OTUZ İKİNCİ BÖLÜM - GERİYE DÖNÜŞ

899 50 19
                                    

NOT: Bölümün sonundaki yazıyı okumanızı rica ediyorum. İyi okumalar.

Bugün bayram mı yoksa gözümü açınca olacaklardan sonra beni anma günü mü olacak acaba? Fikirsizliğim, göğsümdeki kara deliği büyütürken zihnimde çın çın çınlayan bir ses var, kim bilir, delinin biri başımın etrafında Tibet çanağını çınlatıyor olabilir ama öyle olsaydı bu ses beni rahatlatır ya da huzursuz ederdi muhakkak, oysa şimdi her duygu durumunu, düşünme halini kapsayan bir Araf'ta sıkışmış bulunmaktayım. Ne olduğunu hatırlıyorum, keza neye dayanamayıp yere yığıldığımı da ama nerede olduğumu ya da olabileceğimi bilmiyorum. Bir şeye karar vermek ve o şeyin sonuca bağlanması için gözlerimi açmaya cesaret etmek güç. Adada beni içine alan türü halüsinasyonlardan gene muzdarip olabilirim, başımda Kayahan'ı ya da Alemdar'ı bulabilirim, öyle ki Übeydullah'ı bile bulabilirim... Bundan korkuyorum. Hayal ve hakikat, uzun zaman önce çatışmayı bırakmıştı çünkü beni ikna etmelerine gerek yoktu, en ufak bir delilde yahut delilik halinde kendini o tarafa çekiyordu aklım, tıpkı şimdi olduğu gibi. Orman yolunda bayıldığımı hatırlıyordum. Elinde fotoğrafımızı tutan Karal'ı, arabadan inen Kandar'ı, Barlas'ı, onlara nazaran daha yakınımda olan Alemdar'ı ve Asaf'ı... derken gözlerimi açtım. Saya saya, anımsaya anımsaya ya da varsayımlarla beynimi yormaktan başka bir şey yapmamaktan bıkmıştım.

Uyandığım yer beni tedirgin etmişti. Handa olduğumu ve bunların hepsinin Samsa'dan farksız, uzun ve bunaltıcı bir düşten ibaret olduğunu sanmıştım. Hana kıyasla daha ferah, daha büyük ve daha dolu bir yerde olduğumu anlamam uzun sürmedi. Karazan'da değildim. Alemdar'ın evinde olma ihtimalim vardı çünkü üst katlardaki odalardan hiçbirine girmemiştim. O odalardan birinde uyanmış olma ihtimali beni korkuta korkuta ölü sessizliğiyle yataktan çıktım, pencereyi açıp manzaranın orman olduğunu görürsem yere yığılabilirdim. Pencereye yaklaşırken gitgide yükselen, genişleyip bükülen senaryoları kısa süreliğine yabana attım, üzerimdekiler dikkatimi çekmişti. Saten bir gecelik giyiyordum. Kollarımdaki kurdeşenler varla yok arasında varlık gösteriyordu. Kolumu burnuma yaklaştırıp kokladım. Şekerimsi bir koku vardı kolumda, biri merhem sürmüş olmalıydı. Dolabın aynasından kendime baktım, Alemdar'ın evindeyken saçlarımın bu kadar temiz görünmediğine emindim, öte yandan yıkanmadığım konusunda da kendimle hemfikirdim.

''Kim giydirdi bana bunu?'' dedim kendi kendime, bir yandan geceliği çekiştiriyordum. Panik içinde olmama rağmen, panik bir bönlük haliyle odayı taramaya başladım. Karazan'daki evde değildim, bundan emindim. Pencereye koşup perdeyi hışımla açtım. Perdenin hışmından nasibini alan elim, perdenin üzerinde kalmıştı. Barlas ve Karal aşağıdaydı. Barlas, elindeki dosyalardan birini Karal'a gösteriyor, kuvvet muhtemel bir şeyi açıklıyordu. Onları dikizlemekten ziyade şaşkınlık yüzünden yerimden kıpırdayamazken odanın kapısı sessizce açıldı. Hem de güvercin adımlarıyla! Kandar elindeki tepsiyle odaya girmişti, yere bakıyordu.

''Ağabey!'' Uyanıp kalktığıma şaşırmış olacak ki yerdeki bakışlarını şaşkınlıkla yukarı kaldırdı.

''Nur... Uyandın demek!'' Tepsiyi yakınındaki komodine bıraktı, o sırada ben odanın içinde koştura koştura çoktan yanına varmıştım. Kollarımı açıp ona kocaman sarıldım. Hayattaki en yakın akrabama, en yakınıma sarılmak, üstelik bunu haftaların ardından, araya girmiş ve benim kendi kendime gelin güvey olup, kendim başlatıp kendim bitirdiğim küslüğün, kırgınlığın ardından yapmak paha biçilemezdi. Burnuma çektiğim Kandar'ın kokusu değildi, güvenin kokusuydu. Geri çekilince yüzümü ellerinin arasına alıp gümüş rengi gözleriyle bana baktı. O gözlere baktığımda antreye tırmanıp karşısına çıktığım ilk zamanı, hiç kimsenin ağır kayıplar vermediği zamanı hatırladım. Kanatlanıp çıktığım gökten yere çakılmıştım.

KAMBERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin