Monte Kristo Kontu

By ClassicsTR

8.5K 309 47

Dumas klasik romanın kilometre taşlarından biri olan bu yapıtında, Doğu'ya, klasik mitolojiye ve insan psikol... More

1
2
3
4
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61

5

194 8 0
By ClassicsTR

NİŞAN AKŞAMI

Villefort, daha önce söylediğimiz gibi, Grand-Cours meydanının yolunu tutmuştu, Madam de Saint-Meran'ın evine girince sofrada bıraktığı konukları salona geçmiş kahve içerken buldu.

Renee onu, topluluğun tüm geri kalanının da paylaştığı bir sabırsızlıkla bekliyordu. Herkes onu çığlıklarla karşıladı.

"Haydi bakalım! kafa koparıcı, devletin destekçisi, kralcı Brutus!" diye bağırdı biri, "Ne var ne yok? Anlatın bakalım!"

"Haydi bakalım! Yeni bir zorbalık yönetimi ile mi tehdit ediliyoruz?" diye sordu öbürü.

"Korsika canavan mağarasından çıktı mı?" diye sordu bir üçüncüsü.

"Sayın markiz," dedi Villefort, müstakbel kaynanasına yaklaşarak, "sizi öyle bırakıp gitmek zorunda kaldığım için beni affetmenizi rica ediyorum... Marki hazretleri, size özel olarak iki sözcük söylememe izin vermenizi rica edebilir miyim?"

"Ah! bu gerçekten o kadar önemli mi?" diye sordu markiz, Villefort'un yüzünü karartan sıkıntıyı fark ederek.

"Öyle önemli ki sizden birkaç gün izin istemek zorunda kalacağım; böylece," Renee'ye doğru dönerek devam etti, "konunun önemli olup olmadığına siz karar verin."

"Gidiyor musunuz mösyö?" diye haykırdı bu beklenmedik haberin uyandırdığı heyecanı saklayamayan Renee.

"Ne yazık ki evet matmazel," diye yanıt verdi Villefort, "bu gerekiyor."

"Peki nereye gidiyorsunuz?" diye sordu markiz,

"Bu adaletin sırrı madam; bu arada, içinizden birinin Paris'ten istediği bir şey var ise bu akşam Paris'e gidecek ve isteğinizi memnuniyetle yerine getirecek bir arkadaşım var."

Herkes birbirine baktı.

"Benimle biraz görüşmek mi istemiştiniz?" diye sordu marki.

"Evet, lütfen çalışma odanıza geçelim."

Marki, Villefort'un koluna girdi ve onunla birlikte dışarı çıktı.

"Pekala!" dedi marki, çalışma odasına gelince, "Neler oluyor? Söyleyin."

"Çok önemli olduğunu sandığım ve hemen Paris'e- gitmemi gerektiren şeyler. Şimdi sorunun birdenbire patavatsızca oluşunu bağışlayın, devlet tahviliniz var mı?"

"Tüm servetim tahvillerim; yaklaşık altı yedi yüz bin frank."

"Pekala! Satınız, marki, satınız yoksa iflas edeceksiniz."

"Ama buradan onları nasıl satabilirim?"

"Borsa'da görevli adamınız var değil mi?"

"Evet."

"Bana onun için bir mektup verin, bir dakika yitirmeden, bir saniye yitirmeden satsın; hattâ belki de çok geç kalmış olacağım."

"Allah kahretsin!" dedi marki, "zaman yitirmeyelim."

Sonra masaya oturdu ve Borsa'daki adamına ne pahasına olursa olsun tahvillerini satmasını emreden bir mektup yazdı.

"Bu mektup artık elimde olduğuna göre," dedi Villefort, mektubu büyük bir özenle cüzdanına yerleştirerek, "şimdi bana başka bir mektup gerek."

"Kim için?"

"Kral için."

"Kral için mi?"

"Evet."

"Ama ben kral hazretlerine böyle bir şey yazmaya cesaret edemem."

"Sizden bunu yazmanızı istemiyorum, sadece bunu Mösyö de Salvieux'den istemenizi rica ediyorum. Bana çok değerli zamanı kaybettirecek, görüşme isteğiyle ilgili tüm işlemlerden geçmeden kral hazretlerinin yanına girebilmemi sağlayacak bir mektup vermeli."

"Ama Adalet Bakanlığı mensubu olarak, Tuileries'ye ne zaman isterseniz rahatça girebilirsiniz, öyle değil mi? Bu sayede gece gündüz krala ulaşabilirsiniz."

"Evet doğru, ama götüreceğim haberin onurunu bir başkasıyla paylaşmam gereksiz. Anlıyorsunuz değil mi? Adalet bakanı doğal olarak beni ikinci sıraya atacak ve bu işten yarar sağlamamı engelleyecektir. Size tek bir şey söyleyeceğim: eğer Tuileries'ye ilk ben varırsam geleceğim güvence altına alınmış demektir, çünkü krala hiçbir zaman unutamayacağı bir hizmette bulunmuş olacağım."

"Bu durumda sevgili dostum, eşyalarınızı hazırlayın; ben, de Salvieux'yü çağıracağım ve geçiş izni yerine geçecek mektubu ona yazdıracağım."

"İyi, zaman yitirmeyiniz, çünkü bir çeyrek saat sonra posta arabasında olmam gerek." "Arabanızı kapının önünde bekletin."

"Elbette; markizden benim adıma özür dilersiniz değil mi? Böyle bir günde çok büyük bir üzüntüyle bırakıp gittiğim Matmazel de Saint-Meran'dan da."

"Onların ikisini de benim çalışma odamda bulacaksınız, böylece onlarla vedalaşabilirsiniz."

"Binlerce kez teşekkürler; mektubumu unutmayınız."

Marki çıngırağı çaldı; bir uşak göründü.

"Kont de Salvieux'ye kendisini beklediğimi söyleyin... Gidin şimdi," diye devam etti marki Villefort'a dönerek.

"iyi, sadece gidip geleceğim."

Villefort koşarak dışarı çıktı; ama kapıda bir krallık savcı yardımcısının acele adımlarla yürürken görülmesinin tüm kentin huzurunu bozabileceği olasılığını düşündü ve her zamanki buyurgan tavrını takındı.

Kapısının önünde beyaz bir hayalet gibi ayakta ve kımıldamadan onu bekleyen birini fark etti.

Bu, Edmond'dan yeni bir haber alamayınca, âşığının tutuklanma nedenini öğrenmek için Pharo'dan akşam olurken kaçıp gelen güzel Katalan kızıydı.

Villefort yaklaşınca, yaslandığı duvardan ayrılarak onun yolunu kesti.

Dantes savcı yardımcısına nişanlısından söz etmişti ve Villefort'un onu tanıması için Mercedes'in adını vermesi gerekmedi. Villefort, bu kadının güzelliği ve soyluluğu karşısında şaşırıp kaldı, kadın ona nişanlısına ne olduğunu sorduğunda, kendisi sanık, kadın da yargıçmış gibi geldi ona.

"Sözünü ettiğiniz adam önemli bir suçludur, onun için hiçbir şey yapamam matmazel."

Mercedes hıçkırığını tutamadı, Villefort öte tarafa geçmeye çalışırken ikinci bir kez onu durdurdu.

"Ama nerede," diye sordu, "en azından yaşayıp yaşamadığını öğrenebilir miyim?"

"Bilmiyorum, o artık benim işim değil," diye yanıt verdi Villefort.

