-25-

7.9K 478 27
                                    

Şafak sökerken Dük Cameron ve Wilson Lawrence düello yapacaktı. Herkes Anthony Cameron'ın at sürerken dahi iyi nişan aldığını biliyordu fakat rakibini öldürüp hapse girmeyi göze alır mıydı ya da Wilson Lawrence tarafından muhtemelen en fazla omzuna gelecek bir sıyrık ile yaralanıp onuruna leke mi sürdürecekti?

Tüm bu sorulardan biraz olsun uzaklaşbilmek adına Cameron çifti evlerine geri dönmüş ve sessizce merdivenleri tırmanıyordu. Aynı biçimde çıt çıkarmadan Anthony'nin gözlerinden okunan rica ile genç adamın odasına yine çift olarak girip uyumla, büyük yatağın ucuna oturmuşlardı.

Clarabel birkaç saat önce yaşadıklarına inanamıyordu. İşler tam yoluna girecek gibi olduğunda neden hayat veya bir üstün güç, kızı itip düşürüyordu ki? Üstelik daha öncelerinde tek başına düştüğünü biliyordu yani kuyunun dibinde elini tutacağı kimseyi bulamamıştı fakat şimdi durum en beter halini almıştı. Anthony, onun yüzünden hapse girecekti. Genç kız adı gibi biliyordu kocasının yanlış nişan almayacağını. Geçen sene Wilson'ın ölmesi için Odin'e dahi dua etmişti ancak şimdi ölmemesi adına tüm kötü dileklerini çekiyordu ve bundan nefret ediyordu. Yeniden çaresizlik bedenini sarmıştı, görünmez bir kuvvet kollarını sıkıca bağlıyordu ve Clarabel bu defa yüreğinin yandığını hissedebiliyordu. Yumruk yaptığı ellerini açıp derin bir nefes verdi ve yanında oturan adamın elini tutup gözlerine baktı.

"Ne yapacaksın?" diye sordu sanki Anthony'nin ne yapacağını bilmiyormuş gibi.

Anthony kehribar gözlerini kapatıp dirsekleri yardımı ile geriye doğru uzandı ve "Onuruma leke sürdüremem Clarabel, biliyorsun o yüzden... Bir süre bensiz idare etmen lazım," dedi.

"Anthony!" diye haykırıyordu ki hemen sustu genç kız. Ne diyecekti? Şimdi de onurundan mı vazgeçmesini isteyecekti adamdan? Anthony kendisi için şimdiye dek onlarca iyilik yapmıştı ve sıra Clarabeldeydi. Olgunlukla duruşunu dikleştirdi ve elinden ne gelirse yapmaya hazır olduğunu söyledi.

Clarabel'in tavrından oldukça etkilenen Anthony ise gülmekle yetindi. Olacakları düşünüp asabileşmek istemiyordu ama hep yaptığı gibi olayları kontrol altına da alamıyordu. Genç adam için çözüm belliydi ancak içi rahat değildi hatta içi ızdırap içindeydi. Lanet olsun, tatlı karısından ayrı kalmak istemiyordu.

"Arai neden peşimi bırakmıyor sence?"

Anthony hayretle kıza bakarken yaşlarla parlayan yeşil gözlerin ciddi olduğunu anladı ve iyiden iyiye şaşırdı. İçinde bulundukları bu talihsiz anda bile Clarabel peşini bırakmayanın beddua tanrısı olduğunu düşünüyordu. Genç adam elinde olmadan gülümseyip kızın elini tuttu ve yavaşça avuç içini öptü.

"Peşini bırakmayanın okyanus perileri olduğunu sanmıştım."

"Bana kalırsa bir tür lanet var üzerimde ve artık yalnız beni etkilemiyor, sana da sıçradı!"

Genç adam küçük bir tebessüm ile doğruldu ve Clarabel'e sarıldı, kokusunu iyice içine çekmek istediğinden yüzünü kızın narin boynuna gömüp gözlerini kapattı. Clarabel hakkında yaşadığı en yoğun duygu yaşadığı anın içinde kıvranıyordu. İçinden bir yığın keşke dolu cümle yankılanırken sımsıkı sarıldı kadının beline ve kulağının arkasını öptü.

"Canım yanıyor Anthony," derken sesini büyük ölçüde kontrol edebildi genç kız ve biraz olsun geri çekilip erkeğe baktı. Gece bitmeden söylemek istiyordu. Anthony'ye onu sevdiğini söylemek istiyordu çünkü Tanrı onları korusun; Clarabel, Anthony'yi çok seviyordu.

"Canının içinde yaşayayım, sevgilim."

Genç adamın kehribar gözleri kadının yeşil cenneti ile buluşurken Clarabel böyle bir anı bir daha belki de hiç yaşayamayacağını düşündü. Yaşamın inişler ve çıkışlar üzerine kurulu olduğunu görüyordu ve önemli bir çıkışın içindeydi, iyi değerlendirilmesi gereken bir durum söz konusuydu. Cesaretini topladı ve gırtlağını temizler gibi yaptı.

Anthony'nin çekici kemikli suratına bakarken gözlerinin hep mi böyle parlıyor olduğunu düşünüyordu ki birden koca bir nefesi ciğerlerine dolduruverdi, tahmininden çok heyecanlanmıştı fakat sakin kalamıyordu. Tanrı aşkına, Anthony Cameron dünyaya gelirken aklından ne geçmişti?

"O kadar yakışıklısın ki aklımı başımdan alıyorsun!"

Genç adam her ne kadar gülmek istemiyor da olsa güldü ve sessizce teşekkür etti. Clarabel'in karşısında bu denli kıpır kıpır olması vücudundaki kan akışını hızlandırıyordu. Acaba haddinden fazla mı mutlu oluyordu?

Diğer tarafta Clarabel ise kafayı yemekten korkuyordu fakat bu oldukça mantıksızdı. Kabul ediyordu, daha önce aşk ilanında bulunmamıştı ama birçok aşka türlü yollarla şahit olmuş ve bunun doğal sonucu olarak bir şeyler öğrenmiş olmalıydı. Kendisini yeterince buna inandırdı ve en doğru şeyi yaptı.

"Ne diye yaptın bunu?" derken kaşlarından biri neredeyse saç diplerine değecekti Anthony'nin.

"Neyi?"

"Saçından tokanı çıkartıp odanın diğer köşesine ne diye fırlattığını soruyordum fakat bahsi geçmeye değer bir konu değil sanıyorum."

"Ah," deyip sırtını dikleştirdi genç kız ve öksürür gibi yaptı. Hemen konuyu değişmeliydi. "Takımın çok yakışmış."

"Bu takımı giymem konusunda ısrarcı olmuştun, teşekkür ederim tatlım."

"Öyle tabi... Biliyor musun haftaya Rutherfordların daveti var."

"Biliyorum, davetiyeye birlikte yanıt verdik dün sabah."

"Doğru! Gidecek olmamız güzel çünkü ilginç bir şekilde Rutherfordlar içimde homurdayan bir ayı oluşma isteğini bastırıyor, cemiyete karşı."

"Ayı mı?"

"Gülüyor musun?"

"Hayır, hayatım neden güleyim?"

"Gülmemelisin... Ciddi bir şey söyleme niyetindeyim ancak konuyu bir türlü oraya getiremiyorum aslında konuşmakta başarılıyımdır, neden böyle oldu şimdi?"

"Heyecanlı mısın söyleyeceğinden ötürü, ellerini kaşıyorsun?"

Clarabel birden kafasını kaldırdı ve saçları omuzlarından geriye savruldu. Yeşil gözlerini son zerresine dek açarak erkeğe baktı ve vaktin geldiğini anladı. Dünyada Anthony'den başka kim heyecanlandığında ellerini kaşıdığını bilebilirdi ki?

"Seni seviyorum," deyip yutkundu ve bakışlarını kaçırmamaya çalışarak devam etti. "Seni çok seviyorum Anthony ve bunu baloda söylediğim biçimde söylemiyorum. Yani," derken sesi ürkek çıkmaya başlamıştı. "Çocukluğumdan beri arkadaşım olarak seni sevdim ve beni o şekilde sevdiğini biliyorum ancak benim sevgim çok daha büyük. Seni düşündüğümde kalbim fokurduyor ve adını bir yerde duyduğumda sevgilim olarak düşünüyorum hep."

Anthony Cameron gemiler dolusu mücevher kazanmış gibi hissediyordu. Hatta hayır, mücevher değil, ölümü dahi alt edecek güce erişmiş bir adamdı o dakikada. Kalbi yerinden çıkacaktı! Mutluluğu elleriyle isteyen herkese gösterebilirdi ve bundan en büyük keyfi alırdı. Hemen uzanmak ve bu nadir rastlanan kokuyu ciğerlerine doldurmak istiyordu.

"Seni seviyorum Bell," deyip kızın burnunu öptü ve bir kolunu beline dolamışken anlatmaya çalıştı. "Uzun süredir seviyorum ve biliyor musun bunu kendimden saklamaya çalışırken gözlerimin önünde başka birinden hoşlandığını görmek zorunda kaldım. Seni öyle kıskanıyordum ki toplumda her zamankinden umursamaz davranıyordum ama bunu bile beni gör diye yapıyordum."

"Anthony, komik olma, seni görmemek nasıl mümkün olurdu?"

"Sen de en az benim kadar dikkatleri üzerine çekebiliyordun hayatım." Karısının saçlarıyla oynarken kadının kendisini nasıl da büyülediğini düşünüyordu Anthony. "Clarabel?"

"Evet, sevgilim."

"Seni hiçbir yere sığdıramayacak biçimde seviyorum ve bütün sevgimi sunmak istiyorum."

"Aynısını düşünüyordum fakat-"

"Cümleni bitirme ve benimle bu gecenin tadını çıkar aşkım, olur mu?"

"Olur," diye fısıldadı Clarabel ve alacağı öpücük için gözlerini kapattı.   

Masum Şeytan Onde histórias criam vida. Descubra agora