14. Bölüm "Depo"

125K 2K 130
                                    

Koray arabayı salaş bir balıkçı restoranına çekti. Dikiz aynasında kendime bakıp kavgadan sonra kabaran saçlarımı düzelttim ve tokat yediğim için kızaran yanağımı saçlarımın ardına gizledim. Bu boşluktan faydalanan Koray büyük bir centilmenlik örneği göstererek kapımı açtı.

“Teşekkürler.” Diye mırıldandım jestine karşılık yumuşamış bir sesle. Bana kibar bir gülümseme yolladı ve ardımdan kapıyı kapattı. Mekana ilerlerken arkadan arabanın kapanma sesi geldi.

Restoranın kapısını da önce davranıp benim için açınca kıkırdadım. Bu çocuk gördüğüm en tatlı erkekti. O sırada kasada durup ellerini önündeki havluya silen adam kapının açılmasıyla beraber çalan çanla gelenlerin kim olduğuna bakmak için başını kaldırıp bize baktı. Gözleri Koray’ın üzerinde sabitlendi ve kocaman gülümsedi. “Vay, vay, vay! Kimler gelmiş.” Adamın sıcak tavrına gülümsedim. Koray beni de peşinden sürükleyerek yanına ilerdi.

Sırayla tokalaşırken bana biraz dikkatli baktı. “Merhaba kızım. Seni bir yerden tanıyorum ama…”
“Anıl Hancızade’nin kızıyım.” Dediğimde önce bana memnun bir ifadeyle baktı ve ardından Koray’a döndü. “Hancızade’lerin küçük kızıyla takılmak için burası biraz tehlikeli bir yer değil mi oğlum?”

Bu adam bile babam ve Koray arasındaki atışmayı bildiğine göre gerçekten biraz at gözlüklerimi çıkarmam gerekecekti. “Anıl Hanzıcade şuan da otelde. Sanırım nispet yapmak için bizimkini tercih etmiş.”
“Anıl’ı bilirsin.” Dedi ve ikisi kendi aralarında bir espri varış gibi güldü. Elalem bile benim babamı biliyordu, ben bilmiyordum.

“Yer ayırtmıştım.” Dedi Koray. “Ah, evet. Bugün biri kiralamak istedi ama erken davranmıştın.” Adamın eliyle gösterdiği yere bakarken iskeleye bağlı bir tekne aklımın ucundan bile geçmemişti. Teknenin burnunda Hanzade yazması da ayrı bir konu başlığıydı.

“Siparişlerinizi şimdi mi alayım oğlum?”  Koray fikrimi almak ister gibi bana bakınca “Neden olmasın?” dedim. Elimi tutmayı sürdürürken bana “Ne yersin güzelim?” omuz silktim. Babamla balıkçı restoranında hep büyük balıklar yerdim ama buranın salaşlığı bana farklı bir şey dene diyordu. “Balık ekmek yapıyor musunuz?” diye sordum.

“Tabi kızım. Sen oğlum?” Koray omuz silkerek “Bende balık ekmek yerim.” Adam yanımızdan geçen bir çocuğu durdurdu ve siparişlerimizi yazdırdı. “Ne içersiniz kola, meyve suyu? Sizin için taze meyve sıkabilirim?” babam demişken… “Ben rakı içerim.” Dedim. “Suyu soğuk olsun ve içine buz atarsanız sevinirim.”

Koray şaşırmış gibi bana baktı. “Ben sek içerim.” Babamda sek içiyordu. Hatta babamda bu tür yerleri severdi. Koray’ın her hareketi bana babamı hatırlatıyordu. “Hemen hazırlatıyorum oğlum. Keyfinize bakın.”

Koray elimi bırakmadan bana diğer eliyle geçmem için kapıyı açtı. “Her randevumuz kafamda daha fazla soru işaretleri oluşturuyor.” Dedim iskeleye yürürken. “Hatırlat da bundan sonra balkonda yiyelim.” İstediğinde odun birine dönüşmesine kaşlarımı çatarak baktım. Öyle mi beyefendi?

Tekneye benden önce çıkıp elini uzattı. Tekne tatlı bir esintiyle hafifçe salınıyordu ve burnuma buram buram tuzlu su kokusu geliyordu. “Anlaşılan tekne senin.” Dedim. “Evet, evin anahtarını unuttuğumda veya canım sıkıldığında buraya geliyorum.”

Başımı salladım. Ben anahtarımı unuttuğumda Şule’lere gidiyordum. Canım sıkıldığında da öyle. Hayatımda pek fazla bir aksiyon yoktu. “Adam bizi nerden tanıyor?”diye sordum. Beni tanıdığı falan yoktu. Babamı tanıyordu. Babamı bu şehirdeki herkes tanırdı. Beni kimse tanımazdı. Ben kimdim ki zaten…

“Baban beni buraya çok sık getirirdi.” Dedi. “Tabi tatsızlıklar yaşanmadan önce. Burası onundu. Yakup abi sokakta kalıyordu, eskiden şehrin en iyi kumarbazıydı. Sonra dolandırıldı ve battı. Baban bu adamı çok severdi. Ona bu dükkânı açıp hayatını yeniden kazanmasını sağladı.”

Babamı benden daha iyi tanımasına sinir mi olsam, yoksa babamı başka birinden tanımaya mı sinir olsam bilememiştim. Ama bu kadar iyi olduğunu bilmek beni gülümsetmişti. “Avşar baban hayatımda tanıdığım en iyi insan. Ne yaşamış olursak olalım.”

“Daha çok merak etmeme sebep oluyorsun.” Dedim dudağımı dişleyerek. “Baban tek bir kötülük yaptı. Sadece bana. Sayesinde herkes işini, hayatını geri kazandı. Sayesinde kendini gangster sanan serseriler yok oldu… Ve daha bir sürü şey. Tek bir hata yaptı. O da benim hayatımı alt üst etti.”

“Madem babam seni mahvetti. Neden benimlesin? Yanlış olduğunu bile bile. Neden buradasın?”

“Dedim ya, fotoğrafından çok hoşlandım.” Eh, fotojenik olduğum söylenirdi. Beni izlediğini hatırlayınca yanaklarım sıcacık oldu. Bana buzdağının sadece görünen kısmından bahsettiğini bilsem de sesini çıkarmadım.

Siparişlerimiz gelene kadar havadan sudan konuştuk. İki ay olmuştu. İki aydır beraberdik. Tamam, onun gibi birinden aptal bir çıkma teklifi beklemiyordum. Ama iki aydır birbirimizin yüzüne bakıyorduk. Maddi durumunu bile bilmiyordum. Son model arabalar, özel garajlar, tekne, kim bilir daha başka kaç şey daha. Ailesinin ne iş yaptığını bile unutmuştum. Kendisinden hiç bahsetmiyordu. Benim babamdan konuşuyorduk ama asla onun ailesinin bahsi geçmiyordu. Abisini gördüğümde panik olmuştu. Belki de ailesini sevmiyordu ve tanımamı istemiyordu. Bu da yüksek bir olasılıktı.

Gelen rakıya şüpheli gözlerle baktım. Babam rakı manyağıydı. Sünger gibi içerdi. Annem ise babamın bu konuda tek rakibiydi. Bense belki meraktan bir iki yudum almıştım. Ama şimdi canım çekmişti. Hiç içmediğim söylenebilirdi ve buna rağmen canım çekmişti.

Tadını hatırlamak için bir yudum aldım. Acımtırak tat boğazımdan süzülürken ekşimsi kokusunu babam sayesinde hemen benimsemiştim. Arayacağım bir şey değildi ama yine de sevmiştim. “İlk kez içiyorsun.” Dedi. “Eh, bir Anıl Hancızade değilim. Denemiştim sadece.” Gülümsedi. “Aslında ben rakı sevmem. Bu tür konularda bünyem biraz hassas ve ben kendi kontrolümü kaybetmeyi sevmiyorum.”

Koray aslında dışarıdan bakılınca her gece arkadaşlarıyla âleme akan serseri tiplere benziyordu. Bebek yüzlü serserileri bilirsiniz. İnsanların dış görünüşüne bakıp güvendiği fakat sonra bu yapmaz dediği halde yapan. Ama Koray sarhoş olmayı bilse sevmiyordu! O farklıydı. O diğer herkesten, o diğer tüm bildiklerimden, çok daha farklıydı.

Tam yemeye başlayacaktım ki “Birazdan ellerin kirlenecek…” dedi. Kendimi tutamayıp güldüm. “Evet, bu mantıklı bir tespit oldu.” Gülümsedi. Gözünün kenarında beliren ufak tefek çizgiler onu daha olgun gösteriyordu. “Ve saçların sana bela olacak.”

