BÖLÜM 2 / ''Gözyaşlarına mendil.''

367 23 31
                                    


Merhabalar!

Geldik 2. bölüme umarım seversiniz. ♥️

***

Kimi dertlerin büyüme zahmeti bulunmaz. Minik yapıları sayısız kederleri kaplayan kaçınılmaz tesire sahiplik ederlerdi. Baktığı fakat bakamadığı vakitlerde de ezber ettiği çehrenin tam da bunu hissettirmesi dehşet vericiydi. Kapanmış gözlerinin açıklığına sığınıp kaldığı ruh aynı kendi gibi solmaktaydı. Zarifçe, sakin, acele etmeden... Buysa aniden bindirilen yok olmalardan değildi. Bir defada vereceği dev yaralanmalı sinsi kibarlıkla sunuyordu. Yetinemeden varlığının tarifsiz boyutunu yetiştirmekteydi. İşe yararları aniden körelmiş zaten seyrekken yitip gitmişlerdi. Geri dönme insafına bırakılsalar dahi umutsuzdu. Çözümü mevcutken de hiçbir fayda sağlayamayacağı veya yararı dokunurken de asla öyle hissedemeyeceği barizdi. Bedenindeki teni aşındırarak deri altında fokurdadıkça yüreğini paralayan yoğunlukla seyirciydi. İnkisar acıya bulanmış kanama pislikleri gün yüzüne vurmaktaydı. Asır misali gelen senelerce ıraktan izlediği duruca doğallıkla sıcak ifadesinin sönmesine çaresizce tanık olurken berbat hissetmekteydi. Verilmiş mesafeli serüvende böyle samimi duyguların gelişini sorgulamadan kabulleniyordu. 

Öbür hislere diklenemeyecek aşamada hüzün duyarak yalnızca elemini zerrelerinde yaşatmaktaydı. Önce kollarına sonrasında yere yığılan baygın Güneş'in benzi yıpranma nedeniyle eskidikçe sanki hayatı boyunca çektiği tüm acılar sarsıcı kaybıyla belirgindi. Çekemeden mecburen taşıdığı yaralarsa bir yerlerden usulca göz kırpmaktaydı. Acısı gözlerinde dizili gizemi görmüş, kollarına bayıldığı can şaşkındı. Olamayacağı ölçüde hayrete düşmüştü. Uzaktayken yakınlaştıran derinlikle, kısacık bakışlarla her gördüğüne rağmen inanamıyordu. Şuuru kendi kendinden ayrılırken ustalıkla örtündüğü acılarının görünürlüğü ürkünç bir hiddetti. Onun nazik yapısının nasıl dayandığıysa muammaydı. Narin ancak kuvvetli insan ruhları dayanamadıkları noktada katlanır veya bedenleri bazı tepkilerle onlara kahramanlık taslarlardı. Rüzgar'ın yüzünde hiç tanışmadığı fakat bir ömür geçirse de ilk günkü ateşinin tazeliğinde harıl harıl yakacak lav pareleri dolanmaktaydı. Kalbiyse çok evvelden közdü.

Her şey başucunda eğilmiş beyaz önlüklü bir insan ile hayat kurtarıcı doktora bağlıydı. Tanıklık ettikleri karşısında aniden donakalmış kadını uyarıyordu:

''Ne duruyorsun?! Sedye getirsenize!'' geriye seri bir telaşı ele alarak içeriye doğru koşuşan birkaç adımın sesi kalmıştı.

Anın var ettiği o telaştan karşısındaki çaresiz kişiyi çok da fark edememişti. Bakışları bir ona, bir de yığılı kalan Güneş'e dönerken:

''Nasıl bayıldı?''

Rüzgar, dizlerini çökmüş bir vaziyette şok içindeydi. Olacakları tahmin ederken bu kadar etkisi altında kalabileceğini zannetmemişti.

Herhangi bir yanıt alınmadığında gür ve biraz daha, ciddiyetle sertleşmiş tınıda tekrarlanmıştı:

''Beyefendi, size diyorum!''

Adeta dehşet saçan gözlerini Güneş'in cansız yüzünden ayırırken şoku atlatmakta güçlük çekmekteydi. Seslendiğini fark eden doktora ağır ağır bakışlarını çevirmişti:

''Bilmiyorum, anlayamadım.'' tekrarlamıştı. Cılız sesiyle duyulur duyulmaz mırıldandığında suskundu. Tekrarları yardımı dokunabilir diye kırıntılı umutlara tutunurken düşüyordu. Fayda sağlayamazdı çünkü bilmiyordu. Bilemediğini bilmeyi arzu etmesiyse beyhude çırpınışlara olanak tanıyarak serbest zemin hazırlığına başlamıştı.

ONSRAWhere stories live. Discover now