AŞKIN MANSUR HALİ/ 16. Bölüm

8.3K 700 172
                                    

Aşk…

İnsanoğlunun en kadim derdi, en kadim imtihanı… Öyle bir dert ki devası bulunmak istenmeyen. Her bir acı için, bir ömürlük sefadan vazgeçilen. Her bir yarası özenle kanatılan, uzun hasret gecelerinde...

Aşk…

İnsanın hem derdi hem devası,

Hem merhemi hem sancısı…

~~~~ <*>~~~~

Sevgiye hasret yanları sancıyordu adamın. Her adımında, sallanırken adaleleri, daha az önce kırılmış bir kemik gibi acıyordu içindeki hasret. Arkasında bıraktığı her ayak izi, yeni kurulacak bir gelecek için umut olarak yazılıyordu kaderine.

Umut düşmüştü adamın içine bir şafak vakti. “Kardeşin onca ölümün içinden çıkıp gelebildiyse bugüne, sende içinde ki bu kırık dökük sevdadan yeni bir diyar kurabilirsin belki…” diye fısıldıyordu kulağına.

Teheccüt vakitlerinde, en saklı dualarına, karışıveriyordu kadın her bir nefeste…

Mansur, titreyen bacaklarına inat bir hızla yürüyordu İstanbul’un en güzel tepelerinden birisine doğru. Sophia bekliyordu… Kaderinin kırılma noktasına yürüyen her insan gibi aciz ve telaşlıydı adımları. Düzenli bir ritimle ilerleyen ayakları, batan güneşin ışıkları altında, bir banka oturan kadını görünce duraksadı. Titrek bir nefes çekti içine… İlk zamanlarda olduğu gibi, kadının aşkının kalbini doldurmasını bekledi nafile bir çabayla. Gönlünün yamalarından süzülüp kaybolan nefesinin arkasından baktı çaresizce.

Yine de yürüdü Mansur. Işık görmüş bir pervane gibiydi o an. Başka bir yön başka bir menzil yoktu gözlerinde. İçinde cılız bir ses vardı, fark edilmek için çırpınan. Bir an ama sadece bir an duyar gibi olduysa da, başını sallayarak reddetti içinin feryatlarını. Tekrar kararlı adımlarla ilerlemeye başladı mizanına doğru.

Sophia, ufukta kaybolan güneşin ışıklarının hüznüyle sallanıyordu, Mansur’un geldiğini fark ettiğinde. Onun ışığı da bu güneş gibi kaybolup gitmişti gecenin koyusunda. Baharının en güzel gününde, kara kışa dönmüştü masmavi gökyüzü. Kadın, mükemmel bir şarkının yanlış notası gibiydi. Uymuyordu hiçbir yere. İçinin yangınlarını söndüremiyordu hiçbir fani bedende.

Mansur’un son sözleri geldi aklına, adamın ayak sesleri yaklaşırken,  Saatler süren yorgun bir konuşmanın ardından, tam ayaklanırken, gözlerine bakmadan fısıldanan sözler, bir kere daha yaktı içini.

“Benim artık sabrım kalmadı Sophia… Çok bekledim, ant olsun tüm zerrelerim adedince bekledim seni. Ama artık bitti… Bu garip gönlümün dingin bir limana ihtiyacı var artık. Yoruldum… Sana geleceğim son kez… Bu seferde sarmazsa kolların beni…”

Cümlesini tamamlamadan çıkıp gitmişti evden. Ne diyecekti? Kadını ne ile sınayabilirdi ki artık. Sophia, hayatın bütün yüzüyle tanışmış, insan denilen varlığın her yüzüyle karşılaşmıştı. Hep kışta yaşayan birisi, fırtınadan korkar mıydı? Sophia, birlikte olamıyorsa Mansur’la, kendi içinde kalamaz mıydı?

ESVEDHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin