11

1.7K 313 29
                                    

6 Gün Sonra

Meryem sabah erkenden uyanmıştı, hava mis gibiydi. Ağustos ayının ortasındaydılar ve bir kurban bayramı sabahıydı. Çocukluğundan beri ilk defa bir bayram sabahının coşkusunu yüreğinde hissediyordu. Çünkü yalnız değildi. Aysel teyzenin yıkayıp ütülediği, Yusuf'un iki gün önce alıp getirdiği bayramlık elbisesini üstüne giydi. Birçoğu geçmiş olan morluklarından kalanları da fondötenle kapadı. Hatta biraz da makyaj yaptı. Saçlarına fön çekerek dalgalarını şekillendirdi. Son olarak tüm vaktini çiftlikten çıkmadan geçiriyor olsa da biraz parfüm sıktı. Ayağında kıyafetine ters bir şekilde duran parmak arası terliklerinin çıkardığı ses eşliğinde merdivenleri indiğinde kahvaltı sofrasının bahçeye kurulduğunu gördü. Kocaman bir masa kurulmuştu. Handakiler eşleri ve çocuklarıyla beraber bayram sabahı toplaşıp buraya gelmişlerdi. Kara her zamanki gibi himayesindekilerden elini çekmiyordu. Kalabalığın arasına karışma düşüncesi kısa bir anlığına da olsa Meryem'i rahatsız etti. Gözü korktu fakat gelenlerin arasından adını bildiği tek kişi olan Ahmet Meryem'i görür görmez ayağa kalktı. Yakınındaki birkaç kişinin duyabileceği bir ses tonuyla "Günaydın, iyi bayramlar yenge," dedi. Tabii bunun üzerine bakışlar Meryem'i buldu. İnsanların çoğu onunla tanışmak için ayağa kalktı. Ne yapacağını bilemeyen Meryem ise hemen Kara'yı gördü. Yardım ister gibi ona baktı fakat onun keyfi gayet yerindeydi. Kasten kızım diye hitap ederek onu yanına çağırmıştı.

Sabah sabah kazanla kavurma pişirmişti Aysel teyze. Sıcaktan biraz dert yanıyordu ancak yine de keyfi yerindeydi. Çünkü tekne kazıntısı, evin küçük kızı, çitlembiği dedikleri Gamze Ankara'dan, yaz okulundan bayram için eve dönmüştü. Herkes öyle neşeliydi ki bu hava Meryem'e de sirayet etti. Kara'nın yanına ev sahibi gibi oturtuldu ve tanımadığı insanlarla kısa sürede sohbet edip kaynaştı. Namazdan sonra kendi evine geçen Yusuf ise biraz gecikti ancak gelir gelmez zaten namazda görüştüğü beylerin eşleri ve çocuklarıyla tek tek bayramlaştı bu defa. En sonunda masada Meryem'in yanına oturdu. O an anladı Meryem, bu masada Yusuf'un eskiden sahip olduğu yer bugün ona verilmişti. Çünkü Yusuf da Kara da Meryem'in onlar için olan değerini herkes görsün, ona göre saygıda kusur etmesin istiyorlardı.

Her adımının baştan ayağa yanlış olduğunu biliyordu Meryem ama kopamıyordu işte. Yusuf'a söylediği yalanlara kendini de inandırarak kolaya kaçıyordu. Yusuf'un Yusuf Ali olduğunu unutmayı seviyordu. Bu bayram sabahını burada geçirdiği için mutluydu ve mutluluk ona yıllardır çok uzak bir kelime olmuştu.

Sofrada karınlar doydu, çaylar içildi. Sonrasında köz ateşinde Türk kahveleri içildi. Meryem asi için ne kadar diretse de Yusuf'un temiz gömleği ve pantolonu içerisinde ne kadar yakışıklı göründüğünü düşünmeden edemedi. Yeni tıraş olmuştu. O içten, sıcak gülüşü yüzündeydi. İnci dişleri ortaya çıktıkça genç kız kaçamak şekilde onu süzüyor hatta hülyalı bir şekilde izliyordu. Yusuf ise günler sonra Meryem'i bu kadar toparlanmış halde görmenin mutluluğu içindeydi. Ona aldığı elbisenin içinde öyle güzeldi ki Meryem... Yüzünü çevreleyen güzel saçları bukleler halinde omuzlarından beline doğru dökülüyordu. Kara gözlerini vurgulayacak şekilde hafif bir makyaj yapmıştı. Üstelik her rüzgâr estiğinde ondan yayılan çiçek kokusu burnuna doluyordu.

"Biraz yürüyelim mi?"

Aniden kulağının dibinden gelen teklif Meryem'in kızararak etrafına bakmasına neden oldu. Yanında oturan Yusuf usulca kulağına yanaşarak bu teklifte bulunmuştu. Mahcup bir şekilde gülümseyerek bu teklifi kabul etti ve iki genç kalabalıktan uzaklaşarak yürümeye başladılar. Ancak bahçenin arka tarafına geçtikleri an boynunda yeni bir tasmayla Sherlock karşıladı onları ve neşeyle havlamaya başladı. Görür görmez onu tanıyan Meryem de gülerek yere çöktü. Sherlock'u okşayıp severek hasret giderdi.

Görülmeyen Where stories live. Discover now