Kapının kolunu indirdiğimde, kilitli olmadığını anlayarak geriye doğru ittirdim. Acaba Onat odasına girdiğimi fark eder miydi? Gerçekten hissediyor olabilir miydi? Ya da tamamen çocuk mu kandırıyordu? Ben çocuk muydum da kanıyordum? Aklımda depdeli sorularla başımı içeriye uzattım. Ve hiç de hayalimdeki odayla karşılaşmadım.

Açıkçası fazlasıyla ihtişamlı bekliyordum Onat'ın yatak odasını. Evin geri kalanı tıpkı bir dekorasyon ekibine teslim edilmiş gibi ince ince döşenmişti. Ama burası görebileceğiniz en sade odaydı. Beyaz örtülü iki kişilik bir yatak, büyük bir gardırop, bir tane boy aynası ve yatağın tam sağında komodin bulunuyordu. Halısı bile yoktu. Tıpkı hol gibi, burası da beyaza bulanmıştı sanki. Demek ki Onat fazla renkli şeylerden hoşlanmıyordu. Giydiği giysiler de tipik renklerdeydi. Siyah, gri, beyaz ve kahverengi.

Amacımdan sapmamayı kendime hatırlatarak, komodine doğru yürüdüm. Zaten varsa ya burada, ya da gardırobun içinde olmalıydı. İlk çekmecede sadece saatler bulunuyordu. Bu beni şaşırtmamıştı, Onat'ın saatleri sevdiğini anlamıştım önceden. İkinci çekmecede kravatlar diziliydi. Üçüncüsünde, yani en aşağı çekmecede sadece tek bir kutu bulunuyordu. Ve şans bu ya, içinde hem iğne hem de iplik bulmuştum.

Mutlulukla iğne ipliği alarak etrafı kontrol ettim. Bir şeyi yarım yamalak bırakmadığımdan emin olduğumda, odadan çıkıp kapıyı sıkıca kapattım. Daha önce hiç bir şeyi dikmemiştim. İğneyi iplikten geçirebileceğimi bile sanmıyordum ama denemekten zarar gelmezdi. Türk dizilerinde gördüğüm kadarıyla, ipliğin ucunu hafifçe dilimle ıslattım ve iğnenin ucuna geçirmeye çalıştım. Olmadı. Bir daha denedim. Yanından bile geçmedi.

Sinirle denemeye devam ettim. On ikinci denememde girdirebilmiştim. Neyse ki, iplik siyah renkteydi, yani deride fazla sırıtmayacaktı. Gülten ablanın anlattığı şekilde iğneyi yırtığın başlangıç yerine batırdım ve diğer tarafa geçirdim. Deri olduğu için batırmakta biraz zorlanıyordum ama sanırım biraz yapabilmiştim. Yani hafif yamuk duruyordu ama sonuçta açık hâlinden iyiydi. Belki Onat fark etmezdi. Fark etse bile, çok da göze çarpmadığını düşünebilirdi.

Ya da tamamen kendimi kandırıyordum.

Telefonum çaldığında, dikme işini daha yeni bitirmiştim. Düğümü atarak kalan ipi makasla kestim ve gururla gülümsedim. İşte! Birkaç hata dışında gayet güzel görünüyordu. Arayan Gülten ablaydı.

"Ne yaptın halledebildin mi?" diye sordu telefonu açtığımda.

"Evet, harika oldu," dedim iğne ve ipliği yerine koymak için Onat'ın yatak odasına yeniden giderken.

"Sence fark eder mi?"

"Umalım öyle olsun," diyerek iyimser düşünmeye çalıştım. "Gülten abla aslında sana şey soracaktım," diye söze girdim, o sırada saatten hiç haberim olmadığını fark ettim. Hemen kolumdaki saate bir göz attığımda, gözlerime inanamadım. Koltuğu yırtmamın üzerinden kırk dakikaya yakın süre geçmişti. On dakika sona ilk dersim başlayacaktı. Yetişmem imkânsızdı. "Bugün buluşalım mı?" dedim sözümü tamamlayarak.

"Çok iyi olur valla," dedi Pars arkadan yeniden ağlamaya başladığında. "Hem benim küçük velet de biraz temiz hava alır. Şu parkın hemen yanında buluştuğumuz kafede buluşalım mı?"

"Tamamdır," diye onayladım onu Onat'ın odasına girdiğimde. "Bir saate kadar geçebilir misin?"

Okula bu saatten sonra istesem de gidemezdim. Neyse ki fazla devamsızlık yapan biri değildim. Hem bugün dersim sadece öğleden önceydi. Bir günlüğüne assam da olurdu.

Belki Gülten ablayla buluştuktan sonra kitapçıya falan gider oradan kafeye geçerdim.

"Bir saat mükemmel," dedi Gülten abla.

Mavinin Maviyle Buluştuğu ÇizgiWhere stories live. Discover now