AŞKIN MANSUR HALİ / Bölüm: 13

7.6K 653 57
                                    

   Mansur, bir kazma daha vurdu toprağa. Kollarına çöreklenen ağrı, zihnini ele geçirsin diye uğraşıyordu. Bilinçsizce, düşünmeden sadece kazmayı toprağın bağrına saplıyor ve daha sonra kürekle boşaltıyordu. Düşünmüyordu, dünya dönüyor muymuş? Umurunda değildi o anda, kıyamet kopsa umurunda değildi. Kendi elleriyle kıyametini kazıyordu nasıl olsa. Az sonra ruhunu gömecekti bu kara topraklar altına. Yanında dikilen, ince beyaz elbisesinin içinde, tir tir titreyen kadına da bakmıyordu bilerek. Eğer dönerse ve kayıplarının arkasından dökülen o gözyaşlarını görürse, yığılıp kalacaktı. Bütün adamlığını bir kenara bırakıp, ayakları dibinde ağlayacaktı kadının. Dağ gibi durması gerekirken hazinesinin arkasında, saçlarını yolarak, vuracaktı kendisini dağlara. En keskin uçurumlardan salacaktı kendisini düşünmeden.

Bakmıyordu Mansur, Lumina’ya… Sadece kazıyordu…

İki saatin sonunda işini bitirdiğinde korkarak baktı kadına doğru. Lumina porselen bir bebek gibi kıpırtısız duruyordu yanında. Göz bebekleri büyümüş, yüzü beyaza çalmış, sanki nefes almıyormuşçasına dikiliyordu.  Elindekileri, nefes alması onlara bağlıymış gibi sıkıca sarmıştı parmakları. Sarı saçları sımsıkı bir topuzla toplanmıştı. Hayat tozu çalınmış gibi duruyordu adeta. Sanki yaşam enerjisi yok olmuştu. Kadın, eşini kaybetmiş bir turna kadar kederli duruyordu.  Biliyordu, onun acısı kendi acısıyla karşılaştırılamazdı. Aslında onların acıları karşılaştırılamazdı. Çok farklı yanlarından kanıyorlardı ikisi de. Esved, hayatlarında zorla tutmaya çalıştıkları deli bir fırtınaydı, son anda esip kaçıvermişti ellerinden.

Şimdi, onsuzluğa inat yaşamak kalmıştı sadece…

Gözlerinin içine baktı kadının, konuşmak ne kadar da zordu, nasıl anlaşacaklardı bundan sonra? Alfabedeki tüm harfleri bir “Elif” in içine gömmüşlerdi. Bir “Elif”in gidişi tüm harflerini silivermişti dimağlarından. Bir yapbozun kaybolmuş parçasıydı onlar. Ne onların bir anlamı vardı Esved’den ayrı ne de Esved var olabiliyordu . Puslu bir vadi sabahında, karların altından gün ışığına çıkmak için güneşi bekleyen kardelenler gibiydi onlar artık ama ne yazık ki güneşlerine katran çalınmıştı.

Lumina, anlamıştı derdini gözlerinden, hiç konuşmadan yaklaştı açılan mezara. Elinde sevdiğinin kokusu gizlenmiş eşyalar vardı. İlk parçayı ayırdı diğerlerinden. Kırmızı kurdele nazlı nazlı salınmaya başladı rüzgarda. Gelinliğinin belindeki kuşaktı bu. Gözlerinden sicim gibi yaşlar süzülmüştü bu kuşağı çıkarırken Esved’in. O günlerin anısına kendi gözlerinden de yağmurlar yağdırdı Lumina. Sevdiğinin yokluğunu bin ağıt yaktı içinden. Parmaklarını gevşettiğinde kurtuluverdi elinden kuşak ve toprağın bağrında kendisine yuva edindi.  

Elindeki beyaz tişörte baktı sonra, Esved’e gittiği gece üzerindeki tişörttü bu. O gece “Sen beni kovsan da gitmeyeceğim.” demişti ve ömrünün kara yazısı yer etmişti mavi gözlerinde. Esved, dışarı çıkmak için üzerini değiştirdikten sonra tesadüfen bulmuştu bunu ve saklamıştı ondan habersiz. Kokladı son kez… Dünyadan göçmüş birisinin kokusunun geride kalması ne kadar korkunç bir yazgıydı böyle. Dert miydi deva mıydı anlayamıyordu Lumina. Bir iki damla daha düştü içinde ki kuyuya ve bağışladı elindekini toprağın soğuk bağrına.

Cızırtılı bir nefes çekti içine. Parmağındaki alyansını çıkardı derisini soyarmışçasına. Nefesinin kesildiğini hissetti o anda, hafifçe sallandı durduğu yerde. Hemen omzundan kavradı Mansur. Sıkıca sardı kanatlarıyla. Böyle olacaktı artık. Ne zaman yalpalasa kadın, Mansur hemen yanı başında olacaktı. Kardeşine veremediği omzu, emrine amade olacaktı kadının.

ESVEDHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin