37) Emine, Annesinin Hastaneye Yatırılma Sebebini Öğreniyor

48 3 0
                                    

Nihayet okullar kapanmıştı. Annemle daha fazla ilgilenebilecektim. Sabah erkenden kalktım, sokağa çıkar çıkmaz Pervin'i aradım. Telefonu açtığında,

- Ben seni sonra arayayım mı?

dedi ve telefonu hemen kapattı. "Mesajla iletişim kursam daha iyi olacak" diye düşünerek; "Pervin, bugün çalıştığın polikliniğe gelmek istiyorum" diye mesaj yazıp gönderdim. Otobüs durağına doğru yürürken Pervin "bugün gelme! Burası iyice karıştı, anlatırım" diye yazdığı mesajı gördüm. Otobüs durağına geldiğimde Bakırköy'e annemin yanına gitmeye karar verdim. Bir saatten daha az bir sürede hastanenin önüne gelmiştim. İçeri girip danışmaya yaklaştığımda kalabalığın arasından Hülya ablayı gördüm, o da beni görmüş olacak ki hemen yanıma geldi. Burada ne yaptığımı sorduğunda, annemi görmeye geldiğimi söyledim. Bu kadın bana sürekli kızıyor, hiç yardımcı olmuyordu. Beni, ilk görüştüğümüz odaya götürdü. Odanın kapısını kapattı, pencereye doğru eliyle işaret ederdi.

- Al işte, annen orada!

dedi yüksek bir sesle. Artık bu kadının bana bu şekilde davranmasından bıkmıştım. Ayak uçarım onun ayak uçlarına değecek kadar yaklaştım. Neredeyse burun burunaydık.

- Benimle ne derdiniz var bilmiyorum ama ben herkes gibi hastamı görmeye geldim.

- Sen buraya gelmek için geç kalmadın mı hanımefendi!?

- Geç kaldığımın farkındayım ve annemi tekrar kazanmak istiyorum. Onu buradan çıkartmak istiyorum. Sen, Arif denilen o çakma yazar ve piskopat Derya. Hiç biriniz bana yardımcı olmuyorsunuz. Sizin de; babam ve annemle benim aramı açmaya çalışan diğer insanlardan ne farkınız var?

dediğimde Hülya ablanın yüzü yumuşar gibi oldu. Arkasındaki sandalyeyi masanın önüne çekti ve oturdu.

- Aslında doğru söylüyor olabilirsin..

Pencereye doğru yaklaştım, annemi izlemeye başladım. Küçücük bir kurşun kalemle, elindeki deftere bir şeyler yazıyor, yüzünü de gülmekle somurtmak arasında şekilden şekle sokuyordu. Elimi cama dayadığımda yüzünü bana doğru çevirdi. O kadar boş, o kadar soğuk bakıyordu ki; sanki ben onun için bir yabancıydım. Her hareketini izliyordum. Beş yaşındaki çocuklar gibiydi. Elindeki kalemi ve defteri de oyuncakları. Kalemle bir şeyler yazıyor, silgisiyle de silip "böyle bir hatayı nasıl yaparım" der gibi kaşlarını havaya kaldırıyor, dudaklarını buruşturuyordu. Kısa bir süre daha yazdıktan sonra; defterine sarılıp arkasını döndü. Yatağına uzandığını görünce pencereden ayrıldım, Hülya ablanın karşısındaki sandalyeye oturdum. Hülya ablanın başı hala önüne doğru eğikti. Başını hafif bir şekilde kaldırdı.

- Kızım çok yoruldum, yordular beni. Hastanede çalışmaktan değil, hastaları böyle görmekten yoruldum. Ben 21 senelik hastabakıcıyım. Çok hastalar, çok hayatlar gördüm ve hemen hemen hepsi yok olup gitti. Sanki savaşa girmişim de tüm arkadaşlarımın gözlerimin önünde tek tek öldüğünü görüyorum. Yakında emekli olacağım ama bu da beni rahatlatmayacak. Hastaların çığlıkları, çaresizce çırpınışları, yok oluşları ve acı çeken ruhları rüyalarıma giriyor. Gerçekten çok yoruldum be kızım.

Elimi tuttu ve devam etti.

- Annende onlardan biri, baksana şu kadına, yavaş yavaş yok oluyor ve bunun sebebi hepimiziz. Doktorlarımızın çoğu özverili bir şekilde çalışıyor, hastalara yardımcı oluyor. Ama öyle doktorlar var ki; ay sonu geldiğinde koşa koşa bankamatiğe gitmenin dışında hiçbir şey yapmıyorlar. Bu durum bazı hastane personeli içinde geçerli. HASTA kelimesinin ne anlama geldiğinden haberleri yok. Burası akıl hastanesi! Adı üzerinde akıl hastası bu insanlar. Bunun bir hastalık olduğunu kabul etmeyen meslektaşlarım hatta doktorlar var. Hasta altını ıslattı diye, kimsenin görmediği bir yerde hastaya vuran sağlık personeli bile var. Şimdi anlatamayacağım bir sürü şey.. Hastane yönetimi bunları bir öğrense canlarına okur ama...

Songül 2 (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin