ÜÇÜNCÜ BÖLÜM - DELALET

1K 36 2
                                    

Tilki bakışlı, kurt gibi yırtıcı olan zaman hiç de aceleci olmayan bir tavırla aylak aylak arabanın önünden gidiyordu, biz de onu takip ediyorduk... Kucağımda biriktirdiğim usancı, hüznü ve buhranı arabanın içine gelişigüzel fırlattıktan sonra derin bir nefes almış, yarı kadar açık olan camdan temiz, saf oksijeni doya doya içime çekmiştim. Huzursuz olduğum kadar sıkıntılıydım da ve orman havası bile bu keskin rehaveti dağıtamıyordu, Karal'ın ne cesaretle beni hiç tanımadığım adamların arasında bıraktığını anlamıyordum. Başımı, hışmımı almak istercesine sertçe kaşıyıp elimi kucağıma indirdim. Bu, hiç yapmayacağım ve kimseye karşı duymayacağım bir şeydi, hele ki bunu Karal'a karşı hissetmem vahimdi; ama kin denen küçük yaratığın içimde adımladığını sezinleyebiliyordum.

Hava kurşuniydi ve dünyanın kendisini de oldukça karamsar, ruhsuz ve gri görmek beni boğuyordu. Onun yanına vardığımda bana yüzük yüzünden tavır takınıp takınmayacağını düşünüyordum ama nasıl davranacağını bir türlü kestiremiyordum. Başımı geriye attım. Yosunlu kayaları; kızıl topraklı, yılan gibi sağa sola kıvrılan ve ormanın içine açılmış olan dar bir yolu, tıpkı içi gibi etrafı da taşlardan sırılsıklam olmuş olan bir dereyi, arkamızda bıraktığımız derenin bağlandığını düşündüğüm büyük bir şelaleyi, taşı, toprağı, günü, her şeyi arkamızda bırakmıştık. Buna rağmen yol bitmiyor, aksine uzuyordu.

''Ne kadar kaldı?''

''Yarım saat.''

''Kaç saattir yoldayız?''

''Kırk beş dakikadır.'' Bu yolculuğu Karal'la yapabilirdim, onunla gerekirse yirmi dört saat bile yolculuk yapabilirdim ama bu adamların yanında rahat edemiyordum; arkada oturuyordum oturmasına ama tanımadığım, ne idüğü belirsiz adamlarla yolculuk etmek psikolojik bir işkenceydi. Ne yapacakları, fikirlerini ve bağlı olduğu kişileri birdenbire değiştirivermeyecekleri belli değildi, gerçi yanımdaki sarışın herif hiç de ihanet edecek birine benzemiyordu ama önemli olan görünüşü değildi. Görünüşte herkes her zaman ''en'' iyisiydi.

On dakika geçtikten sonra –geçtiğini düşündüğüm bir süreden sonra- yalnızca dört dakika geçtiğini söylemişti. Bas bas bağırmam yakındı. Bir on dakika daha geçince ona tekrar saati sormuş ve aradan sadece altı dakika geçtiği cevabını almıştım; fenalık gelmişti, varmamıza daha yirmi dakika vardı.

Başımı koltuğun yuvarlak başlığına yaslayıp kaykıldığım alan el verdiğince adama sırtımı döndüm ve gözlerimi kapattım. Taş merdivenleri tırmanırken gerek sarf ettiğim enerji yüzünden, gerekse temiz hava yüzünden epeyce açılmıştım, ama son kırk-kırk beş dakikadır tamamen mayışmış durumdaydım ve artık dayanamıyordum. Üzerimdeki palto kalın olmasına rağmen uyuklamaya başladığım için doğal olarak vücut ısım düşmeye başlamıştı, gene üşümeye başladım ama bu soğuk dışarıdan değil de içeriden geliyor gibiydi. Hortum esip gürleyerek göğsümde dönüyordu.

Göz kapaklarımın üzerine erimiş uyku betoncukları dökülse de sadece uyuklayacaktım, uyumayacaktım; tedbiri elden bırakmamam gerekiyordu. İçi susan arabanın sessizliğinden faydalanarak motorun böğürmesini dinledim, düşünemiyordum, öyle ki beynim benden bağımsızdı ve arada bir gözlerimin önüne birkaç görüntü fırlatıp kaçıyordu. Asaf, Arden, Kartal, Barlas, Kandar, Kasap, Balamir, Evran derken birdenbire Kayahan'ın silüeti zihnimin yağlı zeminine şap diye düşünce yerimden sıçradım.

''Ne?'' dedim kendi kendime; arabanın motorundan ses seda gelmiyordu. Doğrulup ön koltuğa baktım; sürücü koltuğunda hiç kimse yoktu; felaket tellalı içimde bas bas bağırıyorken panikle soluma döndüm, sarışın adam yanımda değildi; araba bomboştu.

KAMBERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin