Kendinden Vazgeçmek

239 43 8
                                    

Yaşamayı sevmek, yaşamayı istemek ya da yaşamak zorunda olmak. Düşünüldüğünde hepsi nefes almaktan ibaret ama derine inildiğinde her biri farklı kapıya açılıyor.

Hayatın tüm basamakları, yukarı çıkışlarımız, aşağı inişlerimiz ya da yerinde sayışlarımız; hepsinin ayrı bir sonucu vardı.

Benim hayatımda yukarı tırmandığım tek şey, istikrarlı bir şekilde her gün ona aşık olmaktı. Aldığım tüm nefesler onun içindi. Yaşamayı seviyordum çünkü ona sahiptim, yaşamak istiyordum çünkü onunla birlikte olmaktan zevk alıyordum. Ama aynı zamanda yaşamak zorundaydım çünkü tüm bunları o da benim için istiyordu.

Herkes için bu kavramlar farklıydı ve farklı sonuçlar doğururdu ama benim kapılarım hep aynı yere açılıyordu: ona.

Yine onun odasındaydık. Güzel ellerine kremler sürerek masaj yapıyordum. O ise bugün sessizdi, pek konuşmadan gözlerini üzerimde gezdiriyordu ve anın keyfini çıkarıyordu. Biliyordum, çok yorgundu. Çok ama çok yorgundu.

O sessizleştikçe benim çenem düşmüştü sanki. Onu neşelendirmek için saçma espriler yapıyor; yüzünün denk geldiğim her yerine, ellerine öpücükler konduruyordum.

"Geçen söylediğin şarkı... ne anlatıyordu?" diye sordum, sağ elini bırakıp sol eline dezenfektan ama güzel kokan kremi masaj yaparak sürerken.

Yavaşça güldü ve bıraktığım elini saçlarım arasına soktu. "İspanyolcaydı, öğretmemi ister misin? Böylece kolaya kaçmamış olursun ve aynı zamanda bir dil öğrenirsin."

Ondan gelecek her şeye açıktım ama bu beni çok heyecanlandırmıştı. Şarkıyı bulamıyordum çünkü hiçbir şeyinden haberim yoktu ve sözleri neydi de, bu kadar duygulanmıştı? Tanrım, o titreyen sesinden çıkan anlamını bilmediğim kelimeler... Büyülenmiştim.

Başımı salladığımda tekrar halsizce gülümsedi ve saçlarımdan çektiği elini diğer elini okşayan elimin üstüne koydu. "O zaman en kısa zaman da İspanyolca kitapları al ve yanıma gel."

O her zaman öğrenmeye, öğretmeye çok hevesliydi. Bildiği her şeyi diğerlerine de aktarmak ve onlardan da bir şeyler alarak yoluna devam etmekten zevk alıyordu. Bilmediği şey ise, bana hiçbir çabası olmadan birçok şey kattığıydı.

Ben, herkesin duygusuz diye adlandırdığı, ailesinin bile düzeltmek için çabalamayı bıraktığı Min Yoongi'ydim. O ise benim dikenli bahçemde çıplak ayakla yürüyerek çiçekler eken melekti. Yaralanıyor, pes etmiyordu. Tüm çiçekleri sevgiyle ekiyor, göz yaşlarıyla büyütüyordu.

Ben ondan büyük olabilirdim, çok fazla şey görmüş, birebir tecrübe etmiş olabilirdim ancak o benim en büyük öğretmenimdi. Ve bilir misiniz bilmiyorum ama büyük üstadlar yetiştiren öğretmenler, hep en iyi öğrencileri tarafından öldürülürlerdi.

O günün akşamında, annem ve babam odama geldiler. İkisi de oldukça heyecanlı duruyorlardı ve babamın Jeongguk'la olan ilişkimi öğrendikten sonra odama ilk gelişiydi. Şaşırmıştım.

Annem yatağıma çöktü ve ellerimi tuttu. "Yoongi, sana uygun bir akciğer bulduk."

