: dördüncü bölüm

16K 622 26
                                    

Multimedia'daki kapak: Azra Kasımova

Bölüm 4: "Sahte İstanbullu."

Servisten iner inmez herkes bavullarını aldı ve kocaman bir boşluk hissine düştük. İstanbul'a gelmiştik; iyiydi, güzeldi ama şimdi ne yapacaktık? Ben İstanbul'u hayatımın 14 yılını orada geçirdiğim için az çok biliyordum ama ya diğerleri? Okula başlamadan ve kalacağımız insanların yanına gitmeden önümüzde kocaman bir hafta sonu vardı. Okulumuzun bu kadar sorumsuz davranacağına olan inancım düşüktü. Yıl grubumuzu her ne kadar sevmese de, bizim sayemizde para kazanıyordu ve öğrencilerine bu kadar kötü davranacağını sanmıyordum. Her ne kadar bu sene için oranın öğrencisi sayılmayacak olsak da, hala öğrencisiydik.

"Bence biraz bekleyebiliriz," dedim. "Okul idaremiz bir avuç salaktan oluşuyor olabilir ama eminim ki bir şeyler ayarlamışlardır. Bizi bir şehrin ortasına atıp arkasına bakmadan kaçamayacak kadar çok para kazanıyor bizden."

Kunter güldü ve bavulunun üstüne oturduktan sonra kolundaki saate bakıp tekrar başını kaldırdı. "Bana fark etmez, yapacak daha iyi bir işim yok zaten."

"Bence bize verilen adresleri bulmaya çalışabiliriz," dedi Tuğçe, elinde tuttuğu kâğıdı havada sallarken.

Rüzgâr alayla güldü. "Zaten İstanbul'u avcunun içi gibi biliyordun da bir adres bulması kalmıştı." Sonra aynı Kunter gibi, kendi bavulunun üstüne oturdu. "Bence de bekleyebiliriz, en kötü olasılıkla adresleri birkaç saat sonra ararız."

"Saat altıya geliyor, birkaç saat sonra gece olacak," diye itiraz etti Tuğçe. Haklı bir noktaya parmak basmıştı. İstanbul, özellikle de geceleri, rahat rahat dolaşılabilecek bir yer sayılmazdı. Ben şanslıydım, Akatlar Predona'ya gidecektim; Akatlar, Levent, Etiler civarı yine iyi yerlerdi.

"Aslında haklı," diye araya girdim. "Bazı yerlerde geceleri gezinmek istemezsiniz. Hele bu kadar bavulla." Bavulları gösterdim. Bütün eşyalarımızı getirmiş olduğumuzdan etraf bavul ve çantadan geçilmiyordu.

"O zaman ne yapıyoruz?" Gökçe, kollarını göğsünde kavuşturmuş, sıkılgan bir ifadeyle bizim karar vermemizi bekliyordu. "Bana kalırsa okul birini göndermiş ya da göndermemiş olsun, biz adresleri bulmaya çalışabiliriz. O kadar da küçük sayılmayız hani ve açıkçası gece karanlığında bilmediğim bir şehrin sokaklarında dolanmak istemiyorum. Henüz gün ışığı varken yola çıkarsak, bence halledebiliriz."

"Bekleyelim diyenler," dedi Kaan, tek kaşını kaldırarak. Kimsenin eli kalkmadı. "Gidelim diyenler." Tuğçe, Gökçe, ben, Bora, İlke ve Mert'in eli havaya kalkmıştı. Rüzgâr omuz silkmekle yetinirken Kunter'in "Ne yaparsak yapalım," diye mırıldandığını duyar gibi oldum. "O zaman karar verilmiştir, gidiyoruz," dedi Kaan. "Şimdi... Nerede olduğumuzu bilen?"

"Harika soru," dedi İlke ve bana, Kaan'ın sorusuna cevap vermemi beklediğini gösteren bir bakış attı.

"Hiçbir fikrim yok," dedim etrafıma bakarak. "Bu tarafları pek bilmiyorum."

Mert bir kahkaha attı. "İlke, Çağla'nın sahte İstanbullu olduğunu bilmiyor musun? Ona sorarak bulmaya kalkarsan kaybolur gidersin koskoca şehirde."

Ona kötü bir bakış atmakla yetinmem gerekti çünkü dediğinde birazcık da olsa haklılık payı vardı. İstanbul'u o kadar da iyi bilmiyordum, fakat geçmişte çok gezmemek benim suçum muydu? Çok iyi bildiğim iki yer vardı ve biri kendi evimken, diğeri de eskiden evim diyebileceğim bir yerdi.

Cam Kırıkları | askıdaWhere stories live. Discover now