BEŞİNCİ BÖLÜM - ULAK

868 37 14
                                    

''Benim canıma,'' dedi kendini kastettiğini daha anlaşılır hale getirmek için elindeki silahın namlusunu göğsüne çevirerek; yukarı kalkmış tek kaşı, ciddiyetin, serinkanlılığın ve pek çok iyi olmayan duygunun –Bekâm için iyi olamayan duygunun- alaşımı sonucu ortaya çıkan katı yüz ifadesi ve cüssesinin verdiği heybetle insanın içinin titrememesi için o kimsenin ya onu yakından tanıyan biri olması gerekiyordu ya da delinin biri.

''Benim canıma zarar verecektin... Bana yanıldığımı söyle, oğlum. Söyle ki seni ödüllendireyim.'' İlkin bu eli açıklığa şaşırdım, sonra bocaladım; Barlas'ın söyledikleri hafızamın dibinden aksıra tıksıra çıkıp yüzeye ulaşmış, geçmiş suyunu bulandırmıştı: Kötü bir şey yaptığımızda ödüllendirilir, iyi bir şey yaptığımızda kibre düşmememiz için cezalandırılırız.

''Ne ödülü, ağabey?'' Bekâm güçlü durmaya, soğukkanlılığını korumaya çalıyordu ve doğrusu karşısındakine bunu hissettiriyordu ama onun korktuğunu ve geri adım atmaya hazırlandığını görebiliyordum. Karal'dan ödü kopmuştu, hele Karal cevap vermeyip uzun bir süre onun gözlerinin içine bakınca dizlerinin bağı hepten çözülmüştü; dizlerinin önce titreyip sonra hafifçe kırıldığını gördüm ama durumu hemen toparlamaya çalışmıştı. Bir süre gözlerini ondan kaçırıp sonra gözlerini tekrar ona dikti. Oysaki Karal başından beri ona bakıyordu.

''Ödülün toprağın iki kat altındaki dar tabuta gömülmek olacak. Cehennem ceza olurdu, oğlum, ya da çok basit bir ödül. Odadan çık da seni ödülüne götürsünler.'' Toprağın altındaki tabut, deyince benim bile içim kaotik bir gürültüyle teklemiş, harıl harıl çalışan duygu merkezlerim korkuyu, dehşeti, ürpertiyi ve kötü bir heyecanı daha yoğun bir şekilde salgılamaya başlamıştı ancak Bekâm beklediğimden daha az bir tepki vermişti. Başını olumsuz anlamda iki yana sallayıp gerilemeye başladı.

''Onun önünde bana bunu söylettiğin, korkmasına sebep olduğun için beş kat olsun.''

''Bu makam kavgası, ağabey, sizler de kavga ettiniz, parçaladınız; yeri geldi, öldürdünüz... Anla beni, benden daha güçsüz olanlar benden daha güçlüymüş gibi davranıyorlar. Âlem Deryası için en uygun kişi benim, o makam benim!'' Karal siyah, uzun paltosunu sıyırıp silahını kemerine geri koydu; gergince adamlara, en son kadına göz attım. Sus pus olmuşlardı ve Vassaf'ın üzerinde uyguladıkları baskıyı azaltmış gibilerdi, öyle sanıyorum ki Karal'ın dikkatini çekmemek için birdenbire bırakamamışlardı onu.

O, Bekâm'a dört adım atınca Bekam geriye doğru iki adım attı. Karal elini yukarı kaldırıp Bekâm'ın şakağından yanağına doğru güç verirmiş gibi kaydırdı elini. Evran'ı da sevdiği halde onu yıllarca bir yere kapatmıştı, aynı sahnenin tanık olmadığım kısmına tanık oluyormuş gibi hissetmiştim, öyle ki onu Evran'ın yerine koyduğum için acımıştım bile Bekâm'a.

Bekâm suçlu psikolojisiyle çok ani bir harekette bulunarak Karal'dan kurtulmaya, kaçmaya çalıştı. Şansını denemek istemişti ama öyle geliyordu ki o da biliyordu kaçamayacağını; kapıdan kaçsa binadan kaçamaz, oldu da binadan da kaçarsa hastanenin girişinde yakalarlardı onu, ama zaten başından kaybediyordu şansını. Karal kapı gibi karşısında duruyordu ve onun cüssesini aşmak kolay bir iş değildi.

Bekâm'ı boynundan yakalayıp onu iki büklüm etti; o kalkmaya çalıştıkça ensesini sertçe aşağı bastırıyordu. Koşuştura koşuştura gelenin Barlas olduğunu sesini duyunca anlamıştım. Karal'a seslenmişti, sonra bana döndü, elini bana doğru uzatmıştı.

''Ağabeyimin yanından ayrılma! Kartal gidiyor, onu yalnız bırakamam...'' dedi ve ne dediğini anladığıma kanaat getirdikten sonra hızla arkasına döndü; gelişiyle gidişi bir olmuştu Barlas'ın... Karal'ı görünce yelkenleri suya indiren adamlardan az evvel kurtulan Vassaf, bana bir şey söyledi ama ne dediğini anlayamadım, Barlas'ın peşinden gitmek için odadan çıkarken duvarlara yaslana yaslana, göze batmak istemezmiş gibi odadan çıkması gözümden kaçmamıştı. Karal'a bakacak gibi olmuş ama bakamayarak başını aşağı eğmişti. Saygı önemliydi ama sevgi daha da önemliydi. Arden'in Balamir'e çıkışlarını dün gibi hatırlıyordum; ağabeyinin ağabeyine, bir selefe karşı yeri geldiğinde çıkışan Arden mi bayağı ve anormal bir şekilde cesaretliydi, yoksa Karal mı yüzüne bakılamayacak kadar çekinilmesi gereken biriydi, bu konuda pek bir eminlik hissetmiyordum. Gözlerim gene Bekâm'a tesadüf etmişti; acınacak bir haldeydi; Bekam'dan Karal'a atladım; yüzünde Arden'de bile olmayacak kadar derin bir ifadesizlik vardı ve suratında buz gibi bir mesafe anaforu dönüyordu, hiddetle çırpınan buzlar odaya sıçrıyor ve odayı mecazından çıkarak gerçek anlamıyla soğutuyordu sanki.

KAMBERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin