25. Bölüm | Beş ve Buçuk

1.1K 94 24
                                    




Bölüm 25: ''Beş ve Buçuk''

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Bölüm 25: ''Beş ve Buçuk''


Saatler geçiyordu ve telefonumun ekranında sayıklayıp duran rakamlar sanki bir bir dolanıp damarlarıma karışıyormuş gibi zamanın akışı bedenimin kıvranmasına neden oluyordu. Saat ilerledikçe Azrail gökyüzünde belirginleşiyor, kara kanatları gece olup gökyüzünü gölgeliyor ve üç ruhu göğe çekmeye hazır bir halde bekliyordu.

Gözlerim karanlıkta sessizce dolanan zebaniyi yakalamak için bekliyordu. Kulaklarımda unutamayacağımı adım gibi bildiğim çığlık sesleri yankılanıyordu. Acı içinde kıvranan, kan kusan ve dünya yıkılmışçasına ağlayan insanların sesleri kulaklarımda tekrar tekrar çalıyor, sonra bozuk bir plak gibi aniden kesiliyordu. Sesler kesildiği anda... Anlıyordum ki, kurbanların ruhu huzura kavuştuğu için sesler son buluyor ve ölüm noktayı koyuyordu.

Bu, gece hâkimiyetini kurup ay ışığı yüzleri aydınlatacak hale gelene dek devam etti. Çalan telefonumun sesini defalarca sustursam da, titreşim sesleri korkuyla titreyen bedenime karışmaya devam etti. Neden sonra saat epeyce ilerlediğinden dolayı üşüyen bedenim daha fazla soğuğa katlanamadı ve sarı ceketime sıkı sıkı sarınıp bir evin köşesine sindim. Kalkıp gitmek, evime koşup annemin sıcak kollarına sığınmak ve her şeyin düzeleceğine inanmak istiyordum ancak sonrasında olacakları da tahmin edebiliyordum; uyanacak ve güne bir ailenin ölüm haberi ile başlayacaktım.

Durmayacaktı...
Asla durmayacaktı...

Bu yüzden sona gelmiş ailenin evine gidip kapıyı yeniden çalmayı ve zebani gelmeden onları evden uzaklaştırmayı zihnimde defalarca hayal ettim, senaryo defalarca tekrar etti ancak kendimde kalkıp o kapıyı açacak cesareti bulamadığım gibi, yaşadıklarımın gerçek olup olmadığına da inanamadım.
Karanlık bastıkça ve sokak lambaları tekledikçe gecenin şeytanları sinsice etrafıma toplandı. Hayal meyal gördüğüm kara lekeleri görmezden gelmek sandığımdan daha zordu, soğuk tenimin altına sızarken aynı anda uzun tırnaklara sahip bir elin tenimi okşadığını hissediyordum.

Yalnızlığım sekteye uğradıkça korkum gittikçe arttı, kara deliğin önünde oturuyormuşum gibi hissettiğim anlarda zebaninin bir diğer cinayetini beklemek şakaklarımın kafatasımdan koparılıyormuş gibi hissetmeme neden oluyordu. Ardımda birinin varlığını hissediyordum, soğuk bir beden bana yaklaşıyormuş gibi nefes alış verişlerini duyuyordum. Burada çaresizce bekleyen tek kişi ben değilmişim gibiydi. Yalnız değilmişim gibi... Kollarımı bedenime doladım ve içimdeki tedirgin edici hislerin bana sanrı gördürdüğünü söyleyerek kendimi rahatlatmaya çalıştım.
O kadar telaşlıydım ki etrafımda tuhaf bir varlığın dolandığını hissediyordum.

Ne de olsa bu sıralar sanrılarım olmadan geçen bir günüm yoktu. Neden sonra, hissettiğim hareketlilik artık katlanılmaz bir hale geldi ve arkama dönme cesaretini buldum ancak beni yine hiçlik karşıladı. Çevremde gerçekten dolanan bir şeyler varsa, henüz kanlı canlı görebileceğim boyutta değildi belli ki...

Ofladım, nefesim buhar olup uçtu. Önüme döndüğümde telefonumun ışığı yeniden yerimi belli etti. Telefonu elime aldım ve annemden gelen çağrılara baktım. Beni tam olarak dört saattir neredeyse yarım saat aralarla aramıştı ancak hiçbirini açamamıştım. Attığı mesajlara girdiğimde, son mesajının bir dakika önce atıldığını gördüm.

''Araba bozulduğu için gelemiyoruz ancak saat çok geç oldu ve hala senden haber alamadım. Lütfen beni ara yoksa başına bir iş geldiğini düşünüp şuracıkta bayılacağım. Uyuyup kaldığını umuyorum ama... Mercan, lütfen iyi olduğunu söyle. Yoksa eve bir polis yollayacağım.''
Sanki her bir dakikada kontrol etmiyormuşum gibi saate baktım tekrardan.
00.27
Saat çoktan gece yarısını geçmiş, ertesi günün ilk saatlerine giriş yapmak üzereydik. Daha önce hiç gece on birden sonra ayakta kalmamıştım, ilk defa bu kadar geç bir vakitte uyanıktım ve ilk defa gecenin bir yarısı dışarıdaydım. Düşünebildiğim tek şey bu gecenin olabildiğince hızlı bitmesiydi.

Zebaniyi görmekten de, onun yapacaklarına şahit olmaktan da korkuyordum ve içten içe bunu engellemek istesem de o kadar imkânsız görünüyordu ki gözüme, olduğum yerde korkudan çatlayacağımı düşünüyordum.

Anneme iyi olduğuma dair onlarca mesaj attım ve kısa bir süre çaldırıp kapattım. Ona uyuyakaldığıma ve yine de uyumaya devam edeceğime dair yalanlar söyledim. Parmaklarım bu yalanları dile getirirken düşündüğümden daha da fazla zorlandı. Sanki birkaç yıldır yalanların ardına sığınan ben değilmişim gibi yalan söylerken utandım. Mesajlarımı görüp iyi olduğumdan emin olduktan sonra annemin çağrıları dindi.
Etrafımdaki siluetlerle geçen dakikaların ardından geceyi yarıp geçen bir havlama sesi duydum. İrkilip aniden olduğum yere daha da çok sindim. Havlama sesleri arttı, sesler gittikçe yırtıcı bir yaratığın seslerine büründü.
İşte o an geldi, dedim. Sonunda zebani cehenneminden sıçradı ve cehennemin köpeklerinin de iplerini salıverdi.
Olduğum yerden başımı dahi çıkartamadım ancak havlamayı kesen köpeklerin pati seslerinden onların -en fazla iki ev uzağından izlediğim- gecenin kurbanlarının evlerine girdiğini duyabilmiştim. Sokaktaki sesler tamamen kesildiğinde başlıyor, dedim. İşte dehşet anları başlıyor ve Azrail yeryüzüne iniyor.

Telaş tüm bedenimi sardı, bacaklarımın etrafına dolanan bir kıpırtı beni ayağa kalkmak için zorladı. Tir tir titreyen bacaklarıma rağmen mucizevi bir şekilde ayağa dikildim ve kendimden bağımsız bir şekilde kendimi ahşap evin önünde buldum. Çapraz bağlanmış çitler, ay ışığında belli belirsiz görünen bahçe ve hemen ardından sadece üç basamak ile çıkılan koyu renkli ahşap ev şimdi hemen karşımdaydı ve içeride acı çekmek için uyandırılmak üzere bekleyen üç can, üçte yaratık vardı.

Rüyalarım artık zihnimden akıp gelmiş ve canlanıp ete kemiğe bürünmüştü. Kafamın içindeki her şey, şimdi tüm gerçekliği ile karşımdaydı.

Hayır, rüyada değilim, dedim. Gecenin bir yarısı olmasına rağmen uykuda değilim, bulunduğum yer bir hayal dünyası değil. Gerçek dünyadayım, gerçeklerle yüzleşiyorum. Yitip giden bir canı kurtarmaya çalışıyorum...

Nedensiz yere soluklarım hızlandı, göğsüm hızla inip kalkmaya başladı. Ciğerlerimden firar eden sıcak nefeslerim tenimden sıyrılmak istemeyen o buz gibi havaya karıştığı saniyelerde buhar olup uçuşuyor, gözlerimin önü hızlı nefes alış verişlerim nedeniyle beyaz bir dumanla kaplanıyordu.
Titreyen parmaklarıma inat elimi ileriye doğru uzattım ve bahçe kapısının soğuk demirlerine yasladım. Parmaklarım kelepçe misali demiri kavradı, bahçe kapısı neredeyse elimin altında un ufak olacakmışçasına bükülüp kaldı.

Çok yakınım, diye düşündüm. Olması gerekenden çok daha yakınım...