Haklıydı. Saçlarımı genelde toplamazdım ve yemeğimin, ağzımın içine girerlerdi. Ve ellerim kirlendiği için toplayamazdım da. Ayağa kalkıp arkama geçti. Ne yapacağını merak ederek başımı hafifçe çevirdim. Onu göremiyordum. “Onun için,” dedi ve ellerini boynuma sürtüp tüm tüylerimi diken diken ederek saçlarımı arkada birleştirdi. “Şimdiden toplasan iyi olacak.”

Yutkundum. “Yanımda toka yok.” Ama iyi fikirdi. Elini omuzlarıma değdirerek sutyen askımı yakaladı. Ne yapacağını merak ediyordum. Eli aşağılara indi ve sutyenimi destek kısmına bağlayan küçük kopçayı buldu. Yerini şaşmadan onları çözüp çıkardı. “Memelerimin şeklini bozacaksın.” Dedim, ama gülemeyecek kadar sarhoş hissediyordum kendimi.

“Ben nefes aldığım sürece pek kimse göremeyecek onları. Sorun yok.”

Sahiplenici tavrı karşısında kemiklerime kadar yumuşacık oldum. Dudağımı ıslatma gereksinimi duyarken resmen sutyenimin ipiyle saçımı topladı. “Bu aklıma gelmemişti.” Dedim gülümseyerek. Kendime gelsem de başımın döndüğünü hissedebiliyordum. Kuruyan ve gıdıklanan boğazımı ıslatmak için rakımdan büyük bir yudum aldım.

Karşıma oturdu ve gülümsedi. “Böyle çok tatlı oldun.” Başım öne eğilirken ne ara iltifat alırken utandığımı düşündüm.

Ben küçük tabureme rahatça sığarken Koray’ın iki metrelik üçgen vücudu tam sığmamıştı. “Rahat görünmüyorsun.” Dedim. “Şimdi kırılacak.” Diye mırıldandı. “Kaç kilosun gerçekten?” şişman durmuyordu ama zayıf olmadığı da aşikârdı. “Seksen sekiz.” Yutkundum. “Eh, iki metrelik adamın kırk kilo olacak hali yok.” Eminim vücudunda bunun sadece bir kaçı yağ olarak depo ediliyordu.

Balık burada lezzetliydi. Sonuçta sahil kesiminde bayat balık yiyecek halimiz yoktu. Ama ekstradan ne koyduysa daha bir güzel olmuştu. Zaten yemek yemeyi seven biri olarak Koray’ınkine de göz dikmiştim ama ona müsaade ettim. Büyük ihtimalle yediği şey onun için sadece bir ara öğündü.

“Gerçekten güzeldi.” Diye mırıldandım ve rakımın kalanını bir dikişte bitirdim. Aslında bu onunkiydi. Hafiften başım dönüyordu ve fena halde uykum gelmişti. “Doymadıysan bir tane daha söyleyebiliriz.” Dedi dudaklarındaki kürdanı oynatarak. Ben daha bir lokma ağzıma atmamıştım ki o bitirmişti. Babam gibi hızlı yiyordu.

Kaşlarımı çattım. “Elbette doydum.” Evet, son yudumu da içince daha iyi anlamıştım. İlk başlarda yetmeyecek diye korktuğum doğruydu. Bana ıslak mendil uzatınca jelâtini yırtıp parmaklarımı sildim. “O zaman kalkalım?”

Burayı terk etme düşüncesiyle dudaklarımı büzdüm. “Lütfen kalalım. Çok güzel burası.” Diye mırıldandım yalvaran sesimle. “Sevdin mi?” diye sordu gülümseyerek. Tanrım. Bir erkeğe gülümsemek bu kadar mı yakışırdı? “Çok.” Dedim harfleri uzatarak. “Pekâlâ.” Diye mırıldanıp çevresine bakındı. “Gel o zaman.”


   Yarım saat sonra kolunun altına girmiş bir şekilde gökyüzünü inceliyordum. Hava kararmıştı. Ve ikimiz de bir şeyler düşünüyorduk. Üşüdüğüm için üzerimize battaniye almıştık.  “Bana biraz kendinden bahset.” Dedim sessizlikten sıkılınca. Siktiğimin yıldızlarını izlemek de bir yere kadardı.

“Hım. Uzun boyluyum. Beyaz tenliyim. Saçlarım kahve-“
“Mizah kovala demedim. Kendinden bahset dedim.”

Güldüğünü duyar gibi oldum. “Ne bilmek istersin mesela?”
“Ne bileyim… Ben yokken hayatın nasıldı, kötü alışkanlığın var mı? Diğerleriyle nasıl tanıştın? Babamla aranızdaki şey…”
“Sen yokken hayatım oldukça hızlıydı. Bana Hızlı Koray dedikleri de olurdu.  Kötü alışkanlığım… Eskiden bağımlıydım. Her türlü pisliğim vardı fakat bana zarar verdiğini görünce bıraktım.”

“Zorlu bir süreç olmalı.”
“Hemde nasıl.” Diye iç geçirdi. Bu zor günler atlattığının habercisiydi. Bu kadar olgun olmasından da bir şeyler yaşadığı anlaşılıyordu zaten.

“Diğerleri benden büyük. Sokaktaydım, kimseyi göremeyecek kadar harmandım. Beni o halde gördüklerinde sanırım halime acıdılar. Zaten sonra babanın da yardımıyla bıraktım.”
“Seni alıştıran…”
“O şerefsiz öğretmenin.” Dedi tükürür gibi. Murat’tan bahsediyordu. “Bana ondan bahset.” Dedim. Murat hoca benim için öğretmenden fazlasıydı. Açıkçası Kimyacı Mualla’nın veya tokatçı Yılmaz’ın ne yaptığı benim pek umurumda değildi ama Murat hoca umurumdaydı.

“Sokakta dövüşüyordu o da. Her türlü pisliği vardı ve satıyordu da. Beni görünce yanıma yanaştı. Denemek isteyip istemediğimi sordu. On yedi yaşındaydım. Tam on yedi. Hiçbir şeyin farkında değildim.
  Herkes içiyordu. Bir kereden bir şey olmaz diye başladım. Kendime zarar verene kadar devam ettim. Baban içtiğimi biliyordu. O da içiyordu ama her şey kontrolü altındaydı…

Bana para vermedi. Benim paramı bile bana vermedi. Parayla adam dövmeye başladım. Sokakta kaldım. Halim çok kötüydü ve beni fark etmişlerdi. Yanlarına aldılar ve babanla görüştüler. Tedavi oldum. Madde kullanmıyorum ama sigara ve alkol ortamına göre değişiyor tabi.”

Leonardo DiCaprio’nun Basketball Diaries filmi aklıma gelmişti. O da küçük bir çocukken başlıyordu. Çok eskiden izlemiştim, nasıl bıraktığını hatırlamıyordum. Nasıl zor durumlara düştüğünü görmüştüm. Ve Koray’a çok üzülmüştüm.

“Ailen?” diye sordum. Kendi parasını bile babamdan aldığına göre. “Babam ben çok küçükken öldürüldü Annem beni hiçbir zaman sevmedi. Sürekli dostlarıyla yaşadı. O Murat’la bile…”

Dişlerini birbirine bastırıp derin bir nefes çekti ve saçlarımdan öptü. “Film izlemiş gibi hissediyorum.” Dedim açık açık ve yan dönüp ona iyice sarıldım. Ağlamamak için dudaklarımı ısırırken saçlarımı okşadı. “Annem babamı öldüren adamı seviyor.” Dediğinde resmen çenem titremişti. “O adam için beni terk etti.” Soğukça güldü. “Salak gibi sürekli annemin geleceğine inandım. Uyuşturucu parası için milleti ölesiye döverken, alkol komasına girip arabayla duvara tosladığımda, tedavi olurken… Biliyor musun, iyi ki seni tanıdım.”

Elini sıkı sıkı sıkarken içim acımıştı. Koray’ın o halini düşünmek beni bile yaralamıştı. Aniden kahkaha atınca, her gülümsediğinde, aslında içinde ne kadar mutsuz bir adam olduğunu fark ettim. “O kadar saftın ki… Yaptığın her şey düzen içindeydi. Yıkandığın gün, hatta saatin bile belliydi.”

