Bir ekrana bir de etrafıma bakınca şansıma bir kez daha hayret ettim. Ağaçların arasında hurda bir araba ve kapalı bir telefon ile kalmıştım.Az önce benden uzaklaşan korkum bir kez daha içime peydah olunca gözyaşlarım tekrardan çeneme doğru yol almaya başladı.

"Allah'ım sen bu aciz kuluna yardım et.Bir çıkış yolu göster bana,bir başıma dağın başında ne yapacağım şimdi."

Gözyaşlarıma hıçkırıklarımda eşlik edince bacaklarımı kendime çekip kollarımı sardım.Aradan kaç dakika geçti bilmiyorum ama kendime gelip oturduğum yerden kalktım.Elim ile kıyafetimi kontrol ettikten sonra ana caddeye çıkabilmek için geldiğim yolu takip ederek ağaçlık ormandan çıkmaya çalıştım.

Belli bir noktaya kadar yürüdükten sonra ana caddeyi bulamayacağımı anladım.Her yer ağaç ve yeşillikti öğlen güneşi tam tepemde ışınlarını vücuduma yollarken yorgunlukla olduğum yere çöktüm.Çok yorulmuştum hem fiziken hem de ruhen.

Çantamı da arabada unutmuştum zaten.Şimdi ne yapacaktım buradan nasıl kurtulacaktım.Birazdan güneş batıp yerini aya bırakacaktı ve ben burada kalmıştım.Kimseye de haber verememiştim,keşke Kazım dayının teklifini kabul etseydim ve onunla gelseydim.Arkamdaki ağaca sırtımı yasladıktan sonra başımı yavaşça yukarıya kaldırıp sessizce Rabbimden yardım dilendim.O ki yerin,göğün yegane sahibi ondan başka kimse bana yardım edemezdi.

Aradan bir saat geçmişti ve ben hala aynı yerde aynı şekilde duruyordum. Üzerimde ki yorgunluk oturduğuma rağmen her geçen saniye daha fazla artıyordu.Bu fiziken değilde ruhen bir yorgunluktu bunun farkındaydım. Dizlerimi kendime çekip kolumu etrafıma sardım ve başımı üstüne koyup yüzümü gizledim.

Üzerimdeki yorgunluğu birazda olsa attığımda kalkıp ana caddeyi bulmak için tekrar deneyecektim.
Hayatımda ilk kez Şile'ye gelmiş ve onda da kaybolmuştum hemde kaza yaparak.Omuzlarıma değen kumaşla  hızla arkama dönüp yerinde geriye doğru kaydım.Gördüğüm sima ile neredeyse küçük dilimi yutacaktım.

Yusuf!

Onun burada ne işi vardı.Beni nasıl bulmuştu ki!Ona adresi söyleyemeden telefonum kapanmıştı. Ben aynı şekilde ona bakarken tek dizinin üzerinde önüme çöküp omzuma yerleştirdiği ve benim şaşkınlıkla düşürdüğüm ceketini düzeltti.

"Daha ne kadar böyle bakmaya devam edeceksin.Hadi akşam olmadan kalkta gidelim."

Söylediklerinden sonra hızla ayağıya kalkıp tek elini kumaş pantolonunun cebine yerleştirdi.Bende aynı şekilde kalkıp karşısında dikildim önce ona sonrada omuzlarıma bıraktığı gri ceketine baktım.Bu sıcakta bana neden ceketini vermişti ki şimdi.Yani bu biraz gereksizdi,zaten sıcaktan havale geçirecektim bir de bu ceket iyice yakmıştı.Tek elimle ceketi alıp ona doğru uzattım.

"Teşekkür ederim ama hava çok sıcak buna gerek yok."

Yusuf önce bana sonra uzattığım cekete bakıp arkasını döndü.Az önce benim geldiğim yolu geri dönerken iki elini de cebine yerleştirmişti.

"Farkında değilsin galiba tirtir titriyorsun."

Yusuf söyledikten sonra bunu fark etmiştim.Gerçekten de titriyordum ellerim benden bağımsız titriyordu,korkudan olsa gerek.Başka bir şey söylemeden bana verdiği ceketini koluma asıp onu takip ettim. O önde ben arkada ilerlerken arabama yaklaştığımızı fark ettim.

Buraya niye gelmiştik ki şimdi.Ben onu izlerken o da arabaya yönelmiş ve ön koltuğunda duran pembe çantamı almıştı.Gri kumaş pantolonu,
kollarına kadar katlanmamış beyaz gömleği,gri cepkeni ve pembe çantam,şuan öyle komik duruyordu ki gülmemek için kendimi zor tuttum.

LAVİNİA (ölüm çiçeği) Where stories live. Discover now