Göz kapaklarım, titreşen kirpiklerimle birlikte sık sık gözlerime örtülmeye başladığı sırada kulaklarımın hemen ardında ikinci bir nefes sesi işittim. Telaşla başımı çevirip arkama baktığımda, sessiz sokağın telaşsız görüntüsü dışında hiçbir şey göremedim ancak kalbim telaşlı gümbürtülerini sahneye atıverdi. Bu defa nefes sesi diğer taraftan kulaklarıma doluştuğunda, hızla çevirdiğim başım ile buhar olan nefesi havada yakalamış, sıcaklığını tenimde hissetmiştim. Karanlığın ortasında görünmez bir beden varmışta, nefes alıyormuş gibi dumanı üflendi.
''Devam et,''
dedi meçhulden gelen bir ses. Artık korktuğum şey yalnızca gerçekleşmiş rüyalarım ya da zebani değildi o sıra.
Kendimden korktum...
Devam etmemi fısıldayan o narin sesi duyduğum gece karanlığında, bakışlarım yeniden karşımdaki ahşap eve düştü ve parmaklarım sıklaştı. Buraya ne için geldiğimi sorguladım.
''Devam et...''
Parmaklarım benden bağımsız bir güç ile ileriye doğru itildi ve elimin altındaki kapı hafifçe aralandı. Sessiz gecede gürültülü bir gıcırtı sesi yankılandığında kızgın ateşe sokulmuşum gibi elimi aniden çekiverdim.

Gözlerim hızlıca evin kapalı pencerelerini ve örtülü perdelerini taradı. Sessiz olmak için çırpınan yanım oluşan gürültüden bir hayli korktu. Yakalanmamalıyım, diye düşündüm. Eğer yakalanırsam bunun sonu bir hiç olur.
Devam etmemi fısıldayan onlarca ses duydum o sıra kulaklarımda. Sağımdan geliyormuş gibi hissettiren sese doğru döndüğümde boşluk, solumdan geliyormuş gibi hissettiren sese döndüğümde ise yalnızlık karşıladı beni.

Etrafımda aynı ses tonu ile yankılanan aynı sözcükler dolanıp durdu. ''Devam et,'' diyorlardı. ''Devam et, devam et, devam et... Devam et ve içeriye gir...''
''Hayır,'' diye mırıldandım kendi kendime ve bir adım geriledim. ''Hayır.'' İçeriye giremezdim, içeridekilerle yüzleşemezdim. Buna gücüm yoktu, buna yetecek gücüm yoktu. Ne yapabilirim ki, diye düşündüm. Katile nasıl karşı koyabilirim?
İçeriye girdiğimi hayal ettiğim sırada, gerçekleşecek senaryolarda bir bir sıralandı zihnimde. Tamamen savunmasız bir halde içeriye girdiğimi düşündüm; şimdi adımlamaya devam edecek ve açık kapıya yönelecektim. Üzerinde yazan 72 sayısına bakacak, sonra kapıyı hafifçe aralayacaktım. İçeriye girecektim...
Ahşap parkelerin üzerinde gezinirken gürültü çıkardığımı ve köpeklerin bodrum katından çıkıp hızla üzerime saldırdığını hayal ettim önce.
Belki de içeriye girdiğim ilk anda yüzüne ışık tutulmuş bir yavru misali katilin radarına yakalanacak ve tek bir darbe ile olduğum yere yığılacaktım.
Belki bodruma kadar ulaşabilirdim... Bodruma inen merdivenlerde sıcakkanlar karşılayacaktı beni. Aşağıda ise, elindeki kanlı baltası ile yerde yatan iki cansız bedenin hemen üstünde dikilen bir adamdan başka hiçbir şey göremeyecektim. Atlayıp baltayı mı yakalamalıydım? Dişleri parçalamak için emir almış olan köpeklere mi saldırmalıydım? Bağırıp, ona durmasını söylemem yeterli olacak mıydı? Yaptığı şeye tanık olan birini gördüğünde durup kaçacak mıydı, yoksa bu gece öldürdüğü altıncı kişi mi olacaktım zebaninin?

Azrail bugün bu eve, kaç canı almak için yaklaşmıştı? Yanında kaç ruhu götürecek, gökyüzüne kaç ölü sürüklenecekti?

Yapabileceğim hiçbir şey yok,
diye düşündüm. Güçsüz ve çaresizim, yapabileceğim hiçbir şey yok.

Gözlerim karanlığın ortasında devasa bir yaratık gibi görünen evin üzerinden ayrılmadan adımlarım birer birer geriledi. Kaldırım taşlarına takıla takıla kaldırımdan inip yola çıktım. Gözlerim pencerelerde dolanıyordu, kalbim zebaniyi göreceğime dair ürpertici bir hisle doluyordu.
''Devam edemem,'' dedim zihnimde yankılanan sese inatla. ''Devam edemem.''

Arkamı döndüm ve süratle koşmaya başladım. Belime düşen çantam ve omuzlarımdan sarkmış ceketimle birlikte sızlayan ve üşüyen bedenimi hızlıca olay yerinden ayırdım. Adımlarım ardı ardına sıralandıkça arkamdan bir varlığın beni hızla geriye doğru çekmeye çalıştığını hissediyordum. Sanki cılız bir el çantamın sapına dolanmış ve kaçmamam için beni çekiştiriyor gibiydi. Sanki bir el adımlarımı hızlıca takip edip bileğime sarılacak ve beni tuttuğu gibi geriye sürükleyecek gibiydi.
Bir şey, beni o eve sokmak istiyor gibiydi...

Zihnimde yine aynı ses yankılanıyordu, kulaklarımı bir sıcaklık süpürüp geçiyordu. ''Geri dön, geri dön, geri dön... Geri dön ve zebaniyi gör...''
Gözyaşlarım firar eden ruhumla birlikte salınıverdi, yanaklarımdan tane tane yaşlar akıp tenimden sıyrılıp ardıma düşüverdi. Bileklerime sarılmak üzere olan parmakları sanki yok edebilirmişim gibi adımlarımı hızlandırdım, bağırdım. Evden uzaklaştıkça sanki tüm gerçeklerden kaçabiliyormuşum hissiyle ciğerlerim patlama noktasına geldi. Çığlık çığlığa, ağlaya ağlaya koştum ve sonunda güçsüz bacaklarım yere kapaklanmama neden oldu.

Dizlerim, yere düşer düşmez acı içinde sızlandı. Avuçlarım yere öpmek ister gibi soğuk asfalta yapışıverdi. Saçlarım, eğilen bedenimle birlikte önüme düştü. Geride bıraktığım canlara acıyan yüreğim sanki kendi kendine intikam almak istiyormuş gibi kemiklerime çarpıp durdu.
Haykıra haykıra ağladım, gecenin bir yarısı karanlığı yarıp geçen çığlıklarımla yankılandı. Sesim kulaklarıma çarptıkça devam etmemi söyleyen sesi dinlemediğim için pişmanlık duydum.

Ardımdaki yola sanki kanlar saçılmış, geçtiğim her yeri kana bulamış ve o evden ayaklarımın dibine dek izler taşımışım gibi hissettim. Arkama bakamıyordum ama biliyordum ki, onlar ölmek üzereydi. Şuanda ben değil, onların çığlıkları yankılanıyordu gökyüzünde. Şuanda, belki de iki saniye sonra... Ne olursa olsun bu gece...

Yapamamıştım...
Rüyalarımı engellemek bir yana, izleyip söylenmek dışında hiçbir şey yapamamıştım.

Ellerimi yere çarptım. Asfalta yuvarlanmış küçük taşlar avuçlarıma batıp küçük çizikler oluştururken ellerimi defalarca yere vurdum. Kapıyı açıp içeriye girmeyen parmaklarımı kırmak istedim.

''Yapabileceğim hiçbir şey yok!'' diye haykıran yanıma bir tokat savuruverdim. Titreyen ellerim usulca çantama sarıldı ve telefonumu çıkardı. Ekran kilidini açar açmaz mavi bir ışık yüzüme çarptı. Çağrı kısmını açtım, gözlerim önüne düşen rakamları ağlaya ağlaya tuşladım. Birkaç saniye içinde yanıtlanan aramanın hemen ardından haykırdım.

''Yardım edin!'' dedim, hıçkırarak. ''Yardım edin, onları öldürüyor! Lütfen yardım edin.'' Kulaklarıma naif bir ses doldu, bana sorular sormaya başladı. Ne söylemem gerektiğini biliyordum ama dilim sıkıştırdığım dişlerime çarpıp geri yuvarlanıyor ve sözcükleri dışarıya çıkarmama engel oluyordu.
''Dört yüz evlerde,'' dedim. ''Yetmiş ikinci ev. Onlar...'' Yana doğru düştüm, tek elimi boğazıma dikenli teller dolanmış gibi hissettiren yumruğu hafifletmek için gerdanıma sürükledim. ''Ölüyorlar...''

Sizce Mercan içeriye girseydi o aileyi kurtarabilir miydi?

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Sizce Mercan içeriye girseydi o aileyi kurtarabilir miydi?

Gördüğü bu yaşanmışlık Mercan'ı nasıl etkileyecek?

İçeri girmesini söyleyen seslerin amacı neydi?


Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.
Lanetli Kan | I-II ve IIIWhere stories live. Discover now