: on sekizinci bölüm

8.9K 566 125
                                    

Bölüm 18: "Güvendeyim."

Pazar günü öğlen üçe doğru gözlerimi açmayı başardığımda kafa derim de dahil bütün vücudum delicesine terlemiş, etrafıma sıkı sıkı sarmış olduğum çok da ince sayılmayacak battaniye bana öyle bir dolanmıştı ki, etrafımı ikinci bir deri gibi kaplıyordu. Birkaç dakika öylece kıpırdanarak battaniyeden kurtulmaya çalıştım ve başardığımda zaferle gülümseyerek gidip evin camlarından birini açtım; battaniyeden kurtulmuş olmam, saunadaki şişman, orta yaşlı bir adam gibi terlediğim gerçeğini değiştirmeye yetmiyordu ne yazık ki.

Masanın üzerinde duran siyah, lastik bir tokayı alarak uyurken açılmış olan saçlarımı tepeden bir at kuyruğunda topladım ve banyoya giderek yüzümü soğuk suyla yıkadım. Kenardaki havlulardan biriyle yüzümü kuruladıktan sonra banyodan çıkarak evin boş gibi duran odakarlını tek tek gezdim fakat Alper görünürde yok gibiydi. Uzun konuşmalar, itiraflar ve bol bol ağlamayla dolu önceki geceyi düşününce ya yüzümü buruşturma isteğime engel olmak çok zor oluyor ya da kenara çöküp tekrar ağlamaya başlayasım geliyordu. Ağlayamazdım.

Önceki gece eğer Dilara gelmemiş olsaydı olabilecekleri düşündükçe mideme kramplar giriyor, boğazıma bir yumru oturuyor, gözlerim yanmaya başlıyordu; işte tam da bu yüzden ağlayamazdım. Dilara gelmişti ve ben, sayesinde, Kıvanç'tan kaçmayı başarmıştım. Bir şey olmamıştı. Güvendeydim.

Güvendeyim.

Bu bir kelimeyi kendime bir süre boyunca hatırlatmam gerekeceğini biliyor ve bundan nefret ediyordum. Ben asla aciz olmamıştım ve orospu çocuğunun teki yüzünden nefes aldığım her saniye yıkılıp ağlama tehlikesiyle burun buruna geliyordum. Öfke, damarlarımı yakarcasına vücudumda dolaşmaya başladığında henüz ne yapacağımı kestirememiş olsam da, gelecek günlerde ne yapmayacağımı çok iyi biliyordum. Kıvanç'tan kaçmayacaktım. Sorundan kaçmak, her ne kadar duygusuz ve şerefsiz bir orospu çocuğu olsa da, sadece beni "korkak" durumuna düşürürdü.

Hayır, Kıvanç'tan kaçmayacaktım.

Kahverengi saçları ve yeşil gözleriyle Kutay aklıma gelince istemsiz olarak yutkundum. Dün gece o kadar kararlıydım ki Kıvanç'ın yaptıklarını Kutay'a anlatmakta, o kadar emindim ki kendimden, "kesinlikle anlatmak istiyorum" diyordum kendi kendime, fakat o an, birkaç saat de olsa uyumayı başardıktan sonra, o kadar da emin olamıyordum. Kıvanç konusunda ne yapacak olursam olayım, Kutay ve Kıvanç'ın arkadaşlığını bozmak isteyip istemediğimden emin değildim. Belki de önce sorunun ta kendisiyle konuşmam, neyin ne olduğunu öğrenmem gerekiyordu. Hem bu... olaydan bahsetsem, Kutay kime inanırdı? Yıllarca en yakın dostu bildiği takım arkadaşı mı, yoksa sadece iki haftadır onun hayatında olan bir kız mı?

Sorunun cevabı o kadar belliydi ki, kafamı geriye atıp oflamak istedim. Kimse yıllardır tanıdığı birini iki haftalık bir "arkadaşlık" için çöpe atmazdı. Ben olsam atmazdım, Kutay'ın da yapacağını sanmıyordum. Bu noktada bana inanması için ya bana gerçekten güvenmesi gerekiyordu ya da Kıvanç'ın daha önce böyle bir şeyler yapmış—Dilara!

Dilara ağabeyini görmüştü! Belki o bana destek çıkardı?

İstediğim şeyin ne kadar imkansız olduğunu fark etmemle gözlerimin dolmaya başlaması bir oldu. Kollarımı kendime sardım ve göz yaşlarımın akmasını engellemeye, kendimi sakinleştirmeye çalıştım ama boşunaydı. Dilara asla benim sözümün arkasında durmazdı. İmkanı yoktu. Hıçkırıklarım kuvvetlenirken bir elin omzuma değdiğini hissetmemle irkilmem bir oldu ve elden, olabildiğince hızlı bir şekilde uzaklaştım.

Cam Kırıkları | askıdaWhere stories live. Discover now