YUNAN POLİSİYESİ

111 14 9
                                    

YUNAN POLİSİYESİ

Vassilis Danellis

Bir sürü polis ve vigilante Balkan yarımadasının bir köşeciğinde suçla mücadele ediyor. Tüm güçlüklere, soruşturmalarına türlü engel çıkaran yozlaşmış bir düzene rağmen çabalıyorlar. Yılmadan, dur durak bilmeden...

İyi ama tanınıyorlar mı? Aggelos Vlahos'u, Yorgos Staikos'u, Telemachus Leontaris'i, Lelos Livas'ı ve daha nice Yunan polisiye kahramanını tanıyan var mı? Tamam, ünü sınırlarımızı çoktan aşmış Komiser Charitos var elbette ama yalnız değil ve Yunan polisiyesi Markaris'in 1995 tarihli romanı Gece Bülteni'yle başlamadı. Tarihi epey eskiye dayanıyor.

İlk Yunan dedektif öyküsü 1920'lerde yazıldı. Pavlos Nirvanas'ın yazdığı öykünün adı "Psychico'da Cürüm"dü. Bu dönemde ve II. Dünya Savaşı'nı izleyen yıllarda dedektif öyküleri gazeteler ve Maske ve Gizem gibi dergilerde tefrika halinde yayınlandı. Komiser Yorgos Bekas sahneye çıkana kadar bu öykülerin başarıları sınırlıydı. Komiser Bekas için sıklıkla "Yunan Maigret" yakıştırması yapılır ki kendisi sadece cinayetleri çözen dahi bir polis değil, ayrıca insan ruhunun derinlerine dalan, duyarlı bir adamdır.

Ötesi, Bekas geleneklere büyük saygı duyan, kızına ve karısının yemeklerine hayran bir orta sınıf mensubudur. Tanıdık mı geldi? Elbette: Komiser Bekas, Komiser Charitos'un, Yannis Maris ise Yunan polisiyesinin "babası" sayılıyorlar zaten!

Yunan polisiyesinin yükselen başarısı 60'ların sonlarındaki askeri darbeyle ani bir kesintiye uğradı. Maris'in romanları siyasi değildi ama cunta, propagandasının temelini oluşturan tümüyle güvenli ve özgür ülke aldatmacasıyla çeliştiği için polisiyeden hiç haz etmiyordu.

Dedektif öyküleri kitapçılarda tekrar ancak 1980'lerden sonra tekrar boy göstermeye başladı. Bu dönem modern Yunanistan tarihinde çok özel bir yer taşıyor: ülke AB üyeliğine alındı ve AB finans paketleriyle ülkeye giren paralar sayesinde Yunan toplumu birdenbire kocaman bir orta sınıfa dönüşüverdi.

Yunanlar bir "ütopyada" yaşadıklarını zannetmeye başladılar ve bu sanal gerçekliği sorgulayıp skandallar, şiddet ve yozlaşmayı yazamaya pek az yazar cüret gösterebildi. Lakin haklı olduklarının ortaya çıkması uzun sürmedi. 1990'ların başlarında geçmişin "kirli sırları" ortaya dökülmeye başladı. Bu arada dünya baştan aşağı bir değişim geçirdi ve yepyeni bir dönemle birlikte insanlar dünyaya bambaşka bakmaya başladı.

Markaris'in Charitos'u tam bu dönemde sahneye çıktı. Ardından Apostolidis'in kahramanı Lelos Livas ve daha birçok polisiye kahraman peyderpey boy gösterdi. Bu yeni nesil "suç savaşçıları" kendilerini rüşvete, kamu parasının israfına, futbol şikelerine bulanmış davalarda bulurken soruşturmalarında siyasetçilerle bankacıların birbirlerine sarmalanmasında medyanın oynadığı karanlık rolleri ortaya çıkarmaya başladılar. Markaris, Apostolidis, Martinidis ve diğer polisiye yazarları muazzam şöhret kazandılar ve polisiye "ikinci bahar" yaşamaya başladı. Dahası, Markaris'in Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde yakaladığı başarıyla ülke dışında da tanındı. Ama bu dinamiği lehine faydaya dönüştüremedi.

Neden peki? Sebebi çok. En önemlisiyse polisiyenin hâlâ edebiyatın "önemsiz" bir dalı sayılması: kimse polisiyeye "inanmıyor" ki bunların en başında polisiye romanlara yatırım yapmaya gönülsüz davranan yayıncılar geliyor.

Polisiyenin hak ettiği yere ulaşabilmesi için daha pek çok yıl ve bir kriz daha gerekecek. 2008-2009'da mali kriz patladığında herkes, hem siyasiler hem toplum hazırlıksız yakalandı. Aynı durum sanatçılar için de geçerli: uygun tepkiyi verebilmeleri zaman alacak.

Herkes hazırlıksız yakalandı evet ama polisiyeciler hariç: öykülerini kentlerin en beter sokaklarında, toplumdan dışlanmışların, alt tabakanın arasında kurgulamaya alışkın polisiyeciler keskin refleksleri ve biraz da şansın yardımıyla Yunan tarihinin böylesi önemli bir anında toplumun geçirdiği dönüşümü romanlarıyla kayda alan ilk kesim oldu. Dikkatli okur, yaşanan krizin ilk belirtilerini ve derinlere uzanan köklerini, benim ilk romanım Siyah Bira'daki gibi polisiyelerin sayfalarında kolayca görecektir.

Siyah Bira, krizin ilk yılında yazıldı. Atina'yı, süratle ve şiddetle dönüşen ve yeni gerçekliğine uyum sağlayamayan bir kenti anlatıyor. Sokaklarında öfke kol geziyor; dükkânları, ofis binaları birer ikişer kapanıyor; göçmenler tarihi merkezine, Akropol'ün hemen dibine dolaşıyor ve yabancı korkusu yükseliyor. Bir başka deyişle Atina ve haliyle Atinalılar sadece parasal veya siyasi değil, daha derin, bir anlamda varoluşsal bir kriz yaşıyor. Omurgasını bu ana temanın oluşturduğu kitabın heyecanlı kısmıysa Atina ve Yunan toplumunun ürkütücü, karanlık yüzünü ortaya döken yan-öyküler. Bu yan öyküler o dönemde basın adına bir araya getirdiğim gerçek haberlerden oluşuyor ve hepsini kitaptaki karakterler, kendi bakış açılarıyla aktarıyor.

Kısacası Siyah Bira, polisiyeyle hâlâ süren krizi harmanlayan, varoluşçu bir kara roman. Türünün tek örneği de değil: Yunan polisiyesi son yıllarda etkileyici bir çıkışa geçti. Hepsinden önemlisi hem okurlardan hem yayıncılardan ilgi görüyor. Her yıl daha fazla polisiye roman yayınlanıyor ve polisiye artık "önemsiz" görülmüyor. Diğer yazar ve gazeteciler bile göç, işsizlik, toplumsal ve finansal güvensizlik, ırkçılık, aşırı milliyetçilik gibi önemli konuları yazmada polisiyeye başvuruyor.

Dolayısıyla kriz ülkenin canına okurken Yunan polisiyesi için bir şans yaratmış oldu. Yunanistan artık mercek altında ve herkes ufacık ülkemizdeki gelişmelerle ilgileniyor. Ülke dışında yaşadığım için insanların olan biteni anlayabilmek için Yunan edebiyatını okumak istediğini yakından görüyorum. Romanlarımın başka dillere çevrilip çevrilmediğine dair sorular geliyor hep. Şanslıyım: Siyah Bira Türkçeye çevrildi ama maalesef benimki istisnai bir durum. Yunan yazarlar eserlerinin çevrildiğini nadiren görebiliyorlar. Bununsa iki ana nedeni var.

Birincisi, dilimizin son derece zengin ve edebi ama aynı ölçüde zor olması ve dünyada konuşabilenin fazla bulunmaması: Dolayısıyla yabancı yayıncılar Yunan romanlarını okuyamıyor ve kolayına çevirmen bulamıyor.

İkincisiyse Yunan kitap piyasasının küçüklüğü: romanlar birkaç yüz, en iyi ihtimalle birkaç bin satılıyor. Hemen bütün yazarlar gündüzleri başka işlerde çalışıp eserlerini geceleri yazabiliyorlar. Eserlerini hakkıyla tanıtabilecek güce ve etkin araçlara sahip değiller. Yayıncılar da öyleler ve yazarlarını ülke dışında tanıtmak için çaba ve özellikle para harcamaya gönülsüzler.

Şahsen Yunan polisiyesinin, diğer Avrupa polisiyeleri kadar iyi olduğu kanısındayım. İskandinav, Anglosakson, İtalyan veya Fransız polisiyeleriyle aynı seviyede görüyor ve okuma şansı bulduklarında yabancı okurların Yunan polisiyesini seveceğine inanıyorum.

Daha da ötesi, Yunan, Türk ve diğer Balkan yazarlarının, İskandinavların başarıyla yaptığı gibi kendi "markalarını" yaratmasını hayal ediyorum. Mümkün mü? Neden olmasın? Tarihten kültüre, yemeklerimizden kahveye, iklime, geleneklere ve efsanelere kadar birçok ortak yönümüz var. Tartışmalarımız, kavgalarımız ve belli konulara veya olgulara farklı bakış açılarımız bile Balkan polisiyesinin son derece ilginç öğeleri olabilirler.

Elbette bu sonuçlara varabilmek için henüz çok erken. Öncelikle Balkan yazarları olarak ne gibi ortak noktalarda birleştiğimizi saptayıp bunların üzerinde bir tarz, bir marka kurup kuramayacağımızı ortaya çıkaracak bir diyalog başlatmamız gerekiyor. Hatta ondan da önce komşularımızda yayınlanan polisiyeleri okuyup tanımalıyız ki bunun da tek yolu yayıncıların ve kitap piyasasındaki diğer etmenlerin bu fikre, bu bakışa sahiden inanmasından geçiyor.

Bu yazımın ilginç ve verimli bir diyalogun başlamasına önayak olmasını ve 221B gibi dergilerin bu diyaloga platform yaratmasını gönülden diliyorum. 

POLİSİYE  HİKAYELERWhere stories live. Discover now