Sırıttığını görünce omzuna vurdum. “Zaten sapık gibi gizli gizli izlemişsin beni bari hayal kurma.” Dedim. “Terasa çıkıp şeftali koparmak için eğiliyordun ve dürbün-“ bacaklarımın üstünde doğrulup göğsüne vurmaya başladım. Kulaklarımın bile ısındığını hissedebiliyordum. Ev sıcak olduğu için sürekli mini şortlarla dolaşıyordum. Bir sapık tarafından izlendiğimi bilseydim asla giymezdim.

“Sapık. Sapık şey. Bir de bana anlatıyorsun ya.” Bileklerimi tutup kendine çekti ve öpücükler kondurdu. “Kendini kurnaz sanıyorsun ama çok safsın. Hiçbir şeyden haberin yok ve için iyilik dolu.” Bana tatlı tatlı gülümseyince uzanıp dudağının kenarına öpücük kondurdum.  Ama sende çok tatlısın… Eminim sadece bana tatlıydı. Kızdığında veya parlak gözlerini kıstığında, özellikle kaşındaki kesik ve eksik olmayan morluklarıyla oldukça tehlikeliydi.

Gülüşlerimiz kesilince bir sessizlik, bir öpüşme havası doğmuştu. Uzanıp dudağıma kuru bir öpücük kondurunca bununla yetinmeyip alt dudağını dişledim. Bugün neyse ki koy giymiştim. Bedenimi keşfetmeyi seven parmakları için pek de iyi bir durum olmasa da arkada bizi izleyen biri için güzel bir manzara da çıkarmıyordum.

Bu sefer iri erkeksi elleri tişörtümün altına girdi. Dilini dilime değdirince uzamış tırnaklarımı ensesine sürttüm. Burnumuzdan aldığımız nefesler havaya karışırken bunun ne kadar mutlu ettiğini hissettim. Beni öpmesinin, dokunmasının ne kadar hoşuma gittiğini…

Bu duruma yabancı olan bedenim bile çabuk uyum sağlamış ve ilk defa hissettiğim kadınsal arzularımın gün yüzüne çıkmasını sağlamıştı. İçimdeki Avşar bana sürekli Koray’ın profesyonel bir yalancı olduğunu mırıldanıyordu ama o ses yüzünden ben belediye başkanının oğlunu bıçaklamıştım, o ses beni birçok kez müdürün odasına götürmüş ve ceza almamı sağlamıştı. Ama her zaman da haklı çıkmıştı.

Nefes almak için kafamı kaldırdığımda “Hadi yanıma yat.” Dedi, çapkın bir erkek olmaması beni sevindiriyordu. Gözü dışarıda da değildi. Eğer bir gangster, veya sabıkalı olmasaydı kesinlikle çok efendi bir damat adayı olabilirdi. Gerçi benim annem o tip insanlara göt lalesi diyordu, hatta bizim ailenin kadınları serseri tipleri severdi. Sanırım ben hariç. Ben aklı başında erkeklerden hoşlanırdım. Sigara kokanlardan değil. Annemin serseri erkek merakı lise birinci sınıfta babamla başlamıştı. Şuan bir doktorla nişanlıydı.

Yanına yatıp kararmış gökyüzünde inci gibi parlayan yıldızlara bakıp Koray’ı bu kadar sevmenin bana zarar verip veremeyeceğini düşündüm.


Sabah bir horozun götünü yırtarak bağırmasına uyandım. Aslında bunda güneşin doğrudan gözlerimin içine içine girmesi de olabilirdi. Ya da bütün geceyi tahta bir zeminde geçirmem de. Bilmiyordum. Sonuç olarak bir hafta sonu sabahı erkenden uyanmıştım.

Telefonumu çıkarıp Şule ve Utku’yla oluşturduğumuz whatsapp grubuna “Günaydın ezikler. Koray’la onun teknesinde uyuduk. Her yerim ağrıyor. Gelince masaj yapacaksınız.” Diye mesaj yazıp yolladım ve yanımda olması gereken fakat yerinde olmayan Koray’ın yerine baktım. Neredeydi bu çocuk şimdi?

Dirseklerimden güç alarak doğrulduğumda saçlarım önüme düşmüştü. Bu da demek oluyordu ki sutyen askım saçlarımdan çıkmıştı. Etrafıma bakınırken sırtıma yapışmış olduğumu fark ettim. Yeniden olması gereken yere taktım ve tekneden indim. Dış kısmı ahşapla kaplı restorana girerken buranın eskiden babamın olduğu gerçeği aklıma süzülmüştü. Aşırı lüks bir yer değildi. Zaten babam sadece iş görüşmelerinde lüks yerlere giderdi. Biz ailecek salaş yerleri severdik.

Koray’ı içeride Yakup amca diye bahsettiği adamla konuşurken buldum. “Günaydın?”  diye seslendim merakla. Beni gördüklerinde bulunduğum yöne bakıp gülümsediler.
“Uyandın mı?”
“Hayır, henüz değil?”
Koray sesli bir şekilde gülerken yanlarına gittim. “Kahvaltı hazırladım sizin için. Koray oğlum da yeni kalktı zaten.” Memnun bir ifadeyle hazırlanmış masayı süzdüm. “Teşekkür ederiz.” Koray elini sırtıma götürdü. “Hadi biz yiyelim, sonra dolaşırız.” Başımı salladım ve bizim için hazırlanmış masadaki yerimize oturdum. Ondan hızlı davrandığım için bu sefer sandalyemi çekememişti.

“Çay yok mu ya?” diye sordum burnumu kırıştırarak. Portakal suyundan sonra bir yudum alıp ağzına peynirini sıkıştırarak servise koşan zengin kızlarından olamamıştım bir türlü. Ben çayımı içerken aptal okul beklerdi.

“Ne içeceğini bilemedim, uyandırmak da istemedim. Süt, meyve suyu, çay?”
“Çay, lütfen.”

Ne kadar kibar bir insandı öyle. Gerçekten bu tip insanların kalıp kalmadığını merak ediyordum. Bizim ailede herkes “Kalk kendin al.” Havasında olduğundan bu kibarlık gözlerimi doldurmuştu. Zaten artık bizim aile diye bir kavram da kalmadığına göre fazla takılmama gerek yoktu.

Bizim aile. Hah. Aileymiş. En son babam annemi boğmaya çalışıyordu.

Koray “Çay, lütfen” diye beni taklit edince gülmemi zor bastırdım. “Ne var?” başını iki yana sallarken “Lütfen’in senin lügatında olduğunu zannetmiyordum.”
“Demek ki varmış? İstediğimde kibar olabiliyormuşum.”
“Evet, biraz şaşırdım.”

Bana lütfen dedirten Yakup abi “Nasıl içersin kızım?” diye seslendi. Kimseyi deli sikmediğinden sabah vaktinde balıkçı dükkânı boştu. “Demli içerim Yakup abi.” Diye yanıtladım. Babam çayı neredeyse siyah içerdi. Bende ona alışmıştım. Pısırık ablam çayın üstüne su koyardı ve sarı içerdi. Biz babamla dumanı üstünde, koyu içerdik.

“Gerçekten tam anlamıyla Anıl Hancızade’nin kızısın.” Dedi iç çekerek. “Bir insanın ona bu kadar benzemesi…” birinin daha beni babama benzetmesiyle gülümsedim. Babama benzemeyi seviyordum.

“Senin de huyların onun gibi.” Diye itiraf ettim. “Beni o büyüttü sayılır.” Dedi başını sallayarak. “Lütfen” dedim kelimeyi vurgulayarak. “Biraz bahset.” Gülümsedi, morlukları azalmıştı. Gözünün çevresi artık daha sarımtırak renkteydi.

“Babamın ölümünden sonra annem hep erkek peşinde koşturdu. Bana dadılar bakardı, onların sahte ilgisinden hiç hoşlanmazdım.” Yutkundu ve sonra yavaşça gülümsedi. Kötü günler olduğunu tahmin edebiliyordum. Ona acı veren bir şeyler varmış gibiydi.

“Bir gün, evden kaçtım. Yıllar sonra hayatımı değiştirecek olan sokak, çocukların oynadığı bir parktı.” Başını eğdi ve histerik bir şekilde güldü. Zorlanıyor gibiydi, ama neden? “Gri bir sedan önüme yanaştı. İçinden kıvırcık saçlı bakımsız bir kadın bana kayıp olup olmadığımı sordu.”

Elleriyle yüzünü kapatıp acı bir şekilde kahkaha attığında kanımın donduğunu hissettim. “Eğer anlatmak istemiyorsan-“
“İstiyorum.”

“Ona annemin beni sevmediğini söyledim. Yanındaki kocasıyla beraber gülümsediler. Kadın bana kendisinin beni çok sevebileceğini söyledi. Yedi yaşında falandım. Arabalarına bindim. Beni ormanın içindeki ahşap evlerine götürdüler.

İlk başlarda her şey güzeldi, istediğim her şeyi yapıyorlardı ve iki gün boyunca annemi hiç özlememiştim. Sonra o beni sevmese bile ben onun eksikliğini hissettim ve gitmek istediğimi söyledim.”

Eski anılarından bahsederken gözleri çok uzağa dalmıştı, bense yüzündeki tüm mükemmelliği ayrı ayrı zihnime kaydediyordum. Hikayesi beni tıpkı sarmaşık gibi sarmıştı. “O zaman işler sertleşti. Aylarca evime gidemedim. Çocuk tecavüzlerinin en sık yaşandığı dönemdi ve bende onlardan biri olmuştum.”

İçerisinin sıcak olmasına rağmen soğuk acımasız bir düşman gibi bedenime saldırdı. Burun ve göz çevrem sızlarken kendime gelmek için ellerimle sıcak fincanı kavradım. Yutkunamama hissi boğazımı parçalarken gözümden düşen bir damla yaş aktığı yerleri sızlatmıştı.

Canımın acıdığını hissettim. Aptal gibi sürekli anlatması için ısrar etmiştim. Gerçekten aptaldım ve kendime zarar vermeyi hiç bu kadar istememiştim.

“Yedi yaşında parktan kaçırılan bir salak olduğuma inanamıyorum.” diye güldü. “Koray ben gerçekten…” konuşamadığımı fark ettiğimde sorun yok der gibi omuz silkti ve çayından bir yudum aldı.
 “İşler benim için korkunç bir hal aldığında hiçbir şeyi düşünmeden kaçtım. Ormanın içinde olmak veya hayvan seslerinin beni titretmesi umurumda değildi. Kaçmıştım işte. Neredeyse saatlerce koştum. Karanlık gidip aydınlık çökene kadar koştum.”

Kendi mükemmel çocukluğum zihnimi doldururken anne ve babamın aptal kavgaları yüzünden kendimi bu kadar yıprattığıma inanamıyordum. İnsanlar acı çekiyordu. Acı yaş, cinsiyet, ırk veya mezhep gözetmeksizin insanları kuşatıyordu ve gerçekten Koray’ın yaşadıkları, daha doğrusu henüz yedi yaşındayken bütün bunları yaşaması beni dehşete düşürmüştü.

“Şehre vardığımda beni ilk bulan baban oldu. Anıl Hancızade’nin kim olduğunu bilmiyordum. İnsanlara güvenim sarsılmıştı. Beni anneme götüreceğini söylediğinde ondan kaçıp saatlerce ağladım. Beni en son annemle kandıran insanlar hayatımı mahvetmişti.”

Ben ağlarken Koray gülüyordu. “Annem ve baban yanıma geldiğinde anneme sıkıca sarılmıştım. Adamın biri geliyor ve annemi öne sürerek hayatımı mahvediyordu. Baban anneme götüreceğini söylediğinde korkmuştum. Ama adam doğruyu söylüyordu. Kafam karmakarışık olmuştu. Küçük bir çocuktum işte.”

Ekmeğine reçel sürüp ağzına attı. “yesene,”

Ağladığım görünce kahkaha atıp yanımdaki sandalyeye kuruldu. “Yirmi sene önce yaşanan olay, takma kafana. Yaşıtlarımdan önce milli olmuştum.” Yanağımı okşadı. “Yirmi sene önce mi?” gözleri korkuyla doldu. “Ah,” dedi. “Yirmi mi dedim ben?” güldü. “On iki sene önce.”

İçimi çektim. İştahım kaçmıştı. Salak bir adamın bana arabada dokunmasıyla ne kadar kahrolduğumu hatırladım. Kim bilir Koray neler hissetmişti. Hangi tür bir orospu çocuğu yedi yaşındaki bir erkek çocuğuna tecavüz ederdi ki? Bunun erkeği kızı yoktu.

Elindeki ekmeğe biraz tereyağı ve bal sürdü. “Uçak geliyor falan mı yapayım?” masum tavrına gülümsediğimde “Aç ağzını hadi.” Ekmeği elinde sallayıp gerçekten uçak geliyor yaptığında yüzümü buruşturdum.
“Gerçekten ağzıma mı vereceksin?” kaşlarını çattı. “Oral seks için biraz erken değil mi?”

Az önceki üşüme hissi yok olurken kırmızı bir suratla Koray’a baktım. “Çok pisliksin ya bak gerçekten…” yüzümü ekşitip diğer tarafa bakarken kahkaha atıp yanağımı öptü. “Ama öyle bir söyledin ki.”
“Ay ne fark eder nasıl söylediğim. Öf midem bulandı,”
“İğrenç bir şey söylemedim ki.”
“Oral seks dedin ya sabah sabah.”
“Ee, bunun neresi iğrenç?”
“Üf Koray.”

Ben seks kelimesinin s sini ağzıma alınca renk değiştiren bir insandım. Ona göre bu nefes almak kadar normaldi. Cinsellik ihtiyaçtır modundaydı. Açıkçası sırf gerdek gecesi düşüncesi bile elimi ayağıma doluyor ve beni evlilikten soğutuyordu. O derece utangaç bir insandım.  Gerçi bana her dokunduğunda içimde bir takım arzular kabarıyordu, ama o kadar tecrübesizdim ki adını koyamıyordum. Bu da beni oldukça kararsız kılıyordu.

“Cinsellik ihtiyaçtır konulu uzun bir nutuk çekebilirmişsin gibi hissediyorum.” Dedim kıkırdayarak. “Amerikalı bilim adamları seksin zekayı arttırdığında dair bir araştırma yapmış.” Dedi, konu o olunca ne kadar bilgiliydi beyefendimiz.

“Sınavlardan önce gel de belki sevişiriz.”
“Bu sayede seni sınavlara çalıştırırım.” Dedi masumca gülümseyerek. Ona da mizah malzemesi olmuştum. “Nasıl korunulduğunu da öğretiyor musun bari?” dedim, “Neler öğretebildiğimi bir bilsen.” Diye mırıldanınca bacağına vurdum. “Yeter dalga geçtiğin.”     

Sırıtarak bana ekmeği yedirtti. Onun elinden daha bir lezzetli olmuştu. “Bir daha versene.” Dediğimde bana şüpheli bir bakış atınca elimi dudaklarıma götürerek kıkırdadım. Bana kendi elleriyle ballı ekmek yedirirken bende ona çayını içiriyordum. “Höpürdetme ulan.”

“Kızım sıcak lan. Sende yeni gelinin şeyi tuttuğu gibi tutuyorsun fincanı.”
“Kaç kere yeni gelin olup da…” imasını anladığımda yüzümü buruşturdum. “Sen içme.” Çayını masaya koyarken ağzıma bir şeyler tıkıştırmaya devam etti. “Bu kadar utangaç olma. Okulun ilk günü ne giydiğini biliyoruz.”
“Ben istediğimi giyerim. Ama sen beyefendi. Sen istediğini söyleyemezsin.”
“Prenses Avşar, nasıl isterse öyle olsun.”
“Peki, Playboy Koray.”

İkimiz birbirimize yedirmeye devam ederken “Yavaş ulan.” Dedim, beni de kendi gibi sanıyordu herhalde. Koskoca bir dilim ekmeğimi ağzıma sıkıştırmış hala peyniri sokmaya çalışıyordu. “Ağır ağır çiğneme şunu kızım yut gitsin.”
“Hıı kilo alayım sonra.”
“Beraber dövüşürüz, zayıflatırım ben seni.”

Koray’ın beni çalıştırdığı gün aklıma gelince gülümsedim. O gün yerde o resmi görmeseydim bunlardan haberim olmayacaktı.
 Kahvaltımız bittikten sonra Koray kahve söyledi. Babam da sürekli bana orta şekerli Türk kahvesi yaptırırdı. Gerçekten Koray’ı babamın büyüttüğü çok belli oluyordu. Ama hala benden gizledikleri bir şeyler vardı.

Telefonum çalmaya başlayınca Koray zil sesime yüzünü buruşturdu. Ne var yani Qwen Stefani’yi çok sevmişsek? Rich girl çalarken ekranda Şule’nin resmi belirmişti. Bana hareket çekiyordu ve o kadar güzel çıkmıştı ki bilerek bunu koymuştum.

“Şule?”
“Avşar?”

