31. BÖLÜM: RUHUN DİLEĞİ

831 74 12
                                    

Masada annem ve babamın, kimisi huysuz, kimisi cana yakın yaşlı hastalarıyla yaşadıkları maceraları dinleyerek attığım kahkahaların yankısı can buluyordu. Adeta kötü başladığım güne inat gülerek bitirmek için savaşıyordum. Adeta içimi kemiren sözlere direniyordum.

Babamın iltifatları ve annemin tebrikleri ile boşalan tabakları toplarken, babam her zaman olduğu gibi şekerleme yapmak üzere koltuğuna çekildiğinde annemle baş başa kaldık. Üzerimdeki bakışları içimde beni ürküten bir şüpheyi beslerken özellikle ona bakmaktan kaçınıyordum. Ancak sözlerini idrak etmemin pekte gerekmediği ses tonu kulağıma iliştiğinde onun ağına çoktan takıldığımın farkına varmıştım.

"Sen de bir haller var," dedi düşünceli bir şekilde. Sözlerini bitirmemiş benim sormamı beklemişti. Çok geçmeden ona istediğini verdim.

"Ne gibi?"

"Bir an kahkahalarla gülerken bir an somurtuyorsun. Ruh halin her zamankinden farklı." Dediğinde alayla güldüm.

"Sanırım herzamanki ruh halimdeyken pek gülmüyordum."

"Demek istediğim bu değil Iraz, biliyorsun." Dedi alıngan bir tavırla.

"Hayır, bilmiyorum anne." Dedim en az onun kadar alıngan bir tavırla. Cevap vereceği sırada toparladığım masanın üstündeki telefon gürültüyle çalmaya başladı. Annem ekrana bakma gereği duymadan yerinden kalktı ve "Bize kahve yap, geliyorum," dedi. Bu bir nevi 'kurtulduğunu sanma' deme şekliydi.

Onu onaylamama kalmadan mutfaktan çıktığında iç çekerek su ısıtıcıyı doldurdum. Kahve ve kremayı dolaptan çıkarırken içeriden gelen aceleci sesini duyuyordum. İki siyah kupayı tezgahın üzerine koyup birine sadece kahve diğerine krema ekledim. Annem onu daha dinç tutması için krema kullanmaz onun yerine olması gerekenden fazla kahve kullanırdı. Bu yüzden acı tada alışmış krema aşırı tatlı gelmeye başlamıştı. Bense kremadan ne olursa olsun vazgeçebileceğimi sanmıyordum.

Kaynayan suyu kupalara boşalttığım sırada mutfağa giren annem gitmeden önceki kadar sakin değildi. Ancak bana döndüğünde anında yumuşayan gözleri ve yumuşak gülümsemesi hayranlık uyandırıcıydı. Nasıl olurda onun güzelliğinden nasibimi almam, diye merak etmiyor değildim. Ne babamın gamzeleri, ne annemin belirgin elmacık kemikleri vardı. Yanaktan başka bir şey değildi yüzüm.

"Kahveler hazır görünüyor."

"Bu işte gerçekten hızlıyım," dediğimde gülerek masaya oturdu. Kahveyi önüne koyduğumda herzaman yaptığı gibi ilk koksunu çekti içine. Tatmin olunca bir yudum aldı kahvesinden.

"Eee... Anlatmayacak mısın?" Diye sordu. Bakışları ikimizide yormaması için yalvarıyordu. Ona uyup uzatmadım.

"Sanırım sevgilim var," dediğimde ince kaşları havaya kalktı. Dudaklarına götürdüğü kupadan masaya dökülen kahvenin şıpırtısını duyduğunda kendine geldi.

"Vay canına, bu kadar açık sözlü olmak zorunda mıydın? Ben telefonun parmak izini aşırı zeki planlarımla yok edip kendi başıma öğrenirim diye düşünmüştüm. Kızım hiç bana çekmemiş." Dedi başını iki yana sallayarak.

"İkimizde biliyoruz ki yalan söylediğimi anlaman bir yana dursun doğrusunu görebilen bir kişisin, sadece kendine macera arıyorsun."

"Yine de organlardan sıkılan anneni mutlu edebilirdin!" Diye isyan ettiğinde kaşlarını kaldıran taraf ben olmuştum.

"Ayda yaşımızın toplamından fazla para alıyorsun ama sıkılıyorsun öyle mi? Ne lüks ama!"

"Sen okula gitmekten sıkılmıyor musun?"

DENİZ KABUĞU Where stories live. Discover now