X.

27.1K 1.6K 274
                                    


Vize haftasının geldiği gibi geçirmeye başladığı dönemde, acı çekerek sınavlara girmeye başlamıştım. Okuduğum bölümü ciddi anlamda seviyordum. Liseden itibaren ilerlemek istediğim alan her zaman insan ilişkilerine dayalı olmuştu. Ama üniversitede bu kadar zorlanacağımı ve hayallerimin çok daha ötesinde uykusuzluk ve yorgunluk çekeceğimi bilseydim zengin koca avcıları arasına katılabilirdim muhtemelen.

Kolaya kahve karıştırıp içtiğim zamanlar yalnızca birkaç ay geride kalmıştı...

Bugünün ikinci vizesi olan iletişim kuramlarından çıktığımda, beynimin içine iğneler batıyormuş gibi hissetmeye başlamıştım kendimi. Üç gündür gecemin gündüzüme katarak ders çalışmam yetmiyormuş gibi aynı zamanda Onat'ın yazı işleri ile ilgileniyordum. Bazen ekran karşısındaki gözlerim deli gibi sulanıyor, hatta gözyaşı şeklinde klavyeye damladığını birkaç saniye sonra elime bulaşan ıslaklıktan fark ediyordum.

Her üniversiteli genç kız gibi beynimde üç düşünce dolanıyordu: Koca bulmak, intihar etmek ya da bir şekilde bu okulu bitirmek. Kendimi üçüncü seçeneğe yoğunlaştırmam için acilen son derece acı bir kahveye ihtiyacım vardı.

Fakülte kantininden bir tane kahve alıp kendimi masalardan birine attığımda, bugünkü sınavlarım bitmesine rağmen biraz daha okulda kalmaya karar verdim. Beynimi dinlendirip iş saatine kadar biraz daha ders çalışmam iyi olacaktı. Bu akşam basketbol grubumla anlaşmıştık o kadar şeyin üstüne bir de.

Sütsüz şekersiz saf acı kahvenin yoğun hissini dilimde hissettiğimde, gözlerimi kapatıp gevşediğimi hissettim. Kahve şu dünyadaki en güzel ikinci içecek olabilirdi. Eğer dünyada çikolatalı süt diye bir gerçek olmasaydı...

Gözlerimi açtım ve gördüğüm şeyle kalbimin hiç bilmediğim bir yerinin cız ettiğini hissettim. Tam anlamıyla, bakakalmıştım. Kantinin girişinde, benden yalnızca birkaç masa uzakta duran Buğraydı gördüğüm. Karşısındaki kızı tanıyordum. Bir alt dönemlerden, ara sıra selamlaştığım ve çok tatlı bulduğum bir kızdı. Buğra'nın bir kolu Tuğçe'nin omzunda duruyordu. Dudaklarını Tuğçe'nin yanaklarına birkaç kez değdirip gülümseyerek bir şeyler söyledi. Gözlerimi ayırmadan bakıyordum.

Sanki içimden bir şeyler kopmuştu. Gözlerimi masaya doğru indirdim ve parmaklarımın güçsüzce sardığı kahve bardağına bakmaya zorladım. Buğra'yı daha önce kızlarla görmüştüm. Yanında gezen kızların günden güne değiştiğine şahit olmuştum. Hepsinde canım acımıştı ama şu anda canımı yakan şey, o kızların hiçbirinin Tuğçe ile alakası olmamasıydı. O kızlar aynı fabrikadan çıkmış gibilerdi. Boyları, bacaklarının incelikleri, göğüs bedenleri, dudak dolguları, hatta saçlarının berbat sarılığı bile birbirlerinin aynısıydı. Tuğçe öyle değildi. Tuğçe benim gibiydi. Benden daha güzeldi elbette, sıcak kahverengi gözlere ve dümdüz siyah saçlara sahipti. Hafif tombul yanakları vardı ve Buğra'nın manken kızları kadar uzun veya fit değildi.

İçimde Tuğçe'ye karşı karşı koyamadığım bir kıskançlık filizlenmeye başladı. Ama bu yoğun hissin suçlusunun o olmadığını çok iyi biliyordum.

"Hey."

Buğra'nın sesi, parmak uçlarımdan tüm vücuduma yayılan bir titreşim salgılarken, gözlerimi birkaç saniye kapattım ve duygularımın hakimiyetini tamamen elime almak için kendimi zorladım. Ona baktığımda, yüzümde parlak bir gülümseme vardı.

"Hey," dedim sessizce. Sesim üzerine biraz daha çalışmam gerekiyordu.

"Seni burada tek başına otururken gördüm," dedi Buğra çantasının tek omzunu tutarak. "Eşlik etmemde bir sakınca var mı?"

Mavinin Maviyle Buluştuğu ÇizgiWhere stories live. Discover now