Monte Kristo Kontu

By ClassicsTR

8.5K 309 47

Dumas klasik romanın kilometre taşlarından biri olan bu yapıtında, Doğu'ya, klasik mitolojiye ve insan psikol... More

1
2
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52
53
54
55
56
57
58
59
60
61

3

301 16 0
By ClassicsTR

NİŞAN YEMEĞİ

Ertesi gün hava güzeldi. Bulutsuz gökyüzünde doğan güneş pırıl pırıl parlıyordu, lal rengi kırmızı ilk ışıklar dalgaların köpüklü başlarını kırmızı renklerine buladılar.

Yemek, Reserve'in daha önceden gördüğümüz çardağı ile birinci katında hazırlandı. Burası, her birinin üzerinde -belki de çıkacak olayı açıklayan- Fransa'nın büyük kentlerinden birinin adı yazılı beş altı pencereyle aydınlatılmış büyük bir salondu.

Tahta bir korkuluk, yapının geri kalanında olduğu gibi, bu pencereler boyunca da uzayıp gidiyordu.

Her ne kadar yemeğin öğlen saat on ikide olacağı belirtilmiş ise de sabah on birden itibaren korkuluğun önü sabırsızca dolaşanlarla dolmuştu. Bunlar Firavun'un ayrıcalıklı denizcileri ve Dantes'in dostu birkaç askerdi. Hepsi de nişanlılara saygılarını göstermek için en güzel giysilerini giymişlerdi.

Gelecek davetliler arasında, Firavun'un armatörlerinin ikinci kaptanlarının düğün yemeğini varlıklarıyla onurlandırmaları gerektiği söylentisi dolaşıyordu; ama bu Dantes'e öylesine büyük bir onur vermek olurdu ki, kimse henüz buna inanmaya cesaret edemiyordu.

Yine de Caderousse ile birlikte gelen Danglars bu haberi doğruladı. Bu sabah Mösyö Morrel'in kendisini görmüştü ve Mösyö Morrel, Reserve'e akşam yemeğine geleceğini ona söylemişti.

Gerçekten de onlardan biraz sonra Mösyö Morrel odaya girdi ve Firavun'un tüm denizcileri tarafından alkışlarla, yaşa var ol naralarıyla selamlandı. Armatörün orada bulunuşu onlar için, Dantes'in kaptan olarak atanacağı konusunda dolaşan dedikoduların doğrulanmasıydı; Dantes gemide çok fazla sevildiğinden, armatör beklenmedik bir biçimde onların istekleriyle uyuşan bir seçim yaptığı için ona böyle teşekkür ediyorlardı. Mösyö Morrel içeri girer girmez Danglars ve Caderousse beraberce, nişanlanan gence doğru koştular: görülmesi böylesine heyecan uyandıran önemli kişinin gelişini haber vermek ve ona acele etmesini söylemekle görevliydiler.

Danglars ve Caderousse koşarak gittiler, ama yüz adım atmamışlardı ki barut dükkanının yakınında o tarafa doğru gelmekte olan küçük bir topluluk fark ettiler.

Bu küçük topluluk Edmond'un koluna girmiş olan Mercedes ve onlara eşlik eden Mercedes'in kendisi gibi Katalan dört kız arkadaşından oluşuyordu. Müstakbel gelininin yanında Dantes Baba yürüyor, onların arkasında da kötü gülüşüyle Fernand geliyordu.

Ne Mercedes ne de Edmond, Fernand'ın bu kötü gülüşünü görmüyorlardı. Zavallı çocuklar öyle mutluydular, ki sadece kendilerini ve onları kutsayan güzel ve berrak gökyüzünü görüyorlardı.

Danglars ve Caderousse elçilik görevlerinden kurtulmuşlardı; Edmond'la çok dostça ve hararetle el sıkıştıktan sonra Danglars, Femand'ın yanında, Caderousse da genel ilginin merkezi olan Dantes Baba'nın yanında yer almak üzere uzaklaştılar.

Yaşlı adam petekler halinde yontulmuş büyük çelik düğmelerle süslenmiş taftadan güzel giysisini giymişti, ince uzun, ama sinirli bacakları, bir fersah öteden kaçak Ingiliz malı olduğu belli olan ve göz kamaştıran güzel benekli pamukludan çorapların içinde dikkat çekiyordu. Üç köşeli şapkasından bir sürü mavi beyaz kurdele sarkıyordu. Bir de antik bir asa gibi üstü kıvrık eğri bir tahta bastona yaslanıyordu. Bu haliyle 1796'da yeni açılmış Luxembourg ve Tuileries bahçelerinde caka satan züppe delikanlılardan biri gibi görünüyordu.

Onun yanına, daha önce de söylemiştik, Caderousse, sonunda güzel bir yemek umudunun Danteslerle uzlaştırdığı Caderousse, insanın sabah uyandığında uykusunda gördüğü düşten geriye sadece belli belirsiz görüntüler kalması gibi, belleğinde bir gün önce olup bitenden silik bir anı taşıyan Caderousse sokulmuştu.

Femand'a yaklaşan Danglars, düş kırıklığına uğramış âşığa dikkatle baktı. Müstakbel evlilerin arkasında yürüyen, aşkın gençlere özgü ve sevimli bencilliği içinde gözü sadece Edmond'unu gören Mercedes tarafından tümüyle unutulmuş Fernand önce solgunlaşıyor, sonra birden pençe pençe kızarıyor, ardından, her seferinde artan bir biçimde, bir kez daha solgunlaşıyordu. Ara sıra Marsilya'ya doğru bakıyordu, o zaman istemdışı ve sinirli bir titreyişle kolları, bacakları sarsılıyordu. Fernand sanki büyük bir olay olmasını bekliyor ya da en azından bunu önceden kestiriyordu.

Dantes sade giyinmişti. Ticaret filosunda olduğu için sivil giysi ile asker üniforması arası bir giysisi vardı, nişanlısının güzelliği ve neşesi ile daha da belirginleşen güler yüzü, bu elbise ile kusursuz görünüyordu.

Mercedes ise simsiyah gözlü, mercan dudaklı Kıbnslı ya da Keoslu Yunanlı kızlar kadar güzeldi. Arlesli ve Endülüslü kızların yürüdüğü gibi özgür ve açık adımlarla yürüyordu. Kentli bir kız belki de neşesini bir örtü altında ya da en azından kirpiklerinin gölgesi altında saklamaya çalışırdı, ama Mercedes gülüyordu ve çevresini saran herkese bakıyordu, gülümsemesi ve bakışları sözlerinin dile getirebileceği her şeyi söylüyordu: dostumsanız, benimle birlikte sevinin, çünkü gerçekten çok mutluyum!

Nişanlılar ve onlarla birlikte gelenler Reserve'de görünür görünmez Mösyö Morrel, yanlarında durduğu ve kendilerine, Dantes'e verdiği sözü, onun Kaptan Leclere'in yerine geçeceği sözünü yinelediği denizciler ve askerlerle birlikte aşağı inip onları karşılamak için ilerledi. Onun geldiğini gören Edmond nişanlısının kolundan çıktı, onun kolunu Mösyö Morrel'e bıraktı. Böylece Mercedes ve armatör, akşam yemeğinin verileceği odaya açılan tahta merdivenleri ilk çıkan kişiler oldular ve tahta merdiven konukların adımlarının ağırlığı altında beş dakika boyunca gıcırdadı durdu.

"Babacığım, siz lütfen sağıma geçiniz," dedi Mercedes masanın ortasında durarak; "soluma bana kardeşlik eden kişiyi oturtacağım." Bunu Femand'ın kalbinin derinliklerine hançer gibi saplanan bir yumuşaklıkla dile getirdi.

Femand'ın dudakları bembeyaz oldu, erkek yüzünün esmer teni altında kanının yavaş yavaş çekilerek kalbine hücum ettiği açıkça görülebiliyordu.

Bu sırada Dantes de aynı işi yapmıştı; sağma Mösyö Morrel'i soluna Danglars'ı koymuştu; sonra eliyle herkese istedikleri gibi oturmalarım işaret etmişti.

Daha şimdiden, Arles'ın koyu dumanlı esmer renkli sucukları, parlak zırhlı ıstakozlar, pembe kabuklu istiridyeler, dışlan dikenli bir kılıfla sanlmış kestaneye benzeyen deniz kestaneleri, güneyin ağzının tadını bilen insanları için büyük bir üstünlükle kuzey istiridyelerinin yerini alan taraklar; sonuç olarak, kumlu kıyılara dalgaların getirip attığı ve usta balıkçıların deniz ürünleri adım verdikleri tüm hoş mezeler masada dolaştırılmaktaydı.

"Bu ne sessizlik!" dedi Pamphile Baba, yakut gibi sarı bir kadeh şarabın tadına bakarak ve onu getirip Mercedes'in önüne koydu. "Burada olan otuz kişi sadece gülmek istediklerini söylüyorlar."

"Ama bir koca her zaman neşeli olamaz," dedi Caderousse.

"Gerçek şu ki," dedi Dantes, "şu anda neşeli olamayacak kadar mutluyum. Sizin gördüğünüz bu ise komşum, haklısınız! Mutluluk kimi zaman garip bir etki yapar, insanı soluksuz bırakır, acı gibi."

Danglars, çabuk etkilenen yaradılışı nedeniyle, her heyecanı hemen duyup belli eden Fernand'ı gözlemliyordu.

"Söyleyin bakalım," dedi Dantes'e, "bir şeyden mi korkuyorsunuz? Oysa her şey sizin isteklerinize uygun gelişiyor bana kalırsa."

"Beni korkuya salan da işte bu," dedi Dantes, "bence insan bu kadar kolayca mutlu olmak için yaratılmadı! Mutluluk, büyülü adalarda kapılarını ejderhaların beklediği saraylar gibidir. Onu elde etmek için savaşmak gerekir ve doğrusu ben, Mercedes'in kocası olma mutluluğunu hak etmek için ne yaptığımı bilmiyorum."

"Koca mı, koca ha," dedi Caderousse gülerek, "henüz koca olmadın kaptan; biraz kocalık et bakalım nasıl karşılanacaksın!"

Mercedes kızardı.

Femand sandalyesinde tedirgindi, en ufak gürültüde yerinden sıçrıyordu ve ara sıra da fırtınada ilk düşen yağmur damlalan gibi alnında boncuk boncuk parlayan terleri siliyordu.

"Vallahi," dedi Dantes, "komşum Caderousse, bu kadar kısa bir süre için beni yalanlamanız gerekmez. Mercedes henüz benim karım değil, bu doğru..." Saatim çıkardı. "Ama bir buçuk saat sonra karım olacak!"

Geniş gülümsemesi hâlâ güzel olan dişlerini ortaya çıkarmış olan Dantes Baba dışında herkes bir şaşkınlık çığlığı attı. Mercedes gülümsedi ve artık kızarmadı. Femand büyük bir sarsıntıyla bıçağının sapını kavradı.

"Bir saat sonra ha!" dedi Danglars, kendisi de sarararak, "bu nasıl olacak?"

"Evet dostlarım," diye yanıtladı Dantes, "dünyada babamdan sonra kendimi en çok borçlu hissettiğim kişi olan Mösyö Morrel'in saygınlığı sayesinde tüm güçlükler ortadan kaldırıldı. Evlenme kağıtlarını aldık ve saat iki buçukta Marsilya belediye başkanı bizi belediye sarayında bekliyor. Bu nedenle saat biri çeyrek geçeyi çaldığına göre, bir buçuk saat sonra Mercedes'in adı Bayan Dantes olacak derken pek yanıldığımı sanmıyorum." Fernand gözlerini kapadı: bir ateş bulutu gözkapaklarını yaktı; bayılmamak için masaya yaslandı ve tüm çabalarına karşın gülüşmelerin ve kutlamaların gürültüsü arasında kaybolup giden boğuk bir inilti çıkarmaktan alamadı kendini.

"Buna elini çabuk tutmak denir, değil mi?" dedi Dantes Baba. "Sizce buna zaman yitirmek denir mi? Dün sabah gelip bugün saat üçte evlenmiş olmak! Bana ellerini çabuk tutan denizcilerden söz edin."

"Ya diğer işlemler," diye çekinerek karşı çıktı Danglars: "sözleşme, yazışmalar?.."

"Sözleşme," dedi Dantes gülerek, "sözleşme yapıldı: Mercedes'in hiçbir şeyi yok, benim de! Ortaklık yöntemine göre evleniyoruz, işte böyle! Bunu yazmak uzun sürmedi, ödemesi de zor olmayacak."

Bu şaka yeni bir kahkaha ve alkış patlamasına yol açtı.

"Demek ki şimdi yediğimiz nişan yemeği aynı zamanda bir düğün yemeği olacak," dedi Danglars.

"Hayır öyle olmayacak," dedi Dantes; "sizin hiçbir zararınız olmayacak, içiniz rahat olsun. Yarın sabah Paris'e gidiyorum. Dört gün gidiş dört gün dönüş, bir gün de, doğrusu, yerine getirmekle yükümlü olduğum görev için; yani 1 Mart'ta burada olacağım; demek ki 2 Mart'ta gerçek düğün yemeği olacak."

Yeni bir şölen olacağı haberi kahkahaları iki katma çıkardı, öyle ki yemeğin başlangıcında sessizlikten yakman Dantes Baba şimdi her kafadan bir ses çıkarken müstakbel evlilerin mutluluk ve refahı için iyi dileklerini bildirmek amacıyla uğraşıp duruyordu.

Dantes, babasının ne düşündüğünü anladı ve ona sevgi dolu bir gülüşle karşılık verdi. Mercedes salonun guguklu saatine baktı ve Edmond'a işaret etti.

Masanın çevresinde, aşağı tabakalara ait insanlarda yemeğin sonunda görülen gürültülü kahkahalar ve kişisel özgürlükler ortaya çıkmıştı. Yerlerinden hoşnut olmayanlar masadan kalkmışlar başkalarının yanında oturmaya gitmişlerdi. Herkes bir ağızdan konuşmaya başlamıştı, kimse karşısındakinin ona söylediği şeye yanıt vermeye çalışmıyor, sadece kendi düşünceleriyle ilgileniyordu.

Femand'ın solgunluğu neredeyse Danglars'ın yanaklarına geçmişti; Femand'a gelince, o artık yaşamıyor, ateş gölünde yanıyor gibiydi. Önceleri yerinden kalkıyor, şarkıların gürültüsünü ve kadehlerin birbirine vurulurken çıkardığı sesleri duymamak için kulaklarını kapatarak salonda ileri geri dolaşıyordu.

Danglars'ın kaçar gibi göründüğü anda Caderousse ona yaklaştı ve salonun bir köşesinde onu yakaladı.

"Gerçekten de," dedi Caderousse, Dantes'in güzel davranışları, özellikle de Pamphile Baba'nın iyi şarabı sayesinde, Dantes'in beklenmedik mutluluğunun, ruhuna tohumlarını ektiği nefretten geriye hiçbir şey kalmamıştı, "gerçekten de, Dantes kibar bir çocuk; onu nişanlısının yanında otururken görünce dün ona karşı kötü bir şaka düzenleseydiniz çok yazık olacaktı, diye düşündüm."

"Bu yüzden de," dedi Danglars, "işin devamı gelmedi; şu zavallı Mösyö Femand öyle allak bullak olmuştu ki önce ona acıdım; ama rakibinin düğününde sağdıç olarak yer aldığı anda artık söyleyecek hiçbir şey kalmamıştır."

Caderousse Femand'a baktı, benzi solmuştu.