Göremeyeceğini bildiğim halde gözlerimi devirdim. “Ne var ulan sabah sabah?” telefona doğru uzun bir tükürük sesi çıkardı. “Köpek merak ediyoruz değil mi? Allah Allah ya,” sinirli sesine kıkırdadım. “Söyle aşkım?” derin bir nefes aldı.

“Bugün annemler yok.” Yüzümde sinsi bir sırıtış belirirken anı şeyin onda da olduğuna emindim. “O zaman?” ikimiz birden sebepsizce gülme krizine girerken her gün beraber olmamıza rağmen hala bir gece yalnız kalacağız diye seviniyorduk. “Akşam bizdesiniz. Okuldakileri de çağırdım ama.”
“Çüş ulan. Yalnız olalım.”
“Valla çağırdım. Kalabalık olsun.”
“Ama sonra evi ben topluyorum!”
“Bende senin odanı topluyorum!”

Değişen tavrımız Koray’ı da şaşırtmıştı. “Aman iyi be ne halin varsa gör. İşlerimiz bitince geliriz biz.”
“Ne işiymiş o?” sesinden Munzurluk akıyordu. “Öf Şule. Kapat hadi.”
“Önce sen kapat.” Dediğinde kahkaha attım. “Kapatıyorum gerçekten.” Başımı salladım. “Utku ne yapıyor?” büyük ihtimalle şuan evde yalnızlardı. “Bana arşivindeki pornoları izletmek için yalvarıyor, ne yapacak.”
Sırıtırken “Kankamı üzme. Ne istiyorsa yap.”
“Hıı neler istediğini duysan görürsün.” Yüzünü buruşturduğuna emindim. Telefonun ardından “Senin sapık işlerine alet olmayacağım!” diye bağırınca kulağımı uzaklaştırdım. “Öf memeni göster diye tutturdu kapatıyorum ben azıcık döveyim şunu.” Başımı sallayarak güldüm “Elletmem ama.” Sesleri arasında telefonu kapattım.

“Çok güldün.” Dedi Koray, neşem ona da bulaşmış gibi gülümsüyordu. “Her zamanki manyak Şule.”
“Utku bizde kalıyor diye bütün evi aradı. Playboy dergisi bulmayı falan planlıyordu sanırım.” Şule’nin kıskanç hali aklıma süzülünce kıkırdadım. “Yok mu yani? Hiç şey arşivin falan da yok mu?”
“Ney arşivi?” dedi masumca gülümseyerek.
“Şey işte. Erkeklerin olur genelde.” Kafamı duvarlara sürtmek istiyordum. Çocuğun porno arşivinden bana neydi ki!

“Eh, küçüklükten kalma birkaç şeyimiz var ama ihtiyacım olmuyor.” Şaşırarak ona baktığımda “Çünkü canım sevişmek istediğinde bunu yapıyorum.” Dedi omuz silkerek. Ben niye sevişmek istemiyordum da bu istiyordu canım! Hayır, yani hem utanıyordum Hemde her şeyini bilmek istiyordum çocuğun.

“İyi.” Dedim dudaklarımı büzerek. “En son ne zaman yaptın?” cesaretimi kaşlarını yaya gibi kaldırarak karşıladı. “Bir buçuk ay kadar oldu.” Biz tanışalı iki ay olsa… Yani en son yaptığında hayatında ben vardım. Bende kaşlarımı kaldırarak yanıtladım. Cevabımı almıştım zaten. “Suratın asıldı.” Parmakları çenemde yanma hissi yaratırken “Yoo asılmadı.” Dedim, sırıttığını fark edince eline vurdum.

“Banane senin özel hayatından canım. İstersen şimdi eve gidince bile yapabilirsin.” Bence iyi fikir dese kendimi parçalardım.
“Kızmaz mısın?”
“Ben kimim ki zaten.” Diye omuz silktim. Gülüşü yüzünü ikiye ayırırken beyaz dişlerini göstererek güldü. “Aptal bir eylem için kalbini kırmayacak kadar çok hoşlanıyorum senden.”

Bu. Gerçek. Miydi?

“Üff, gerçekten babamdan farkın yok senin. Bunu demen sadece daha önce de kalp kırdığın anlamına gelir.”
“En azından bunu yapmamak için özen gösterdim.”
“Zahmet etmişsin.”

Gülümseyerek uzandı ve burnumun ucunu öptü.  “Söz veriyorum, seninki kırılmayacak.” Biz aşk tazelerken Koray’ın gangsta rap zil sesi ortamın havasını bozdu. Birde benim müziğimle dalga geçiyordu. Bende Nokia’nın klasik sesi falan çıkacak sanmıştım. Ayrıca kendine aldığı yeni telefon hala eskiydi.

“Efendim kardeşim?” diye açtı telefonu. “Getirmedi mi? Halettiğimizi sanıyordum.” Açık konuşmak gerekirse bir bok anlamamıştım.

“Tamam, geliyorum ben. Sakın kimseye zarar vermeyin.” Koray arka cebinden çıkardığı banknotları tabağın altına sıkıştırdı. “Hadi gidelim canım.” Sesi biraz bozguna uğramış gibi çıkıyordu.

Yakup abiyi başımızla selamlayıp alelacele çıktık. “Seni evine mi bırakayım yoksa direk Şule’lere mi gideceksin?” diyen sordu. “Seninle gelmek istiyorum.” Deyiverdim. Soğuk bir sesle güldü. “Avşar, görmek istemezsin.”
“Görmek istemez miyim, görmemi istemez misin?”
“Aklımı karıştırma. Gelmiyorsun. Seni Şule’lere bırakıyorum.”
“Seninle geleceğim.”

Arabayı yol ortasında durdurdu. “Avşar benimle inatlaşmak istemezsin.” Dedi sert bir sesle. “Acele gitmem gerekiyor ve beni meşgul ediyorsun.” Kapıyı açmayı denedim ama kilitliydi. “O zaman beni burada indir.” Kaşlarını kaldırdı. “Emin misin?” başımı salladım.

Hayvan herif gerçekten de arabanın kilidini açtı. Duraksarsam tuzağına düşerdim. Onun için hızlıca indim ve kollarımı göğsümde birleştirerek yürümeye başladım. Ciddi olduğumu görünce arabayı yanıma kadar sürdü. “Bin hadi.”


İçimden sırıtarak arabaya bindim. “Yapacaklarımdan ben sorumlu değilim.” Diye uyardı beni. “Ne yaparsan yap.” Dedim. Tavrını çok merak ediyordum. Neden tehlikeli bir grup olduklarını ne iş yaptıklarını nasıl çalıştıklarını… Kendimi gazeteci gibi hissediyordum. “Bunların aramızda kalacağını söylememe gerek yok herhalde.”
“Yok.”

Bir anda bana yabancılaşması için ciddiyetini simgeliyordu. Yavaş yavaş âşık bir sevgiliden sabıkalı bir çete üyesinde dönüşmesini izledim. Kasılan çenesini, boynunda atan damarını, direksiyonu kavramış beyaz parmak boğumlarını, arabanın hızının artmasını… Korkmuyordum. Babam da sinirli bir yapıya sahipti. Ben kıran döken küfür edip bağıran çağıran erkekleri görmeye alışkındım.

On dakika sonra sahilden uzakta terk edilmiş bir depodaydık. Kapının önünde eski model, klasik, siyah ve mavi tonlarında spor bir araba vardı. Bana Dean Winchester’ın arabasını hatırlatmıştı ama Impala veya Cadillac olmadığına emindim.

Deponun önünde, takımın daha önce gördüğüm fakat adını bile bilmediğim uzun sarı saçlı, deri ceketli, ağzında sigarasıyla gerçek bir motorcu eleman duruyordu. “Kızı da mı getirdin Hanzade?” sesi mesafeli çıkmıştı. “Ben istedim.” Dedim, bu bir şeyi değiştirmiyordu. Sonuç olarak; buradaydım.

“Gidip babasına ötmeyeceğini nereden bilebilirsin?”
“Ne diyeceğim? Merhaba baba bugün senin nefret ettiğin fakat benim âşık olduğum Koray’la depoda gizli bir buluşma yaptık mı?” elimi havada savuşturdum.

“Ötmeyecek, Element.” Dedi Koray. “Element mi?” dedim. “Element? Senin bir bilim adamı olman gerekiyordu, gangster değil.” Koray’ın yüzünü ekşittiğini gördüm. Element denen çocuk da gülmesini zor bastırıyor gibiydi. Koray sırtımdan tutup beni içeri sürüklerken “Boş ver hayatım.” Diye beni geçiştirdi.

