: birinci bölüm

86.3K 1.1K 104
                                    

Bölüm 1: "Liste"

Öğle arası sonlanmış, haftanın son okul günü olan cumanın bitmesine sadece üç ders kalmıştı. Herkes sınıflarına girerken ben de istemeye istemeye edebiyat binasına gitmiştim. Edebiyat binası, iki katlı, küçük bir binaydı ve toplam altı derslik içeriyordu. Altı dersliğin üçü alt, üçü de üst kattaydı. Edebiyat derslerinin yapıldığı tek yer olan bu bina, yatılı binalarının elli metre ilerisine yerleştirilmiş olmasının getirdiği bir statü olarak, okulun gelmiş geçmiş en nefret edilen binası olarak da bilinirdi.

Gündüzcüler, Yatılılar için bizim okulun 'burslu'larıydılar. Çoğu liseden farklı olarak bizim okuldaki herkes burslu kategorisine girdiğinden, öğrenciler arasındaki en büyük fark yatılılıktı. Okulun ilk zamanlarında herkesin Yatılı olduğu hakkında dedikodular vardı fakat o zamandan beri müdür altı kere değiştiğinden ve okulun ilk eğitim kadrosundan kimse kalmadığından bu tür dedikodular sadece bir dedikodu olarak kalmaktan ileri gidemiyorlardı.

Binanın üst katındaki sınıfların kapılarının yanında 34, 35 ve 36 yazan plakalar vardı. Hiç acele etmeyerek 35 numaralı sınıfa doğru ilerledim ve kapıların üzerinde küçük penceremsi şeyler olmamasına bir kere daha lanet okudum. Okulla ilgili bir başka gereksiz dedikodu da kapılardı. Yine okulun ilk yıllarında, kapıların üzerlerinde tek taraflı minik camlar olduğu, bu sayede geç kalan öğrencilerin veya dersi gözetlemek isteyen öğretmenlerin sınıfı dikizleyebildiği söyleniyordu. Sınıf hiçbir şey göremezken, kapının diğer tarafındaki kişi rahatlıkla sınıfı izleyebiliyormuş. Bu, mesela, diğer çoğu dedikodudan daha gerçekti çünkü öğrencilerin en sevdiği mekanlardan biri olan terasın altındaki depomsu yerde bahsi geçen kapılardan iki tane bulunmuştu.

Kapıyı ilk önce yavaşta, sonra da tepki gelmediğinden iki kere hızlıca tıklattıktan sonra açtım, ve hafifçe aralayarak başımı içeri uzattım.  Karşılaştığım manzara... rahatsız ediciydi. Sınıf, o çok sevdiğim Yoklar romanındaki şeyin kurbanı olmuş gibiydi. Herkesin eşyaları, öğretmeninkiler bile, kullanıldıkları gibi bırakılmıştı. Kapıyı daha geniş bir şekilde açtım ve içeri girdim. Attığım her adımla kendimi daha da garip hissediyordum.

Başımı tahtaya çevirdiğimde, açık mavi boardmarker'la alelacele bir şekilde yazıldığı belli olan yazıyı gördüm.

10C SINIFI KONFERANS SALONUNA

Oflayarak sırt çantamı tek boş sıraya koydum ve sınıftan çıktıktan sonra kapıyı ardımdan kapattım. Konferans salonu okulun öbür ucundaydı ve edebiyat binası nasıl yatılı binalarına en yakın akademik binaysa, konferans salonunun olduğu ana bina da Yatılılar'a en uzak bina olarak bilinirdi.

Saatime baktığımda konferans salonuna daha fazla gecikmemek için koşmam gerektiğini gördüm. Koşmaktan nefret ettiğim gerçeğini bir kenara bırakarak, konferans salonuna doğru koşmaya başladım. Ana binaya gelmeyi başardığımda nefes nefese kalmıştım ve sonbaharın başlarında olduğumuzdan dolayı soğuyamamış olan hava yüzünden ter içinde kalmıştım.

Hızlı adımlarla merdivenlerden yukarı, ana binanın en üst katına çıkmaya başladım. Konferans salonuna vardığımda vücudum isyan etmeye başlamıştı. Bacaklarım alev almışcasına yanıyor, ciğerlerimse onlara katılıyorlardı. Son bir çabayla konferans salonunun kapısını açtım ve fark edilmemeye özen göstererek içeri girdim. Bütün salon doluydu ama boş bir yer bulabileceğime emindim. Koltuklar beni yanıltmadılar da. 11.sınıfların oturduğu yerde, en kenarda kalan sandalye boştaydı. Kendi kendimi kutlayarak sandalyeye bir kuş misali tünedim ve yanımdaki 11.sınıfın garip bakışlarını görmezden gelerek konferansa kulak vermeye çalıştım. Bu adam ne anlatıyordu ki?

Cam Kırıkları | askıdaWhere stories live. Discover now