8. Zaman~

56K 2.9K 110
                                    

“Bu günlük bu kadar yeter. İstediğim bilgiler bir sonra ki toplantıda elimde olsun. İyi günler.”
Esved toplantı odasını boşaltan kalabalığın arkasından sıkıntılı bir şekilde baktı. İçinde ki bu huzursuzluk ne yaparsa yapsın gitmiyordu. Bakışları Mansur’la birleşti. Mansur aklını okumak istermiş gibi dikkatle bakıyordu gözlerine. Hafif bir tebessüm oynaştı dudaklarında. Mansur bu hayatta karşısına çıkan en garip sürprizdi şimdiye kadar.. “Adını söyle..” dedi içindeki şeytan. Esved’le çok fazla kafa bulur olmuştu bu aralar… “Lumina…” diye fısıldadı içine Esved. Adını bile düşünmek istemediği doğruydu.  Ellerindeki bu karıncalanma fiziksel olarak zorluyordu onu ve duygusal olarak içine düştüğü çıkmazın bir tarifi yoktu.
Derin bir iç çekip yerinden doğruldu.


“Mansur Laleli’ye söyle mekânı hazırlasın!”


Masur’un kaşlarını çatışı bir itiraz dalgasının geleceğinin habercisiydi. “Esved..” diyecek oldu ama Esved hemen arkadaşını susturdu. “İtiraz istemiyorum Mansur. Sen gelmeye bilirsin. Ara ve sofrayı zenginleştirmelerini söyle. Bir iki meze de olsun yanında mutlaka.”

Mansur telefonu çıkarıp arkadaşının dediklerini iletti ve telefonu kapattı. “Bir gün o illet seni öldürecek ve ben can borcumu ödemeden göçüp gideceğim. Esved…  Yapma.”
“Mansur! Benim ne olduğumu biliyorsun nasıl bir hayat yaşadığımın en yakın tanığısın. Beni kurtarmaya çalışmaktan vazgeç. Şu anda beynimin içi arı kovanı gibi biraz dinlenmeye ihtiyacım var.”
“O dinlenmek değil ki. Dinlenmek istiyorsan yatıralım bir masaya sıkalım narkozu uyu gitsin. O zehir içini çürütüyor!”
“Yeter Mansur! Gidiyorum ben istersen gelme dedim. Ne kafa ütülüyorsun!”

Mansur sıktığı yumruğunu masaya vurdu. Sıktığı dişlerinin arasından konuştu “ Geleceğimi biliyorsun. Hep biliyorsun. Kendinden çok bana işkence ediyorsun haberin yok. Senin kafan güzel olup beni bile tanımadığında benim sırtıma binlerce demir çubuk vuruluyor bilmiyorsun!”
“Bende senin lanetinim değil mi Mansur…”

<.> <.> <.> <.> <.>

“Evet, Lumina Hanım isterseniz başlayalım.”
Doktorun beyaz ağırlıklı muayenehanesinde camın kenarına koyulmuş bir masada oturuyorlardı. Abisinin ısrarlarına dayanamayıp üç yıl önce başlamıştı konuşma terapisine. Doktora gire çok güzel ilerliyordu seanslar. Lumina artık bazı kelimeleri hiç takılmadan konuşabiliyordu.  Bu seanslar daha eğlenceliydi onun için.

Psikolojik danışmanıyla yaptığı seanslar beyninin içindeki arı kovanını çomakla karıştırmak gibiydi. Unutmak istediği her şey o daha fark etmeden ortaya dökülüveriyordu. Çok akıllı adamdı Hakan Bey. Hiçbir şey sormadan bütün cevapları ağzından alabiliyordu.


Bir saatin sonunda Lumina muayenehaneden ayrıldı. Bugün yapacağı hiçbir şey yoktu. O yoğun temponun arasında nasıl böyle bir günü kalmıştı sekreteri bile anlayamamıştı.. Ama  o önüne gelen fırsatları değerlendirmesini bilirdi.

Arabasına binip şehir dışına doğru sürmeye başladı. Arkada Meryem Ablanın onun için hazırladığı küçük piknik sepeti vardı. Küçük kelimesi aklından geçerken haylaz bir gülümseme oynaştı dudağında Meryem ablanın küçüğü bir orduyu doyurmaya kesin yeterdi.

Görmek için sabırsızlandığı manzaraya kavuşunca gözleri arabasını park ederek dışarı çıktı. Manzaranın en kilit noktasına gelerek gözlerini sonun kadar açtı. Bu eşsiz manzaranın tek bir karesini bile kaçırmak istemiyordu.  


Mavilik sanki bütün benliğini içine çekiyordu. Mavi her zaman en çok sevdiği renk olmuştu. Dingin, ılımlı, sessiz, saklı... Tıpkı kendisi gibi...  Abisi beyazsın sen derdi her zaman. Ama o inanmıyor du buna. Beyaz... lekesiz, açık, güvenli... Açık değildi o kimseye, gönlünde olan kırmızıları morları siyahları bilmiyordu kimse...


Güvenli de değildi artık. .. O günden sonra deri değiştirmişti sanki. Nasıl olurda öyle bir adam düşüncelerine misafir olup aklının odalarında sanki ev sahibiymiş gibi dolaşabilirdi.
Artık rüyaları bile güvenli değildi onun. Maviydi işte o tonları vardı bir kere. Gece laciverti vardı en derinlerinde annesini babasını sesinin ahengini kelimelerini gömdüğü...

<.> <.> <.> <.> <.>

Koluna enjekte ettiği sıvı nazlı bir gelin gibi ilerliyordu damarlarında. Her saniye biraz daha kopuyordu dünyanın gerçekliğinden. Mansur'un acı çeken yüzü bozuk televizyon ekranı gibi bir gidip bir geliryordu önünde.  Üzüyordu onu biliyordu ama o böyleydi. Kara... Lanetin her türlüsü vardı bedeninde...


Ufak bir kız çocuğu geçti önünden.  Gelmişti en büyük kabusu... Rüyası... "A..bii..siii! Saç...ları...mı açtı En..sar. Ö..rer...misin?" Örmez miydi. Ömrünün sonuna kadar yapardı vakti olsaydı. Titreyen ellerini uzatıp ipek saçlarını eline doladı. Mis gibi kokusu geliyordu burnuna. Ağlamaya başladı titreyerek. Yüzünü döndü ona rüyası. Elini dayadı yanağına. "Ağ..la..ma A..bi..si..." dedi pamuktan yumuşak sesiyle. Koşarak kapıdan çıktı sonra. Ayağa fırladı Esved. Yakalamalıydı onu yanına almalıydı. Ama yapamadı. Yer ayaklarının altından su olup kaydı bir anda. Sonrası karanlık..  En az kendisi kadar karanlık...

<.> <.> <.> <.> <.>

ESVEDHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin