54. Kayboluş/3

18.1K 1.1K 81
                                    

Esved için geçen günlerin hiçbir anlamı yoktu. Yeni cinayeti için takvimden düşülen bir gün daha… İlk kurul üyesinin düşmesinin ardından bekleme süresi koymuştu kendisine. Her birisini farklı mekanlarda bazen farklı ülkelerde buluyordu. Özellikle Mansur’un nerede olduğu belli olduğu günlerden seçiyordu cinayet gününü. Ve illaki öldüreceği adamdan intikam alacak başka birilerinin çıkmasını bekliyordu.

Mansur’un konseyin mal diyetlerini ses çıkarmadan kabullenmesi işine gelmişti. İlk cinayetten sonra ondan bir süre şüphelenseler de daha sonra onun olamayacağına hükmetmişlerdi. Bekliyordu Esved, avının ağına düşmesini ve illaki kendisinden başka avcıların ortaya çıkmasını. Ama kimseye bırakmıyordu adamların bedenlerin çıkan son nefesinin avcılığını.

İlk kurşununun ardından sekiz mevsim geçmişti. Yazın mahmurluğuyla insanlar mayışmışken O, planının son bölümü için harıl harıl çalışıyordu. Kurulun son üyesi… O kadar mağrur bir adamdı ki, bütün arkadaşları birer birer toprak olurken o, hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyordu. İlk başta korkmuştu Esved, adam yerine bir naip bırakabilir diye. Eğer Naip başkanlığında yeni bir kurul toplanırsa o zaman her şey yeniden başlardı. Bu ihtimal içini kemirse de oyununun son perdesini hazırlamaktan geri durmuyordu.

ADAM, çok sıkı önlemler almıştı. Başlarında dolaşan bu akbaba kimdi bilmiyordu ama sıranın ona geldiği apaçık ortadaydı. Kim geliyorsa karanlığın arasından ADAM, onunla baş edebilirdi. Bu dünyada onunla baş edebilecek kimse peyda olmamıştı babasının sulbünden.  Son dört aydır her an tetikte olmasına rağmen görünmez düşmanından haber çıkmamıştı. Bu belirsizlik sinir ediyordu ADAM’ı.

Her hedeften sonra arada beklediği zaman ölüm gibi geliyordu Esved’e. Ama ifşa olmamak için çok dikkat etmek zorundaydı. Olaylar hiç bir şekilde Mansur’la ilişkilendirilmememeliydi. Ne çok vakit kaybetmişti Esved. Her mevsimde bir diyet düşürürken toprağa, biraz daha uzaklaşıyordu sevdiklerinden... Ellerindeki kan çoğaldıkça geleceğe ait umutları koşar adımlarla kaçıyordu ondan.

Bir gece kendine yenilip görmeye gitmişti ahusunu. Bir an sadece bir an yüzünü görse yetecekti içindeki mecnuna. Bir kez onunla aynı havayı çekse ciğerlerine, bayram edecekti yaralı ruhu. Akşam ışıkları vuruyordu evlerinin bahçesine. Ahusu’nun sırtı dönüktü, göremiyordu gül yüzünü. Başını  gökyüzüne çevirmiş meleklerle selamlaşıyordu adeta. Ne kadar da uzak görünüyordu bu dünyaya. Sanki bir an sonra cennete uçacakmışçasına…

Bir adım atmıştı ki Esved nefesine doğru, evin kapısından gelen sesle geri çekildi hemen. Genç bir kız sesleniyordu Lumina’ya “Bu prenses çok acıktı annesi, seni istiyor, ben yedirecektim yemeğini ama istemedi.”  Genç kızın kucağındaki sarı melek ellerini uzatmış annesini çağırıyordu bir yandan. “Demek demicem ben işte! Anne gelsin! Gelsin anne!”

Kızının sureti çalınınca gözlerine, bir an tüm dünya silindi gözlerinden Esved’in. Kızı, varlığının yegane güzelliği, gözlerinin önünde bir güneş misali yükseliyordu. Dizlerinin üzerine çöktü zira ayakta duracak takati kalmamıştı artık. Nefesi,kızına doğru giderken, Esved’in damarlarında akan ne kadar kan varsa akıyordu kadının ardı sıra. Gözlerindeki yaşlardan buğulu görmeye başlasa da karısının kızına sarılışını, koynuna yatırışını, gözlerine miller çekile çekile izledi. Evin kapısı kapandığında ise dünya simsiyah kesmişti…

O günden sonra daha bir sabırsızdı Esved, kolları daha bir sızlamaya başlamıştı kızının hasretinden. Aşk daha bir yakar olmuştu ruhunu…

ESVEDWhere stories live. Discover now