Sonra da bu zeki bakışlardan ve bu yalvarıcı tavırdan rahatsız olup Mercedes'i itti ve kendisinin neden olduğu bu acıyı dışarıda bırakmak ister gibi kapıyı hemen kapattı.

Ama acı böyle kolayca geriye itilemez. Virgilius'un sözünü ettiği ölümcül çizgi gibi yaralı insan onu kendiyle birlikte götürür. Villefort içeri girdi, kapıyı kapadı ama salona gelince bacakları yoktu sanki; hıçkırığa benzer bir sesle iç geçirdi ve kendini bir koltuğa attı.

O zaman hasta kalbinin derinliklerine ölümcül bir yaranın ilk tohumu atıldı. Tutkusuna kurban ettiği bu adam, babasının yerine bedel ödeyen bu masum, elini kendisi gibi solgun nişanlısına vermiş, eski çağların kader kurbanları gibi hastayı yerinden sıçratan birinin vicdan azabını değil, kimi anlarda insanı kalbinden vuran ve onu geçmiş bir eylemin anısıyla yaralayan şu ağır ve acılı çınlamayı, bitmez tükenmez acılarla kıvrandırarak, ölüme kadar, gittikçe daha da ağırlaşan bir hastalığa yol açan şu yarayı arkasından sürükleyen bu adam, ona solgun ve tehdit edici göründü.

O zaman Villefort'un ruhunda bir anlık bir duraksama oldu. Daha önce birçok kez, sanıkla yargıcın arasındaki mücadelenin heyecanından başka bir heyecan duymadan, tu-tuklular için ölüm cezası istemişti; ama onun, jüriyi de yargıçları da etkilemiş olan çarpıcı konuşması sayesinde ölüm cezasına çarptırılan bu tutuklular onun vicdanında küçücük bir leke bile bırakmamıştı çünkü bu tutuklular suçluydular ya da en azından Villefort böyle olduklarına inanıyordu.

Ama bu kez durum bambaşkaydı: bu ömür boyu hapis cezası bir masuma, mutlu olabilecek bir masuma uygulanıyordu, onun sadece özgürlüğü değil, mutluluğu da yerle bir ediliyordu: bu kez artık yargıç değil cellattı.

Bunu düşününce, biraz önce anlattığımız gibi, o zamana kadar kendisine yabancı, kalbinin derinliklerinde yankılanan ve göğsünü anlaşılmaz kaygılarla dolduran o boğuk kalp çarpıntısını hissediyordu. Böylece yaralı adam içinden kopup gelen şiddetli bir acıyla, açılmış ve kanayan yarasına, bu yara kapanmadan bir daha asla, titremeden elini süremeyeceğini anladı.

Ama Villefort'un aldığı yara, hiçbir zaman kapanmayan ya da ancak eskisinden daha kanlı ve acılı olarak yemden açılmak üzere kapanan yaralardandı.

Eğer o anda Renee'nin tatlı sesi ondan iyilik dilemek için kulağında yankılansaydı; eğer güzel Mercedes o sırada içeri girip ona "bizi izleyen ve yargılayan Tanrı aşkına nişanlımı bana geri verin" deseydi, evet, zorunluluk karşısında yarı eğik duran başı tümüyle öne düşer ve Dantes'i özgür bırakma emrini, kendisi için doğurabileceği tüm tehlikeleri göze alarak, buz kesmiş elleriyle imzalardı kuşkusuz; ama sessizlik içinde, fısıldayan tek bir ses bile yoktu ve kapı sadece posta atlarınm yolcu arabasına koşulduğunu ona söylemeye gelen Villefort'un özel uşağının içeri girmesi için açıldı.

Villefort ayağa kalktı ya da daha doğrusu bir iç savaşımı kazanmış bir adam gibi sıçradı, çekmecelerin birinde bulunan tüm altınları cebine boşalttı, kısa bir süre odanın içinde, eli alnında, durmadan bir şeyler söyleyerek ürkmüş gibi dolaştı; daha sonra özel uşağının mantosunu omuzlarına koyduğunu hissederek dışarı çıktı, sert bir sesle arabacıya Grand-Cours sokağına, Mösyö de Saint-Meran'ın evine çekmesini emretti.

Zavallı Dantes hüküm giymişti.

Villefort, Mösyö de Saint-Meran'ın söz vermiş olduğu gibi, markizi ve Renee'yi çalışma odasında buldu. Genç adam Renee'yi görünce ürperdi; çünkü onun kendisine Dantes'in özgürlüğüyle ilgili yeniden soru soracağını sandı. Ama heyhat! Bencilliğimizden utanarak söylemeliyiz, güzel genç kızın kafası tek bir şeyle meşguldü: Villefort'un gidişiyle.

Villefort'u seviyordu ve Villefort tam kocası olacağı sırada gidiyordu. Villefort ne zaman döneceğini söyleyemiyordu ve Renee, Dantes'e acıyacağına, işlediği suçla âşığını ondan ayıran adama lanet okuyordu.

Bu durumda Mercedes ne demeliydi peki?

Zavallı Mercedes La Loge sokağının köşesinde onu izlemiş olan Femand'la karşılaşmıştı; sonra Katalanlar'a geri dönmüş, canı çekilmiş ve umutsuz bir halde kendini yatağına atmıştı. Femand, yatağın önünde diz çökmüş, Mercedes'in geri çekmeyi düşünmediği buz gibi elini sıkıyor, Mercedes'in hiç hissetmediği yakıcı öpücüklere boğuyordu.

Mercedes geceyi böyle geçirdi. Gazı bitince lamba söndü: ışığı görmediği gibi karanlığı da görmedi ve o görmeden yeni bir gün başladı.

Acı onun gözlerine, sadece Edmond'u görebileceği bir perde indirmişti.

"Ah! buradasınız demek!" dedi sonunda Fernand'dan yana dönerek.

"Dünden beri yanınızdan ayrılmadım," diye yanıt verdi Femand, acı bir iç çekişle.

Mösyö Morrel kendini yenilmiş saymamıştı: sorgulamadan sonra Dantes'in hapse atıldığını öğrenmişti; tüm dostlarını görmeye gitmiş, Marsilya'nın etkili olabilecek kişileriyle görüşmüştü, ama daha şimdiden genç adamın Bonaparte ajanı olarak tutuklandığı söy-

Ientileri yayılmıştı ve o dönemde en serüvenci insanlar bile Napoleon'un yeniden tahta çıkmak için tüm girişimlerini saçma bir düş gibi gördükleri için her yerde sadece soğukluk, korku ya da retle karşılaştı ve evine umutsuz, ama durumun ciddi olduğunu ve kimsenin bir şey yapamayacağını itiraf ederek döndü.

Öte yandan Caderousse çok kaygılı ve çok sıkıntılıydı: Mösyö Morrel'in yaptığı gibi dışarı çıkmak, Dantes için bir şeyler yapmaya çalışmak yerine -zaten onun için hiçbir şey yapamazdı- kendini iki şişe şarapla eve kapatmış, duygularını sarhoşlukla boğmaya çalışmıştı. Ama bulunduğu ruh hali içinde duygularım bastırmak için iki şişe çok azdı; başka şarap almaya gitmek için çok fazla sarhoş, sarhoşluğun anılarını yok etmesi için ise yeterince sarhoş olmayan Caderousse, üstünde iki boş şişe duran, bir ayağı aksak masaya dirseklerini dayamış, uzun fitilli lambasının yansımasında Hoffmann'ın punçtan nemlenmiş elyazmalarınm üstüne siyah ve fantastik bir toz gibi saçtığı tüm hayaletlerin dans ettiğini görerek oturup kalmıştı.

Sadece Danglars ne sıkıntılıydı ne de kaygılı; hattâ neşeliydi bile, çünkü bir düşmanından intikamını almış ve Firavungemisinde yitirmekten korktuğu yerini sağlamlaştırmıştı: Danglars kulağının arkasında bir kalem, kalbinin yerinde bir mürekkep hokkasıyla doğan o hesap adamlarından biriydi; bu dünyada her şey onun için toplama, çıkarmaydı ve eğer bir sayı bir insanın azaltabileceği toplamı artırabilecekse bu sayı onun için bir insandan çok daha değerliydi.

Bu nedenle Danglars her zamanki saatinde yatmış, sakin sakin uyuyordu.

Villefort, Mösyö de Salvieux'nün mektubunu alıp, Renee'nin iki yanağını, Madam de Saint-Meran'ın elini öpüp, markinin de elini sıktıktan sonra, Aix yolunda hızla ilerliyordu.

Dantes Baba acıdan ve kaygıdan ölüyordu.   

Edmond'a gelince, onun başına gelenleri biliyoruz.

TUILERIES'DEKİ KÜÇÜK ÇALIŞMA ODASI

Villefort'u, üç kat para ödediği kılavuzlar sayesinde hızla gittiği Paris yolunda bırakalım ve öndeki iki üç salondan geçerek, Napoleon'un ve XVIII. Louis'nin en sevdikleri çalışma odası olduğu bilinen, bugün ise Louis Philippe'in olan, Tuileries'nin penceresi kemerli bu küçük odasına girelim.

Bu çalışma odasında Kral XVIII. Louis önemli kişilere özgü bir merakla Hartwell'den getirttiği ve özellikle çok sevdiği ceviz ağacından bir masanın arkasına oturmuştu. Hora-tius'un, Gryphius yayınlarından çıkan ve çok beğenilmiş olsa da yanlışlarla dolu ve kral hazretlerinin filolojik görüşlerinin ilgisini çeken bir cildinin sayfa kenarlarına notlar yazarak, elli elli iki yaşlarında, kır saçlı, aristokrat görünüşlü, titiz giyimli bir adamı oldukça dikkatsiz bir biçimde dinliyordu.

"Ne diyordunuz efendim?" dedi kral.

"Kimse benim kadar kaygılı olamaz haşmetmeap."

"Sahi mi? Düşünüzde yedi semiz yedi cılız inek görmüş olmayasınız?"

"Hayır haşmetmeap, çünkü bu bize yedi yıl bolluk yedi yıl kıtlık bildirirdi, ama kral hazretlerinin oldukları kadar öngörülü bir kral ile kıtlık korkulacak bir şey değildir."

"O zaman başka nasıl bir felaket söz konusu, sevgili Blacas?"

"Haşmetmeap, sanıyorum, Güney bölgesinde bir fırtına oluştuğunu düşünmekte çok haklıyım."

"Pekala sevgili dük," diye yanıt verdi XVIII. Louis, "yanlış bilgilendirildiğinizi sanıyorum, ben tam tersine o taraflarda havanın çok güzel olduğunu biliyorum."

Ne denli zeki biri de olsa XVIII. Louis ucuz şakalardan hoşlanıyordu.

"Haşmetmeap," dedi Mösyö de Blacas, "sadık bir hizmetkarı yatıştırmak için bile olsa, kral hazretleri Languedoc'a, Provence'a ve Dauphine'ye, bu üç eyaletin ne düşündüğünü rapor edecek güvenli adamlar gönderemezler mi?"

"Canimus surdis" diye yanıt verdi kral, Horatius'un kitabına notlar düşmeye devam ederek.

"Haşmetmeap," diye yanıt verdi saray görevlisi gülümseyerek, Venüs'ün şairinin yarım dizesini anlamış gibi görünmek için, "kral hazretleri Fransa'nın ince zekasına güvenmekte son derece haklı olabilirler; ama umutsuz birtakım girişimlerden korkmakta tümüyle haksız olmadığımı sanıyorum."

"Kim tarafından?"

"Bonaparte ya da en azından onun yandaşları tarafından."

"Sevgili Blacas," dedi kral, "korkularınızla çalışmamı engelliyorsunuz."

"Ya ben haşmetmeap, güvenliğinizi düşünmekten gözüme uyku girmiyor."

"Durun sevgili dostum, durun, Pastor quum traherethakkında çok iyi bir not yazıyorum; durun, sonra devam edersiniz."

Bir an sessizlik oldu, bu sırada XVIII. Louis olabildiğince küçük bir yazıyla Horati-us'un sayfa kenarına yeni bir not yazdı; not yazıldıktan sonra:

"Devam ediniz sevgili dük," dedi bir başkasının düşüncesine yorum getirdiğinde bir düşünceye ulaştığını sanan bir insanın hoşnut görünüşüyle ayağa kalkarak. "Devam ediniz, sizi dinliyorum."

"Haşmetmeap," dedi bir an Villefort'u kendi çıkan için ele geçirdiği umuduna kapılan Blacas, "bunların hiç de tümüyle temelden yoksun, ciddiyetten uzak basit haberler olmadığını ve bu konuda kaygı duyduğumu size söylemek zorundayım. İyi düşünen, tüm güvenimi kazanmış ve benim tarafımdan Güney'i kollamakla görevlendirilmiş, dük bu sözcükleri söylerken duraksadı, bir adam, bana 'büyük bir tehlike kralı tehdit ediyor,' demek için posta arabasıyla buraya geldi. Ben de bu nedenle koşup geldim haşmetmeap."

"Mala ducis avı domum," diye devam etti XVIII. Louis notlar alarak.

"Kral hazretleri artık bu konunun üstünde durmamamı mı emrediyorlar?"

"Hayır sevgili dük, ama elinizi uzatın."

"Hangisini?"

"Hangisini isterseniz, şunu, sol elinizi."

"Bu mu haşmetmeap?"

"Ben size sol diyorum siz sağ anlıyorsunuz; benim solumdaki demek istiyorum: oraya, tamam; orada güvenlik bakanının dünkü tarihli raporunu bulacaksınız... Ama işte bakın M.Dandre gelmiş... Mösyö Dandre demiştiniz değil mi?" diye sözünü yarıda kesti XVIII. Louis, güvenlik bakanının geldiğini haber veren odacıya dönerek.

"Evet, haşmetmeap, Mösyö Baron Dandre," dedi odacı.

"Doğru, baron," dedi XVIII. Louis anlaşılmaz bir gülüşle; "içeri girin baron ve Mösyö de Bonaparte hakkında en son öğrendiğiniz şeyleri düke anlatın. Ne kadar önemli olursa olsun durum hakkında hiçbir şeyi bizden gizlemeyin. Elbe Adası bir volkan mı değil mi, ve bu volkandan yakıcı ve kudurgan bir savaş çıkacak mı çıkmayacak mı, bir anlayalım: bella, hornda bella?"

Mösyö Dandre bir koltuğun sırtına iki elle dayanarak büyük bir incelikle sallandı: "Kral hazretleri dünkü raporu incelemek isterler miydi?"

"Evet, evet; onu bulamayan düke raporun içerdiği şeyi söyleyin; Zorbanın adasında neler yaptığını ona ayrıntılarıyla anlatın."

"Mösyö," dedi baron düke, "kral hazretlerinin tüm hizmetkarları Elbe Adası'ndan, Na-poleon'dan bize ulaşan en yeni haberlerden çok memnun olmalılar."

Mösyö Dandre, yazdığı notla meşgul, başını bile kaldırmayan XVIII. Louis'ye baktı.

"Bonaparte'ın ölecek kadar canı sıkılıyor," diye sürdürdü baron; "tüm günlerini Por-to-Longone'de çalışan madencileri seyretmekle geçiriyor."

"Ve eğlenmek için de kaşınıp duruyor," dedi kral.

"Kaşınıyor mu?" diye sordu dük; "Kral hazretleri ne demek istiyorlar?"

"Evet sevgili dük; bu büyük adamın, bu kahramanın, bu yarı tanrının onu yiyip bitiren bir deri hastalığına, pmrigo'ya yakalandığını unuttunuz mu?"

"Ayrıca, sayın düküm," diye sürdürdü güvenlik bakanı, "kısa bir süre sonra Zorbanın delireceğinden eminiz."

"Deli mi?"

"Zırdeli: aklı gidiyor, kimi zaman iki gözü iki çeşme ağlıyor, kimi zaman katıla katıla gülüyor; bir de bakıyorsunuz nehrin kıyısında suya çakıltaşları atarak saatler geçiriyor, taşlar beş altı kez sekti mi başka bir Marengo ya da yeni bir Austerlitz kazanmış kadar hoşnut görünüyor. İşte, bunların delilik işaretleri olduğunu kabul edersiniz."

"Ya da bilgelik, sayın baronum, ya da bilgelik," dedi XVIII. Louis gülümseyerek: "İlkçağın büyük adamları denize çakıltaşları atarak kafalarım dinlendiriyorlardı; Plutarkhos'a, Afrikalı Scipio'nun yaşamına bakın."

Mösyö de Blacas bu iki aldırmazlık arasında dalgınlaştı. Kendi sırrının sağlayacağı tüm yararı bir başkasının elde etmemesi için her şeyi ona söylemek istememiş olan Villefort yine de onu ciddi bir biçimde kaygılandırmaya yetecek kadarını söylemişti.

"Haydi haydi Dandre," dedi XVIII. Louis, "Blacas hiç de ikna olmuş gibi görünmüyor; Zorbanın yön değiştirmesi konusuna geçin."

Güvenlik bakam saygıyla eğildi.

"Zorbanın yön değiştirmesi!" diye mırıldandı dük, Vergilius'un iki çobanı gibi art arda söz alan krala ve Dandre'ye bakarak. "Zorba yön mü değiştirdi?"

"Kesinlikle, sevgili dük."

"İyi ilkelere doğru; açıklayınız bunu baron."

"Durum şöyle, sayın düküm," dedi bakan büyük bir ciddiyetle: "son olarak Napoleon durumu gözden geçirdi ve yaşlı muhafız birliği askerlerinden -Napoleon onlara böyle di-yor- iki üç tanesi Fransa'ya geri dönmek istediklerini belirttiklerinde, onları, iyi krallan-na hizmet etmeleri için yüreklendirerek, izin verdi; bunlar onun kendi sözleri, sayın düküm, kanıtlarım var."

"Pekala! Blacas, bu konuda ne düşünüyorsunuz?" dedi kral, zafer kazanmışçasına önünde açık duran, eski yapıtları açımlayıcı kaim kitabı karıştırmayı bir an bırakarak.

"Haşmetmeap, ya benim ya da sayın güvenlik bakanının, ikimizden birimizin yanıldığını söylüyorum; ama kral hazretlerinin güvenlerini ve saygılarım kazandıklarına göre güvenlik bakanının yanılması olanaksız, ben yanılmış olmalıyım. Yine de haşmetmeap, kral hazretlerinin yerinde ben olsaydım size sözünü ettiğim kişiyi sorgulamak isterdim; hattâ kral hazretlerinin ona bu onuru vermeleri için ısrar da ediyorum."

"Memnuniyetle, dük, sizin desteğinizle kimle isterseniz görüşebilirim; ama onu donanımlı bir şekilde karşılamak isterim. Bakan bey, bundan daha yeni bir raporunuz var mı?

Çünkü bu 20 Şubat tarihli, oysa bugün 3 Mart!"

"Hayır haşmetmeap, ama her an yeni bir tane bekliyorum, çünkü bu sabah çıktım, belki de ben yokken gelmiştir."

"Polis merkezine gidin ve gelmemişse, evet, gelmemişse," diye gülümseyerek sürdürdü XVIII. Louis, "yeni bir tane hazırlayın; hep böyle yapılıyor değil mi?"

"Evet! Haşmetmeap!" dedi bakan, "Tanrıya şükür bu konuda hiçbir şeyi kafadan uydurmak gerekmiyor; her gün bürolarımızı sunamadıkları ama sunmak istedikleri hizmetler için biraz iyilik umut eden bir sürü zavallı fakir insandan gelen son derece ayrıntılı ihbar mektupları dolduruyor. Onlar rastlantıya bel bağlıyorlar ve bir gün beklenmedik bir olayın kehanetlerini bir biçimde gerçekleştirmesini umut ediyorlar."

"Bu iyi; haydi mösyö," dedi XVIII. Louis, "sizi beklediğimi unutmayın."

"Hemen gidip geleceğim haşmetmeap; on dakika sonra dönmüş olurum."

"Ve ben de, haşmetmeap," dedi Mösyö de Blacas, "habercimi karşılamaya gidiyorum." "Bekleyin, bekleyin biraz," dedi XVIII.Louis. "Aslında, Blacas, sizin silahlarınızı değiştirmem gerekir; size, kendisinden kaçmaya çalışan bir avı pençelerinde tutan kanatlarını açmış bir kartal vereceğim."

"Haşmetmeap, dinliyorum," dedi Mösyö de Blacas, sabırsızlıktan huzursuz ve tedirgin olarak.

"Şu bölüm hakkında sizin düşüncenizi öğrenmek istiyorum: Mollifugies anbelitu; biliyorsunuz, kurdun önünden kaçan geyikten söz ediyor. Siz hem avcı hem de kurt avcılarının komutanı değil misiniz? Bu iki unvana sahip biri olarak, molli anbelitu'yu nasıl buluyorsunuz?"

"Harikulade, haşmetmeap; ama benim habercim sözünü ettiğiniz geyik gibi, çünkü posta arabasıyla iki yüz yirmi fersah yaptı, hem de neredeyse üç günden az sürede."

"Bu işi üç ya da dört saatte, üstelik en küçük bir soluk harcamadan telgrafla yapmak varken, bu çok büyük yorgunluk ve çok büyük bir kaygı demektir sevgili dük."

"Ah! haşmetmeap, o kadar uzaktan ve o kadar heyecanla kral hazretlerine yararlı bir haber vermek için gelen şu zavallı genç adamı çok kötü ödüllendiriyorsunuz; onu bana Mösyö de Salvieux tavsiye ettiğine göre yalvarırım onu iyi karşılayın."

"Mösyö de Salvieux mü, erkek kardeşimin mabeyincisi mi?"

"Ta kendileri."

"Gerçekten de o Marsilya'da."

"Bana oradan yazmış."

"Size hükümete karşı şu komplodan mı söz ediyor?"

"Hayır, ama bana Mösyö de Villefort'u tavsiye ediyor ve onu kral hazretleriyle görüştürmemi istiyor."

"Mösyö de Villefort mu?" diye çığlık attı kral; "bu habercinin adı Mösyö de Villefort mu?"

"Evet, haşmetmeap."

"Marsilya'dan gelen o mu?"

"Ta kendisi."

"Neden bana adını hemen söylemediniz?" dedi kral, yüzünden kaygılanmaya başladığı açık açık görülerek.

"Bu adm haşmetmeapa yabancı olduğunu sanıyordum."

"Hayır değil, hayır değil Blacas; bu ciddi, düzeyli, özellikle de hırslı biri; hay Allah, babasının adını biliyorsunuz."

"Babasının mı?"

"Evet, Noirtier."

"Girondin Noirtier mi? Senatör Noirtier mi?"

"Evet işte o."

"Ve kral hazretleri böyle bir adamın oğlunu mu kullandı?"

"Blacas, dostum, hiçbir şey anlamıyorsunuz; size Villefort'un hırslı olduğunu söylemiştim: istediğim elde etmek için Villefort her şeyini verir, babasını bile."

. "O zaman haşmetmeap, içeri alayım mı?"

"Hem de hemen dük. Nerede o?"

"Beni aşağıda, arabamda bekliyor olmalı."

"Gidin onu bana getirin."

"Hemen gidiyorum."

Dük genç bir adam canlılığıyla çıktı; içten bir kralcı olmanın heyecanı onu yirmi yaş gençleştirmişti sanki.

XVIII. Louis yalnız kaldı, gözlerini aralık duran Horatius'undan ayırmadan mırıldandı: Justum et tenacem propositi virum.

Mösyö de Blacas aşağı indiği kadar hızla yukarı çıktı; ama bekleme odasında kralın yetkisine başvurmak zorunda kaldı. Villefort'un saray kıyafetine hiç uymayan tozlu giysisi, bu genç adamın kralın karşısına böyle giysilerle çıkma cesareti göstermesi karşısında şaşıran Mösyö de Breze'yi kızdırmıştı. Ama dük tek sözcükle tüm güçlükleri ortadan kaldırdı: "Kral hazretlerinin emri"; tören başkanmm ilkelerin korunması uğruna karşı çıkışları sürdürse de Villefort içeri alındı.

Kral dükün çıkarken bıraktığı yerde oturuyordu. Kapı açılınca Villefort kendisini kralın tam karşısında buldu: genç savcı yardımcısının yaptığı ilk hareket durmak oldu. "Giriniz Mösyö de Villefort," dedi kral, "giriniz."

Villefort selam verdi ve kralın kendisine soru sormasını beklerken öne doğru birkaç adım attı.

"Mösyö de Villefort," diye devam etti XVIII. Louis, "işte sizin bize önemli bir şey söyleyeceğiniz savında bulunan Dük de Blacas."

"Haşmetmeap, sayın düküm haklı, kral hazretlerinin de böyle düşüneceğini umut ediyorum."

"Her şeyden önce mösyö, kötülük beni inandırmak istedikleri kadar büyük mü sizce?"

"Haşmetmeap, durumun ivedilik gerektirdiğine inanıyorum; ama eli çabuk davranmam sayesinde onanlmaz değil, umarım."

"Uzun uzun anlatın isterseniz mösyö," dedi kral, Mösyö de Blacas'nın yüzünü altüst eden, Villefort'un sesini değiştiren heyecana, o da kendini kaptırmaya başlamıştı; "anlatın ve özellikle de baştan başlayın: her şeyde düzeni severim."

"Haşmetmeap," dedi Villefort, "kral hazretlerine doğru bir rapor vereceğim, ama eğer içinde bulunduğum heyecan sözlerimde birtakım karanlık noktalar bırakırsa beni bağışlamanızı rica edeceğim."

Bu dokunaklı girişten sonra krala bir göz atan Villefort yüce dinleyicisinin iyi niyetinden emin oldu ve devam etti:

"Haşmetmeap, görevli olduğum yargı çevresinde her gün halkın ve ordunun en alt sınıflarında gizlice hazırlanan önemsiz ve sıradan komplolardan birini değil, hükümete karşı gerçek bir komployu, kral hazretlerinin tahtını gerçekten tehdit eden bir fırtınayı ortaya çıkardığımı kral hazretlerine bildirmek için olabilecek en hızlı biçimde Paris'e geldim. Haşmetmeap, Zorba üç gemiyi silahlandırıyor; birkaç tasan üzerinde düşünüyor, aklı başında değildir belki, ama belki de daha korkuncu aklının tamamen başında olması. Şu anda El-be Adası'ın terk etmiş olmalı ama nereye gitmek için? Bunu bilmiyorum, ama kesinlikle ya Napoli'ye ya Toscana kıyılarına hattâ belki de Fransa'ya çıkmaya çalışıyor. Kral hazretleri, Elbe Adası hükümdarının İtalya ve Fransa'da ilişkilerini sürdürdüğünü biliyorlar."

"Evet mösyö, biliyorum," dedi kral çok heyecanlı, "son olarak da Bonaparte yanlılarının toplantılarının Saint-Jacques sokağında yapıldığım da haber verdiler; ama siz devam ediniz rica ederim; bu ayrıntıları nasıl öğrendiniz?"

"Haşmetmeap, bunlar Marsilya'da, uzun zamandır izlettiğim ve buraya gelmeden tutuklattığım bir adamı sorguladığım sırada ortaya çıktı; Bonaparte yanlısı olduğundan kuşkulandığım bu ele avuca sığmaz adam gizlice Elbe Adasına gitti; orada kendisine, adını bir türlü söyletemediğim bir Bonapartçıya iletilmek üzere sözlü bir görev veren büyük mareşali gördü; bu Bonapartçıya verilen görev, insanları dönüşe -bunların sorguda ortaya çıkarıldığını görüyorsunuz haşmetmeap- çok yakın zamanda gerçekleşecek bir dönüşe hazırlaması idi."

"Şimdi bu adam nerede?" diye sordu XVIII. Louis.

"Hapishanede, haşmetmeap."

"Durum size tehlikeli mi görünüyor?"

"O kadar tehlikeli ki, haşmetmeap, olay bana bir aile eğlencesinin ortasında, nişan günümde ansızın bildirilince, hissettiğim korkuları ve bağlılığımın güvencesini kral hazretlerinin ayaklarına sermek için her şeyi, nişanlımı, dostlarımı orada bırakıp, her şeyi başka bir zamana erteleyip geldim."

"Doğru," dedi XVIII. Louis; "Matmazel de Saint-Meran ile aranızda bir evlilik tasarısı yok muydu?"

"Kral hazretlerinin en sadık hizmetkarlarından birinin kızı."

"Evet, evet; şu komploya dönelim Mösyö de Villefort."

"Haşmetmeap, ben bunun artık sadece basit bir komplo değil, hükümete karşı ciddi bir komplo olmasından korkuyorum."

"Bu zamanda hükümete karşı bir komployu düşünmek kolay, ama amacına ulaştırmak zor," dedi kral gülümseyerek, "üstelik çok eskiden atalarımızın kurduğu taht üzerinde gözlerimiz hem geçmişe hem bugüne hem de geleceğe bakıyor; on aydır bakanlarım Akdeniz kıyılarının iyi korunması için gözetimlerini artırdılar. Eğer Bonaparte Napoli'ye çıksaydı, daha o Piombino'ya varmadan koalisyon tümüyle ayağa kalkardı; Toscana'ya çıksaydı düşman bir ülkeye ayak basmış olurdu; Fransa'ya çıkarsa bu bir avuç insanla olacaktır ve halk tarafından hiç sevilmediği için biz de kolayca onun hakkından geliriz. Bu nedenle kaygılanmayın mösyö; ama sonsuz minnettarlığımızı da kabul edin."

