ON DOKUZUNCU BÖLÜM - VARİSİN MÜHRÜ

1.8K 59 3
                                    

''...Truva Savaşı esnasında Akhilleus ve Kraliçe Penthesileia savaş alanının ortasında zorlu bir mücadeleye girişmişler. Baltasını ustaca kullanan Amazon Kraliçesi'ne mızrağıyla karşılık veriyormuş Akhilleus... Mücadele devam ediyorken bazı kaynaklara göre Akhilleus'un yenileceğini düşünen bir arkadaşı ikilinin arasına girmiş ve Kraliçe'nin dikkatini dağıtmış. Ve Akhilleus'un fırlattığı mızrağı fark edemeyen Penthesileia göğsüne saplanan mızrakla yere yığılmış...''

''Bu kadar mı?'' Onu hiç bölmemişim gibi devam etti.

''Ancak düşmanına karşı zafer kazanan Akhilleus kibre düşmemiş, hatta düşmanına karşı içinde bir hayranlık, merak uyanmış. Düşmanının bedenine yaklaşmış ve eğilmiş, rakibinin başını kucağına alınca bu cılız ve narin beden karşısında şaşkınlıktan feleğini şaşırmış, ancak asıl ve en büyük şaşkınlığı başlığı çıkartınca yaşamış. Akhilleus gözlerine inanamamış, çünkü onunla dövüşen kişi bir kadınmış, ama hepsi bu değil. Akhilleus kadından öylesine etkilenmiş ki ona aşık olmuş, ancak Penthesileia çoktan son nefesini vermiş bulunmuş.''

Çağlar atlamış, ruhum ten kafesinden çıkmış da kraliçenin bedenine akmıştı sanki. Bu mit muğlak şekilde bana tanıdık geliyordu.

''Yalnız değilsin.'' Yere indirdiğim bakışlarımı yukarı kaldırdım. ''Bende aynısını düşünüyorum. Bu hikâye son zamanlarda her aklıma düştüğünde sizinle bağdaştırıyorum onları.''

Çantamın bağlarına daha sıkı asıldım. Çorak arazi insan boyutundaki dikenli otları dışında pek de tehlikeli değildi ama insanı zorluyor, zamanımızdan kayıp veriyorduk. Karal en önden yürüyordu, onun arkasında Barlas ve Evran, onların arkasında Pars ve Giray ve bizim önümüzde Ekber ve Kerber vardı.

''Ne dersin, sence aralarında kan bağı var mı?'' Mümkün olduğunca aramızdaki mesafeyi uzak tutmaya çalıştığım Kerber'i işaret ederek sormuştum Arden'e.

''Bazılarına göre var, bazılarına göre yok. Söylemezler ama bana kalırsa,'' Başını omzuna yatırdı. ''Evet, var.'' Sağımızda ve solumuzda sık fundalıklar apansız karşımıza çıkmıştı.

''İsimleri ele veriyor zaten.''

''Değil mi?'' Yüzünde kayda değer bir ifade görmesem de hislerime öyle geliyordu ki Arden'in üzerinde ya bir alaycılık mevcut oluyordu, ya da keder.

''Hangi yoldan gideceğini biliyorsun, değil mi?''

''Kimse bilmez.''

''Ama sen biliyorsun.'' Dönüp bana baktı, gün karası bir ışık yanıp söndü yüzünde; yine o müstehzi parıltı peyda olmuştu.

''Bilmiyorum.'' İnanmıyordum.

''Oraya ulaştığımızda ne olacak? Hani şu gerçek(!) Karazan'a?''

''Teknik olarak duruyor ama spritüel olarak hâlâ yolda oluyor olacağız, tabii bunca gayretin ve çilenin sonunda kayda değer birkaç bir şey elimize geçecek.''

''Çok açıklayıcı oldu.''

''Şahane!'' dedi hiç de şahane lafına uygun olmayan bir ses tonuyla. Arazi birkaç adımımızı midesine indirince Arden beni kolumdan dürttü ve arazinin ilerisindeki boşluğu işaret etti. Arazi sanki ortadan kırılmıştı da bir yarısı kaybolmuştu; kalan yarısının üstünde yürüdüğümüz açık araziden farklı olarak devasa büyüklükte bir kaya vardı ve arazinin zeminini örten bu kayanın içine tehlikeli bir yol açılmıştı. Doksan, yüz metre önümüzde bu yol sise batıp çıkıyor, görüş alanımda bir beliriyor bir kayboluyordu.

KAMBERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin