34. BÖLÜM: SÖNMEYEN HIÇKIRIK

772 71 12
                                    

Dudak nemlendiricisini de sürdükten hemen sonra son kez aynanın karşısına geçtim. Kesinlikle üzerimdeki gece mavisi, uçuş uçuş elbise ile  abartı değildim. Telefonumu şarjdan alıp odadan çıkarken evdeki yalnızlık ilk kez beni memnun etmişti. Aksi halde bu buluşmayı nasıl açıklayacağımı bilmiyordum.

Merdivenleri sabırsızlıkla inerken telefonum yeniden titredi. Eymen'in acele etmem gerektiğini bildiren mesajına bakma gereği duymadan sokak kapısına doğru ilerledim. Siyah montumu ve siyah spor ayakkabılarımı giyip anahtarı da cebime koyarak evden çıktığımda onu arabasına yaslanmış beni beklerken buldum. Üşüyen ellerine sıcak nefesini üfleyerek ısıtmaya çalışırken bu gözlerin daha ne türde bayram edeceğini merak etmeyi bırakmıştım. Beni gördüğünde ellerini indirip doğruldu. Tam önünde durduğumda beğeniyle beni süzüp sıkıca sarıldı. Sıcaklığı fark etmediğim soğuğa karşı beni korurken şişme montumun izin verdiği kadar ona karşılık verdim.

"Bir dahaki sefere gelmeden bir saat önce haber vereceğim sana," dediğinde gülerek ayrıldım. Sıcak arabaya girdiğimizde klimayı önceden açtığını anladım. Bu ayrıntıya gizli gizli mutlu olurken ona kısa bir bakış attım. Yüzündeki halinden memnun ifade huzur vericiydi. Onu mutlu edebilmek beni mutlu ediyordu. Varsın, İnci kadar sevmesin beni. Ben onun eksiğini kendimle tamamlar, gerekirse kendimi eksik bırakırdım. Bu anlar için herşeyimi feda etmeye razıydım. Onun iyi olması için ruhumu, hayallerimi, sözlerimi, beynimi, bedenimi feda edebilirdim.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum istediğim cevabımı vermeyeceğini bile bile. Sadece mutluluğunu sesinde de keşfetmek istiyordum.

"Bir yerlere," sırıtışı belli belirsiz dudaklarında yer edinirken üstelemeden arabayı çalıştırmasını izledim. Yaklaşık yarım saatlik bir yolculuğun ardından sadece araba farının aydınlattı bir tepeye ulaşmıştık. Farları kapatmadan arabayı durduğunda ona döndüm.

"Burası neresi?"

"Burası, öğrenmeni istediğim bir diğer yanım."  Diyerek arabadan indiğinde onu takip ettim. Bir uçurum kenarındaydı. Şehir ayaklarımızın altındaydı. Arkamızdan esen rüzgâr uçurumun kenarındaki çiçeklere dans ettiriyordu. Kışın ortasında çiçeklerin açması beni ne kadar şaşırtsada onu takip etmeye devam ettim. Uçurumun bir adım gerisine oturduğunda hemen yanına çöktüm. Ayaklarımı uzatır uzatmaz başını bacaklarımın üzerine koyduğunda kaskatı kesildim.

"Saçımı okşamalısın, o zaman daha rahat anlatırım." Dediğinde parmaklarım yumuşak saçlarını buldu. Saten bir kumaş gibi parmaklarımın arasından kayan saçlarını yavaşça okşarken gözlerini yumdu. Kaşları çatılmış, çenesi kasılmıştı.

"Neden her hareketini ona benzetiyorum?" Dediğinde onunla birlikte ben de gerildim.

"Senin yaşamam için verilen bir sebep olduğunu biliyorum. Onu unutmak istiyorum. Ama senin yanındayken onu daha çok hatırlıyorum. Neden?" Diye sordu yeniden. Parmaklarım hareketini kesmişti. Saçlarında kıvrılmışlardı. Kırgınlığımın zehrini ona akıtmaktan korkarak elimi geri çektiğimde gözlerini açtı.

"Seni... Seni üzüyorsam özür dilerim." Sesim çatlamıştı.

"Ahh... Anlam veremediğim bir de bu var. Bu beni üzmüyor. Aksine, mutlu ediyor." Ve işte benim kırılma noktam.

Ben daha demin onu mutlu ettiğimi düşünürken, bu an için herşeyimi vermeye razıyken o ben olduğum için mutlu olmuyordu. Sadece ona İnci'yi hatırlattığım için mutluydu. Sadece onun ruhunu, hayallerini, sözlerini, beynini, bedenini hatılatıyordum. Sadece ona benziyordum.

Cevap vermedim. Gözlerimi onun göz alıcı çehresinden çekip ışıl ışıl şehre çevirdim. Nefes alamıyor gibiydim. Ya da aldığım nefes yetmiyor gibiydi. Kalbim atmıyordu sanki. Ya da çok hızlı atıyordu. Bu duruma beynim bile uyuşmuş, beni iğnelemiyordu. Bu duruma ruhum bile kırılmıştı. Kardelenlerin boynu bükülmüş, göz yaşları karı eritmişti.

DENİZ KABUĞU Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin