AŞKIN MANSUR HAL'İ/ Bölüm:21

7K 748 88
                                    

Aylar çabuk geçmiş, Mansur Öykü'nün gönlünün tahtında aşkın her rengini tatmıştı. Kadın, bir sam yeli gibi ruhunun içinde ne kadar kırıntı varsa hepsini toplamış, yeniden kurmuştu otağını. Her gülüşü, dokunuşu, kirpiklerinin titremesi, yeni bir Mansur inşa etmişti. Yaradan, bir erkeği yeniden inşa etme gücünü bir tek kadına vermişti şu hayatta. Kadın, nasıl yeni bir ruh besleyebiliyorsa rahminde, bir adamın yamalı ruhunu da yeniden doğurabiliyordu elleriyle.


Kalbi büyüyordu Mansur'un. Kadının aşkına battıkça, her bir hücresine sızdıkça o kızgın ateş, daha da çoğalıyordu ruhu. Aşkın ne olduğunu yeni yeni öğreniyordu toy ruhu. Daha önce sorsalar aşkın rengi ne diye? Kırmızı derdi Mansur. Yangın kırmızısı. Yakan kavuran yok eden bir kırmızı. Ruhunu eriten, toprağa karıştıran bir kırmızı.


Oysa şimdi görüyordu aşkın tek bir rengi olmadığını. Aşkın, kadınının üzerine giydiği elbiseye göre renk değiştirdiğini. Gözlerinin rengine göre anlam kazandığını. Aşkın her gün yeniden anlam kazandığını yeni anlıyordu Mansur.


Ve yeniden anlıyordu ki, aşkın kırmızısı yok değil var ederdi. Ruhunu kalıplarda eritip yeniden bir bedene sokardı aşkın kırmızısı. Yokluk değil varlık fısıldardı ruhuna. Aşk, yeniden var ederdi insanı.

Zamanı alırdı eline aşk, dün, bugün, yarın anlamsız olurdu onun yanında. Kendi zaman dilimiyle yönetirdi geleceği. Saat "yârin hemen başında" olurdu kimi zaman ya da "Bugün günlerden yâr busesi" diye not düşülürdü tarihe.


Velhasıl, aşk ilk defa tam alfabesiyle doluyordu kalbine ve bu yeni lehçeyle yeni cümleler kuruyordu Mansur.

Öykü, ürkek adımlarla ilerledi hayatının yörüngesine doğru. Eskiden, hayatını bir adama göre yönlendiren arkadaşlarına akıllarını kaçırmışlar gibi baktığı anlar geldi aklına. Aşk, nelere kadirdi? Öykü bir adama aşık olmuştu da onun yamacından ayrılmak için birkaç ay içinde bütün işlerini ayarlamıştı. Yurt dışındaki görevini bırakmış, İstanbul'da bir üniversitede işe başlamıştı. Bu arada doktora tezi kabul edildiği için okuldaki profesörü onu bırakmak istememişti ama durduramamıştı Öykü'yü.


Mansur'dan bir adım uzağa gitmeye yanaşmıyordu yüreği. Arada oraya giderek dersler vereceği sözünü alınca ancak pes etmişti profesörü. Birkaç günlük ayrılıktan bir şey olmaz diye düşünmüştü o zamanlar Öykü. Ama şimdi bile gözünde büyüyordu Mansur'un gölgesinden uzak geçecek dakikalar.


Şimdi elinde şekersiz Türk kahvesiyle sevdiği adamın yanına giderken, adımları ürkekti. Ama bu ürkeklik korkudan değildi asla. Güzel adamı, akşam güneşi artında, saçlarına eş ışıklarla o kadar güzel görünüyordu ki bu anı bozmaktan çekiniyordu.


Yoksa defalarca görmüştü adamın gözlerinde, onun için son nefesini verebileceğini. Tahayyül edemeyeceği bir aşktı adamın gözlerinden ona doğru akan. Bu kadar büyük, bu kadar çoğalan bir aşk beklemiyordu kalbi. Mansur tarafından sarmalanırken ruhu, bu denli ona bulanacağını tahmin etmemişti hiç.

Mansur, dudağında yarım bir tebessümle bekledi kadının ona ulaşmasını. Nasılda minik minik adımlar atıyordu onu rahatsız etmemek için. Ama kadının gelişini rüzgar fısıldıyordu kulağına, haberi yoktu. Ilık bir bahar yağmurunun yaklaşması gibi yaklaştı kadın yanına. Kahve kokusuna karışmış gül kokusu başını döndürdü. Dünya bir kere sallandı, sonra yerleşti yörüngesine.

ESVEDHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin