-26-

713 47 72
                                    

Aynı yerdeydim. Yine o mahallede, yine o ağacı görebilecek uzaklıktaydım. Küçük bir kız evinin kapısını açıp dışarı çıktı. Seke seke karşısındaki binaya ilerlerken kaşlarım havalanmıştı.

Onu tanıyordum.

Zile basıp bir-iki adım geri çekildi ve kapının açılmasını bekledi. Bu kez o kızın kendi küçüklüğüm olduğunun farkındaydım. Kapıyı orta yaşlı, küt siyah saçlı, belirgin yeşil gözlere sahip bir kadın açtı. Yüzündeki yorgun gülümsemeyle kıza bakıp onu içeri davet etti.

Kız koşturarak ilerlerken önündeki çocuğu görebiliyordum. Bu, Fırtına'ydı. Ancak ne yazık ki bana arkası dönüktü. Evin içine nasıl girdiğim hakkında ise hiçbir fikrim yoktu.

"Daha yeni uyanmıştım!"

Fırtına, sinirli bir ses tonuyla konuştuğunda kız omuz silkti. Ona nasıl hitap etmem gerektiğini bilmiyordum. "Sabah geleceğimi söylemiştim."

İstemsizce gülümsedim. Küçükken bile aynıydım. Soğuk, kıpır kıpır ve umursamaz. Aslında kişiliğimde vardı bu ama bazı insanlar bir şeyler yaşadığım için böyle olduğumu savunup duruyorlardı sürekli. Tamam, annemin taşınmasından sonra her şeyi tamamen salmıştım fakat umursamaz tavırlarım karakterimin bir parçasıydı.

Bahçeye çıktıklarında kız yere oturdu. Önünde misketler vardı. Fırtına'yı eli yardımıyla yanına çağırdığında o gözünü ovuşturmakla meşguldü. Kız birden ayağa fırlayıp içeri gitti.

O kadar hızlı hareket ediyordu ki onu takip edebilmek mümkün değildi. Yeniden dışarıya geldiğinde elinde koca bir bardak su vardı. Fırtına ve ben ona bakarken kız ani bir hareketle suyu Fırtına'nın kafasından döktü.

Gözlerim şok içinde büyürken kızla aynı anda kıkırdadık. Fırtına ise halinden hiç memnun gibi gözükmüyordu. Yüzünü göremiyordum ama ellerini yumruk yapmıştı.

"Sen şimdi görürsün. Çiş kız!"

Ben Fırtına'nın ettiği hakaretle gülmekten yere yatacak vaziyete gelirken Fırtına kıza yerden avuçladığı toprağı atıyordu. Kız rahatsız olmaktan çok eğleniyor gibiydi. Baş parmaklarını kulağına koyup Fırtına'ya dil çıkardığı sırada ağzına toprak isabet etmişti. Böylelikle çamur savaşı da başlamıştı.

Onlar güle oynaya, bağıra çağıra eğlenirken kafamı arkaya çevirdim. Fırtına'nın annesi olduğunu tahmin ettiğim kadın bahçe kapısından yüzündeki tebessümle onları izliyordu.

Kadının tebessümü bulaşıcıydı sanki, ben de gülümsemeye başlamıştım. O kadar içten ve doğaldı ki... Ona yaklaşıp yüzünü daha yakından incelemeye başladım. Siması çok tanıdık geliyordu.

"Daha ne kadar uyumayı düşünüyorsun? Derhal bana kahvaltı hazırla!"

Babam denen şahsın otoriter sesiyle gözlerimi açtım. Hayatımın içine sıçtığı gibi rüyalarımın içine de sıçıyordu. Tepemde dikilen tiksindiğim yüzüne baktım. Sallanıyordu ve leş alkol kokusu her nefes aldığında burnuma çarpıyordu.

"Siktir git kendin hazırla."

Gözlerimi kapatıp kafamı tekrar yastığa koymaya kalkıştığımda eline doladığı saçlarım bunu yapmama engel olmuştu. "Ulan sen ne biçim konuşuyorsun babanla? Ağzını topla, sikmeyeyim belanı."

Saçlarımı kökünden koparmak istercesine çektiğinde yataktan düşmüştüm. Hissettiğim acıyla dudaklarımı birbirine bastırırken buna rağmen alayla güldüm.

"Baba, ha? Kendine bu sıfatı yakıştırabiliyor musun cidden?"

Saçlarımı bırakmadan diğer eliyle çenemi sıkıca kavradığında boş gözlerle ateş saçan gözlerine baktım. Gram etkilenmiyordum. "Bir de sana yakıştırdığın sıfatları duysan..."

İki elinin dolu olmasını lehime çevirip bacak arasına tekme attım. O acıyle inleyerek yere serilirken düştüğüm yerden kolaylıkla kalktım. Ona acıyordum.

"Duysam da duymasam da fark etmez. Senin gibi beyni kuş kadar olan insanların kelime anlamını bilmeden edebileceği hakaretler belli. Orospu, kaşar, fahişe falan filan. Beni ne olarak gördüğün umurumda değil, bu yüzden istediğini söyleyebilirsin."

Köşedeki çantamın içine telefonumu atıp odamdan çıktım. Para ve diğer gerekli şeyler zaten içindeydi. Acil bir durum olursa diye küçük bir çanta taşıyordum. Bana yetiyordu.

Merdivenlerden inip etrafa şöyle bir göz gezdirdikten sonra beni şaşırtmayan manzarayla dış kapının kulbuna uzandım. Açacağım esnada bacağımı çeken elle beraber yüzüstü yere düştüm. Çenem yere çarpmaktan kurtulamazken neyse ki son anda tek elimi kullanıp bütün yüzümü kırılmaktan kurtarmıştım.

"Evet, orospusun. Kimlerle yatıp kimlerle kalktığın belli değil. Hiçbir yere gidemezsin! Burada kalıp evi temizleyeceksin."

Aynı şahsın bağırışı beynimde gezinirken acıdan dolan gözlerimi yumup sakinleşmeyi bekledim. Kapıdan uzaklaşıp salona doğru kaymıştım. Karnımın üstüne düştüğüm için orada inanılmaz bir ağrı hissediyordum. Kim bilir daha nerelerim morarmıştı. Canım yanıyordu ama bunu gösteremezdim.

"İstediğimi yaparım. Sana karşı gelecek cesaretim olduğunu gururuna yediremiyorsun. Zavallasın."

Nefes nefese kurduğum cümlelerle ayağa kalkmayı nihayet başarmıştım. O ise mutfaktan sinirli bir şekilde soluyarak çıkmış, bana doğru gelmeye başlamıştı.

"Şimdi senin a-"

"İris?"

Kaldırdığı eline yapacağı hamlenin bilinciyle baktığım sırada duyduğum ses sadece beni değil, karşımdaki sarhoşu da durdurmuştu. Eli havada asılı kalırken gözleri yavaşça kapıya döndü. Ben ise kalbimi esir alan soğukluğu en derinimden hissediyordum. Telefonum çalıyordu ama bakamıyordum. Elim ayağım çekilirken bakışlarım kapının önünde dikilen kişiye -daha doğrusu kişilere- döndü ve tek kaşımı kaldırdım.

"Anne?"

AMAN ALLAH'IM NELER OLUYOR?? İşte kaos, işte en sevdiğim sahneler...

İris... Ah benim güzel kızım 💔

Güzel geceler 💜

GÖKKUŞAĞI | Textingحيث تعيش القصص. اكتشف الآن