"Ah! işte Mösyö Dandre!" diye haykırdı Dük de Blacas.

O anda gerçekten de solgun, titrek, gözlerini ışıktan kamaşmış gibi kırpıştıran güvenlik bakanı kapının eşiğinde göründü.

Villefort geri çekilmek için bir adım attı; ama Mösyö de Blacas elini sıkarak onu orada tuttu.

KORSİKA CANAVARI

XVIII. Louis bu altüst olmuş suratı görünce, önünde durduğu masayı şiddetle itti.

"Neyiniz var sayın baron?" diye bağırdı, "allak bullak olmuş gibisiniz: bu sarsıntının, bu duraksamanın Mösyö de Blacas'nın söyledikleriyle, Mösyö de Villefort'un da biraz önce bana doğruladıklarıyla bir ilgisi var mı?"

Öte yandan Mösyö de Blacas hızla barona yaklaştı, ama dalkavukluk kaygısı devlet adamı gururunun baskın çıkmasını engelliyordu; gerçekten de böyle bir durumda güvenlik bakanı tarafından aşağılanmak, onun için, böyle bir konuda onu aşağılamaktan çok daha iyiydi.

"Haşmetmeap..." diye dili dolaşmaya başladı baronun.

"Evet! Haydi!" dedi XVIII. Louis.

Güvenlik bakanı umutsuz bir hareketle kendini XVIII. Louis'nin ayaklarına attı, kral kaşlarını çatarak bir adım geriledi.

"Konuşacak mısınız?" dedi.

"Ah! Haşmetmeap, ne korkunç felaket! Öyle acınacak bir durumdayım ki! Kendimi hiçbir zaman affetmeyeceğim."

"Mösyö," dedi XVIII. Louis, "size konuşmanızı emrediyorum."

"Evet haşmetmeap, Zorba 28 Şubat'ta Elbe Adası'ndan ayrılmış ve 1 Mart'ta karaya çıkmış."

"Nereye çıkmış?" diye hemen sordu kral.

"Fransa'ya, haşmetmeap, Antibes yakınında küçük bir limana, Juan Koyu'na."

"Zorba 1 Mart'ta Fransa'da Antibes yakınındaki Juan Koyu'nda, Paris'e yüz elli fersah uzakta karaya çıkıyor ve siz bu haberi ancak bugün, 3 Mart'ta öğreniyorsunuz!.. Eh! Mösyö, bu bana söylediğiniz şey olanaksız: ya size yanlış bir rapor verilmiş ya da siz delisiniz."

"Ne yazık ki haşmetmeap, bu çok doğru bir haber."

XVIII. Louis öfke ve dehşetten anlaşılmaz bir hareket yaptı ve aynı anda hem yüzüne hem de kalbine beklenmedik bir darbe almış gibi dimdik doğruldu.

"Fransa'da!" diye haykırdı, "Zorba Fransa'da! Ama bu adam gözaltında tutulmuyor muydu? Ama kimbilir? Belki de onunla anlaşmışlardı."

"Ah! haşmetmeap," diye haykırdı Dük de Blacas, "Mösyö Dandre gibi bir adam İhanetle suçlanamaz. Haşmetmeap, hepimiz kör olmuştuk, güvenlik bakam da bu genel körlüğü paylaştı, hepsi bu."

"Ama..." dedi Villefort; sonra birdenbire durdu: "Ah! bağışlayın, bağışlayın, haşmetmeap," dedi eğilerek, "hizmet aşkım beni rahat bırakmıyor, kral hazretleri beni bağışlamak lütfunda bulunsunlar."

"Konuşun efendim, korkmadan konuşun," dedi kral; "bize kötülüğü yalnız siz haber verdiniz, buna bir çare bulmamız için bize yardım ediniz."

"Haşmetmeap," dedi Villefort, "Güneyde Zorbadan nefret ediliyor: olur da Güneye giderse Provence ve Languedoc kolayca ona karşı ayaklandırılabilir gibi geliyor bana." "Evet, buna kuşku yok," dedi bakan, "ama Gap ve Sisteron yolundan ilerliyor." "İlerliyor, ilerliyor," dedi XVIII. Louis, "o zaman Paris'e doğru mu ilerliyor?" Güvenlik bakanı tam olarak itiraf anlamına gelecek biçimde sustu.

"Ya Dauphine, mösyö," diye sordu kral Villefort'a, "orası da Provence gibi ona karşı ayaklandırılabilir mi?"

"Haşmetmeap, korkunç bir gerçeği size söyleyeceğim için çok üzgünüm; ama Daup-hine'nin genel eğilimi Provence ve Languedoc'tan çok uzaktır. Montagnardlar Bonaparte yanlısıdır haşmetmeap."

"Bak sen," diye mırıldandı XVIII. Louis, "iyi bilgi toplamış. Peki yanında kaç kişi varmış?"

"Bilmiyorum haşmetmeap," dedi güvenlik bakanı.

"Nasıl? Bilmiyor musunuz! Bu durum hakkında bilgi almayı unuttunuz mu? Doğru, bunun pek önemi yok," diye ekledi ezici bir gülümsemeyle.

"Haşmetmeap, bu konuda bilgi almama olanak yoktu; gelen yazı sadece karaya çıkışını ve Zorbanın yola koyulduğunu haber veriyordu."

"Bu yazı size nasıl ulaştı?" diye sordu kral.

Bakan başını eğdi ve yüzü kıpkırmızı kesildi.

"Telgrafla, haşmetmeap," diye kekeledi.

XVIII. Louis öne doğru bir adım attı, Napoleon'un yaptığı gibi kollarını kavuşturdu. "Böylece," dedi, öfkeden benzi solmuştu, "güç birliği yapmış yedi ordu bu adamı devirsin; Tanrı'nın bir mucizesi, beni yirmi beş yıllık sürgünden sonra dedelerimin tahtına geçirsin; ben yirmi beş yıl boyunca bana vaat edilen bu Fransa'nın insanlarını, olaylarını inceleyeyim, araştırayım, çözümleyeyim, tam tüm isteklerimi elde etmek üzereyken ellerimin arasında tuttuğum bir güç bölünsün ve beni mahvetsin."

"Haşmetmeap, bu alınyazısı," diye mırıldandı bakan, yazgı için hafif olan böyle bir ağırlığın bir insanı ezmeye yeteceğini hissederek.

"Demek düşmanlarımızın bizimle ilgili söyledikleri doğru: hiçbir şey öğrenilmedi, hiçbir şey unutulmadı ha? Ben de onun gibi ihanete uğrasaydım, kendimi avutabilirdim; ama yüksek görevlere benim tarafımdan getirilmiş, benim yazgım onların yazgısı olmuş, benden önce hiçbir şey olmadıkları ve benden sonra da hiçbir şey olamayacakları için kendilerinden çok daha özenle beni gözetmeleri gereken insanların ortasında olmak ve yeteneksizlik, uyuşukluk nedeniyle acınacak bir biçimde düşmek! Ah! evet mösyö, haklısınız, bu alınyazısı."

Bakan bu ürkütücü saldın karşısında iki büklüm duruyordu.

Mösyö de Blacas ter içinde kalmış alnını siliyordu; Villefort için için gülüyordu, çünkü öneminin arttığını hissediyordu.

"Düşmek," diye sürdürüyordu ilk bakışta monarşinin düşmek üzere olduğu uçurumu görmüş olan XVIII. Louis, "düşmek ve düşüşünü telgrafla öğrenmek! Ah! kardeşim XVI. Louis'nin idam sehpasına çıkmayı, o gülünç adam tarafından kovulup Tuileries'nin merdivenlerinden inmeye yeğlerdim... Gülünç adam, mösyö, bunun Fransa'da ne demek olduğunu bilmezsiniz, ama yine de bilmeliydiniz."

