12. BÖLÜM: EZELDEN AŞIK ÇiÇEKLER

1K 112 16
                                    

"Asma suratını artık." Eylül'ün söylenerek önüme sürdüğü süte baktım.

Sabahtan bu yana hiçbir şey yememiştim. Yolda yürürken bana doğru gelen bir arabanın önünde bayılmamak için bu sütü içmem gerektiğini biliyordum ancak midem altüst olmuştu.

"Benim de enerjimi eksilere düşürüyorsun Iraz. Gül biraz. Ne olduğunu da anlatmıyorsun. Cidden..." durdu ve süt dökmüş bir kedinin suçluluğunu ve pişmanlığını barındıran gözleri ile baktı. "...kendimi kötü hissetmeye başlıyorum."

Oflaya puflaya önümdeki sütü alıp içmeye başladım. Sütün ıslak tadı ağzımda dağılırken aslında buna sandığımdan daha fazla ihtiyacım olduğunu fark ettim.

Eylül büyük bir zafer kazanmışçasına sevinirken ağzına bir kaç havuç dilimini birden attı. Onun bu sevinç gösterisine güldüğümde gözlerindeki parıltı büyüdü.

Sütü ağır yudumlarla içerken gözlerim onun üzerinde aklımsa çok başka yerdeydi. Dün gecedeydi.

Dün gece beni bir dakika içinde hem mutlu edip hem de üzmeyi başardığına anlam veremiyordum. Ya da, ne ara ona bu kadar kapıldığıma...

Aslında cevap çok basitti. O benim boşluğuma çiçekler ekmiş onları benim aleyhimde büyütmüştü. Çiçekleri ona ezelden aşık büyümüştü.

O ise bana ezelden uzak.

Ama ne yaparsam yapayım kendime, ona bu kadar kapıldığım için kızamıyordum. Ne yaparsam yapayım ona kızamıyordum. Kimseyi suçlayamıyor, kendimi yiyip bitiriyordum.

Sadece korkuyordum. İçimdeki boşluğu dolduran, göğüs kafesime hoş kokular yayıp, kalbimde kelebekler uçuşturan çiçeklerin solmasından ölesiye korkuyordum.

Boş süt kutusunu elimde buruştururken Eylül öğle yemeği için uygun gördüğü salatayı bitirmişti bile. Bu kadar hızlı olmayı benden öğrenmiş olsa gerekti.

Süt kutusunu çöpe atmak için sandalyeden kalktığımda kapıda Elisya'yı gördüm. Dünden beri konuşmuyordu hiç. Sürekli gözlerini kaçırıyordu. Sanırım onun içinde zor gelmişti dayak yemem.

Kış ayında kısa kollu giyip morlukları göz önüne sermekten asla çekinmemiştim. Görmeliydi herkes. O da görmeliydi. Bir kıza uyguladığı ölçüsüz güç gösterisinin zararlarını görüp suçluluk hissetmeliydi. İster öfke sorunu olsun ister deli, fark etmezdi. Bunlar için şiddete müsamaha gösterecek değildim ya?

Kapının diğer yanında duran çöpe odaklanıp süt kutusunu havaya fırlattım. Ayağımı çöpü hedefleyerek kaldırdım ve kutuya vurdum. Tam o sırada kapıdan iri bir beden girince süt kutusunun göğsüne isabet etmesi kaçınılmaz olmuştu.

Giren kişinin yüzünü görünce buz kestim. Bu kişi Öfke Sorunlusu Eymen'in ta kendisiydi.

Göğsüne çarpan kutuyu yere düşmeden eliyle yakalayıp bana döndüğünde o da kaskatı kesildi. Gözleri gözlerimden başlayıp beni süzerken dudaklarımda oyalanmış, bilekleriöe geldiğinde ise...

Gözlerinde bin bir duygu cirit atarken tek seçebildiğim pişmanlıktı. Neye yarardı?

Elindeki kutu yumruğunun içinde büzülürken bir şeyler söylemeye zorladım kendimi.

"Geldiğini görmedim."

Soğuk ve düz sesimi tebrik ederek arkamı döndüm ve bizi kocaman olmuş gözleri ile izleyen Eylül'ün yanına koşar adımla gittim.

Sandalyeme geri oturduğumda Eylül hala şaşkındı.

"Keşke elinde daha sert bir şeyler olsaydı." diye söylenirken ona hak verdim. Kafasını kıracak kadar ağır bir şey olmalıydı elimde.

"Keşke."

"Piç kurusu." diye fısıldadığında güldüm. İlk defa küfrettiğini duyuyordum.

Dudaklarımda gülüşümün gerginliği devam ederken Eylül'ün, avını izleyen aslanı anımsatan bakışlarını takip ettim.

Sandalyesine yayılarak oturmuş beni izliyordu. Utanmadan! Hemen çaprazındaki masada oturan Elisya'nın gözleri de ondaydı. Ve bakışlarında gezen hayranlık mide bulandırıcıydı. Bu kız tescilli maldı.

"Okuldan sonra ne yapacaksın?" diye sorarak dikkatimi kendisine çekti Eylül.

"Dans kursundan sonra demek istedin herhalde." diye hatırlattığımda yüzünü buruşturdu.

"Öyle."

"Bir şey yapmayacağım ama buluşmak için çok geç olmaz mı?"

"Geç oluyor. Öyleyse yarın buluşalım. Ne dersin?"

"Olur." dediğimde gülümsedi.
🐚🐚🐚🐚

"Gelmeyeceksin öyle mi?" diye konuştum kendi kendime.

Ona ihtiyacım olan bir günde yanımda olmadığı gerçeği, koskoca sahilde kendi kendime konuşarak deli sanılmaktan korkmamı engelliyordu. Yaklaşık bir saattir salıncakta oturmuş gelmesini bekliyordum. Sanki onu görmüyormuşum gibi kayığın arkasında durmayı bırakıp gelmesini bekliyordum.

"Cidden, seni görmediğimi mi sanıyorsun?" durdum ve bir hareketlilik bekledim. Ama yoktu.

"Ya da senden vazgeçeceğimi mi sanıyorsun?"

Dalgaları izleyen bakışlarıma bir buğu inerken yutkundum.

"Yanılıyorsun. Bunu, beni öpmeden, bana gül vermeden, beni dinlemeden," boğazım düğümlenmiş yanağımdan bir damla süzülmüştü. "varlığına alışmadan önce yapmalıydın."

"Sen... sen beni acımdan kurtardın. Hatta bununla kalmayıp beni mutlu ettin. Ne yaparsan yap. Senden vazgeçmeyeceğim. Seni unutmayacağım. Sana en çok ihtiyacım olduğu zamanda ahmak gibi yanımda olmadığını unutmayacağım gibi."

Yanaklarım artık kontrolüm dışında ıslanıyordu. Gözlerimin buğusu bir an olsun azalmıyor, boğazımdaki düğüm çözülmüyordu.

"Gelmeyecek misin?" diye sordum titreyen sesimle. Hiçbir hareketlilik olmadı. Hiçbir rüzgar onun kokusunu bana ulaştırmadı. Sıcaklığı ruhumu sarmalamadı.

Kendimi tutamadım. Dudaklarımdaki içli bir hıçkırığın intiharını durduramadım.

Birinciyi bir diğerini takip ediyor derken hıçkırıklar durmak bilmez bir hal aldı.

Ardından bir hareketlilik oldu. Hemen arkamı döndüm ve kayığın oraya baktım.

Gidiyordu.

❄❄❄❄❄❄❄❄❄❄❄❄❄❄❄❄❄❄

DENİZ KABUĞU ~ Zehra Sağır

17.04.2017

DENİZ KABUĞU Where stories live. Discover now