16) Ataköy'de Özel Bir Poliklinik

65 3 0
                                    

Burası daha temiz ve modern bir yerdi. Odaların hepsinde iki yatak ve iki pencere vardı. Buranın da koridoru uzun ama sonunda çok sayıda koltukların olduğu bir alanımız, duvarda da kocaman bir televizyonumuz vardı. Bu televizyonun tek farkı sesinin de duyuluyor olmasıydı. Ama devlet hastanesinde olduğu gibi burada da ne izleyeceğimize yönetim karar veriyordu. Haklarını yiyemem, bazı günlerde bizim isteklerimizi de yerine getiriyorlardı. Mesela; Kemal Sunal filmlerini izleme günümüz bile vardı. Kahkahalar eşliğinde rahmetli Kemal abinin, o şapşal yüzüyle yaptığı esprilere gülerdik. Bu adamda herkesi güldürebilen bir büyü olduğuna eminim..

Süslü benim odamın iki yan odasında orta yaşlarda bir kadınla birlikte kalıyordu. Doktorumuz ve aynı zamanda polikliniğin sahibi Doktor Hakan'a "süslü ile aynı oda da kalabilir miyiz?" diye sorduğumda "ileride sizi aynı odaya alacağım, şimdilik idare edin" demişti. Süslü ise halinden çok memnundu ve buraya gelmesini sağladığım için bana sürekli teşekkür ediyordu.

Benim oda arkadaşım ise zengin bir ailenin kızı Nisa adında biriydi. Uzun boylu olan Nisa; 24 yaşındaydı ve çok az konuşurdu. Vaktimin çoğunu televizyon odasında ya da bahçede geçirdiğim için Nisa'nın suskun oluşunu fazla umursamıyordum. Buranın bahçesi tam hayal ettiğim gibi. Bahçeye ilk çıktığımda saatlerce çimenlerin üzerinde hareketsiz bir şekilde yattığını hatırlarım. Hatta içimi dökebileceğim binlerce karıncanın olduğu bir yuva bile vardı. Onları izlemek çok hoşuma gidiyordu. Bu karıncaları bir saatten fazla izlerseniz; insanoğlunun ne kadar tembel, ne kadar parazit olduğunu anlarsınız. Birkaç tanesiyle arkadaş bile olmuştum. Ben yanlarına geldiğimde sevindiklerine de eminim. Bahçeye çıkar çıkmaz yanlarına gider, cebimde onlara getirdiğim çekirdek kabuklarını yuvalarının yanına koyardım. Büyük bir iş birliği içindeydiler. Kendilerinden çok daha büyük ve çok daha ağır çekirdek kabuklarını yuvalarına taşırlardı. Yuvalarının ağzından sığmayacak kadar büyük olan yiyecekleri de dışarıda küçük parçalara ayırdıktan sonra içeri sokarlardı. Bu küçük hayvanların çalışkanlıklarının dışında çoğu insandan daha zeki olduklarına emindim.

Karıncalardan bazıları diğerlerine göre daha iriydi. Onlar bu koloninin hastabakıcıları olmalıydı. Diğerlerinin nasıl çalışması gerektiğiyle ilgili emirler yağdırıp duruyorlardı. Bir keresinde tüm karıncalar hızlı bir şekilde yuvaya girmeye başladılar. Mola verdiler diye düşündüm ama yapılması gereken o kadar çok iş vardı ki, mola verdiklerinde işlerin bitmeyeceğini biliyordum. Zaten hastabakıcıları da mola vermelerine izin verecek tipler değildi. Kısa sürede ortalıkta bir tane bile karınca kalmadığında yağmur yağmaya başladı. Demek ki yağmurun geleceğini öğrendikleri için hızlı bir şekilde yuvalarına kaçmışlardı. Yağmurun geleceğini bu çalışkan karıncalara birileri haber vermiş olmalıydı. Yoksa bu minnacık hayvanlar yağmurun yağacağını önceden nasıl anlayacaklar ki? Bir süre sonra yuvalarının çevresi sularla kaplandı. Yuvanın deliğini öyle bir yere yapmışlardı ki, içeriye su girmiyordu. Müthiş bir mühendislik harikasıydı anlayacağınız. Hastanede kaldığım dönemlerde, birkaç kez odalarımızın su bastığını düşünecek olursam, bu karınca yuvalarının bizlerin yuvalarına nazaran daha modern olduğu ortadaydı. Karıncaları kuru yuvalarıyla baş başa bırakıp bahçeden ayrıldığımda sırılsıklam olmuştum.

Sigara bulmak burada zor değildi. Hastaların çoğunun yakınları paralı insanlar olduğu için karton karton sigara getirirlerdi. Tabi biz fakirlerde nasiplenirdik. Sürekli zayıflamamın dışında her şey çok güzel gidiyordu. Bu poliklinikteki personellerde her hastane personeli gibi garipti. Kimse kimseyle konuşmuyordu neredeyse. Bu hastane personellerinin yakalandığı bulaşıcı bir hastalıkta olabilir. Standart bir uygulama vardı. Bu rutine alışılmıştı ve bizlerde zamanla alıştırılmıştık.

Songül 2 (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin