20. Bölüm | Ölümün Tadı (+18)

1.6K 106 25
                                    

Bölümlerin +18 olarak işaretlenmesinin nedeni cinayet sahneleri olmasındandır. Yaşı çok küçük olup etkilenebilecek olanlar için bir ibaredir, hiçbir güzelleme yoktur. Yine de italik yerler dışındakileri rahatlıkla okuyabilirsiniz. 


Bölüm 20: ''Ölümün tadı'' +18

Ops! Esta imagem não segue nossas diretrizes de conteúdo. Para continuar a publicação, tente removê-la ou carregar outra.

Bölüm 20: ''Ölümün tadı'' +18

''Kimsin sen?'' diye mırıldanırken buldu kendini kadın. ''Kimsin sen? Benden ne istiyorsun?''

Karanlıkta iri yarı bir beden, hemen ardından da kendine verdiği fiziki zararların esiri olan paramparça bir surat belirdi. ''Söyledim ya,'' dedi adam. ''Bir zebaniyim...''

Kadın, başını iki yana sallayıp ayağa kalktı ve mutfak tezgâhına tutundu. Başı dönüyor, görüşü sık sık kararıyordu.
''S-sen... Ne verdin bana?'' diye mırıldandı kadın. Tezgâhtan tutunarak ağır ağır ilerledi ve musluğa doğru uzanıp içindekileri öğürdü. Tükürmek, kusmak ya da midesini tamamen dışarıya çıkarmak suretiyle içindeki her ne ise onu uzaklaştırmak istiyordu. Boğazı alev alev yanıyor, ciğerlerine dek resmen kızgın lavlar yutkunuyordu.

Kısacık saçları başının hareketi ile savrulup gözlerine girdi ancak saçlarını düzeltecek dahi gücü kendinde bulamadığı için yalnızca gözlerini kırpıştırmakla yetinmek zorunda kaldı. Dudaklarını birbirine bastırdığı her an, kızgın bir ejderhanın ateş püskürme isteği gibi göğsü kabarıyor ve boğazı yanıyordu.
''Boğazım...'' diye sayıkladı, bir çaresi varmış gibi.
''Sana bir şey verdiğimi de nereden çıkardın?'' diyerek tezgâha doğru eğildi adam. Kadının bükülmüş bedeninin hemen arkasında, teninin kıvrımları tenine çarpacak kadar yakınında duruyordu. Derin bir nefes aldı ve kadının bedeninden yayılan o keskin kokuyu soludu.

Korku...
Kadın, acıdan çok korkuyla kasılmıştı. Boğazından aşağılara doğru sürüklenen bu yakıcı hissin onun hayatına mal olmasından korkuyordu. Sakat kalmaktan, yıllar boyu hastanelerde sürünmekten ya da beter bir yaşamdan değil; yaşamının sonlanmasından korkuyordu.

''Ne hoş bir koku...'' diye mırıldandı zebani. ''Bana karımı hatırlatıyorsun. Her gün soluduğum o güzel kokuyu bana yıllar sonra yeniden bahşediyorsun.''
Kadın, elini boğazına götürüp görünmez bir elin kendisini boğuyormuş hissinden kurtulmaya çalıştı. Çaresizce öğürmeleri devam ederken karanlık mutfağında aynı ses yankılanmaya devam ediyordu.

Tik, tak...
Tik, tak...
Tik, tak...
Kırık bir saatin gösterdiği donuk zamana rağmen, hala daha akan saniyelerin olduğunu hatırlatan yıkıcı bir mekanizma...

Kadın, gözlerini kırpıştırdı ve saçlarına değen nefesin öğürme isteğini arttırmasını diledi. Sıcak ve kötü kokulu keskin bir nefes, kısacık saçları arasından sızıp kulağına, ince tüylerine sızdı. Öğürdü, boğazına acı bir sıvı yükseldi ve yetmiş ikinci kez yutkunmak zorunda kalarak acı sıvıyı geri gönderdi.

İğrenç bir tat...
Dilini yakan bir sıvı...
Boğazında, nefes almasını dahi engelleyen sert bir yumru...
Soluk borusundaki tahrişin ardından yemek borusunda ülser oluşturan kızgın bir canlı...

''Oda senin gibi güzeldi,'' diye mırıldandı adam. Sessizliğin bozulmasını istemiyor ve bunun için geceden de kara sözleri ile pürüzlü sesini olabildiğince alçaltıyordu.
Alçak sesle konuşmayı severdi çünkü zihni onu buna alıştırmıştı.

''Senin kadar güzel bir yüze ve alımlı bir vücuda sahipti.''
Zebani, bedenini yaklaştırıp acı içinde kıvranan kadına sürttüğünde kadın yeniden öğürdü ve sonunda dudakları arasından acı bir sıvı dışarıya fırladı. Gözyaşlarıyla dolmuş gözkapakları görüşünü kısıtlıyordu. Elinin tersiyle gözlerini kuruladıktan sonra ilk olarak lavaboya baktı. Az önce tükürdüğü şey oradaydı. Gördüğü kızıl lekenin arasındaki pembemsi et parçası, içerde bir yerlerde bir parçasının kopup dışarı çıktığına kendini inandırırken, korkuyla bağırıp parmaklarına ağzından içeriye soktu. İşaret ve orta parmağını damağına, diline ve küçük dilinin çevresine dek sokup dolandırdı ve ağzındaki o acı tattan kurtulmaya çalıştı lakin parmaklarını geri çıkardığında onların tamamen kızıla boyandığını görmek, bunun hiçbir işe yaramayacağını; çoktan ağız içindeki mukozanın parçalandığını ve kendi kanını yutkunup durduğunu açık etti.

Çığlık çığlığa tükürmeye ve parmaklarını defalarca ağız içinde gezdirmeye çalıştı ancak acısı yalnızca katlandı. Ağlıyor, öğürüyor ve kendi tenine işkence ediyordu. Korku dolu çığlıkları alanı doldurdu, dolap kapakları dahi acı acı inlemeye başladı. Önünde duran musluğu açıp ağzına su doldurarak gargara yapmaya çalıştı ancak sonuç her defasında aynı oldu. Lavabo kızıla boyandı.

''Ne kadar yanlış bir hamle,'' diye mırıldandı zebani. ''Ağız içine yaptığın her türlü hamle yalnızca acını katlayacak. Aslında, kendi kendine acı vermekten öteye geçemiyorsun. Bunu sen henüz düşünürken açıklamak istemiştim ama zihnimdeki sesin o kadar güzeldi ki, susturmak istemedim.''

''N-ne yya-pı-orsu-un?'' diye ağlayarak sordu kadın. ''Ne-ne ver-di-in ba-na?'' Konuşmak artık yalnızca zulümdü.
''Söyledim ya, söyledim ya... Beni hiç dinlemiyorsun, tıpkı onun gibisin. Ben sana hiçbir şey vermedim, sen kendi rızanla içtin.''

Kadın, ellerini musluğa yaslayıp tamamen iki büklüm bir halde çaresizce mırıldandı. ''Ne i-içtim? N-ne içt-im ben?''
Adam, iyice eğildi ve kadının kıvrımlarını en uç noktalarında dahi hissedebileceği kadar yaslanıp soluklandı. ''Sonunda doğru soruyu sorabildin,'' derken sesinde alay gizliydi. Elini kadının ensesindeki saçlardan kulağına, sonra da boynuna doladı. Parmakları çenesinin altındaydı. İşaret parmağı şahdamarına baskı yapıyor, kadın öksürdükçe boğazındaki basıncı parmak uçlarında hissediyordu.

''Sen, tadının damağından ayrılmayacağı çok özel bir şurup içtin.''
Kadın, zebaninin diğer elinin, onun için giydiği elbisenin altına sızdığını görünce çığlık atıp onu ittirmeye çalıştı. Bu elbiseyi giyerken hayalinde canlandırdığı o tutkulu temasların şimdi midesini daha da bulandırıyor olmasının tek nedeni, ardındaki adamın düşüncelerini zehir eden bir zebani olduğunu yeni öğreniyor olmasıydı.

''Tadının ne kadar kusursuz olduğunu hissedebiliyor musun? Bu şurup, 1700'lü yıllarda idam şarabı olarak kullanılıyordu. Tadı öyle yakıcıydı ki, geçtiği yerde derin izler bırakırdı. Bu yüzden acı içinde ölmesi istenen kişilere verilerek günlerce yaralarının kanamasını en uç noktalara kadar hissedip nefessiz kaldığı her an kendi kanını yutması sağlanırdı. Bir çeşit işkence aracıydı...

İdam şarabı, işkence şurubu ya da başka bir şey... İstediğini söyleyebilirsin ama ben ona 'Ölümün Tadı' diyorum.''

Zebani, bedenini iyice öne doğru ittirip kadını tezgâhla kendisi arasına sıkıştırdıktan hemen sonra elbisesinin altındaki baldırlarını sıkıştırıp inledi. Kadın, bedenine yapılan bu izinsiz temasın ardından çığlık çığlığa bağırıp adamı ittirmeye çalıştı. Görüşü yine gözyaşları ile bulandığından, gördüğü tek şey kızıl bir örtü oluyordu.

''Bırak!'' diye bağırdı, hemen ardından kendi kanını yuttuğundan dolayı sancılı birkaç saniye daha geçirdi.
''Ona benzemenin nedeni bu işte,'' diye mırıldandı adam, o kalın ve pürüzlü sesiyle. ''Kendini bana sunduktan sonra ona dokunmamdan rahatsızlık duyan aptal bir kadındı; onu arzuladığımı bile bile bana işkence ediyordu ve yükseldiğim anı bekleyip bana saldırıyordu. Beni savunmasız bırakmayı o kadar çok istiyordu ki, tüm gardımı indirmem için yasak tutkuları tattırmaya çalışıyordu.

Tıpkı onun gibisin... Acı bir arzunun ardından gelen o boğaz yakıcı his gibisin... Ve ben boğazımdaki bu yakıcı histen kurtulmak istiyorum.''

Zebani, karısı hakkında söylediği sözlerin hemen ardından kadına saldırınca kadın bir gayret ile uzanıp tezgâhta bulunan herhangi bir şeyi kavramaya çalıştı. Zebaninin üzerindeki baskısı şiddetliydi, iri yarı adamın kuvvetine karşı gelmesi çok zordu. Karnı tezgâha yaslanmasından dolayı iki büklüm kalmışken kalçalarında mide bulandırıcı baskılar vardı. Adamın elleri vücudunda gezindiği her dakika boğazındaki acı da ikiye katlanıyordu.

Adamın omzundaki eli biraz sonra tezgâha düşüp, iki yandan bedenini tamamen kıstırınca kadın kaçamayacağını anladı ve kolunun uzanabildiği her köşeden bir nesne yakalayama çalıştı. Bıçaklarını bu kadar uzak bir köşeye koyduğu için pişmandı; eğer parmakları şuanda bir bıçağa dolanabilseydi arkasındaki adamın başını gövdesinden ayırmak için hamle yapmaktan asla çekinmeyecekti. Hayatı pahasına ve bedeninin masumluğu uğruna katil olmak, ardındaki katili kökü kurumuş bir yabani otun acizliğine bürünene dek bıçak yarasına maruz bırakmak istiyordu.

Hıçkırıkları ve çığlıkları geceye hâkim bir halde salınadururken kadının eline aniden bir şey çarptı. Nesne çarpmanın etkisi ile kendi etrafında döndü, tezgâhta tiz bir ses çıkardı. Kalçalarındaki baskı artıp etekleri beline dek toparlanırken ciğerlerine deşen acıyla da mücadele ediyordu ve o anda kulaklarına dolan bu şıngırtı sesi yüzünde tuhaf bir sevinç ifadesi oluşmasına neden oldu.

Nesneye doğru uzandı ve iki ucundan sıkıca kavradı. Bu bir şampanya açacağıydı. Birkaç dakika önce ardındaki adamın elinde, şampanyayı açarken oldukça masumane duran alet, şimdi kadının kaçış noktası olacaktı.

Kaldır, vur ve kaç... Yaşamak için bir hastaneye ulaş...
Aklından o anda geçen tek şey buydu.
Kaldır, vur ve kaç... Yaşamak için...
Kaldır, vur ve kaç...
Nesne avuçları içinden taşıp savurabileceği bir hale gelirken, sol dirseğini kaldırdığı gibi adama doğru savurdu. Dirseğinin adamın bedenine çarpmasını ve adamın kendinden birkaç santim uzaklaşmasını bekliyor ve hamlesini gerçekleştirmek için hazır ola geçiyordu ancak elleri kalçalarını istila etmiş adamın, sanki bekliyormuşçasına hamleyi ustaca engellemesiyle heyecanı aniden söndü.

Zebani, kadının dirseğini tuttuğu gibi kavradı ve kolunu büküp acıdan kıvranmasına neden oldu. ''Tatlım, tatlım...'' diye mırıldandı adam, pürüzlü sesiyle. ''Vur ve kaç, öyle mi?'' dedi. ''Gördüğün bir hamleden kaçmak kolaydır,'' diye de ekledi. ''Seni apaçık görebiliyorum.''
Diğer eli kalçalarından yukarıya tırmandı. Tenine sürten parmaklarıyla birlikte elbisesi daha da yukarılara kıvrandı ve adamın soğuk eli kadının iç çamaşırının ipini yokladı.

''Seni apaçık duyabiliyorum.''
Kadın, ardında ki adamın sözleriyle birlikte aniden bağırdı ve ilk hamlesini beklemeden ikinci ve en önemli hamlesini uyguladı. Açacağı tuttuğu elini kaldırıp aniden adamın bacağına indirdi. Açacağı geri çıkarırken geçtiği yeri koparıp attığını hissedebilmişti.
Zebani, acı acı sızlanıp bir adım geriye kaçtığı anda da kadın hızla arkasına döndü ve üçüncü hamlesini de gerçekleştirdi. Sımsıkı tuttuğundan ötürü eklemleri bembeyaz olmuş ve kendi kanına bulanmış elini kaldırıp, açacağı bu defa adamın yüzüne savurdu. Elindeki metalin adamın tenine yaptığı kuvveti ve etini yırtan o sürtünmeyi en uç noktalarına kadar hissetti kadın.
Yüzündeki yaralara bir yenisi eklenmiş adam ise öfkeyle hırladı. Vahşi bir hayvan misali hızla bşğını çevirdi ve avını kıstırdı. Yüzünden oluk oluk akan kanları elinin tersiyle siliverdi, bacağındaki yara sanki var olmamışçasına unutuldu.

Kadın, kaçmak için hamle yaptı ancak yüzünden karnına dek iç organlarının sancısı onu bir hayli güçsüz düşürmüştü. İçten içe acıyla ölüme yaklaşırken hareket etmek zordu. Mutfaktan çıkamadan zebani onu yakaladı ve attığı birkaç adımı geri gitmesine sebep oldu. Kadının bedeni tezgâha fırlatıldı, biraz sonra kadın yine yere kapaklandı.

''Ne yaptığını sanıyorsun sen!'' diye bağırdı adam, dudaklarından tükürükler saçarken gözleri de öfkeyle büyümüştü. ''Ne b*k yediğini sanıyorsun ha s**tiğimin ****!''
Kadın, yerde acı içinde kıvranırken zebanide öfkeyle üzerine doğru yürüdü. Yüzünden akan kanı yere damlamaması için dikkatle siliyor ancak aynı zamanda da öfkesinden dolayı her yanı kırıp dökmek istiyordu. Kadın, hala daha elinde tuttuğu metali çaresizce savurmaya çalıştı ancak adam, bir kol mesafesinden çok daha uzaktaydı.

''Gel buraya!'' diye bağırdı zebani. Kadını saçlarından tuttuğu gibi ayağa kaldırdı ve tıpkı az önceki gibi tezgâha yasladı. Kadının beli anında büküldü ve yüzü, tezgâhın soğuk yüzeyine sertçe çarptı.
''Boğazımdaki o gıcığa ne olduğunu biliyor musun?'' dedi, öfkede nefes nefese kalmış gibi soluklanıyordu. Kadının başını tezgâha yaslamaya devam ederken diğer eli ile yakınındaki çekmeceleri karıştırdı ve kadının zihninin derinliklerinde sakladığı o satırı buldu.
Zebani, satırı kuvvetlice kavrayarak havaya kaldırdı ve kadının satırın karanlıkta parlayan keskin yüzeyini görüp çığlık çığlığa debelenişini izledi.
''Onu lime lime ettim! Boğazımdaki o acıdan tamamen kurtuldum. Bunun nasıl bir his olduğunu biliyor musun? Eminim öğrenemeyeceksin... Çünkü senin de sonun belli, tıpkı diğer kurbanlarım gibi Azrail'le tanışmadan önce gördüğün son yüz benim yüzüm olacak.''

Lanetli Kan | I-II ve IIIOnde histórias criam vida. Descubra agora