ON SEKİZİNCİ BÖLÜM - MEKTUP

1.5K 53 6
                                    

Son zamanlarda zihnimi ona bakar halde bırakmıştım ancak artık bakmanın saçaklarını bırakıp görmeye başlamanın vakti gelmişti. Bacaklarını oturduğu siyah deri koltukta iyice açmış, kaykılmış, elindeki az evvel üzerini örttüğü peçeteye bakıyordu. Kan kusan ve hâlâ aksırmakta olan peçete avucunda kanlı, yüzüklü bir parmağı taşıyordu. Bakışlarım bir an tökezler gibi oldu. Ellerimi bacaklarımın arasına sıkıştırdım, deponun en karanlık köşesinde oturuyordum.

''Postlar, efendim.'' Bacaklarımın arasına sıkıştırmış olduğum ellerimi ağzıma kapadım, boğazıma kadar olan yolu kat eden safrayı geri yutunca midem cayır cayır yanmaya başlamıştı. Asaf'ın, Arden'in, Kasap'ın ve aklıma gelebilecek her insanın örgüte girdiklerinde sırtlarından, kollarından veyahut herhangi bir uzuvlarından Karazan mührünün derilerine çiziktirilen yüzeyi yüzülmüştü; derileri siyah, tulum gibi bir poşetin içinde kâğıt gibi dalgalanıyor, torbada kurşun gibi aşağı çöküyordu.

Ekber siyah, deri bir eldiven geçirmiş olduğu elini Karal'a uzatıp avucunu açtı. Kaçamak bakışların arkasında bunun bir yüzük veya ona benzer bir şey olduğunu gördüm.

''Bağışlayın, efendim, Kasap'tan yüzüğünü almak kolay olmadı.'' Birisi tepemden başımı kavrayıp ansızın kafamı bastırmış da beni serin sulara gömmüş gibi nefesimi tutuverdim. Kasap'ın yüzüğünü çıkarmak demek, çok kötü, olabilecek en kötü şeylere delalet ediyordu.

''Onca düşman bozguna uğratıldı ama bir dost yıkılamadı demek.'' dedi Karal. Asaf'ın kesilmiş parmağındaki ilgisi şimdi Kasap'ın yüzüğünün üzerinde toplanmıştı ancak Kasap'ı durdurabilmenin, ona boyun eğdirmenin ruhbanların camide vaaz vermesi gibi öyle kati bir imkânsızlığı vardı.

Kerber başıyla işaret verdi. Köşe başlarının hayaleti, duvarların gölgesi gibi duran dört bir yana dağılmış adamlar tek bir sırada toplanıp dışarıya çıktılar.

''Ağabey,'' dedi Kerber başını kaldırıp. Karal'ın, üçlü deri koltuğun başının arkasına attığı koluna ve boşlukta asılı kalan eline baktım, sonra ayağını dizinin üstüne atışına, hâlâ düğmeleri açık olan ve göğsünün bir kısmını sergileyen siyah gömleğine.

Yıkılmış, bozguna uğramış gibi bir hal vardı üzerinde ancak tavırları, kendinden emin duruşu bunun tam aksini iddia ediyor, hâlâ yaşlı ağaç kökleri kadar sert duruyordu. Bir günde kardeşleri hakkında hüküm verip kendi kendini yanlışlaştıran, her şeyden önce dünya üzerinde var olan tüm yakınlarını kaybeden ama bunu kendi isteğiyle gerçekleştiren birinin psikolojisini anlamaya çalışıyordum. Şu da olabilir; zorunda kalmıştı, kendi koyduğu normları yıkmak, normları yıkanı gördüğü halde ceza vermemek, hüküm giydirmemek otoritesini sarsacaktı; ama sanmıyorum ki uğruna canını feda edebileceği kimselere bunu reva görebilsin. Bu ya gaddarlıktı ya da müthiş bir iradeydi ve öyle geliyordu ki birisi olunca diğerini barındırmayacak olan bu vasıfların ikisine de korkutucu bir şekilde sahipti Karal.

''Kimlerle iletişime geçeyim? Hayatta olan alt seviye haleflerle mi yoksa-''

''Hayır.'' Hırıltılı sesi keskin ve otoriterdi. Başını yukarı kaldırdı, yorgun bir bedende dinç, diri bir ifadeyle Ekber'e bakıyordu.

''Pars, Giray ve Evran,'' dedi başını yana yatırarak, sanki isteyeceği şey Ekber'in yüzündeymiş gibi onu incelemeye başlamıştı. Doğrusu bakışlarındaki keskinlikten, yüzündeki ifadesizlikten ve gözlerindeki yanmış ama küllerinden her an doğmaya hazır gaddarlığın ateşinden ben dahi rahatsız olmuştum. Ekber karşısındaki gücün farkındaydı, bakışlarını aceleyle etrafta gezdirdi, sonra başını yere eğdi.

KAMBERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin