24

1.6K 302 84
                                    

Bahçede koşturan, neşeli bir şekilde havlayan Sherlock, Gamze'nin etrafında dönerken genç kız tepsideki kahvaltılıkları masaya yerleştirme telaşındaydı. Üstündeki önlükle yere diz çökmüş bir halde gül fidelerini dikme telaşındaki Meryem ise kendi kendine neşeli bir şarkı mırıldanıyordu.

Çevresindeki bu huzur dolu manzara elindeki gazetede yazanlardan çok daha ilgi çekici olunca okumayı bırakmıştı Yusuf ve yüzünde keyifli bir gülümsemeyle ailesini izliyordu. Karısının sağlıkla ışıldayan gözleri, pembe yanakları, yüzünün eksilmez bir parçası haline gelmiş gülüşü... Kulaklarından eksik olmayan sesini de unutmamak lazımdı tabii. Aylar geçtikçe her geçen gün yeni güzelliklerle gelmişti. Zaman mıydı şifa olan yoksa sevgi miydi bilmiyordu. Belki de ikisinin ortak marifetiydi mutlulukları, gerçi bir önemi de yoktu. Artık bu çiftlik hiç olmadığı kadar evleriydi. Meryem, Aysel teyzeyle beraber çiftlik işlerini idare ediyordu ve Yusuf, sonunda babasının isteğini yerine getirerek tamamen hanın başına geçmişti. Kimsesiz, yolunu kaybetmiş çocukların ellerinden tutarak işe yarıyordu.

İş eldivenlerini ve önlüğünü çıkaran Meryem, Gamze'nin mutfağa dönmesini fırsat bilerek Yusuf'a doğru yürüdü ve bahçe koltuğunda yanına oturup dişlerini göstererek gülümsedi.

"Fideler güzel oldu değil mi?"

Karısının sohbet başlatma girişimi Yusuf'u da gülümsetti ve başını sallayarak onu onayladıktan sonra konuştu.

"Tam zamanı şimdi, bahar geldi bile."

"Cemre toprağa düştü."

Meryem'in tespiti bu defa yüzündeki gülümsemeyi çapkın bir hale soktu ve kolunu karısının omzuna atarak flörtçü bir tavır takındı. "O da bir şey mi? Benim gönlüme çoktan düştü. İçime sor o baharı."

Bugüne dek hiçbir kadınla münasebetiyle dile düşmemiş, kimseyle adı bile yan yana anılmamış Yusuf Ali'nin bu çapkın halleri Meryem kadar tanıklık eden herkesi de güldürüyordu. Haliyle kıkırdayarak kocasına tamamen sokuldu kadın ve "ilkbahar mı yoksa son mu?" diye sordu. Cevabı ise hiç gecikmeden geldi.

"Ne ilk ne de son. Benim tek baharım sensin. Sonsuzsun."

Derken Gamze bahçede yeniden göründü ve bu defa çaydanlığı masanın kenarına bıraktı. Onu izleyen Meryem'in huzursuz bir halde kıpırdanışı ise Yusuf'un dikkatinden kaçmadı. Kızın duyamayacağı bir sesle fısıldadı. "Ne oluyorsun?"

"Ne olacak? Gamze..."

"Hayda... Hâlâ mı Gamze?"

Hayret ve biraz da hayal kırıklığı eşliğinde sorulan soru Meryem'in gözlerini devirmesine neden oldu.

"Ya ben onu mu diyorum? Kızcağızın halini görmüyor musun? Bir derdi var belli."

"Ne derdi olacak canım? Harçlığı cebinde, ana babası sağ, başında. Hepimiz üstüne titriyoruz. Vizelerini bitirip geldi. En fazla okulu takıyordur kafasına. Ben onun yaşındaki halimi düşünüyorum da... Keşke sahip olduğu imkânların onda biri bende olsaydı."

Yusuf söylediklerinde haklıydı haklı olmasına ama hayat da bu saydıklarından ibaret değildi ki. Meryem de bunun farkında bir şekilde baktı kocasına ve biraz da sitemkâr bir şekilde konuştu.

"Bakıyorum da pek çabuk unutmuşsun başka dertleri. Gönlündeki yangın söndü diye halden de mi anlamaz oldun yani?"

"Sen benim gönlümdekinin söndüğünü nereden çıkarıyorsun ki? Seninki söndü galiba."

Aksi için çabalasa da hemen gülüverdi yeniden Meryem. "Sönmedi ama o can yakan hali gitti. Şimdi içimi ısıtıyor, sıcacık yapıyor."

Cevabı hayran gözlerle ve âşık bakışlarla ödüllendirildi ve " şükür ki yapıyor, şükür ki var. Yoksa o bomboş içlerle ne yapardık biz?" dedi Yusuf. Kısa bir an sonra da toparlandı. Esas konuyu hatırladı. "İyi de bununla Gamze'nin ne alakası var?" diye ekledi.

Görülmeyen Where stories live. Discover now