XLI.

24.2K 1.3K 525
                                    


Küçükken ebeveynlerimin ölümsüz olduğuna inanırdım.

Ölümün ne olduğunu bile tam olarak bilip bilmediğime emin değildim o yaşlarda. Biri ortadan kaybolursa, o kişi ölmek denilen yere gidiyordu benim için. Annemin ve babamın yok olma düşüncesi bana imkansız olduğu kadar komik de gelirdi. Onlar asla yok olmayacaklardı. Sanırım bu düşüncem, ben erişkinliğe adım attığım zaman da bilincimin bir yerlerine sıkışıp kalmıştı çünkü bugüne kadar onlardan birinin ölebileceğini neredeyse hiç aklıma getirmemiştim.

Onları görmediğim birkaç sene dahil.

Babam ölmüştü. Babası ölen birinin nasıl hissetmesi gerektiğini bilmiyordum, babamın ölüşüne tamamen hazırlıksız yakalanmıştım. Sadece gerçekçi gelmiyordu. Onu görmediğim bunca süre boyunca, bir kez bile özlediğimi hissetmemiştim. Aksine onu bir daha hiç görmemeyi ummuştum ve şimdi umduğum başıma gelmişti. Babamı bir daha göremeyecektim.

Yüreğimdeki sızı, bir kayıp üzüntüsünden ziyade göç edip giden birinin hatırasını anmaktan başka bir şey değildi. Hayır. Babamın ölüm haberine üzülmemiştim. Üzülmediğim için suçluluk hissetmemiştim. Sadece anlamsız bir durgunluk çökmüştü üzerime. Beynim dalıp gittiği yerlerde babama dair sakladığı parçaları bir araya getirmeye uğraşıyordu sadece.

Bu parçalar o kadar az ve o kadar niteliksizdi ki, onun varlığına ilişkin neyi gözümün önüne getirip ölümünü içimde bir yerlerde derinleştireceğimi bilemiyordum. Bu parçalar daha çok korkuydu çünkü, acıydı, utançtı. Unutmak için çabaladığım her şeydi. Hayır, onun ölümüne üzülmemiştim. Hatta onun ölümüne karşı hiçbir şey hissetmemiştim içimde, bir parça sızıdan başka.

Sızı onun ölümüyle bile birlikte affedemediğim şeylerden ibaretti. Oysa anneannem hep derdi: Affetmek, feraha ermenin en kolay yoludur.

"Nazlıcan?" Engin, görebileceğim bir açıya doğru elini uzatarak sallamaya başladığında, dalıp gittiğim kahve fincanından bakışlarımı kaldırdım. "Sen iyi misin?"

"İyiyim." Başımı salladım hafifçe. Engin muhtemel dalgınlığımı neye yoracağını bilemeyişiyle birlikte sükuneti bozmaya niyetlenmişti anlaşılan. "Kusura bakma," dedim tebessümle. "Bir garip oldum sadece."

"Seni anlayabiliyorum," dedi Engin anlayış ve şefkat dolu bakışlarla gözlerimin içine bakarak. "İlk başta her şeyin üst üste gelmesinden dolayı sarsılmandan korktum ama..."

Cümlesini yarıda bıraktı. Sebebini biliyordum, cümleyi nereye bağlamak isteyip vazgeçtiğini de. Engin geçmişte yaşadığım tüm travmalarımı her şeyiyle bilen tek insandı. Ona açıldığım gece ne tür krizlere girdiğim de dün gibi aklımdaydı. Engin babamı affedemeyişimin sebebini de biliyordu. Aslında bunun sebebini bilen koskoca dünyada üç kişi vardık, onunla birlikte dört olmuştuk: Amcam, babam, ben ve Engin.

Babamı affedememiştim. İlk tanıklığında koruduğu sessizliğin yalnızca benim uydurduğum bir şey olduğuna inanmaya çalışmıştım. Hayal görmüştüm. Babam, amcamın beni sıkıştırdığını falan görmemişti. Korku ile uydurmuştum onun hayalini. Oysa, amcam kıyafetlerimi zorla çıkarmaya başladığı ilk gün yine ondan cesaret almamış mıydı? Kıyafetlerimi çıkardığı! O karşıma geçip, bana dokunmamak için beni soyarak karşıma geçip kendini tatmin ederken...

Nefes alamadığımı hissederek bir elimi boynuma doğru götürdüm ve hemen başka bir şeyler düşünmeye çalıştım. Başka bir şeyler. Babamın uğradığım istismara göz yummasından başka bir şeyler. O gitmişti. O kendiyle beraber bu iğrenç sırrın kendine düşen payını da beraberinde götürmüştü. Şimdi üç kişi kalmıştık.

Mavinin Maviyle Buluştuğu ÇizgiWhere stories live. Discover now