boşalttı, elli bin frank kadar kağıt parayı topladı, çeşitli kağıtları yaktı, bazılarını ortada bıraktı, bir mektup yazdı, zarfı mühürleyip kapattı ve üzerine adres olarak "Barones Danglars'a" diye yazdı.

"Bunu bu akşam tuvalet masasının üstüne kendim koyacağım," diye mırıldandı.

Sonra çekmecesinden bir pasaport çıkardı.

"İyi," dedi, "daha iki ay geçerli."

पढ़ना जारी रखें

आपको ये भी पसंदे आएँगी

BİR KÜÇÜK SIR Betüş द्वारा

सामान्य साहित्य

1.8M 126K 29
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
Diriliş Klasikler | Türkiye द्वारा

सामान्य साहित्य

5.8K 266 42
Tolstoy'un en önemli üç romanından biri olan Diriliş, insanın yozlaşmış toplum içinde geçirdiği sarsıcı değişimin, vicdanla dirilişin romanıdır. Zeng...
Maça Kızı 8 | Devam* Dilara Pamuk द्वारा

सामान्य साहित्य

2.8M 144K 16
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
GÖLGESİZ Ssibellasibell द्वारा

सामान्य साहित्य

980K 54.3K 24
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...