twenty three

13.6K 1K 431
                                    

Nasıl toparlandım, evden nasıl çıktım, havaalanına nasıl geldim ben de bilmiyorum. Babamın kalp krizi geçirdiğini öğrendikten sonra düşünebilme yetimi kaybetmiş, adeta kendimden geçmiştim. Şu an ise yer bulamadığımdan ekonomi sınıfında bilet aldığım Kore uçağında cam kenarındaki koltuğuma oturmuş; görmeyen gözlerle dışarıya bakıyordum.

Taehyung'a uçağa bindiğimi az önce haber vermiştim, benim olan bitenleri öğrenmemin üzerinden saatler geçmesine rağmen babamın durumunda hiçbir değişiklik olmamıştı. Çok, çok korkuyordum; babam dünya üzerinde en sevdiğim, en değer verdiğim insandı. Öyle ki hayatımın her döneminde annemden bile bir adım önde olmuştu benim için. Sakin mizaçlı, güler yüzlü, espritüel bir insandı; anlaşamadığı insan sayısı yok denecek kadar azdı.

Durumunun ciddiyeti, muallaklığı canımı gerçekten çok yakıyordu ama beni tabiri caizse çileden çıkaran başka bir mesele vardı: artık anne demek bile istemediğim annem. Aramızda ne büyüklükte bir problem olursa olsun, bana ne kadar öfke duyarsa duysun sergilediği bu tutum bardağı taşıran son damla olmuştu. Babam kalp krizi geçirmişti ve ona kalsa benim bundan asla haberim olmayacaktı, benden bu kadar mı nefret ediyordu yani? Ne için peki?

Adım kadar emindim ki Japonya'ya taşınma kararımı zerre kadar umursamamıştı; onun tek derdi benim boşanmam, biricik damadı Kim Taehyung'dan ayrılmamdı. Evliliğimiz süresince zaman zaman Taehyung'u benden daha çok sevdiğini düşündüğüm bile olmuştu, kimin öz oğlu olduğunu unutuyor gibiydi. Gider gitmez onunla yüzleşecektim, bana bu yaptığının hesabını vermesini istiyordum. Hangi hakla babamın sağlık durumunu benden gizlediğini, bana haber vermediğini eğer yapabiliyorsa açıklasın istiyordum.

Ben can sıkıcı düşüncelerimle boğuşurken bu esnada hostesler kalkış öncesi rutin haline gelen uçak içi bilgilendirmelerini yapmaya başlamışlardı. Derin bir nefes alarak kemerimi bağladım ve yanaklarımdan usulca süzülen göz yaşlarımla arkama yaslandım. Az sonra uçak kalkış için hızlanmaya başladığında korkuyla dudaklarımı dişledim; uçak yolculuklarını özellikle de kalkışları oldum olası sevmemiştim.

iki saat sonra

Tekerlekleri piste sertçe değen uçakla bir an sarsılsam da koltukta dikleştim ve ağlamaktan sızlayan gözlerimi kırpıştırdım hızlı hızlı. Ben toparlanırken uçak birkaç dakika sonra işaretli alanda durdu, yolcular inmeye başladığında kemerimi çözerek ayağa kalktım. Rafa yerleştirdiğim bagaj çantasını da alarak merdivenlere yöneldim, burada uzun süre kalmayı planlamadığımdan yanıma fazla eşya almaya gerek duymamıştım.

Az sonra hızlı adımlarla havaalanından içeri girdiğimde uçak modunu kapatarak Taehyung'u aradım, telefon ikinci çalışta açıldığında onun konuşmasına fırsat vermeden çatlamış dudaklarımı araladım ve "İndim ben Taehyung, burada mısın?" diye mırıldandım. Yarına kadar sesimin kısılacağından adım gibi emindim.

"... Girişin önündeyim Jungkook, kapıların sağ tarafında bekliyorum seni."

"Tamam görüşürüz birazdan." dedikten sonra kapattım telefonu ve halsiz düştüğüm için bavulumu çekmekte bir hayli zorlanarak çıkış kapısına doğru ilerledim. Saniyeler içinde havaalanından çıktım ve yüzüme bir tokat gibi çarpan soğuk havaya karşı sızlayan gözlerimle sağ tarafıma bakındım. Taehyung'la göz göze gelmemiz çok kısa sürmüştü, giydiği siyah uzun parkayla arabasının kaputuna yaslanmış halde bekliyordu beni. Bir an duraklasam da hemen sonra ona doğru yürümeye başladım, berbat göründüğümü tahmin edebiliyordum.

Az sonra karşı karşıya durduğumuzda bir süre sessiz kalarak birbirimizi süzdük. Taehyung'da fiziksel olarak pek bir değişiklik yoktu; sadece biraz kilo almıştı. Onun dışında aynı kulak hizasında siyah dalgalı saçlar, aynı parlak koyu renkli gözler, aynı vişne çürüğü ince dudaklar, aynı mağrur duruş...

from the rough × taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin