BÖLÜM 16 / ''Zihnin oynadığı işkenceye hapsolmak.''

182 6 18
                                    


Merhabalar!

Geldik 16. bölüme umarım seversiniz. ♥️

***

Yöne erişeni bekleyecek sıcacık yemekten önce bir ruh mevcuttu. Huzuru getirenle yenecek yemeği leziz edendi. Bekleyeni erkenden eve gelmişti. Kavuşmak için yolunu gözlemişti. Oysa dün gece fazlasıyla güzel başlamıştı. Güzelliğin içinden, neden geceden de karanlık sabahlara çıktıklarını bir türlü anlamlandırmak istemiyordu. Tonlarca acıyla beraber sahteliğiyle kuvvetten düşmüş sakınmaları, uzun mesafeli aralıklarla duyduğu güvensizliği Rüzgar'la bölüşmüştü. Açık bazen de görülmezken bile onunla duyulacağına yaslanıp ayrıca inandırılarak mutlaka göstermişti. Serpilerek dökülmüş tanelerini hatta hiçbirini bilmezmiş davranışına kırılmaz mıydı? Dargınlığın ucunu esneterek aşardı.

Hesabını sorabilme takati muammaydı. Bırakıldığı yerde zorluğu eksilmeden acıması azalmıyordu. Susuz ya da havasız kalacak olursa yok olabilirdi. Tek bir an meselesiydi. Boynu bir yana doğru eğilmişti. Kapı tarafına doğruydu. Ruhunda beslemeye çalıştığı tane tane umutların sönüşünü anlatıyordu. Kimilerince okşanmaktan uslanmayan saçları darmadağın ve bedeninde çoğunlukla onlar küskündü. Aynı yüreğinin his kenarlarında inancının cinayetiydi. Konumlarda ateşler pahasına kesintisizce yanıp durduğunun temsilcilerdi. Gözleri koca bir karanlığa kapanıvermiş duruyordu. Her ne kadar uyuyamayacak duruma gelse de gözlerini kapamaya mani olamamıştı. Tutarsızca dengesizdi.

Aşkla ziyadesiyle yüklü sınavlarından birini geçmeye direniyordu. Bir başına ayağa kalkabilir miydi? Belki de kalkardı. Ya da olasılıklara tutunmazdı. Kesindi. Bağrından kendi elleriyle söküp aldığı ve ardından nefesi bağışlayan ilk taş bu değildi. Ağırlığı, sızısı ve acısı karşısında doğal olarak izi kalsa da kaldırmıştı. Yapabilmek basit miydi? Güneş'i çıldırtabilecek kapasiteye sahip suallerdi. Aşktaki, ilk aşkındaki, elle tutulur, gözle görülür; ilişkilerinin seyri adına, ikisi adına da çok kıymetli şeyler yaşanmışken bir gidişin altından daha kalkabilir miydi? Şu ana bakınca diğerleri pek de gidiş sayılmazmış. Rüzgar'ın ilk gidişinde yoğunca acı veren aile evinde ve kabuslarının ardından ona ilk kez sarılıp da giden kişinin yine Rüzgar olmasıydı. Bu belli sızılar haricinde yarası başka bir şeyden, o zamanlar anlayamayacağı kadar büyük bir şeyden dolayı kanamıştı. Yersizce her şeyi giderek ıstıraplı kılıyordu. Ne olduğunu çözememiş görünse de yüreğinin bir bildiği netti...

Şimdi birbirlerine aşık olduklarını biliyordu. Eskiyi bırakıp ilk defa birine; Rüzgar'a aşık olduğunu kabul ederek, canı gönülden inanarak, birebir hissederek ve yaşayarak görmüştü. Aynı evdelerdi. İkisinin eviydi. İki odayı bir edip, küçük bir evrende daha yakınca ve mesafeden uzak; nefeslerini paylaşırken tutkulu büyülere sahip bir ev daha inşa etmişlerdi. Sevgileriyle yapmışlardı. Birbirlerine ikisini ve aralarındaki bağı çağrıştıran bileklikleri dahi vardı. Rüzgar, doğum gününde bedenine dokunan bir anlamlı cisimle anımsamak içinde olsa ikisini ayrı düşünemediğinden simgelerini birleştirmişti. Bazen sıralı aralıkla nadiren çıkarıyorlardı. Çoğunlukla yakışarak sahip oldukları yere takmaya bile kıyamadıkları oluyordu. Güneş'te, oydu bunların ve sayılamayacakları yapanın adı: Rüzgar. Azınlığına düşmeyen fazlalığı var eden birliktelikti.

Tümünün odacıklarına girişmişliğitle bizzat bilirken Rüzgar'ın gidişini kaldırmak daha da çekilmezken ondanda esaslı gidiş her şeyiyle buymuş. Vaktine kadar ne yaşadılarsa bakışlarına dokunuyorlardı. Bu kez ne sebeple çekip gittiğine kendince nedenler yükleyebiliyor fakat orada da ayrı boğuluyor, anlayamıyordu. Acısını çekmesi için bile olsa net bir şey yoktu. İflah olmuyordu. Güneş'i belirsizlikler sürüklüyordu. Bir harabeden hiçbir farkı görülemezdi.

ONSRAWhere stories live. Discover now