"Aslına bakarsanız kız ne kadar güzelse bulunulan özveri de o kadar büyük olur, lanet olsun!" dedi Danglars, "müstakbel kaptanım mutlu bir namussuz; sadece on iki saatliğine adımın Dantes olmasını isterdim."

"Gidelim mi?" diye sordu tatlı bir sesle Mercedes; "bak saat ikiyi vuruyor, bizi ikiyi çeyrek geçe bekliyorlar."

"Evet, evet gidelim!" dedi Dantes hemen ayağa kalkarak.

"Gidelim!" diye yineledi tüm konuklar bir ağızdan.

Aynı anda, pencerenin kenarına oturmuş olan Femand'dan gözlerini ayırmayan Danglars, onun gözlerinin korkuyla büyüdüğünü, çırpınır gibi bir hareketle ayağa kalktığını ve pencerenin pervazına düşer gibi oturduğunu gördü; hemen hemen aynı anda merdivenlerde boğuk bir gürültü duyuldu; ağır adımların yankısı ve silahların tıkırtısına karışmış seslerin anlaşılmaz uğultusu, konukların haykırışları ne kadar gürültülü olursa olsun, on-lan öylesine bastırdı ki herkesin dikkatini çekti ve o anda kaygılı bir sessizlik oldu.

Sesler yaklaştı: kapının kanadına üç kez vuruldu; herkes şaşırmış bir halde yanmda-kine baktı.

"Kanun namına!" diye bağırdı heyecanlı bir ses, buna hiçbir ses yanıt vermedi. Hemen arkasından kapı açıldı, nişan kurdelesini takmış bir komiser, başlarında bir onbaşı olan dört silahlı askerle salona girdi.

Kaygı yerini büyük bir korkuya bıraktı.

"Ne oldu?" diye sordu armatör, daha önceden tanıdığı komiserin yanına kadar giderek; "herhalde bir yanılgı var mösyö."

"Bir yanlışlık varsa Mösyö Morrel," diye yanıt verdi komiser, "inanın bu yanlışlık hemen düzeltilecektir; ama ben şimdi bir tutuklama emri getirdim; üzülerek de olsa görevimi tamamlamalıyım, bunu kesinlikle yapmalıyım: beyler, içinizde Edmond Dantes hanginiz?"

Tüm gözler çok heyecanlı, ama soğukkanlılığını koruyan genç adama çevrildi, o öne doğru bir adım attı ve şöyle dedi:

"Benim efendim, benden ne istiyorsunuz?"

"Edmond Dantes," dedi komiser, "kanun namına sizi tutukluyorum!"

"Beni tutukluyor musunuz!" dedi Dantes hafifçe sarararak, "ama beni neden tutukluyorsunuz?"

"Bunu bilmiyorum mösyö, ama ilk sorgunuzda bunu öğreneceksiniz."

Mösyö Morrel durumun ciddiyeti karşısında yapılacak hiçbir şey olmadığını anlamıştı: nişan kurdelesini takmış bir komiser artık bir insan değildir, yasanın soğuk, sağır ve

dilsiz heykelidir.

Yaşlı adam ise, tam tersine, subaya doğru atıldı; bir babanın ya da bir annenin yüreğinin hiçbir zaman anlayamayacağı şeyler vardır.

Yalvardı, yakardı: ne gözyaşları ne de yalvarışlar hiçbir işe yaramıyordu; ama umutsuzluğu öylesine büyüktü ki komiser bile duygulandı.

"Mösyö," dedi, "sakin olun; oğlunuz belki de sağlık ya da gümrük işlerinde bazı formaliteleri ihmal etmiştir ve büyük bir olasılıkla istenen bilgiler ondan alınınca yeniden özgür olacaktır."

"Baksana! Bu da ne demek oluyor?" diye sordu Caderousse gözlerini kırpıştırarak, şaşırmış gibi görünen Danglars'a.

"Ne bileyim ben?" dedi Danglars; "Ben de senin durumundayım: ne olup bittiğini görüyorum, ama hiçbir şey anlamıyorum, şaşırıp kaldım."

Caderousse gözleriyle Fernand'ı aradı, ama o ortadan yok olmuştu.

Bir gün önceki sahne tüm çıplaklığıyla gözünün önüne geldi.

Felaket, bir gün önceki sarhoşluğun, kendisi ve belleği arasına gerdiği örtüyü çekip alıvermişti sanki.

"Ah! ah!" dedi boğuk bir sesle, "bu dün sözünü ettiğiniz şakanın bir devamı olmasın Danglars? Eğer öyle ise bunu yapana lanet olsun, çünkü bu kötü bir şaka."

"Hiç de değil!" diye haykırdı Danglars, "tam tersine, benim kağıdı yırttığımı çok iyi biliyorsun."

"Yırtmadın," dedi Caderousse; "onu bir köşeye attın, işte yaptığın bu."

"Sus, sen hiçbir şey görmedin, sarhoştun."

"Fernand nerede?" diye sordu Caderousse.

"Ne bileyim ben?" diye yanıt verdi Danglars, "herhalde işine gitmiştir: ama bununla uğraşacağımıza şu zavallı insanlara yardım etmeye gidelim."

Gerçekten de bu konuşma sırasında Dantes gülümseyerek tüm dostlarının elini sıkmış ve tutuklu olarak adalete teslim olmuştu, gitmeden şöyle dedi:

"Sakin olun, yanlışlık anlaşılacak ve büyük bir olasılıkla hapishaneye kadar gitmeyeceğim bile."

"Ah! Kesinlikle böyle olacak, buna güvence veririm," dedi bu sırada ortadaki gruba yaklaşan Danglars.

Dantes askerlerin ortasında, polis komiserinin önünde merdivenleri indi. Kapısı ardına kadar açık bir araba kapının önünde bekliyordu, Dantes buna bindi, iki asker ve komiser ondan sonra bindiler; kapı kapandı ve araba Marsilya yolunu tuttu.

"Hoşçakal Dantes! Hoşçakal Dantes!" diye haykırdı Mercedes korkuluklardan sarkarak.

Tutuklu, nişanlısının parçalanan kalbinden bir hıçkırık gibi çıkan bu çığlığı duydu; başını arabanın camından dışarı çıkardı ve haykırdı: "Yine görüşeceğiz Mercedes!" ve Sa-int-Nicolas Kalesi'nin köşelerinden birinde gözden kayboldu.

"Beni burada bekleyin," dedi armatör, "karşıma çıkan ilk arabaya binip Marsilya'ya gideceğim ve size haber getireceğim."

"Haydi gidin!" diye bağırdı herkes, bir ağızdan "haydi gidin! ve hemen geri gelin!" İkisi de gittikten sonra geride kalanların arasında bir an korkunç bir şaşkınlık oldu. Yaşlı adam ve Mercedes bir süre yapayalnız, her biri kendi acılarına gömülmüş olarak kaldılar; ama sonunda birbirlerine baktılar; birbirlerini aynı darbeyi yemiş iki kurban gibi gördüler ve birbirlerinin kollarına atıldılar.

Bu sırada Fernand içeri girdi, bir bardak su doldurdu ve içti, sonra da gidip bir sandalyeye oturdu.

Rastlantıya bakın ki bu sandalye yaşlı adamın kollarından sıyrılan Mercedes'in oturduğu sandalyenin yanmdakiydi.

Femand içgüdüsel bir hareketle sandalyesini geri çekti.

"Bu onun işi," dedi Danglars'a, gözünü Katalan'dan ayırmayan Caderousse. "Sanmam," diye yanıt verdi Danglars, "o fazla aptal; ne olursa olsun bunu kimin yaptığı ortaya çıkacak."

"Bu aklı kimin verdiğinden söz etmiyorsun bana," dedi Caderousse.

"Hay Allah!" dedi Danglars, "öylesine söylediğimiz her şeyden sorumlu olsaydık!" "Evet, öylesine söylenen şeyler gerçek olursa."

Bu arada gruplar tutuklamayla ilgili her türlü yorumu yapmaktaydılar.

"Ya siz Danglars," dedi bir ses, "bu olay hakkında ne düşünüyorsunuz?"

"Ben mi?" dedi Danglars, "birkaç balya yasak mal getirmiş olmalı diye düşünüyorum." "Ama öyle olsaydı bilirdiniz Danglars, çünkü siz muhasebeciydiniz."

"Evet, doğru; ama muhasebeci sadece kendisine açıklanan kolileri bilir: ben pamuk yüklü olduğumuzu, İskenderiye'de Mösyö Pastret'den, Smyma'da Mösyö Pascal'dan mal aldığımızı biliyorum, hepsi bu; bana daha fazla bir şey sormayın."

"Ah! şimdi anımsıyorum," diye mmldandı yaşlı adam, bu birkaç sözcükten anlam çıkarmaya çalışarak, dün bana benim için bir kasa kahve, bir kasa da tütün getirdiğini söylemişti."

"Gördünüz ya," dedi Danglars, "işte bu: gümrükçüler bizim yokluğumuzda Firavun'a çıkmış ve gizli kapaklı yapılan şeyi ortaya çıkarmış olmalı."

Mercedes bunların hiçbirine inanmıyordu; o âna kadar kendisini tutmuştu, ama acısı aniden hıçkırıklar halinde boşaldı.

"Haydi, haydi, umut!" dedi Dantes Baba, ne dediğini pek bilmeden.

"Umut!" diye yineledi Danglars.

"Umut," diye mırıldanmaya çalıştı Fernand.

Ama bu sözcük onu boğuyordu; dudakları oynadı, ama ağzından tek sözcük bile çıkmadı.

"Beyler," diye bağırdı konuklardan korkuluğun üstünde nöbetçi olarak kalmış biri; "beyler bir araba! Ah! bu Mösyö Morrel! Cesaret, cesaret! Bize kesinlikle iyi haberler getiriyor." Mercedes ve yaşlı baba armatörü karşılamak için koştular ve onunla kapıda karşılaştılar. Mösyö Morrel'in yüzü bembeyazdı.

"Ne oldu?" diye sordular hepsi bir ağızdan.

"Pekala dostlarım," diye başladı Mösyö Morrel kafasını sallayarak, "işler bizim sandığımızdan daha ciddi."

"Ah! Mösyö," diye haykırdı Mercedes, "o masumdur!"

"Ben de buna inanıyorum," dedi Mösyö Morrel, "ama onu suçluyorlar..."

"Neyle suçluyorlar peki?" diye sordu yaşlı Dantes.

"Bir Bonaparte ajanı olmakla."

Bu öykünün geçtiği dönemde yaşamış olan okurlarım Mösyö Morrel'in dile getirdiği suçlamanın o zamanlar ne denli korkunç olduğunu anımsayacaklardır.

Mercedes bir çığlık attı; yaşlı adam bir sandalyeye çöktü.

"Ah!" diye mırıldandı Caderousse, "beni aldattınız Danglars, şaka gerçek oldu; ama bu yaşlı adamın ve bu genç kızın acıdan ölmelerine izin vermeyeceğim, her şeyi onlara anlatacağım."

"Sus lanet olası!" diye haykırdı Danglars, Caderousse'un elini yakalayarak, "ya da senin sorumluluğunu üstüme almam; kim sana Dantes'in gerçekten suçlu olmadığım söyledi? Gemi Elbe'ye yanaştı, Dantes orada indi, bütün gün Porto-Ferrajo'da kaldı; eğer onun üstünde onu tehlikeye atacak bazı mektuplar bulunursa onu destekleyenler de iş-, birlikçi olarak düşünülürler."

Caderousse hemen bencillik içgüdüsüyle bu düşüncenin ne denli mantıklı olduğunu anladı; Danglars'a korku ve acıdan sersemleşmiş gözlerle baktı ve ileri attığı bir adım yerine iki adım geriledi.

"Bekleyelim o zaman," diye mırıldandı.

"Evet, bekleyelim," dedi Danglars; "eğer masumsa onu özgür bırakacaklardır; eğer suçluysa hükümete karşı fesatlık yapan biriyle işbirliği yapmanın yaran yoktur."

"O zaman gidelim, burada daha uzun süre kalamam."

"Haydi gel," dedi Danglars, eve dönmek için bir arkadaş bulmaktan hoşnut olarak, "gel, bırakalım onları ne zaman isterlerse o zaman gitsinler."

Oradan ayrıldılar: yeniden genç kızın desteği olan Fernand, Mercedes'in elinden tuttu ve onu Katalanlar'a götürdü. Öte yandan Dantes'in dostları da neredeyse baygın durumda olan yaşlı adamı Meilhan yoluna geri götürdüler.

Kısa sürede Dantes'in bir Bonaparte ajanı olarak tutuklandığı dedikodusu tüm kente yayıldı.

"Buna inanır mıydınız, sevgili Danglars?" dedi Mösyö Morrel, muhasebecisinin ve Caderousse'un yanına gelerek, çünkü kendisi de pek az tanıdığı kralın savcı yardımcısı Mösyö de Villefort'dan Edmond hakkında doğrudan bilgi almak için alelacele kente gitmişti; "buna inanır mıydınız?"

"Elbette efendim!" diye yanıt verdi Danglars, "Dantfes'in hiçbir neden olmadan Elbe Adasına uğradığım size söylemiştim, bu konaklama bende kuşku uyandırmıştı." "Kuşkularınızdan benden başka birine de söz etmiş miydiniz?"

"Bunu yapmaktan kaçınmıştım efendim," diye ekledi Danglars alçak sesle, "biliyorsunuz başkasına hizmet etmiş ve düşüncelerini saklamayan amcanız Mösyö Policar Morrel nedeniyle sizin de Napoleon'u tuttuğunuzdan kuşku duyuluyor; Edmond'a, sonra da size haksızlık etmekten korkarım; öyle şeyler vardır ki bir küçük memurun görevi bunu armatörüne söylemek, ama başkalarından kesinlikle gizlemektir."

"Pekala Danglars, bu iyi," dedi armatör, "siz dürüst bir çocuksunuz; zavallı Dantes'in Firavun'un kaptam olması durumünda sizi de önceden düşünmüştüm."

"Nasıl düşünmüştünüz efendim?"

"Evet, daha önce Dantes'e sizin hakkınızda ne düşündüğünü, sizi görevinizde alıkoymak konusunda bir isteksizliği olup olmadığını sormuştum; çünkü neden bilmem aranızda bir soğukluk var gibi gelmişti bana."

"Size ne yanıt verdi?"

"Bana sözünü etmediği bir nedenden size karşı gerçekten de bazı haksızlıklar ettiğini, ama armatörünün güvenini kazanmış olan herkese kendisinin de güveni olduğunu söylemişti." "İkiyüzlü!" diye mırıldandı Danglars.

"Zavallı Dantes!" dedi Caderousse, "eşsiz bir çocuk olduğu bir gerçek."

"Öyle, ama işte bu arada," dedi Mösyö Morrel, "Firavunkaptansız kaldı."

"Ah!" dedi Danglars, "ancak üç ay sonra hareket edebileceğimize göre, o zamana kadar dileyelim Dantes özgürlüğüne kavuşsun."

"Haklısınız, ama o zamana kadar?"

"Eh o zamana kadar da işte ben buradayım Mösyö Morrel," dedi Danglars; "benim uzun yolda bir gemiyi birinci kaptan kadar kullanabileceğimi biliyorsunuz; benden yararlanmak size de bir kolaylık sağlayacaktır, çünkü Edmond hapisten çıktığında kimseyi işten çıkarmak zorunda kalmayacaksınız: o yeniden görevinin başına dönecek, ben de benimkine, işte bu kadar."

"Teşekkür ederim Danglars," dedi armatör; "işte bu her şeyi yoluna koyuyor. O zaman kumandayı ele alınız, size bu yetkiyi veriyorum ve yüklerin boşaltılmasını denetleyiniz: bireylerin başına hangi felaket gelirse gelsin işler bundan zarar görmemeli."

"içiniz rahat etsin efendim; en azından o iyi Edmond'u görebilir miyiz?"

"Bunu size biraz sonra söyleyeceğim Danglars; Mösyö de Villefort ile görüşmeye ve ondan tutuklu için yardım istemeye çalışacağım. Onun ateşli bir kralcı olduğunu biliyorum, ama Allah kahretsin, her ne kadar kralcı ve krallık savcısı da olsa, o da bir insan ve ben onun kötü biri olduğunu sanmıyorum."

"Hayır," dedi Danglars, "ama onun hırslı olduğunu duydum ve bu da çok belli oluyor." "Neyse," dedi Mösyö Morrel içini çekerek, "göreceğiz; siz gemiye gidin ben de birazdan gelirim."

Sonra da iki arkadaştan ayrılıp adalet sarayının yolunu tuttu.

"işin geldiği noktayı görüyorsun," dedi Danglars Caderousse'a. "Şimdi hâlâ Dantes'i desteklemeyi istiyor musun?"

"Kuşkusuz istemiyorum; ama yine de bir şakanın böyle sonuçlar doğurması korkunç bir şey."

"Hay Allah! bunu kim yaptı? Ne sen ne de ben olmadığımıza göre Femand mı yaptı

acaba? Benim kağıdı köşeye attığımı iyi biliyorsun: hattâ ben onu yırttığımı sanıyordum." "Hayır, hayır," dedi Caderousse. "Ah! bundan eminim; kağıdın çardağın köşesinde buruş buruş olup yuvarlandığını gördüm, ah! onun hâlâ gördüğüm yerde olmasını çok isterdim."

"Elden ne gelir? Femand onu oradan aldı, kopyaladı ya da kopyalattı mı yani? Fernand böyle bir çabaya girmemiştir bile; ama düşünüyorum da... aman Tanrım! belki de benim yazdığım mektubu göndermiştir ! İyi ki yazımı değiştirmiştim."

"Ama sen Dantes'in gizli bir iş çevirdiğini biliyor muydun?"

"Ben bu konuda hiçbir şey bilmiyorum. Söylediğim gibi, ben bir şaka yapmak istemiştim, başka bir şey değil. Arlequin gibi, şaka yaparken gerçeği söylüyormuşum."

"ikisi de bir," dedi Caderousse, "bu işin olmaması için ya da bu işe karışmamış olmak için neler vermezdim. Göreceksin, bu bize uğursuzluk getirecek Danglars!"

"Eğer bu iş birine uğursuzluk getirecek ise gerçek suçluya getirecektir, gerçek suçlu da Femand, biz değiliz. Bize nasıl bir uğursuzluk gelebilir ki? Bize sakin olmak, bu konuda kimseye bir şey söylememek düşer sadece, böylece yıldırım düşmeden fırtına gelip geçecektir."

"inşallah!" dedi Caderousse, eliyle Danglars'a bir veda işareti yaparak, sonra işi başından aşkın insanların her zaman yaptığı gibi kendi kendine konuşarak, başını sallaya sallaya Meilhan yolunu tuttu.

"Bu iyi!" dedi Danglars, "işler benim önceden tasarladığım gibi gelişiyor: işte şimdi geçici olarak kaptanım, şu Caderousse budalası çenesini tutabilirse, sonra da gerçekten kaptan olacağım. Sadece adalet Dantes'i özgür bırakırsa dumm ne olur? Ah! o zaman da," diye bir gülümsemeyle ekledi, "adalet adalettir, ben de ona uyarım."

Bunun üzerine, bir kayığa atladı ve kayıkçıya onu, anımsanacağı gibi, armatörün ona randevu verdiği Firavun gemisine götürmesi emrini verdi.

KRALLIK SAVCI YARDIMCISI

Grand-Cours sokağında, Meduses Çeşmesi'nin karşısında Puget tarafından aristokrat mimarlığa uygun olarak yapılmış eski evlerden birinde aynı gün aynı saatte bir nişan yemeği veriliyordu.

Sadece öbür sahnenin oyuncuları halktan insanlar, denizciler ve askerler iken buradakiler Marsilya sosyetesinin üst tabakasından insanlardı. Bunlar, Zorba zamanında görevlerinden istifa etmiş eski yargıçlar; Conde ordusunun saflarına geçmek için bizimkilerden ayrılmış eski subaylar; beş yıllık bir sürgün hayatının kurban haline getirdiği, on beş yıllık Restorasyon'un Tanrılaştırdığı bu adama karşı kinleri nedeniyle, ailelerinin parayla tuttukları beş altı kişiyi kendi yerlerine askere göndermelerine karşın hâlâ yaşamları konusunda kaygılardan kurtulamamış aileleri tarafından yetiştirilmiş gençlerdi.

Sofradaydılar, konuşma, dönemin coşkusuyla, beş yüz yıldan bu yana dinsel kinlerin siyasi kinleri beslediği Güney'in ürkütücü, canlı Ve ateşli coşkusuyla, hararetli bir biçimde sürüp gidiyordu.

İmparatora, Elbe Adası'nın kralına, dünyanın bir bölümünün hükümdarı olmuş, beş altı bin kişilik bir topluluğa hükümdarlık etmiş, yüz yirmi milyon kişiden on farklı dilde "Yaşasın Napoleon" çığlıklarını duymuş birine şimdi burada, Fransa ve taht için sonsuza dek yok olmuş bir adam gibi davranılıyordu. Yargıçlar siyasi yanılgıları ortaya çıkarıyorlar, askerler Moskova ve Leipsick'ten, kadınlar Josephine ile ayrılığından söz ediyorlardı. Napoleon'un düşüşünden değil ilkelerinin yıkılışından mutlu ve sevinçli bu kralcı insanlara, yaşam kendileri için yeniden başlıyormuş, kötü bir düşten uyamyorlarınış gibi geliyordu.

Saint-Louis nişanı takmış yaşlı bir adam ayağa kalktı, konuklarına Kral XVIII. Lo-uis'nin sağlığına kadeh kaldırmayı önerdi; bu Saint-Meran markisiydi.

Hem Hartwell sürgününü hem de Fransa'ya yeniden banş getiren kralı anımsatan bu kadeh kaldırış üzerine uğultu büyüdü, kadehler İngiliz usûlü kalktı, kadınlar çiçek demetlerini çözdüler, onlarla masanın üstünü doldurdular. Bu neredeyse şiirsel bir heyecandı.

"Burada olsalardı kabul edeceklerdi," dedi heyecansız bakışlı, ince dudaklı, aristokrat görünüşlü, ellili yaşlarına karşın hâlâ zarif olan Saint-Meran markizi, "bizleri kovmuş olan, bizim de sakin sakin bizden yok pahasına zorbalıkla satın aldıkları eski şatolarımızda bize karşı dolaplar çevirmelerine izin verdiğimiz tüm bu devrimciler; gerçek özveriyi bizim yaptığımızı çünkü bizim çöken monarşiye bağlı kaldığımızı, oysa onların bunun tam tersine doğan güneşi selamladıklarım, servet kazandıklarım bizim ise servet yitirdiğimizi kabul edeceklerdir; aslında bizim kralımızın sevgili Louis olduğunu, oysa onların zorbasının her zaman sadece o lanetli Napoleon olduğunu kabul edeceklerdir; öyle değil mi, de Villefort?"

"Ne demiştiniz sayın markizim?.. Bağışlayın, konuşmayı izleyememiştim."

"Ehi Bırakın çocuklan markiz," dedi kadeh kaldıran yaşlı adam; "bu çocuklar evlenecekler ve doğal olarak politikadan başka konuşacak şeyleri vardır."

"Özür dilerim anne," dedi sarı saçlı, sedefsi bir berraklıkla, kadife gibi yumuşacık bakan genç ve güzel bir kız; "bir an sadece kendi tekelime aldığım Mösyö de Villefort'u size bırakıyorum. Mösyö Villefort, annem size bir şey söylüyor."

"İyi duyamadığım sorusunu bir kez daha yineleyebilirse, madama yanıt vermeye hazır olduğumu söylemek isterim," dedi Mösyö de Villefort.

"Bağışlandınız Renee," dedi markiz duygusuz yüzünde görmekten şaşkınlık duyulacak şefkatli bir gülümsemeyle; "ama kadın kalbi böyle yaratılmıştır, önyargıların esintisine ve törensel davranışların gerekliliklerine ne kadar duyarsız olursa olsun, doğurgan ve gülümseyen bir yanı vardır: bu Tanrının analık aşkına ayırdığı köşedir. Bağışlandınız... Şimdi, Bonapartçılarda ne bizim inancımız, ne bizim heyecanımız ne de özverimiz var, diyordum Villefort."

"Ah! Madam, onlarda en azından tüm bunların yerini tutacak bir şey var: o da bağnazlık, Napoleon Batı'nın Muhammet'i; tüm bu bayağı, ama aşın tutkulu insanlar için o sadece bir yasa koruyucu ve efendi değil, aynı zamanda bir örnek, eşitlik örneği."

"Eşitlik mi!" diye haykırdı markiz. "Napoleon, eşitlik örneği ha! O halde Mösyö de Robespierre'i ne yapacaksınız? Siz onun yerini Korsikalı'ya vermek için elinden alıyorsunuz gibi geliyor bana; oysa bunun oldukça büyük bir zorbalık olduğunu sanıyorum." "Hayır Madam," dedi Villefort, "her birini kendi ayaklığının üstünde bırakıyorum: Robespierre'i XV. Louis meydanındaki idam sehpasının üzerine; Napoleon'u Vendome meydanındaki sütununun üzerine; yalnız biri aşağı çeken bir eşitlik, öbürü yücelten bir eşitlik koydu ortaya; biri kralları giyotin düzeyine indirdi, öbürü halkı taht düzeyine yükseltti. Bu her ikisinin de rezil devrimciler olmadığı, 9 Termidor ve 4 Nisan 1814 tarihlerinin Fransa için iki mutlu gün olmadığı, düzen ve monarşi dostları tarafından kutlanmayacağı anlamına gelmez," diye ekledi Villefort gülümseyerek; "ama bu, her şey bir daha tekrarlanmamak üzere son bulmuşken, ki dilerim öyle kalır, Napoleon'un kendi bağnaz çömezlerini nasıl elinde tuttuğunu da açıklıyor. Elimizden ne gelir, markiz? Napoleon'un ancak yarısı eden CromweU'in bile çömezleri vardı!"

"Söylediklerinizin bir fersah öteden Devrim koktuğunu biliyor musunuz Villefort? Ama sizi bağışlıyorum: Bir Girondin'in oğlu olup da atalarının tarzını korumamak olacak şey değildir."

Villefort'un yüzü bir an kıpkırmızı oldu.

"Babam Girondin'di madam," dedi, "bu doğru; ama babam kralın ölümü için oy vermedi; babam sizi sürgüne yollayan Zorbalık döneminde sürgüne gönderildi ve babanızın başının düşüşünü gördüğü idam sehpasında az kalsın o da başım veriyordu."

"Doğru," dedi markiz, bu kanlı anı yüz çizgilerinde en küçük bir değişiklik yapmamıştı; "sadece ikisi birbirine taban tabana zıt ilkeler uğruna oraya çıktılar, kanıtı da şu, benim tüm ailem sürgündeki prenslere bağlı kaldılar oysa babanız yeni hükümete katılmakta acele etti, yurttaş Noirtier Girondin olmuştu, Kont Noirtier senatör oldu."

"Anne, anne," dedi Renee, "bu kötü anılardan artık söz edilmemesinin daha iyi olacağını biliyorsunuz."

"Madam," dedi Villefort, "sizden geçmişi unutmanızı isteme konusunda Matmazel de Saint-Meran'a katılıyorum. Tanrının iradesinin bile etkisiz kaldığı şeyler hakkında acı eleştirilerde bulunmak neye yarar? Tanrı geleceği değiştirebilir; ama geçmişi değiştiremez. Bizim, insanların, yapabileceğimiz şey, geçmişi yadsıyamıyorsak, en azından üstüne bir örtü çekmektir. Evet, ben sadece görüşlerimi değiştirmekle kalmadım, babamın soyadını da taşımıyorum artık. Babam Bonaparte yanlısıydı, belki şimdi de öyledir ve adı Noirti-er'dir; ben kral yanlışıyım ve adım Villefort. Bırakın eski gövdede devrimci özsuyundan kalanlar da yok olsun, siz yalnızca bu gövdeden tümüyle kopmayı beceremeyerek, hattâ neredeyse istemeyerek ayrılan sürgünü görün."

"Bravo Villefort," dedi marki, "bravo, iyi yanıttı! Ben de her zaman markize geçmişi unutmasını salık veririm, ama hiç yararı olmaz; siz daha başarılı olursunuz umarım." "Evet, doğru," dedi markiz, "geçmişi unutalım, en iyisi bu, en uygunu da; ama en azından gelecekte Villefort çelik gibi sert olsun. Majestelerinin yanında size kefil olduğumuzu unutmayın Villefort: Majesteleri de bizim salık vermemiz üzerine unutmayı kabul etti, benim de ricanız üzerine" -ona elini uzattı- "unutacağım gibi. Sadece eğer elinize herhangi bir hükümet karşıtı düşerse, bu insanlarla belki de ilişkisi olan bir aileden geldiğiniz bilindiği için gözlerin herkesten fazla sizin üzerinizde olacağını unutmayın." "Heyhat! Madam," dedi Villefort, "benim mesleğim ve özellikle içinde yaşadığımız zaman bana çok katı olmamı emrediyor. Ben de öyle olacağım. Şimdiden karşı koymam gereken birkaç siyasi suçlama oldu ve bu konuda elimden geleni yaptım. Ne yazık ki henüz sonuna gelmedik."

"Öyle mi sanıyorsunuz?" diye sordu markiz.

"Korkuyorum. Elbe Adası'nda bulunan Napoleon Fransa'ya çok yakın; kıyılarımızdan neredeyse fark edilen varlığı yandaşlarının umudunu canlı tutuyor. Marsilya, yarım aylıklı, her gün sudan bahanelerle kral yanlılarıyla kavga çıkarmaya çalışan subaylarla dolu; bu nedenle yüksek sınıf gençleri arasında düellolar, halk arasında cinayetler oluyor."

"Doğru," dedi Mösyö de Saint-Meran'ın eski dostu, Mösyö Kont d'Artois'nın mabeyincisi Kont de Salvieux, "evet, ama Sainte-AIliance onun yerini değiştiriyor."

"Evet, Paris'ten ayrıldığımız sırada bu söz konusuydu," dedi Mösyö de Saint-Meran. "Onu nereye gönderiyorlar?"

"Sainte-Helene'e."

"Sainte-Helene'e ha! Orası da neresi?" diye sordu markiz.

"Buradan iki fersah ötede, ekvatorun öbür yanında bir ada," diye yanıtladı kont. "Hele şükür! Villefort'un dediği gibi, böyle bir adamı doğduğu yer olan Korsika ile kayınbiraderinin hükümdarlık ettiği Napoli arasında, oğluna bir krallık kurmak istediği İtalya'nın karşısında tutmak büyük bir çılgınlık."

"Ne yazık ki," dedi Villefort, "elimizde 1814 antlaşmaları var ve bu antlaşmaları çiğnemeden Napoleon'a dokunulamaz."

"Öyleyse, çiğneriz," dedi Mösyö de Salvieux, "o, zavallı Dük d'Enghuen'ı kurşuna dizdirirken bu yasaları göz önüne aldı mı?"

"Doğru," dedi markiz, "böyle yapmalı, Sainte-Alliance Avrupa'yı Napoleon'dan kurtarır, Villefort da Marsilya'yı onun yandaşlarından. Kral hükümdarlık eder ya da etmez: başa geçerse hükümeti güçlü, emrindekiler katı olmalı; kötülüğü önlemenin yolu budur." "Ne yazık ki madam," dedi Villefort gülümseyerek, "bir krallık savcı yardımcısı her zaman kötü bir şey olduktan sonra işi devralır."

"O zaman kötüyü iyiye çevirmek ona düşer."

"Size şunu da söyleyeyim madam, biz kötüyü iyiye çeviremiyoruz, ama onu cezalandırıyoruz, yapabildiğimiz bu."

"Ah! Mösyö de Villefort," dedi Matmazel Saint-Meran'ın arkadaşı, Kont de Salvi-eux'nün genç ve güzel kızı, "biz Marsilya'da iken güzel bir dava üstlenin. Ben hiç ağır ceza mahkemesi görmedim, bunun çok ilginç olduğunu söylüyorlar."

"Gerçekten de çok ilginçtir matmazel," dedi savcı yardımcısı; "bu yapay bir trajedi değil, gerçek bir dramdır; yapmacık acılar yerine gerçek acılar vardır. Orada gördüğünüz süngüsü düşmüş adam evine dönmek, ailesi ile yemek yemek ve yeni bir güne başlamak üzere sakin sakin yatağına yatmak yerine, içinde cellat olan bir hapishaneye girecektir. Heyecan arayan sinirli insanlar için, bunun ayarında gösteri olmadığını görüyorsunuz. Sakin olun matmazel, koşullar elverirse size bunu sağlayacağım." ..

"İçimizi ürpertti... bir de gülüyor!" dedi Renee sarararak.

"Ne istiyorsunuz... bu bir düello... Ben şimdiye dek beş altı kez siyasi ya da siyasi olmayan sanıklar için ölüm cezası istedim... Hem bu saatte kimbilir kaç hançer karanlıkta bileniyor ya da bana çevriliyor?"

"Aman Tanrım," dedi Renee gitgide daha kötüleşerek, "ciddi mi söylüyorsunuz Mösyö de Villefort?"

"Daha ciddi olunamaz matmazel," dedi genç savcı yardımcısı, dudaklarında bir gülümsemeyle. "Matmazelin merakım gidermek, benim de kendi tutkumu doyurmak için istediğimiz bu dava ile durum ancak daha kötüleşebilir. Napoleon'un düşmanın üzerine gözü kapalı gitmeye alışmış tüm askerleri kurşun sıkarken ya da ellerinde süngüyle yürürlerken düşünürler mi sanıyorsunuz? Kişisel düşmanlan saydıklan insanları öldürürlerken, hiç görmedikleri bir Rusu, bir AvusturyalIyı ya da bir Maçan öldürmek için düşündüklerinden daha mı fazla düşüneceklerdir? Zaten gerekli olan da bu, görüyorsunuz; bu olmasa bizim mesleğimizin hiçbir varoluş nedeni de kalmaz. Ben bir sanığın gözlerinde bir öfke parıltısı gördüğümde kendimi daha cesur hissediyorum, kendimden geçiyorum: bu artık bir dava olmak-

tan çıkıyor bir kavgaya dönüşüyor; ona karşı savaşıyorum, o karşılık veriyor, ben dozu artırıyorum ve kavga tüm kavgalarda olduğu gibi ya bir yengi ya da bir yenilgi ile sona eriyor. İşte dava açmak budur! Tehlike güzel konuşmayı doğurur. Ben konuştuktan sonra bana gülümseyen bir sanık kötü konuştuğumu, inandırıcı olmadığımı, yetersiz kaldığımı düşündürür bana. Krallık savcı yardımcısı sanığın suçluluğuna inanmışsa, onun kanıtların ağırlığı ve konuşmanın çarpıcılığı karşısında sararıp solduğunu, dize geldiğini gördüğünde duyacağı gurur duygusunu düşünün. Bu baş eğilecek ve düşecektir."

Renee hafif bir çığlık attı.

"İşte konuşma dediğin böyle olur," dedi konuklardan biri.

"İşte şu günlerde gerekli olan insan!" dedi bir İkincisi.

"Son işinizde de olağanüstüydünüz zaten sevgili dostum Villefort. Hani şu babasını öldüren adam; cellat ona dokunmadan siz onu öldürmüştünüz bile," dedi bir üçüncüsü.

"Ah! Ana baba öldürenlere verilen ceza benim için o kadar da önemli değil," dedi Renee, "bu gibi insanlar için yeteri kadar ceza yok bile; ama zavallı siyasi sanıklar için!.." "Ama bu en kötüsü, Renee, çünkü kral ulusun babasıdır, kralı devirmeyi ya da öldürmeyi istemek otuz iki milyon insanın babasını öldürmek istemektir."

"Ah! Bu aynı şey Mösyö de Villefort," dedi Renee, "bana size salık vereceğim kişiler' için hoşgörülü olacağınıza söz verir misiniz?"

"İçiniz rahat olsun," dedi Villefort en sevimli gülümsemesiyle, "benim iddianamelerimi birlikte hazırlayacağız."

"Sevgili kızım," dedi markiz, "sinekkuşlarınızla, İspanyol cinsi köpeklerinizle ve giyim kuşamınızla uğraşın, müstakbel kocanızı işini yapması için rahat bırakın. Bugün silahlar dinleniyor, giysiler önemseniyor; bu konuda derinliği olan Latince bir söz var."

"Cedant arma togae, dedi Villefort eğilerek.

"Latince konuşmaya hiç cesaret edemem," dedi markiz.

"Doktorluk etmenizi yeğlerdim sanırım," diye araya girdi Renee; "yok edici melek ne denli melek olursa olsun beni çok ürkütür."

"İyi yürekli Renee!" diye mırıldandı Villefort, genç kızı aşk dolu bakışlarıyla sarmalayarak.

"Kızım," dedi marki, "Mösyö de Villefort bu eyaletin siyaset ve ahlak doktoru olacak; inanın bana, bu oynamak için güzel bir roldür."

"Ve bu rol babasının oynadığı rolü unutturmanın bir yolu olacak," diye yeniden araya girdi uslanmaz markiz.

"Madam," dedi Villefort üzgün bir gülümsemeyle, "size daha önce de babamın geçmişindeki yanlışlardan döndüğünü, en azından bunu umut ettiğimi, dinin ve düzenin en gayretli dostu olduğunu, pişmanlık duyduğu için belki benden de kralcı olduğunu söylemekten onur duymuştum ve bana gelince, ben yalnızca ateşli bir kralcıyım."

Bu yuvarlak cümleden sonra Villefort yaptığı konuşmanın nasıl bir etki yaptığını anlamak için tıpkı benzer bir cümleden sonra mahkeme salonundaki dinleyicilere baktığı gibi konuklara baktı.

"Evet, sevgili Villefort," dedi Kont de Salvieux, "bu tam da önceki gün, bana bir Gi-rondi'nin oğlu ile Conde ordusunun bir subayının kızı arasındaki bu garip birleşme konusunda benden biraz açıklama isteyen kralın bakanına Tuileries'de verdiğim yanıt; ve bakan bunu çok iyi anladı. Bu kaynaşma yöntemi XVIII. Louis'nin yöntemidir. Kral da, bundan hiç kuşkumuz yok, konuşmamızı dinliyordu, şöyle söyleyerek sözümüzü kesti: 'Villefort,' dikkatinizi çekerim, kral, Noirtıer sözcüğünü kullanmadı, tersine Villefort sözcüğünü vurguladı, 'Villefort,' dedi kral, 'işinde ilerleyecek; bu genç adam şimdiden olgun ve benim dünyamdan. Markinin ve markizin onu damat olarak seçmiş olmalarına çok sevindim, bu birleşmeyi yapma iznini istemek için önce bana gelmiş olsalardı ben de onlara bunu yapmalarını öğütlerdim.'"

"Kral böyle mi söyledi, kont?" diye çığlık attı Villefort büyük bir sevinçle.

"Size onun sözlerini aktarıyorum ve eğer marki açık yürekli olmak isterse, o da size altı ay önce krala siz ve kızı arasındaki evlilik tasarısından söz ettiğinde kralın ona da tümüyle şu anda söylediklerimi söylemiş olduğunu itiraf edecektir."

"Doğru," dedi marki.

"Ah! Demek her şeyimi ona, bu soylu prense borçlu olacağım. Ona hizmet etmek için neler yapmam ki!"

"Çok şükür," dedi markiz, "sizi ne kadar sevdiğimi görün: şu anda bir zorba gelsin isterse, tam zamanıdır."

"Bana gelince anne," dedi Renee, "Tanrıya sizi hiç dinlememesi, Mösyö de Villefort'a da sadece küçük hırsızlar, hileli iflas yapanlar ve acemi dolandırıcılar göndermesi için dua ediyorum."

"Bu sanki bir doktora yarım baş ağrısı, kızamık geçiren, arı sokan hasta dilemek gibi bir şey," dedi Villefort gülümseyerek, "tüm bunlar sadece üst deriyi tehlikeye atan şeylerdir. Eğer beni krallık savcısı olarak görmek istiyorsanız, tersine, iyileştirilmesi doktora onur verecek korkunç hastalıklar dileyiniz."

O anda, sanki yazgı, yerine getirmek için Villefort'un dileğim açıklamasını bekliyor-muş gibi, bir özel uşak içeri girdi ve Villefort'un kulağına bir şeyler söyledi. Villefort özür dileyerek sofradan kalktı ve birkaç dakika sonra yüzü aydınlanmış, dudaklarında bir gülümseme ile geri geldi.

Renee ona aşkla baktı; çünkü mavi gözleri, mat teni ve yüzünü çevreleyen siyah favorileriyle gerçekten zarif ve güzel bir delikanlıydı; kısa süre ortadan yok oluşunun nedenini açıklamasını beklerken genç kızın tüm ilgisi Villefort'un dudaklarına odaklanmıştı.

"Evet," dedi Villefort, "matmazel, biraz önce koca olarak bir doktor istiyordunuz, benim, en azından Esculape'ın öğrencileri ile -1815'te hâlâ böyle konuşuluyordu-böyle bir benzerliğim var, zamanım asla bana ait değil, nişan yemeğimde bile, sizin yanınızda iken gelip beni rahatsız ediyorlar."

"Hangi nedenden sizi rahatsız ediyorlar mösyö?" diye sordu genç kız hafif bir kaygıyla. "Heyhat! Bana söylenenlere inanmak gerekirse çok nazik durumdaki bir hasta için: bu kez tehlikeli bir durum var, hastalık idam sehpasına çok yaklaşmış."

"Aman Tanrım!" diye haykırdı Renee benzi solarak.

"Ne olmuş?" diye sordu topluluk bir ağızdan.

"Sadece Bonapartçıların küçük bir komplosu ortaya çıkarılmış gibi görünüyor." "Nasıl olur?" dedi markiz.

"işte ihbar mektubu."

Ve Villefort mektubu okudu :

Sayın krallık başsavcısına, tahtın ve dinin bir dostu olarak, Napoli ve Porto-Ferrajo'ya uğradıktan sonra bu sabah Smyrna'dan gelmiş olan Firavun gemisinin ikinci kaptanı Edmond Dantes adlı kişinin Murat tarafından Zorbaya, Zorba tarafından da Paris'teki Bonapartçı komiteye verilmek üzere mektup taşımakla görevlendirildiğini bildiririm.

Yakalandığında suçunun kanıtı da ele geçirilecektir, çünkü bu mektup ya kendi üzerinde ya babasında ya da Firavun gemisindeki kamarasında bulunmaktadır.

"Ama bu sadece imzasız bir mektup ve size değil krallık savcısına yazılmış," dedi Renee.

"Evet, ama krallık savcısı burada değil; mektup, onun yokluğunda görevi mektupları açmak olan sekreterine gelmiş, o da bunu açmış, sonra beni aratmış, beni bulamayınca da tutuklama için emir vermiş."

"Böylece suçlu tutuklanmış," dedi markiz.

"Sanık demek istiyorsunuz," dedi Renee.

"Evet madam," dedi Villefort, "biraz önce Matmazel Renee'ye açıklamaktan onur duyduğum gibi, söz konusu mektup bulunursa hasta oldukça ağır hasta demektir."

"Nerede bu zavallı?" diye sordu Renee.

"Benim evimde."

"Haydi dostum," dedi marki, "krala hizmet sizi beklerken bizimle kalmak için görevlerinizi ihmal etmeyiniz."

"O! Mösyö de Villefort," dedi Renee ellerini birleştirerek, "hoşgörülü olunuz, bugün sizin nişan gününüz!"

Villefort masanın çevresini dolaştı, genç kızın sandalyesine yaklaşarak arkalığına yaslandı:

"Sizi bir kaygıdan kurtarmak için," dedi, "yapabileceğim her şeyi yapacağım sevgili Renee; ama eğer ipuçları kesinse, suçlama doğruysa, bu Bonapartçı ayrıkotunu kesmek gerekecek."

Bu kesmek sözcüğünü duyan Renee titredi, çünkü kesilmesi söz konusu olan bu otun bir kafası vardı.

"Haydi haydi!" dedi markiz, "bu küçük kızı dinlemeyin Villefort, bunlara alışacak." Markiz kuru elini Villefort'a uzattı, o da markizin elini öptü, ama hep Renee'ye bakarak ve gözleriyle ona şunu söyleyerek:

"Bu öptüğüm sizin eliniz, ya da en azından şimdi sizin elinizi öpmek isterdim."

"Üzücü koşullar!" diye mırıldandı Renee.

"Aslında, matmazel," dedi markiz, "insanı umutsuzluğa düşüren çocukça davranışlarınız var: devletin yazgısının, duygusal fantezilerinizle ve yüreğinizin gülünç içliliğiyle nereye varacağım size sormak istiyorum biraz."

"Ah anneciğim!" diye mırıldandı Renee.

"Kötü kralcıları bağışlayın sayın markizim," dedi, de Villefort, "krallık savcı yardımcılığı görevimi bilinçli olarak, yani son derece katı bir biçimde yapacağıma söz veriyorum." Ama yargıç bu sözleri markize söylerken yan gözle de nişanlısına bakıyor ve bakışlarıyla şöyle diyordu:

"Sakin olun Renee: aşkınızın hatırı için hoşgörülü olacağım."

Renee bu bakışlara en tatlı gülüşüyle karşılık verdi ve Villefort kalbinde mutlulukla dışarı çıktı.

Continue Reading

You'll Also Like

6K 295 9
William Shakespeare (1564-1616): Oyunları ve şiirlerinde insanlık durumlarını dile getiriş gücüyle dört yüz yıldır bütün dünya okur ve seyircilerini...
12.2K 403 40
1860'ların Fransa'sında, kuzeydeki maden işçileri, çetin çalışma koşullarında yaşam mücadelesi vermektedir. İşçiler, ocaklarda göçük ve grizu patlama...
21.4K 1.1K 21
Kiraz çiçeğinin ölümünün ardından sonsuz bir yas çukuruna kendini gömen, umutsuz bir adamdı Uchiha Sasuke. Annesini kaybettikten sonra, babasını hay...
704 56 8
Ben Chloe BOURGAOİS. Birçoğunuz beni "kötü" olarak tanımlarsınız. Evet kötüydüm, ama onu tanıyana kadar...