3.BÖLÜM "YEŞEREN UMUTLAR"

Start from the beginning
                                    

"Sizin için ne yapabilirim?" Defterin bir diğer sayfasını açıp yazdığım soruyu okuyabilmesi için yeniden ona doğrulttum defteri.

Eliza Hanım gülümsedi. "Abim evde değil mi?"

Olumsuz anlamda başımı salladım. "Boşuna geldim o zaman," dedi. Ardından açıklamak ister gibi konuştu. "Burada yaşamıyorum, bu ev bana yalnızca anne ve babamın ölümünü hatırlatıyor." Yutkunmakta güçlük çekti. "Babam vefat edeli de henüz çok az zaman oldu. Abimle konuşmam gerekenler vardı."

Karşımdaki kadının hüzünlü gözlerine bakarken, benim de içim yandı. Gözlerindeki acı oldukça gerçekti, ayakta dimdik durmasına rağmen, sanki dokunsam yıkılacakmış gibi hassastı aynı zamanda.

"Başınız sağ olsun Eliza Hanım," yazdım deftere hızla. Yazıyı okuduktan sonra gülümseyip başını salladı.

"Eliza," dedi. "Sadece Eliza diyebilirsin."

Şaşkınlıkla karşımdaki kadına baktım. Abisi de kendisi de tanıdığım en alçakgönüllü insanlardı sanırım.

"Hadi," dedi Eliza Hanım- yani Eliza, sadece Eliza. "Abim yoksa, bari biz karşılıklı iki kahve içelim."

Karşılıklı mı? Yine şaşkınlıkla olduğum yerde kalakalırken Eliza hüzünlü bakışlarla salonu inceledikten sonra mutfağa geçti. Arkasından ilerledim. Heyecanla titreyen ellerle, iki Türk kahvesi yapmak için makinaya su koyarken Eliza az önce benim kalktığım masaya oturdu.

"Kitap mı okuyordun?" dedi benim az önce bıraktığım romanı alıp incelerken. "Sağlıkla mı alakalı? Hiç sevmem." O kitabı bırakırken gülümsedim.

"Şekersiz olsun benimki," dedi yine Eliza. İki şekersiz kahveyi hazırlayıp masaya götürürken hâlâ evin sahibiyle kahve içeceğim için şaşkındım.

Kahve tepsisini kenara bırakırken yeniden avuçlarıma defteri aldım. "Roman güzel mi bari?" diye sordu Eliza, yeşil gözlerindeki samimi ifadeyle.

Başımı salladım. Çocukluk hayalim tıp okumaktı ama hayat şartları beni bu hayalimden alıkoymuştu. Amcam ve yengem liseyi okumama izin vermemişti. Tıp mezunu olmak şöyle dursun daha lise mezunu bile değildim.

"Sağlık merakı nereden geliyor?" diye sordu Eliza yine gülümseyerek.

O bakışlar altında kendimi ilk defa bir arkadaşımla sohbet ediyormuşum gibi hissederken, beni küçümser mi diye düşünmeden deftere "Çocukken en büyük hayalim doktor olmaktı, o yüzden içimde ukte kaldı," yazdım.

"Ne mezunusun?" diye sordu Eliza.

Deftere yazıp yine uzattım. "Ben en son ilköğretimi bitirdim, lise okuyamadım, çalışmam gerekti."

Eliza anlayışla bana baktı. Kınamadı, eleştirmedi. "Peki eğitimine devam etmeyi düşünüyor musun?"

Hüzünle ona baktım, amcam ve yengemler bunu duysa kemiklerimi kırardı büyük ihtimalle, onlara para yetiştirmem gerekiyordu. Olumsuz anlamda başımı salladım. "Çalışmam lazım."

"Birçok insan çalışırken de eğitimini sürdürebiliyor. Açık öğretim lisesine yazılmayı düşündün mü hiç? Yanlış hatırlamıyorsam, sadece sınavlara girmen yetiyor, ek olarak örgün eğitimde olduğu gibi dört yıl gitmene gerek yok, kredi sistemi sayesinde iki- iki buçuk yıl gibi bir sürede mezun olabiliyorsun. Sonra da üniversite sınavına girersin."

Hüzünle kendisine baktım. Açık öğretime ödeyeceğim az miktardaki para bile sorun olabilirdi amcam ve yengemler için. Hem burada da haftalık sadece bir izin günüm vardı, sınavlara gitmek için izin alamayacağım da malumdu. Üzerine liseyi bir şekilde bitirsem bile bu şekilde nasıl okuyacaktım, konuşamıyordum bile. Üniversite okumama amcamlar asla izin vermezdi.

Omuzlarım çökerken Eliza bana baktı. "Ne oldu? İstemez misin?"

Umutsuzca kendisine baktım. "Çok isterdim ama-" Daha ben yazmaya devam ederken Eliza uzandı ve elimi tuttu.

"Çok istiyorsan 'ama' sözcüğünden sonrasının bir önemi yok, ben abimle konuşurum, kaydını hemen yaparız, izinleri de dert etme sen." Gülümsedi. "Çok çalışman gerekecek ama hayatta bir insanın isteyip yapamayacağı hiçbir şey yok." Tekrar gülümsedi.

Şaşkın şaşkın karşımdaki kadına bakarken minnetle gözlerimin dolmasını engelleyemedim, ayıp olmayacağını bilsem birkaç dakika içerisinde hayatıma girip hayatımı tümden değiştiren bu kadına sarılırdım.

"Çok teşekkür ederim," yazdım dolu dolu gözlerle. Eliza kahvesini bitirip ayağa kalkarken "Ne demek," dedi. "Benim pek kalabalık bir çevrem yoktur, artık buraya uğradığımda seninle sık sık sohbet ederiz. Ben artık gideyim."

Eliza'yı gülümseyerek uğurlarken hâlâ yaşananlara inanmıyordum, bu ev sanırım başıma gelen en büyük mucizeydi.

Mutlulukla mutfağa geçip yaşananlara inanamazken, kenara bırakılmış kahve fincanlarını bulaşık makinasına yerleştirip bugün Kuvars Bey'in bana vermiş olduğu defter ve kalemi alarak mutfak kapısından dışarı çıktım ve bahçedeki masalardan birine oturdum. Soğuk tenime işlerken mutlulukla defteri göğsüme bastırdım.

Teşekkür ederim Allah'ım. Çok teşekkür ederim. İlk defa bana, bir o kadar uzak insanlar, benim için çaba harcıyorlar. Çok teşekkür ederim. Artık evlendirilmek zorunda değilim, artık temizliği iyi yapamadığım için tekme yemek zorunda da değilim... Ben de okuyacağım, ben de herkes gibi, sanki normal bir insanmışım gibi değer görerek yaşayacağım... Teşekkür ederim.

Minnetle başımı gökyüzüne çevirip gülümseyerek defteri göğsüme yasladım. Soğuk hücrelerime işlerken her şeye rağmen çok mutluydum.

"Soğuk değil mi?" Arkamdan duyduğum sesle irkilirken hızla göğsümdeki defteri çektim ve telaşla hemen ayağa kalkıp arkamdaki adama döndüm. Ne ara gelmişti? Hiç duymamıştım.

Üzerinde bugün evden giyerken giymiş olduğu siyah takım elbisesi vardı, kravatını çıkartmıştı, gömleğinin ilk iki düğmesi açıktı, dağınık saçları alnına dökülüyordu. Dolunay ışığının altında onu görebildiğim kadarıyla bu manzara nefesimi keserken ona baktım.

Kaşlarını çatarak bana doğru ilerledi. "Üzerine de hiçbir şey almamışsın."

Ben şaşkın şaşkın ona bakarken, üzerindeki ceketi çıkardı ve bana doğru ilerledi, ceket omuzlarımın hemen üzerine konarken şaşkınlıktan açık kalan ağzımla ona baktım.

İtiraz edecektim ki, bakışlarının katılığı altında edemedim. Ceket düşmesin diye tutarken, onun da ceketi tutan parmakları benim hayatım boyunca hep soğuk olan ellerime çarptı.

Ellerimin soğukluğunu fark edince alnındaki kavis daha da belirginleşti. "Ellerin buz gibi?" Onun tok sesinde sanki endişe duygusunu hisseder gibi olurken ne diyeceğimi bilemedim.

Masadaki deftere uzandım hemen, kendimi açıklamak ister gibi. Hızla yazdım. "Havadan değil, benim ellerim hep soğuktur, hep üşür."

Kuvars Bey yüzündeki ifadeyi bozmadan sordu. "Neden?"

"Bilmem," diye yazdım deftere. "Benim ellerim kendimi bildim bileli böyledir, sopsoğuktur."

Soğuk kendimi bildiğimden beri benim bir parçamdır demek istedim ama sadece içimden söylemekle yetindim. Defteri ve kalemi masaya bırakırken Kuvars Bey'in çatık kaşları mümkünmüş gibi daha da derinleşti.

Bir anda, onun sıcak ve iri avuçları benim küçük ellerime uzandı ve sıkıca ellerimi kavradı. Ben şaşkınlıkla onun gözlerine bakarken Kuvars Bey tuttuğu ellerimi kendine çekti, hiç bırakmadı.

Kalbim deli gibi çarparken "Ben tutarım ellerini," dedi aniden. "Üşümez hiç."

LALWhere stories live. Discover now