"Haşmetmeap, haşmetmeap," diye mırıldandı bakan, "acıyın!.."

"Yaklaşın Mösyö de Villefort," diye sürdürdü kral, arkada ayakta, hareketsiz, bir krallığın yazgısının büyük sallantıda olduğun gösteren bu konuşmanın gidişini dikkatle izlemekte olan genç adama dönerek, "yaklaşın ve beyefendiye, onun bilmediği her şeyin önceden bilinebileceğini söyleyin."

"Haşmetmeap, bu adamın herkesten sakladığı tasarıları önceden sezmek maddeten olanaksızdı."

"Maddeten olanaksız ha! Evet, işte büyük bir söz mösyö; ne yazık ki büyük insanlar gibi büyük sözlerde vardır, bunları ölçüp biçtim. Yönetimin başında olan, büroları, casusları, ispiyonları, gizli polisleri, yüz elli bin franklık gizli ödeneği olan bir bakanın Fransa kıyılarından altmış fersah uzakta ne olup bittiğini bilmesi maddeten olanaksız. Ama işte mösyö, emrinde bu kaynakların hiçbiri olmayan, basit bir savcı yardımcısı iken tüm polislerinizle birlikte sizden daha çok şey bilen, bir telgrafı sizin gibi denetleme hakkı olsaydı tacımı kurtarabilecek olan beyefendiye bakın."

Güvenlik bakam büyük bir sıkıntıyla, zaferin alçakgönüllülüğü içinde başım eğmiş olan Villefort'a baktı.

"Bunu sizin için söylemiyorum Blacas,". diye sürdürdü XVIII. Louis, "çünkü siz hiçbir şey keşfetmemiş olsanız da, en azından kuşkularınızda diretme akıllılığını gösterdiniz: sizden başka biri Mösyö de Villefort'un açıklamalarını anlamsız bulabilir ya da çıkarcı bir hırs gibi düşünebilirdi."

Bu sözler güvenlik bakanının bir saat önce onca güvenle yaptığı konuşmayı anıştırıyordu.

Villefort kralın oyununu anladı. Bir başkası belki de kendini övgünün sarhoşluğuna bırakırdı; ama o güvenlik bakanını, adamın kesinlikle mahvolmuş olduğunu hissetmesine karşın, kendine ömür boyu düşman etmekten korktu. Gerçekten de, gücünün doru-ğundayken Napoleon'un gizini tahmin edememiş olan bakan, can çekişirken, çırpınmaları arasında Villefort'un gizini çözebilirdi: bunun için sadece Dantes'i sorgulaması yeterdi. Bu nedenle bakam ezmek yerine onun yardımına koştu.

"Haşmetmeap," dedi Villefort, "olayın hızı kral hazretlerine, sadece Tanrı'nın bunu bir fırtına yaratarak engelleyebileceğini kanıtlamış olmalıdır; kral hazretlerinin bende gördüklerini düşündükleri öngörü sadece ve sadece rastlantıya bağlıdır; ben sadık bir hizmetkar olarak bu rastlantıdan yararlandım, işte hepsi bu. Benim hakkımda edindiğiniz ilk izlenime bir daha hiç dönmemeniz için haşmetmeap, bana hak ettiğimden fazlasını vermeyiniz."

Güvenlik bakanı genç adama anlamlı bir bakışla teşekkür etti ve Villefort planında başarılı olduğunu anladı, yani kralın minnettarlığından hiçbir şey yitirmeden gerektiğinde güvenebileceği bir dost kazanmıştı.

"Bu iyi," dedi kral. "Şimdi beyler," diye sürdürdü Mösyö de Blacas'ya ve güvenlik bakanına doğru dönerek, "size artık ihtiyacım kalmadı, çekilebilirsiniz: yapılacak şeyler savaş bakanının yetki alanına giriyor."

"İyi ki orduya güvenebiliyoruz haşmetmeap," dedi Mösyö de Blacas. "Kral hazretleri tüm raporların, ordunun hükümetinize ne kadar sadık olduğunu bize gösterdiğini biliyorlar."

"Bana raporlardan söz etmeyiniz: artık onlara ne kadar güvenilebileceğini biliyorum dük. Eh! Ama raporlar konusu açılmışken, sayın baron, Saint-Jacques sokağı işinde yeni neler öğrendiniz?"

"Saint-Jacques sokağı işi mi!" diye haykırdı Villefort, kendini engelleyemeyerek.

Ama birden durarak şöyle dedi:

"Bağışlayın haşmetmeap, kral hazretlerine bağlılığım, ona karşı saygıyı değil, çünkü bu saygı kalbime çok derin kazılmıştır, ama davranış kurallarını bana unutturuyor."

"Söyleyin, söyleyin mösyö," dedi XVIII. Louis; "bugün soru sorma hakkını kazanmış bulunuyorsunuz."

"Haşmetmeap," diye yanıt verdi güvenlik bakanı, "kral hazretlerinin dikkati korkunç körfez felaketine çevrilmişken ben de bugün tam bu olayla ilgili yeni bilgileri kral hazretlerine vermeye geliyordum; şimdi bu bilgilerin kral için hiçbir önemi kalmadı."

"Tam tersine mösyö, tam tersine," dedi XVIII. Louis, "bu işin bizim ilgilendiğimiz işle doğrudan ilgisi var gibi geliyor bana ve General Quesnel'in ölümü bize, belki de büyük bir iç komplonun izini sürdürecek."

General Quesnel'in adı geçince Villefort ürperdi.

"Gerçekten de haşmetmeap," dedi güvenlik bakanı, "her şey, bu ölümün önceleri sanıldığı gibi bir intihar değil bir cinayet olduğunu düşündürüyor: öyle görünüyor ki General Quesnel ortadan yok olmadan önce Bonapartçı bir kulüpten çıkıyordu. Bilinmeyen bir adam o sabah onu görmeye gelmiş ve ona Saint-Jacques sokağında randevu vermiş; ne yazık ki yabancı, çalışma odasına girdiğinde generalin saçlarını tarayan özel uşağı Sa-int-Jacques sokağının adını söylediğini duymuş ama numarayı akimda tutamamış."

Güvenlik, bakanı XVIII. Louis'ye bu bilgileri verirken onun dudaklarından gözlerini ayıramayan Villefort kızarıp bozarıyordu.

Kral, Villefort'a doğru döndü.

"Benim gibi siz de Zorbadan yana olduğu sanılan General QuesneFin aslında tamamen bana bağlı olduğunu ve Bonapartçılar tarafından pusuya düşürülüp öldürüldüğünü düşünmüyor musunuz?"

"Bu olabilir, haşmetmeap," diye yanıt verdi Villefort; "daha fazla bir şey bilinmiyor mu?"

"Ona randevu veren adamın izi üzerindeyiz."

"İzi üzerinde miyiz?" diye yineledi Villefort.

"Evet, hizmetçi dış görünüşünü anlattı: esmer, siyah gözlü, kaim kaşlı, bıyıklı, elli elli iki yaşlarında bir adam; mavi bir redingot giymiş, yakasında bir Legion d'honneur nişanıtaşıyor. Dün biraz önce söylediğim tanıma tıpatıp uyan birini izlediler, ama adamı Jussienne ve Coq-Heron sokaklarının birleştiği köşede gözden yitirdiler."

