•1.BÖLÜM•"Zihni Kirleten Tahribat Lekeleri"

Start from the beginning
                                    

-Neden korksun ki?" Dedi Cenker dudağının kenarında duran çikolatalı dondurma kalıntısıyla. "İçimizde en irisi o!"

-Ben varım." Ozan konuşmuştu. Gözlerini devirdi Rüzgar. Fikirleri olmayan insanların, başka insanların maşası olarak konuşması sinirini bozuyordu. Aden'in, konuşan barbie bebek oyuncakları gibiydi bu tür insanlar. Ezberletilmiş kelimeler, aldanılabilecek bir dış görünüşten çıkıyordu sürekli. Duyulan tek şey şuydu.

Bik bik bik. Başkasının fikri. Bla bla bla. Beynim yok.

-Harika! Siz?" Cenker'in bakışlarını üzerinde hissedince derin bir nefes aldı Rüzgar. Onun da gitmek istediğini ama kararı kendisine bıraktığını biliyordu. Kendisine duyulan bu saygıyla beraber içinde babası Acar Devran'dan gelen, çocuklarını kıramayan bir babanın şefkatli ses tonu yükseldi. Öyle ki, dışa da yansıdı.

-İyi, tamam. Gidelim." Pedal sesleri ve gülüşmelerin tınılarına tanık olan kaldırımlar, gece ayazıyla titremeyi bırakıp dört gence odaklandı. Dolunay vardı o gün.

Hava biraz sisliydi. Yaz ayı olduğundan soğuk değildi ama gecenin getirdiği rüzgar bir ceket almayı gerektiriyordu. Dördü de ceket almamıştı. Gece baştan sona yanlışlara yazılıydı.

-Gördünüz mü orada hap içenleri!!" Dedi Ozan, nefes nefese bisikletlerini durduklarında. "Öpüşen sevgililer de vardı! Oğlum, biz de buralarda takılsak keşke."

-Bence gelmemeliydik." Dedi Cenker de kaygıya bulanmış, ince bedeninin aldığı soğukla da örselenmiş bir ses tonuyla. "Çok tehlikeli yerler." Ozanla Meriç alayla çocuğa bakarken Rüzgar bisikletinin arıza yapan zincirini düzeltti ve yarın amcası Savaşla beraber yenilettirmeye karar verdi. Atmayacaktı eskise de, boyu uzadığı için ara sıra küçük gelse bile, yeniletirdi.

Çok küçülürse eğer, birine hediye edebilirdi. Kıymetini bilecek, bisiklet alamayacak küçük bir çocuğa...

-Saçmalama! Gayet de eğlenceli, hem sen heyecan yaşamaya gelemiyorsun. Bizim yaşımızda insanla..." lafını kesen tadını kaçıran bir Rüzgar, düşen bisiklet veyahut yanlarına yaklaşan rastalı bir iri adam değildi. O 5 dakika önce geçmişti ve kafası güzel haliyle Rüzgar'a bir selam vermiş, ondan korkmayan tek çocuktan aldığı karşılıkla da sırıtıp ılık birasını yudumlaya yudumlaya ilerlemişti.

Lafını kesen, bir kadının yardım çığlığıydı.

Öyle genizden gelen, can acıtan bir yakarıştı ki çığlığı Rüzgar'ın yağa bulanan elleri buz kesti. Ellerini kotuna silerken, ayağa kalkıp 3 arkadaşının da baktığı yöne çevirdi kafasını.

3 adamın, bir arabaya zorla bindirmeye çalıştığı kadın silüetine.

-Gidelim!" Dedi Meriç hızla bisikletini doğrulturken. Daha demin bu sokaklara girerlerken cesaretten bahseden çocuğun, şimdi soğukla alakasız titremesi kaderin oynadığı komik bir oyundu ama gülmenin hiç sırası değildi. "Başımız belaya girer bizim de..."

-Aynen, baksana kaç kişiler! Ölsek, kimsenin ruhu duymaz." Maşa olarak kullanılan Ozan'ın ettiği laflar, Rüzgar'ın tespitini bir kez daha haklı çıkarmıştı. Ne kadar yönlenebiliyordu küçük beyinleri, ne kadar da zararlılardı bu gören, duyan, bilen ama üç maymunu oynayan zavallı akıl fukaraları. Zengin berelerinin içini dolduramayan, fındık beyinlerini koruyan, kafataslarına kadar sövülesilerdi...

Rüzgar'ın bakışları Cenker'e kaydığında çocuğun da kendisine kararsız gözlerle baktığını gördü.

-Rüzgar sen de gel, bulaşma, evlerimize gidelim." Sesinden oluk oluk korku akıyordu. Öyle ki titreyen çenesi ve ona yarenlik eden göz bebekleri Rüzgar'a yalvarıyordu. Ozanla Meriç çoktan pedalları çevire çevire uzaklaşmışken içindeki hayal kırıklığını pürüzlü, şimdiden kalınlaşmaya başlayan ses tonuna yansıttı Rüzgar.

Uçsuz Bucaksız (THB-2)Where stories live. Discover now