38. BÖLÜM: RÜYA

748 66 6
                                    

"Hey, bu konu hakkında kimseye birşey söylemeyeceğine söz vermiştin!" Diye isyan eden Berva'nın arkasından, masadan birkaç tabak alarak ilerledim. Arkamızdan yükselen kahkaha bizzat Tuna'ya aitti. Sanırım Berva'nın çocukluk rezilliklerinden bahsetmek onu eğlendirmişti.

Mutfağa girdiğimizde tabakları tezgahın bir köşesine bırakırken Berva'nın meraklı bakışları üzerime dönmüştü. Sormaktan çekindiği o kadar belliydi ki. Umarım bu soruya cevap vermek zorunda kalmak istemediğimi ben de onun kadar açık belirtiyorumdur, diye düşündüm.

Anlamış olacak ki bir süre duraksadıktan sonra geri dönüp mutfaktan çıktı. Derin bir nefes çekip tezgaha döndüm. İçeri dönmek yerine bulaşık yıkamak o kadar cazip görünüyordu ki gözüme. Zaten bir kaç tabak ve bardaktan başka pek bir şey yoktu. Hem bulaşık makinası da vardı.

Çekmecelerin birini açıp kiraz desenli önlüğü boynuma ve belime bağladım. Makinayı açıp boş olduğunu gördüğümde gülümseyerek işe bardaklardan başladım. Bir bir dizerken içeriden gelen sohbet sesleri daha bir yükselmişti. Berva birkaç kez gelip tabak bırakmıştı ancak hiçbir şey söylemeden geri çıkmıştı. Tabaklardan ilkini durulamıştım ki içeriye Eymen girdi. Kaşlarını çatarak beni bir süre izledikten sonra sordu.

"Neden sen yıkıyorsun?"

Sesindeki sert tınının aksine yumuşak bir şekilde cevap verdim.

"Azdı zaten. Hem ben de sıkılmıştım."

Adım adım yaklaşıp arkama geçerken kalbim o her kızın hayali olan anı yaşamak üzere olmanın düşüncesi ile çarpmaya başladı. Ama olmadı. Makinanın kapağını kapatıp elimdeki tabağı kenara koyduktan sonra suyu açtı. Ellerimi avucunun içine alıp köpükleri temizledi. Ardından beni kendine çevirdiğinde gözlerinde aynı dikkatli bakış mevcuttu.

Islak parmakları ile boynumdaki düğümü çözerken tatlı nefesi yüzümü yalıyordu.  Düğümü çözüp ipleri omzumda asılı bıraktı. Belimin arkasına uzanıp diğer düğümü çözerken bu sefer nefesi boynumdaydı. Birkaç saniye geçmemişti ki o düğümü de çözmüş, önlüğü tamamen çıkarmıştı.

"Canının sıkıntısını bu şekilde geçirmemelisin." Diye mırıldanarak elimi tuttu. Mutfaktan çıkıp merdivenleri çıkmaya başladığımızda ne yaptığını sormak için can atıyordum ancak kendimi susmaya zorladım.

Odanın kapısını açıp beni içeri çektiğinde beynimde oluşan senaryoları yüzümün kızarması ile geri plana attım. Elimi bırakıp gardropa doğru ilerlediğinde bu seçimim için kendimi tebrik ettim. Gardropun kapaklarını açıp onun ve benim deri ceketimi çıkardı. Birini giymem için bana uzattığında itiraz etmedim. Aynı anda deri ceketlerimizi giydiğimizde beni odadan çıkardı.

💫💫💫💫💫

Arabaya bindiğimizde sorduğum sorulara rağmen gideceğimiz yer gizemini koruyordu. Bir kaç dakikanın ardından sessizleşen araba sağ tarafı sahil olan yolun kenarına yanaşıp tamamen durdu.

Eymen'e döndüğümde onunda bana baktığını görünce gülümsedim.

"Burada ne yapacağız?" Diye sordum gülümsememe aynı çekicilikle karşılık verirken.

"Henüz değil." İstediğim cevabı alamayacağımı söyledikten sonra arka koltukta duran poşetleri alıp arabadan indi.

Kaşlarımı çatarak bir süre daha koltukta otururken onun dönüp bakmayacağını anlayıp pes ettim. Kapıya uzanıp arabadan indiğimde adımlarını yavaşlatıp onun yanına gitmemi bekledi. Gözlerimin içine bakarak kolunu araladığında tüm kızgınlığım tuzla buz olmuş yüzümde aptal bir gülümseme yer edinmişti. Koluna girerken yolda böyle çiftler görünce etmediği laf kalmayan bir diğer yanımı susturma çabalarım olumsuzlukla sonuçlanmıştı ancak bu da yetmemişti keyfimi bozmaya.

Sahile inen basamakları aynı adımlarla inerken etrafı inceliyordum. Biraz ötede kurulan küçük sahnenin üstü ve etrafınadaki direkler beyaz tülle süslenmişti. Soğuk rüzgârda uçuşan tüllerin yetişemediği bir diğer tarafta uzunlamasına bir masa kurulmuştu. Beyaz örtünün üzerine dizilen kuru pastalar ve en uçta kalan, alkolsüz olma ihtimali yüzde bir olan içeceklerle süslenmişti. Sahnenin önüne dizilen beyaz puf minderlerin yumuşaklığını görünüşünden anlamak mümkündü.

Bakışlarım yeniden Eymen'e döndüğünde benim süslenen alanı izlediğim ilgiyle beni izlediğini gördüm.

"Imm..." diye mırıldandım ne diyeceğimi bilemeyerek. "Bunların bizimle bir ilgisi var mı?"

Sorum üzerine dudaklarını birbirine bastırdı. Bu arada neredeyse süslenen alanın yanı başına gelmiştik.

"Öyle görünüyor," diyerek sahneyi işaret ettiğinde o tarafa döndüm. Gördüğüm şeyle büyük bir sevinç çığlığı koparmıştım ancak bu çığlığım Eylül'ün ve diğerlerinin, Tuna, Elisya ve Berva'nın, sesine karışmıştı.

Eylül elindeki pastayla beraber söylediği doğum günü şarkısına uyumlu bir şekilde sallanırken hala olduğum yerde, elimi ağzıma kapatmış duruyordum. Bu halime kahkaha atıp alçak sahneden inerek bana doğru gelmeye başladı. Yakınlaşan pastanın üzerine basılmış fotoğrafı gördüğümde ise ikinci çığlığımı patlatmıştım. Fotoğrafta ben ve Eymen vardı. Arkamız dönük, her zamanki salıncaklarda oturmuştuk. Önümüzde uzanan karanlık denizin ayrıntıları, salık olan saçlarımın ona doğru uçuşması ve onun başına örtülü kapüşonu... Yanağıma düşen sıcak yaşı umursamadan Eymen'in boynuna sarıldım. Bastırmaya çalıştığım hıçkırıklarım içimdeki duygu patlamasına karışırken açıktaki boynunu öptüm. Belime sıkıca dolanan kolları beni kendine bastırırken saçlarımdan çektiği nefes ikimizinde içini titretmişti.

"Bu..." Boğuk çıkan sesim ile bir kaç santim geri çekilip gözlerine baktım. "Bu çok güzel."

" İyi ki doğdun, Deniz Kabuğu." fısıltısı ile dudaklarına kısa ama tüm hislerimi açığa vuran bir öpücük kondurdum.

O anda hoparlörden yükselen şarkı ile yeniden boynuna sarıldım. Olduğumuz yerde sallanırken ikimiz de huzurun tadını alacak kadar mutluyduk. Erkeksi kokusunu içime çekip parmak uçlarımla saçlarını okşuyor alnımı üç günlük sakalına sürtüyordum. Boynundaki bir elimi yanağına koyduğumda başını avucumun içine bastırdı.

Huzur buydu. Sevinç, heyecan, mutluluk, aşk. Hepsi tek bir anda, tek bir harekette, tek bir sözdeydi. Ruhu ömrü boyunca etkileyen o tek bir an, bir hareket, bir sözdü. Kalbi bir uçurumun eşiğine ittirip ardına kapıyı çarpan buydu. Her an mantık peşinde koşan beyni dahi devre dışı bıraktığım zaman dilimindeydim. Kısaydı, en az bir dakika, en fazla bir yaşam kadardı. Dilin sustuğu ruhun söz hakkına sahip olduğu andı bu. Ruhun nefes aldığı, ruhun yandığı andı. Ve ben cayır cayır yanıyordum. Yanıyorduk. Başkalarının bizim için kurduğu bir hayata atılmış ancak, orada bile kendi dünyamızı kurmayı başarmıştık. Ve bizim dünyamız buydu. Bu küçük an. Bu kısa dans. Saniyelik bir öpücük. Saliselik bir bakış. Bu dünyanın adı rüyaydı. Ya uyanırdın, ya da uğruna ölürdün.

Şarkı bittiğinde ağır hareketlerle birbirimizden ayrıldık. Nerede olduğumuz yeni aklıma geliyormuş gibi silkelenirken Eylül alkış sesiyle ona döndüm. Elinde yine pasta vardı ve mumlar yarıya inmişti.

"Üfle artık şu mumları," dediğinde gülerek ona yaklaştım. Gözlerimi yumduğumda en garip doğum günümü yaşadığımı düşündüm. Normalde bu mum olaylarında dileğim hazır olurdu. Çoğu gerçekleşmese de sırf o dilekler için bu anı beklediğim bile olurdu. Ancak şuan dileyecek bir şey bulamıyordu. Bu yüzden sekiz yaşında gerçekleşmeyen dileğimi yineledim.

'Sahnelere döneyim, yeteneğimi özgürce kullanabileyim.'

🐾🐾🐾🐾🐾

Bölümü burada kestim. Çünkü niye kesmiyim? Şaka bir yana eğer kesmeseydim bölüm çok gecikirdi. Son günlerde cidden yazamaz oldum. Şimdi kendime geldim. Aynı maratona devam. Bu arada bu doğum günü şeysi üç part olucak bu da ilk partı. Bölümleri olabildiğince çabuk atacağım. Arayı fazla açmayacağım.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere👋🏻👋🏻👋🏻. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın.

DENİZ KABUĞU ~ Zehra Sağır

12.09.2018

DENİZ KABUĞU Where stories live. Discover now