: on birinci bölüm

14.4K 548 67
                                    

Bölüm 11: "Yumruk."

Cuma sabahı gözlerimi açtığımda ter içinde titriyor  ve üşüyordum. Sakinleşmeyi ve kalp atışlarımın düzenlenmesini beklerken, yorganıma sarılmış bir şekilde yatakta doğrulmuş, sırtımı da yatakbaşına yaslamıştım. Karanlık odayı karış karış inceliyor, korkuyla etrafıma bakınıyordum. Ancak sakinleştikten sonra kendime, gördüğüm rüya hakkında düşünme izni verdim.

Temkinli adımlarla yataktan çıktıktan sonra ilk işim perdeleri sonuna kadar açmak oldu. Oda aydınlandığında kendimi bir derece daha güvende hissediyordum.

Neden o kadar zaman sonra bile o günü rüyalarımda görüyordum?

Çağlar'ın gecikişi, vücudundan yükselen alkol kokusu, yanında getirdiği kızın darmaduman hali...

Hayır, diyerek kendime rüyayı ve gerçeği tekrardan yaşatmayı reddetmiştim. Hızlı hareketlerle takı kutuma uzanıp ucunda aytaşını taşıyan deri ipli kolyeyi bulmaya çabaladım. Kolyeyi bulduktan sonra yere çökerek sırtımı yatağıma yasladım ve bir an hiçbir şey yapmayarak öylece oturdum. Aytaşının tenimde yaydığı soğukluktan başka bir şeyi düşünmedim ve en sonunda sakinleşmeyi başardığımda, derin bir nefes alıp verdim.

Bir şeyden kaçışımın yine aynı şey olması ne kadar da ironikti.

Günün geri kalanında kolyeyi çıkartamayacağımı bilerek oturduğum yerden doğruldum ve bir ölü gibi, sakin ama hissiz hareketlerle sabah rutinimi gerçekleştirdim. Odadan çıkıp kahvaltıya inmek üzere merdivenlere yöneldiğimde beni bu transımdan, kısa süreliğine de olsa, çıkartan şey Kutay'ın neşeli sesi oldu.

"Çağla, üzerini değiştirmek isteyebilirsin! Cumaları serbest kıyafet günü."

"Tabii," diye mırıldandıktan sonra, daha bir adım bile uzaklaşamamış olduğum odama geri döndüm ve üzerimdeki formayı çıkartıp yatağın üzerine bıraktım. Alt kattan gelen sesler, Kutay'ın kahvaltı hazırladığına işaretti. Ailesi, bu sabah bir iş gezisine gideceklerdi ve tahminen iki saat önce evden çıkmışlardı.

Gardırobumdan çıkarttığım kıyafetleri üzerime geçirdikten sonra ayağıma bir süre önce almış olduğum ayakkabılarımı, kazağımla neredeyse aynı renkte olan mavi converseleri giydim ve çoraplarımı düzelttim. Banyodaki boy aynasının önüne geçerek kazağın uçlarını da ayarladıktan sonra siyah pantolonun kendisinden ayırt edilemeyeceğinden emin olduğum siyah kemerimi taktım.

Odadan tekrar çıkıp mutfağa indiğimde, aradan sadece beş dakika geçmişti. Kutay, yumurtaları tabağa koyarken bana yandan bir bakış attı. "Çabuk giyindin."

Omuz silktim; buna verebileceğim bir cevabım yoktu. Masaya, Kutay'ın karşısına oturdum ve sessizce kahvaltımı yemeye başladım. Pek iştahım olmadığından yumurtanın yarısını yiyip bıraktım ve masadan kalkarak kendime bir bardak soğuk su doldurdum. Ben suyumu yavaş yavaş içerken, Kutay temkinli gözlerle beni izliyordu.

"Sen iyi misin?"

Tekrar omuz silktim.

"Anlatmak ister misin?" Endişelenmişe benziyordu. İçimden yükselen acı acı gülme isteğini bastırarak derin bir iç çektim ve başımı iki yana salladım. Hayır, anlatmak istemiyordum. "Sen bilirsin."

Kalan son yudumları da içtikten sonra bardağı çalkalayıp kenara kaldırdım ve kahvaltısını hızlı bir şekilde yiyip bitirmiş olan Kutay'a masayı toplama konusunda yardım ettim. Masayı toparlarken olsun, apartmandan çıkıp servise giderken olsun, bana ne olduğunu anlatmam için baskı kurmadı ve bunun için ona minnettardım. Asla kabuslarını paylaşan biri olmamıştım.

Cam Kırıkları | askıdaΌπου ζουν οι ιστορίες. Ανακάλυψε τώρα