Gözlerinin içine baktım, ardından bakışlarımı babama çevirdim. Sanırım burada bu habere sevinemeyen tek kişi bendim. "İlk sırada Jeongguk'un olduğunu düşünüyordum."

Babam yaslandığı duvardan ayrıldı ve belki de hayatım boyunca ilk defa saçlarıma dokundu. Çok uzun sürmemişti ama şaşırmadım diyemezdim.

"Yoongi, bu farklı. Jeongguk uzun zamandır bu hastanede ve ikinizin vakaları aynı değil. Sen kendini bilmiyorsun ama ondan çok daha kötü haldesin. Onun yetersiz de olsa bir akciğeri var ancak senin akciğerlerin tamamen bitik. Üstelik kritik bir seviyede kanserin büyüyor. Ya kalbine sıçrarsa?"

Babamın söyledikleriyle bakışlarımı anneme çevirdim. "Hayır."

"Ne?" dedi ikisi de aynı anda.

Ellerim üzerindeki ellerden kurtuldum ve yatakta geriye kaydım. "Hayır, istemiyorum."

"Ne demek istemiyorum?! Ne dediğinin farkında mısın sen?" Sanırım babamın sabrı da buraya kadardı ancak ben reşit bir bireydim, istemediğim tek bir şeyi bile bana yaptıramazlardı.

Annem ise ona göre her zaman daha anlayışlıydı. "Yoongi, eminim ona sorsan bunu isteyecektir. Onun sana sağlıklıyken ihtiyacı var."

Başımı hızla iki yana salladım ve sırtımı yasladığım yatak başlığına mümkünmüş gibi daha da yanaştım. Kendime çektiğim dizlerime sardığım kollarım buz kesmişti. Hala bunu benden nasıl istediklerini sorguluyordum.

"Benim ona olduğumdan daha fazla olamaz." Alnımı yasladığım dizimden kaldırdım. "Gerekirse size yalvarırım. Ne isterseniz yaparım, istediğiniz o çocuk olurum. Ama lütfen, lütfen o akciğerleri ona verin."

"Yoongi-" annem konuşmak için atılmıştı ama sözünü kestim. "Çok küçük, yaşaması gereken hiçbir şeyi yaşamadı henüz." Gözümden bir yaş düştü ama silmek için uğraşmadım. Babamın gözleri boynuma kadar inen göz yaşı damlasını takip etmişti. "Yaşarım mı sanıyorsunuz? Onsuz nefes alabilir miyim sanıyorsunuz? Söylemeseniz de biliyorum. Durumunun kötüleştiğini biliyorum. Dayanamaz, çok yorgun." Elimi yumruk yapıp göğsüme vurdum. "Anlamıyor olabilirsiniz, sizi yargılamam ama lütfen, lütfen hayatım boyunca istediğim tek bir şeyi yerine getirin."

Bir süre ikisi de şaşkınlıkla beni izlediler. Hala ikna olamadıklarını görüyordum. Annem tam dudaklarını aralamıştı ki babam omuzlarından tutarak onu susturdu.

"Seni ilk defa ağlarken görüyorum." dedi sakin bir tonda. "Küçükken... yaralandığında bile ağladığını hiç görmemiştim. Ne olursa olsun hep dik dururdun. Şimdi ise..." bir süre durdu ve bakışlarını benden kaçırdı. "Öyle olsun oğlum. Onu ameliyat için hazırlayacağım, bizzat da ben girerek her şeyin doğru yapıldığından ve yolunda olduğundan emin olacağım. Eğer istediğin buysa..."

"Ne?" Annem araya girdi ancak babam onu bakışlarıyla susturdu. "Dinlen şimdi, iyi geceler."

Ardından annemi de kendisiyle birlikte odadan çıkarmıştı.

Ardından annemi de kendisiyle birlikte odadan çıkarmıştı

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

-iksvorasay

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

-iksvorasay

Star Of My Life|YoonkookWhere stories live. Discover now