Villefort bir koltuğun arkalığına yaslanmıştı; çünkü güvenlik bakanı konuştukça yerin ayaklarının altından kaydığını hissediyordu; ama yabancının onu izleyen ajandan kaçıp kurtulduğunu duyunca derin bir soluk aldı.

"Bu adamı araştıracaksınız mösyö," dedi kral güvenlik bakanına; "çünkü şu anda bize o kadar yaran dokunacak olan General Quesnel, Bonapartçı ya da değil, bir cinayete kurban gitmişse, ki her şey bana bunu düşündürüyor, katillerinin acımasızca cezalandırılmasını istiyorum."

Kralın bu emrinin onda uyandırdığı büyük korkuyu açığa vurmamak için Villefortün tüm soğukkanlılığım koruması gerekti.

"Garip şey!" diye sürdürdü kral, kızgın bir hareketle, "polis, 'bir cinayet işlendi' dediği zaman her şeyi söylediğini, 'suçluların izi üzerindeyiz' diye eklediğinde de her şeyi yaptığını sanıyor."

"Haşmetmeap, en azından bu konuda kral hazretlerinin memnun olacaklarını umuyorum."

"İyi, göreceğiz; sizi daha çok tutmayayım baron; Mösyö de Villefort, bu kadar uzun bir yolculuktan sonra yorgun olmalısınız, gidin dinlenin. Kuşkusuz babanızın evine indiniz değil mi?"

Villefortün gözlerinden bir şaşkınlık geçti.

"Hayır haşmetmeap," dedi, "Toumon sokağındaki Madrid Oteline indim."

"Babanızı gördünüz ama, değil mi?"

"Haşmetmeap, önce Mösyö Dük de Blacas'yı görmeye gittim."

"Ama onu göreceksiniz herhalde."

"Sanmıyorum haşmetmeap."

"Ah! doğru," dedi XVIII. Louis, tüm bu yinelenen soruların belli bir amaçla sorulmadığını gösterecek biçimde gülümseyerek, "Mösyö Noirtier ile aranızın açık olduğunu ve bunun krallık uğruna yapılmış yeni bir özveri olduğunu ve size bunun karşılığını vermem gerektiğini unutmuşum."

"Haşmetmeap, bana karşı kral hazretlerinin gösterdiği iyilik tüm tutkularımın çok üzerinde bir ödüldür, kraldan daha başka ne isteyebilirim ki."

"Ne önemi var mösyö, sizi unutmayacağız, içiniz rahat olsun; bu arada," kral mavi giysisinin üzerinde, her zaman Saint-Louis haçının yanında, Carmel ve Saint-Lazare Tepesi! Notre-Dame tarikatının büyük nişanının üstünde taşıdığı Legion d'honneur haçını çıkarttı ve Villefort a verdi, "bu arada," dedi, "bu haçı hep takınız."

"Haşmetmeap," dedi Villefort, "kral hazretleri yanılıyorlar, bu haç subay haçıdır." "Biliyorum mösyö," dedi XVIII. Louis, "olduğu gibi alın onu; başka bir tane isteyecek zamanım yok. Blacas, bu unvanın Mösyö de Villefort'a teslim edilmiş olduğunu unutmayın."

Villefort'un gözleri gurur ve mutluluk gözyaşlarıyla doldu; haçı aldı ve öptü.

"Şimdi kral hazretleri bana hangi emirlerini yerine getirme onuru veriyorlar?"

"Şimdi ihtiyacınız vardır, dinleniniz ve Paris'te bana hizmet konusunda etkisiz kalacağınız için, Marsilya'da bana çok daha.fazla yararlı olabileceğinizi düşününüz."

"Haşmetmeap," diye yanıt verdi Villefort eğilerek, "bir saat sonra Paris'ten ayrılmış olacağım."

"Gidebilirsiniz mösyö," dedi kral, "eğer sizi unutursam -kralların bellekleri zayıftır-kendinizi bana anımsatmaktan korkmayınız... Sayın baron, savaş bakanım aramaları için emir veriniz. Blacas, siz burada kaim."

"Ah! Mösyö," dedi güvenlik bakanı Villefort'a, Tuileries'den çıkarken, "doğrudan doğruya yüksek bir göreve geliyorsunuz, yazgınız çizildi."

"Uzun mu sürecek bakalım?" diye mırıldandı Villefort, meslek yaşamı bitmiş olan bakanı selamlayıp evine dönmek için gözleriyle bir araba arayarak.

Rıhtımdan bir fayton geçiyordu, Villefort işaret etti, araba yaklaştı; Villefort adresini verdi ve kendini tutkulu düşlerine bırakarak arabanın içine attı. On dakika sonra oteldeydi; iki saat sonrası için atlarını ısmarladı ve yemek servisinin yapılmasını emretti.

Çıngırağın çanı sert ve kararlı bir elle çalındığında sofraya oturmak üzereydi: oda hiz-, metçisi kapıyı açmaya gitti ve Villefort adım söyleyen bir ses duydu.

"Kim benim burada olduğumu bilebilir?" diye kendi kendine sordu genç adam.

O anda oda hizmetçisi içeri girdi.

"Pekala!" dedi Villefort, "Ne var? Kapıyı kim çalmış? Kim beni görmek istiyor?" "Adını söylemek istemeyen bir yabancı."

"Nasıl? Adını söylemek istemeyen bir yabancı mı? Bu yabancı benden ne istiyor?" "Mösyö ile konuşmak istiyor."

"Benimle mi?"

"Evet."

"Benim adımı mı verdi?"

"Tam olarak."

"Bu yabancının dış görünüşü nasıl?"

"Elli yaşlarında bir adam mösyö."

"Kısa? Uzun?"

"Hemen hemen mösyönün boyunda."

"Esmer mi, sarışın mı?"

"Esmer, çok esmer: siyah saçlı, siyah gözlü, siyah kaşlı."

"Ya giyimi?" diye sordu hemen Villefort, "nasıl giyinmiş?"

"Yukarıdan aşağıya kadar düğmeli uzun bir redingot giymiş; Legion d'honneur nişanı var."

"Bu o," diye mırıldandı Villefort benzi atarak.

"Hay Allah!" dedi, daha önce iki kez eşkalini verdiğimiz kişi kapıda görünerek, "işte yeni davranışlar; Marsilya'da oğulların babalarını kapıda bekletmeleri âdet mi?"

"Babacığım!" diye haykırdı Villefort; "demek yanılmamışım... gelenin siz olduğunuzu tahmin etmiştim."

"Madem ben olduğumu tahmin ettin," dedi yeni gelen, bastonunu köşeye, şapkasını sandalyenin üstüne bırakarak, "sevgili Gerard, beni böyle bekletmenin hiç de hoş olmadığını sana söylememe izin ver."

"Bizi yalnız bırakın Germain," dedi Villefort.

Oda hizmetçisi, yüzünde açıkça seçilen şaşkınlık ifadesiyle dışarı çıktı.

Continue Reading

You'll Also Like

4M 246K 81
* Siz: Ay acaba lamalar uçsa nasıl olurdu? Siz: Düşünsene, kafana tıpkı martının sıçması gibi tükürüyorlar. Siz: Çok komik olmaz mıydı? ÜSĞĞDDĞSPDĞPF...
SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.5M 93.1K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
1.9M 132K 30
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
16.5K 382 39
Dostoyevski, yaşamının son yıllarında başyapıtı Karamazov Kardeşler'i tamamladığında, Rus yazınında 'felsefe düzeyinde roman-tragedya denen türün de...