Arkamı dönüp Koray’a baktığımda beni depoya sokmayı başarabilmişti. “Element de nesiydi hakikaten?” ciddileşip önüme döndüğümde iki adamın sandalyeye bağlı olduklarını gördüm. Hırpalanmamışlardı. İşin garip tarafı birini tanıyordum. Siyah takım elbiseli adam, babamın arkadaşıydı. Eve birkaç defa gelmişti ve benden küçük bir kızı vardı.

“Seni tanıyorum.” Dedim, aslında gördüğüm kadarıyla iyi bir adamdı. “Koray! Hem kızını buraya getiriyorsun Hemde burada bir tanıdığı çıkıyor. Şimdi onu öldürmek zorun-“ silahını adama doğrulttuğunda “Ne yapıyorsun?” diye bağırdım. “Birbirinizi tanıyorsunuz. Bu iş bittiğinde ne olacak sanıyordun?”

“O adamın küçük bir kızı var. Biraz empati yapar mısın lütfen?” Koray kolumdan tuttu. “Evet, kimseye bir zarar gelmesin demiştim.” Diye hatırlatma yaptı Koray. Depo soğuk ve kir kokuyordu. Etrafta koliler ve sarılmış birkaç deri koltuk, masa ve bilgisayar vardı.

“Evet, seni beklemek zorunda kaldık diye kimseyi vurmadım ve avuçlarım kaşınıyor.” Koray üstü tozlanmış jelâtinle kaplı siyah deri koltuklardan birinin yanına ilerledi ve dışına sarılmış jelâtini yırtarak oturdu.  “Çağdaş ilaçlarını alman konusunda sana ne dediğimi hatırlıyor musun?” demek bu kumral çocuk Çağdaş’tı.

“Kızılay çok içersen miden delinir dedi.”
“Doktor mu kesildin başımıza ulan?” dedi Koray nefesini sıkıntıyla üfleyerek.
“Kız kardeşim on kilo civarı olduğu halde zayıflama haplarını içmekten öldü, biliyorsun.”
“Kız kardeşin ölmedi Yiğit.”
“Aa, ölmemişti o değil mi?”

Demek Kızılay’ın gerçek adı Yiğit’ti. Sabıkasında lakabı Hayalet olarak geçiyordu fakat arkadaşları bir hatası yüzünden ona Kızılay lakabını takmıştı. Ayrıca bu adamın adını hatırlamıyordum. Ama bir keresinde akşam yemeğine gelmişlerdi. Kızını getirmişti ve hatırladığım kadarıyla karısı yoktu. Normalde babam gelen misafirin ardından mutlaka bilgilendirici birkaç laf ederdi.

“Bakmayın bununla iş yaptığıma. Şerefsizin teki.” Veya “Çok iyi adamdır.” Gibi. Bu adamın arkasından “Yazık hala evlenemedi, çok tatlı kızı var değil mi?” demişti. Bu da adamın kötü biri olmadığı anlamına denk geliyordu.

“Bu adamı tanıman çok normal.” Sesin geldiği yöne baktığımda Çakal’ın bana doğru geldiğini gördüm. “Çünkü babanın yeni ortağı.” Pekala, neden babamın iş yapacağı adam karşımda bağlı duruyordu?

“Şu küçük kızı yanında poşet gibi taşıdığına inanamıyorum Hanzade!” sinirden gözlerim pörtlerken ciddi olup olmadığını sorgulamak için gözlerine baktım. “Ondan bir şey saklamamıza gerek yok.” Dedi kinayeli bir sesle. “Öyle mi?” diye sinirle soludu.

“İyi o zaman! Bu adam yeni projesine babanı ortak etti çünkü salağın teki ve kurda kuşa yem olmamak için babanın adını kullanacak. Sonra bu ikisi paranın amına koyacak falan filan. Biz de bunu engelliyoruz. Babanın her kazancı Keskinkılıçların bir kaybı oluyor.”

Koray’a baktım. “Bu doğru mu?” babamı batırmak istediği gerçek miydi? Şuan ne hissedeceğimi bilmiyordum. “Aslan…” Çakal’ın da adını öğrendiğime göre artık huzur içinde ölebilirdim. “Yalan mı oğlum? Hancızade’yi avuçlarında tutmak istiyorsun! Çünkü dayını batırabilecek tek kişi o! Peki kızının bu tabloda yeri ne?”

Yiğit elini, Aslan’ın koluna attı. “Kardeşim sakin ol. Kızın bize bir zararı yok.” Elbette kimseye bir zararım yoktu! Bu gruptaki herkesin tedavi olması gerekiyordu.
“Gidip bu gece her şeyi ona marka kıyafetler alan biricik babasına anlatmayacağını nereden biliyorsunuz?”
“Sen anlatacağımdan neden bu kadar eminsin?” durup hepsine ve ne kadar tehlikeli olabileceklerine baktım. “Yoksa babamın ofisine dinleme cihazı falan mı yerleştirdin?” bunu son dakika da sallamıştım. Böyle bir ihtimalin aklıma gelmesi az önce öğrendiğim bilgiler eşliğinde gelişmişti.

“Beklide dinleme cihazını koynuna aldığın adam yerleştirmiştir!”

Dudaklarım şokla aralanırken rengimin solduğunu hissediyordum. Bunlar nasıl arkadaştı? Az önce sevgilimi bana ele mi vermişti yani? Bunu demesinde mutlaka gerçeklik payı olmalıydı. “Aslan konuştuğun kelimelere dikkat et.” Dedi Koray sakin fakat tehlikeli bir sesle.

“Gerçekleri söylediğim için kötü adam ben mi oldum? Söylesenize oğlum!” zoraki bir sesle güldü. “Bu adamın Hancızade’nin yeni ortağı olduğunu başka nasıl öğrenebilirsin ki? Gizli ortaklık. Tabi ya. Senin içeride bir adamın zaten var.” Bana baktığında çirkin imasında bir alay aradım ama yoktu. Tamamen dürüsttü.

“Konumuz bu mu?” dedi, diğerleri çıldırırken Koray’ın sakin kalışı beni tedirgin ediyordu. Ama sesimi çıkarmadım. Tuzağına düşmedim. Aklınca bizi birbirimize düşürecekti. Bunların hepsi kardeş değil miydi? Her türlü acıyı mutluluğu beraber paylaşmamışlar mıydı? Neden şimdi dostunu satıyordu anlamamıştım.

“Hapisteki oğlunu nasıl kurtardığımızı hatırlıyor musun Selim Öztürk? Bütün paran buhar olup uçtuğunda torbacı oğlunun kıçını kimin kurtardığını hatırlıyor musun?” demek babamın akşam yemeğine getirdiği adamın adı Selim’di. Bu kadar yeni ismi aklımda tutabileceğimi sanmıyordum.

Adam başını salladı. “Güzel. Çünkü ortaklıktan çekileceksin.” Adamın ağzındaki gri koli bandını tek çırpıda çıkardığında adam boğuk bir nefes aldı. “Anıl’a ihanet edemem.” Demek babama ihanet edemeyen bir kişi vardı.

“Bize borcunu mu ödemek istersin yoksa daha piyasa sürmediğin gizli ortaklığı bitirmek mi?”

Sevdiğim adam karşımda babamın kuyusunu kazarken sessizce olacakları izledim. Ne ara yaptığımı bilmesem de kollarımı göğsümde birleştirdiğimi son anda fark etmiştim. Gözümün ucuyla Aslan’a baktığımda onun da sert bakışlarının beni delip geçtiğini hissettim. Bu çocukla ilk günden beri yıldızlarımız bir türlü barışmamıştı.

“Anıl’a ihanet edemem.” Diye tekrarladı. Sol kolu sargılı olan diğer eleman aniden adamın kafasına silah dayadı. “Ya şimdi?” adam korkuyla bana bakınca elimden hiçbir şey gelmediğini fark ettim. Koray’ın bana baktığını fark edince ona şimdilik her şeyin bittiğini anlatan bir bakış yollayıp gözlerimi başka tarafa çevirdim.


“Bırakın gitsin.” Benimkilerle beraber tüm bakışlar Koray’a dönerken tekrar etti. “Bırakın gitsin. Kimseye bir şey anlatmayacak zaten.” Onaylamak için adamın gözlerinin içine baktı. “Küçük kızı ve polislerin ensesine yapışmak için fırsat kolladıkları bir oğlu varken bunu yapmayacak. Yoksa bedelini ağır öder.”

Acımasızlığı karşısında yutkundum. Sanki taş yutmuştum. “Diğerinin ellerini de çözün.” Der demez aniden kapımız açıldı ve adı Element olan motorcu çocuk uzun saçlı başını uzattı. “Sanırım Hancızade’lerden bir konuğumuz daha var.”
“Ne?” ben dâhil hepimiz şaşkınlık içindeydik. Babam. Buraya mı geliyordu? Tanrım. Eğer beni onlarla beraber görürse hepimizi şüphesiz kurşuna dizerdi. Koray ve Aslan bana baktı. Kolilerin arkasına saklanırken kendime bela okuyordum.

Araba tekerleğinin sesi depoyu doldurdu. Sanırım aşırı özgüvenli babam mayın tarlasına gözü kapalı dalıyordu. Motor sesi sustu.

“Evet bebeğim. İşim biter bitmez yanındayım. Ayak bileklerinden başlayarak her yerini teker teker öpmek istiyorum.” Güldü. “Ben yokken uslu dur. Hesabı kapatıp geliyorum.”

Baba?

“Kız arkadaşım evde bekliyor ve siz başıma iş mi açıyorsunuz küçük piçler?” babamın bariton sesi kulaklarıma yayıldı.
“Gizli ortağını yakaladık, Anıl.” Dedi Koray. İlk defa onları karşı karşıya görüyordum. Yani duyuyordum.
“Şeker çalan küçük çocuklara benziyorsunuz.” Dedi babam alaycı tavrından taviz vermeyerek.


“Merhaba ortak.” Sanırım arkadaşının ellerini çözüyordu. “Merhaba Anıl abi, nasılsın görüşmeyeli?” bu ses Yiğit’e mi aitti? “Bomba gibiyim. Ama Çağdaş ve Aslan harman görünüyor.”
“Mal var mı?” diye sordu Aslan. Arsız herif. “Size yok ulan köpekler. Ayrıca bizim torbacıdan da bir daha mal alamazsınız. Tohum ektirdiğiniz çiçekçiyi de memleketine yolladım. Yeşermiş otlarınızı da bahçeme gömdüm.”

Babam neşeli neşeli güldü. Gerçekten çok adice bir hareket olmuştu. İstediği zaman gıcıklık sınırlarını zorlayabildiğini biliyordum. “O tohumun yeşermesini altı aydır bekliyorduk lan!” diye inledi Aslan. “Torbacıya da talimat verdim.” Babam kahkaha attı. “Cidden sinirden titreyen ellerinizi görmeye bayılıyorum sizi piç kuruları.”

“Çok yakışıklı olmuşsun Anıl.” Dedi Koray, yüreğim pır pır atar olmuştu. İlk defa ikisinin karşılıklı bir diyaloguna şahit oluyordum.
“Eyvallah,” dedi babam. “Yeni kız arkadaşları bilirsin.”
“Çok iyi bilirim.” Dedi kinayeli bir sesle Koray. İmasında beni kast ediyordu ve suratına asit dökmemek için kendimi zor tutuyordum. “Neyse neyse. Biz gidelim. Bir daha işlerime burnunuzu sokarsanız evinizi kundaklarım. Yapmadığım şey değil.”

Yapmadığım şey değil.

Terleyen avuç içlerimi kotuma sildim. Babamın manyaklığına bir kez daha şahit olmuştum. Deponun kapısı kapanırken Barlar Sokağı Sekizlisiyle baş başa kalmıştım. Bir depoda. Ve babamın yaptığı piçliklerden sonra.

Yavaş yavaş saklandığım yerden çıkarken hepsi ateş püsküren gözlerle bana bakıyordu. “Yeni sevgilisi var.” Dedim dehşete düşmüş bir sesle. “Şuan buradaki yedi kişi seni esrar yüzünden öldürebilir.” Dedi Aslan. Benden gerçekten nefret ediyordu.

“Avşar’ın suçu değil.” Dedi Koray. Zaten o pek içmiyordu. “Elbette benim suçum değil! Belli ki hak etmişsiniz.” Koray’a güvenerek damarlarına basmıştım. Aslan elini yumruk yapıp iki metrelik vücuduyla üzerime gelince Koray önüme geçti. “Dua et ki Koray’ın kız arkadaşısın yoksa…”
“Yoksa ne? Bir kıza mı vururdun?” o kadar sinir olmuştum ki çocuğu gıcık edince artı puan kazanmış gibi hissediyordum.

“Avşar.” Dedi temkinli bir sesle Koray. Ona “Sen sus, seninle sonra hesaplaşacağız.” Bakışı attım. “Oğlum bunu nereden buldun ya?” diye sızlandı. “Ebenin…” diye başlayacak olsam da sustum. Yiğit kahkaha attı. “Lütfen susun başım ağrıyor.” Evet hala adını öğrenemediğim birkaç kişi vardı.

Aslan bana sert bir bakış atınca ona aynen karşılık verdim. “Seni evine bırakayım.” Dedi Koray. “Bence de götür şunu artık gözümün önünden. Zaten harmanım.” Koray, Aslan’a ifadesiz bir bakış attığında Aslan omuz silkti.

“Sonra yine görüşürüz yenge. Sen o ayının kusuruna bakma.” Dedi Yiğit. En çok onu sevmiştim zaten başından beri. Ona kocaman bir gülümseme yolladım. Kolu sargılı çocuk yanıma gelirken “Ben Çağdaş bu arada.” Dedi, “Evet seni hatırlıyorum.” Dedim. “Bugün biraz fazla harmanız da. Bir de işler bozulunca. Bilirsin işte. Normalde çok iyiyizdir.”

“Biz iyiyiz ama bu her zaman cadı. Geçen gün kızın yüzüne nasıl patlattığını hatırlıyor musunuz?” diye beni utandıran bir hatırlatma yaptı Aslan. Gerçekten hani hiçbir zaman küçük düştüğünüz anları unutmayıp onları her gün hatırlatan arkadaşlar tipleri vardır ya, Aslan tam o türden biriydi.

Tüm grup o sahneyi hatırlamış gibi kahkaha atarken içine atlayıp gözden kaybolmak için yerin yarılmasını bekledim. “Alageyik şiirini okuyan kızı hatırlıyor musunuz?” Koray dâhil hepsi gülünce ona “Sen gülemezsin.” Mesajı veren bir bakış fırlattım. “Abi çok felaketti ya. İçim sızladı yemin ederim.”
“Kimin manitası oğlum. Şu Koray’a bak. Maymuncuk Serhat’a ne yaptığını hala unutamıyorum. Çocuk ölmek için ağlamıştı.”
“Kafam iyiydi. Ayıkken yapmazdım öyle bir şey.”

“Bak bende Uygar. Grubun hesap makinesiyim. Matematiğim çok iyidir. İstersen seni çalıştırırım arada.” Gülümsedim. “Yedi kere yedi kaç lan?” dedi Yiğit. “Yetmiş yedi.” Diye gözlerini devirdi Uygar. “Bilemedin seksen yedi olacaktı.” Ciddi olduğunu fark edince kahkaha seslerimiz depoda yankılandı.

“Bir kişi eksiksiniz.” Dedim sesler kesilince. Barlar Sokağı sekizlisi değil miydi bunlar? Ama yedi kişilerdi. “Biz zaten bu kadardık.” Dedi Çağdaş. “Neden sekizli diyorlardı?” diye sordum. “Onu biz uydurduk. Kalabalık sansınlar diye.” Bir de kapıda duran Element vardı. “Normalde altı kişiyiz. Büyük işlerimizde yardımcı olan iki arkadaşımız daha var.”

Yani bu da Barlar Sokağı Altılısı oluyordu. “Polis gibi soru sorup durmasana be kızım.” Diye tısladı Aslan. “Onun da polislere bayıldığı söylenemez Aslan.” Dedi Koray bıkkın sesle. “Senin o sarışın kankilerin ne oldu?” diye sordu Yiğit konuyu dağıtmak ister gibi. “Ah, Şule ve Utku’yu diyorsun. İyiler.”

“Oğlan bağımlıydı.” Dedi Aslan acımasız bir sesle. “Biliyoruz canım, beni aydınlattığın için teşekkürler.” Hemen de anlamıştı. “Arada çağır da yine birkaç tur koşturalım. İyi veletti.” Sanki bana iltifat edilmiş gibi gülümsedim. “Söylerim.” Geç olduğunu fark edince Koray’ın elini sıktım. “Beni caddeye kadar bırakırsın.” Dedim. Aslında onu dövmek istiyordum ama arkadaşlarının yanında böyle bir şey yapmazdım.

“Kapına kadar bırakırım.” Dedi itiraz etmeyen bir sesle. Ama eminim daha caddeye çıkmadan beni arabadan atacaktı. “Hoşça kalın.” Dedim aksi ruh halime tezat oluşturacak bir sevecenlikle gülümseyerek. Hepsi “Görüşüz yenge,” gibi mırıldanırken Koray elimi tuttu. Herhalde güldüm diye unuttum falan sanmıştı. Ne kadar kurnaz ne kadar da fırsatçı bir çocuktu.  Yine de elini bırakmadım. Yani depodan çıkana kadar.

Deponun kapıları kapanır kapanmaz sertçe elimi ondan kurtardım. Arabaya binene kadar çıtımı çıkarmayan ben kapılar kapanır kapanmaz “Sen nasıl bir orospu çocuğusun?” diye bağırdım. “Bir sus da açıklayayım.” Dedi kuru bir sesle.

“Siktir git bana bir şey açıklama.” Bıkkınlıkla gözlerini yuvarladı. Babamı tuzağa düşürmek ne demekti? Ayrıca o herif babamın gizli ortağıysa Koray nereden biliyordu? Ya Aslan dediğinde ciddiyse. Babamın da harman olduğu zamanlarda neler yaptığını biliyordum. Belki bir an sinirlenip ağzından kaçırmıştı.

“Bak Aslan seni pek sevmiyor ve sinirlendirmek istedi sadece…”
“Babamın kuyusunu kazmaya çalıştığın da yalan mı peki? Bana hiçbir şey anlatmadım. Nasıl da aptalım…” sinirden ellerim titrerken aniden “Arabadan inmek istiyorum.” Dedim. Daha fazla sakinliğini görürsem bir kaza çıkacaktı.

“Hava karanlık ve daha caddeye bile çıkmadık.”
“Seninle yan yana durmaktansa yalnız yürürüm daha iyi!”

Bir de kalbini kırmayacağım diye söz vermişti. Hemde daha bu sabah! Aniden arabayı durdurunca neredeyse ön camdan fırlıyordum. Sakin sakin otururken aniden sinirlenmişti. “İyi o zaman. Ne halin varsa gör.” Gözlerim irileşirken dudaklarımın titrediğini hissettim. Kendini savunmak için en ufak bir girişimde bulunmamıştı. Hızla arabadan indim. Kapısı açıldı ve sinirli adımlarla yanıma geldi. Ormanlık alanda yalnızdık ve biraz yürürsem caddeye çıkabilirdim.

“Sen sözünde duramayan bir yalancısın biliyorsun değil mi?” dedim karşımda durduğunda. Hem çekip gitmek Hemde kalıp onu dinlemek istiyordum.
“Evet öyleyim.”

Ukala tavrı karşısında sinirden çenem titrerken ona vurmak için elimi kaldırdığımda sertçe bileğimden kavradı. Sert gücünü üzerimde kullanmasından nefret ediyordum. Canım yanıyordu ama inat değil miydi, bırak demeyecektim. İstiyorsa kırabilirdi. Zaten görünüşe bakılırsa öyle olacaktı çünkü öyle bir sıkıyordu ki gözümden yaş akmıştı.

Dudağımı ısırarak başımı eğdim. Canımı acıttığını görsün istemiyordum. Sertliğinden etkilenmediğimi görmeliydi. Ama fark etmiş gibi elimi bırakınca hızla kendime çektim. Ovuşturmamak için kendimi zor tutuyordum. “Özür dilerim.” Diye mırıldanınca biraz olsun içim rahatlamıştı.

“Tamam önemli değil.”
“Önemli. Çünkü canını yaktım. Çünkü eşeklik ettim. Çünkü seni üzdüm.” Dudağımın kenarı buruk bir şekilde kıvrıldı. “Babana ihtiyacım vardı. Dayımı çökertmek için ona ihtiyacım vardı ve ulaşmaya çalışıyordum. Bak bunlar eski şeyler tamam mı? Başın ağrısın istemiyorum.”

Cevap vermeyince çenemden tutup gözlerine bakmaya zorladı. “Seni seviyorum. Babana asla zarar vermem Avşar. Benim ona borcum var.”

Eğilip dudağımdan öperken “Lütfen susma.” Dedi, tatlı nefesi yüzümü okşarken “Bende seni seviyorum.” Diye mırıldandım pürüzlü sesimle. “Babamla aranızdaki şey umurumda değil. Ben sadece beni sevmeni istiyorum.”

Konuştuğum için mutlu olmuş gibi yüzüme ayrı ayrı öpücükler kondurdu. Babam tek başına onları iş üstünde yakalayıp tüm mallarını ele geçirdiğini söylediğinde babama renk vermemişlerdi. Hatta babam ortağının kaçırıldığını öğrendiğinde sinirli bile değildi. Gülerek girmiş ve gülerek çıkmıştı. Aralarında ne yaşandığını hala bilmiyordum.

Parmak uçlarıma çıkıp üst dudağını emerken elleriyle kalçamı sıktı. İnleyerek kucağına zıpladığımda beni sıkıca kavradı bacaklarımı sert beline doladım.

Ellerimle yüzünü kavradım ve avuç içlerimde yeni çıkmaya başlamış sakallarını hissettim. Bu his kasıklarımda bir alevlenmeye sebep oluyordu. Beni arabanın kaputuna yatırırken bacaklarımı araladım.

Elleri kollarımı buldu. Okşayarak bileklerime kadar geldi ve arabaya bastırdı. Çıplak kollarımda dudaklarını sürterken sırtım gerildi ve içgüdüsel olarak ayaklarımı daha sert bastırdım. Sıcak nefesi kulağıma çarptığında alt dudağımı dişledim. “Başımı döndürüyorsun.” Diye fısıldadı.

Dilimi kulağının altında gezdirdiğimde erkeksi bir sesle homurdandı. Kalçalarımı kaldırarak kotunun sert kumaşına sürtündüm. Elleri hala iki yana açtığı kollarımı tutuyordu. Rüzgâr doğrudan kollarıma eserken saçlarım arabanın kaputuna dağılmıştı.

Bilinçsizce dilimin ucunu ensesinde gezdirdiğimde içimi titretecek bir şekilde inledi. “Ah,” dedi erkeksi sesiyle kulaklarıma ziyafet çektirerek. “Az önce ne yaptığını biliyor musun?” kaşlarımı çattım. “Hayır?”

Bir daha inledi ve tek hamlede tişörtümü çıkardı. Kaputtaki metalin soğukluğu ve akşam rüzgarı doğrudan çıplak tenime nüfuz ederken göğüs uçlarımın sertleştiğini hissettim. “Az önce bana bunu yaptın.” Dedi. Fermuarımı açıp kotumu biraz indirdi. Ne olduğunu anlamamıştım ki dilinin ucunu iç çamaşırımın üzerindeki bir noktada gezdirince dudaklarım hissettiğim o güçlü hisle aralandı ve inledim. Karnıma öpücükler kondururken elleri hala bileklerimi kaputa sıkı sıkı yaslamıştı. Aslında saçlarını sıkıca kavramak istiyordum ama beni keşfetmesine izin verecektim.

Kalbim küt küt atarken kelebeklerim ilkbahar mevsimini yaşıyordu. Heyecandan titresem de kendimi hiç bu kadar hazır hissetmemiştim. Kasıklarımdaki zonklama onu hızlandırmam için bana adeta yalvarıyordu.

İki yana açtığı kollarımı tepemde birleştirdi. Camı bileklerimde hissederken elleri çıplak karnımı dolaşıyordu. Her hareketinde bedenim sarsılırken, sırtımın yay gibi gerildiğini hissettim. Tişörtünün eteklerini sıkıca kavramıştım ve çıkartmak için hamlesini bekliyordum ki bir el ateş sesi duyuldu.

Korkuyla dikilip çıplak üstümü Koray’ın gövdesine bastırdım. “O ses neydi?” ses kendini belli etmek istercesine tekrarlandı ve siyah gökyüzünü deldi. “Tüfek. Avcı tüfeği. Gidelim.”

Başımı salladım ve oturduğum yerden düğmemi iliklerken tişörtümü elime aldığım gibi arabasına bindim. Siktiğimin vahşileri yüzünden aramızdaki çekim hissi bozulmuştu.

“Bu saatte neden tüfek?” diye soludum motoru çalıştırınca. Hızla tişörtümü giyerken ne ara kendimi kaybettiğimi sorguluyordum. “Büyük ihtimalle ağır dindarlar akşam karanlığında çıkan yaban domuzlarını avlayacak.”

“İkisinden de bana fayda yok,” dedim. “Siktir et. Hadi Şule’lere gidip biraz yemek yiyelim.”

Aşk ve NefretHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin