Chapter Twenty-Six: The Sin

Start from the beginning
                                    

Şimdi; benim babam, Minho'nun babası ve Minho bir araya gelerek sehpanın üzerine koydukları bilgisayardan bir şeylerle ilgileniyorlardı. Yüzlerindeki ciddiyet rahatsız edilmek istenmediklerini ve oldukça işlerine odaklandıklarını gösteriyordu.

Babam ve Bay Lee bir kenarda dursun, ben gözlerimi Minho'dan alamıyordum. Çenesine yaslamış olduğu eliyle dikkatlice babasının anlatıyor olduğu projeyi dinliyordu. Kaşları hafifçe çatıktı, çekik gözleri sadece bilgisayar ekranına bakıyordu. Bu hali bile gözlerin ona dönmesine yetiyordu.

Minho çok uzun boylu biri değildi, 1.70 boylarındaydı. Koyu kahve düz saçları, onlarla aynı renkte olan gözlere sahipti. Düzgün bir burnu, pembe ince dudakları vardı. Bembeyaz, pürüzsüz olan teniyle fazlasıyla dikkat çekiciydi ki onu gümüş küpelerle süslemekten çekinmiyordu. Lee Minho, fazla yakışıklıydı. Bazen kendimi onunla tanışmayı hak edecek ne yaptım diye düşünmekten alamıyordum.

Minho'ya bakmaya devam ederken dilimi kuruyan dudaklarımın üzerinde gezdirdim.

Saçma düşüncelerimi beynimden silerken yaptığım şeyin iğrençliğinin farkına sonradan vardım.

Tanrı'm, sen beni neyle sınıyorsun? Neden beni günaha itiyorsun?

Gözlerimi hızlıca ondan çekerken kucağımdaki telefonu tekrar açtım. Ekranda hiç mesaj veya arama olmaması rahat bir nefes vermemi sağlamıştı. Malum, bu kadar sıkıyor olmaları beni rahatsız ediyordu.

Uzun süredir açmadığım oyuna girip kaldığım bölümü oynamaya başladım. Bu oyun böyle zamanlarda gerçekten işe yarıyordu, sevmesem de yapacak bir şey bulamadığım zamanlarda kendimi bu oyunu oynarken buluyordum. Bu şekilde de zaman hızlı bir şekilde geçmiş oluyordu.

Şimdi de zamanın hızlı geçmesini umut ederken birinin koşarak gelip abi diye bağırmasını duymamla gözlerimi telefondan kaldırdım. Küçük bir kız çocuğu, üzerindeki kırmızı güzel kıyafetleriyle olduğumuz yere doğru koştu ve Minho'nun kucağına atladı. Minho da gülümseyerek onu kolları arasına alırken kızın yanaklarına birer öpücük kondurup tekrar gözlerini bilgisayar ekranına çevirdi.

Bir kız kardeşi mi vardı?

Bu kızı yemek boyunca ya da bize geldikleri gün görmemiştim. Fakat yüz hatlarının Minho'yu andırması kan bağlarının olduğunun göstergesiydi.

Minho'ya ve kucağında oturan küçük kız çocuğuna hayranlıkla bakarken kızla göz göze geldik. Kızın uzun koyu kahve düz saçları, Minho'nunki gibi kahverengi çekik gözleri vardı. Suratı ince, uzundu. Bu onu daha sevimli ve güzel yapıyordu.

Önce bana yabancı bakışlar atsa da daha sonra gözlerini benden ayırıp Minho'nun boynuna kollarını dolamış ve diğerleri gibi bilgisayara bakmaya başlamışlardı. Gülümseyerek tekrar telefonuma döndüm. Oyunuma kaldığım yerden, biraz isteksiz olsam da, devam ettim. Ard arda yenilerek tüm canlarımı tükettiğimde dudaklarımı büzerek telefonumu kapattım. O sırada Bayan Lee seslenmişti.

"Miyeon! Buraya gel, güzelim." Minho'nun kucağındaki küçük kız kalkıp sevimli bir şekilde koşarak Bayan Lee'nin yanında giderken onu izledim. Artık ismini de öğrenmiş olduğum küçük kız bende bir hayranlık uyandırmıştı. Çok sevimliydi, aynı zamanda uzun saçları ve güzel yüzüyle de çok da güzeldi. Galiba Lee ailesinin soyunda vardı böyle şeyler.

Uzun süre daha orada oturmuş, anlamadığım konular hakkında sohbetlerini dinlemiştim erkeklerin. Arada onlara annem ve Bayan Lee de katılmış, onlarla aynı konuyu tartışmışlardı. Anlamadığım bir konuyu dinlemek zorunda kalmak çok iğrenç bir durumdu.

✓ anxiety ❁ [hyunjin × yeji]Where stories live. Discover now